Kaddafi ed-Dem: Kaddafi’nin adamlarıyla silahlı kuvvetler arasında yapılmış herhangi bir anlaşma yok

Kaddafi'nin adamları nereye gitti?

Kaddafi ed-Dem, Mısır-Libya İlişkileri Özel Koordinatörü ve Kaddafi’nin özel elçisi olarak görev yapıyordu (Hüssam Ali, IndependentArabia)
Kaddafi ed-Dem, Mısır-Libya İlişkileri Özel Koordinatörü ve Kaddafi’nin özel elçisi olarak görev yapıyordu (Hüssam Ali, IndependentArabia)
TT

Kaddafi ed-Dem: Kaddafi’nin adamlarıyla silahlı kuvvetler arasında yapılmış herhangi bir anlaşma yok

Kaddafi ed-Dem, Mısır-Libya İlişkileri Özel Koordinatörü ve Kaddafi’nin özel elçisi olarak görev yapıyordu (Hüssam Ali, IndependentArabia)
Kaddafi ed-Dem, Mısır-Libya İlişkileri Özel Koordinatörü ve Kaddafi’nin özel elçisi olarak görev yapıyordu (Hüssam Ali, IndependentArabia)

Mareşal Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu 4 Nisan’da, ‘silahlı milisler ve radikaller’ olarak nitelendirdiği kimselere karşı başkent Trablus’ta sürpriz bir askeri operasyon başlattı. Günler geçtikçe silahların dilinin yerini yavaş yavaş siyaset ve diplomasinin dilinin almasıyla birlikte Arap ve Batı başkentlerinin yakından takibi altında Libyalı taraflar arasında görüşmeler gerçekleştirildi.
Kulislerde neler oluyor? Taraflar nasıl hareket ediyorlar veya nasıl ittifakla oluşturuyorlar? Ya da nasıl iki ay içerisinde müttefiklerini değiştiriyorlar? Bu sorular, gerek ülkenin doğusundan gelen adamlar için gerekse de uluslararası arenada tanınan Fayiz es-Serrac başkanlığındaki Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) üyeleri için de geçerli. Albay rejiminin kabileleri ve destekçileri ne olacak?
Independent Arabia, bütün bu soruların ortasında Albay Muammar Kaddafi'nin eski muhafızlarından biri olan, halihazırda Mısır’da ikamet eden ve gerek yurtiçi gerekse de yurtdışındaki çok sayıda Libyalı taraf arasında bağlantı noktası olan Ahmed Kaddafi ed-Dem ile gerçekleştirdiği diyalogda, son günlerde Libya kulislerinde yaşananlara ışık tutmaya çalıştı.
Yurtdışından liderlik edenler dışındaki tüm Libyalı taraflarla temasları bulunduğunu dile getiren Kaddafi ed-Dem’i,  eski rejimin on binlerce asker ve polisinin Libya Ulusal Ordusu’na katılmış olmasına rağmen, eski rejimin destekçilerinin ne Libya silahlı kuvvetleriyle ne de uluslararası arenada tanınan Tobruk Parlamentosu ile herhangi bir siyasi anlaşma yapmadıklarını belirtti. Bu kimselerin halihazırdaki en mühim öncelikleri üzerinde fikir birliği ettiklerini belirten ed-Dem, siyasi çatışmalara girişmeden evvel devleti yeniden ele geçirme girişimlerini bulunduğunu söyledi. Ayrıca vatanın çalındığını ve geri alınması halinde siyasi bir savaştan ve seçimler için yapılacak hazırlıklardan bahsedileceğini belirtti.
Diyalog sırasında, Libya devrimi geçekleştiği zaman yaşanan olayların ardında idare ettiği temaslardan bahseden Kaddafi ed-Dem, 20 Ekim 2011’de öldürülmesinden saatlerce önce kuzeni Albay Muammer Kaddafi ile son kez iletişime geçtiği zamanı anlattı.
Batı, Libya’daki krizin kötüleşmesinden sorumlu
Kaddafi ed-Dem, kendisini dört yıl önce muhalif bir cephe olarak kurduğu Ulusal Mücadele Cephesi’nin siyasi lideri olarak tanımlıyor. Halihazırda Trablus çevresinde dönüp dolaşan savaşların, kontrolü ele geçirmeye yönelik bir savaş veya Libyalı gruplar arasında yaşanan bir çatışma olmadığını dile getiren Kaddafi ed-Dem, bilakis bu savaşın vatansever Libyalı şahsiyetler tarafından desteklenen Libya ulusal ordusu ile başkenti kontrol eden aşırılık yanlısı çeteler arasında yaşandığını söylüyor.
Libya'daki durumun kötüleşmesini ve ülkede devam eden bölünmeyi, NATO’nun gerçekleştirdiği askeri operasyonlarının ilk anlarına kadar geri götüren Kaddafi ed-Dem, “Gerçeklerin araştırılması amacıyla bir komite gönderilmeksizin birkaç gün içinde Arap Birliği tarafından onaylandıktan sonra adaletsizce bir karar alındı. 40 ülkenin uçağı ve yine yaklaşık 30 bin kadar filo Libya'ya baskın düzenledi. Şehirlere ve köylere isabet eden bu baskınlar, on binlerce sivil ve askerin hayatını kaybetmesine ve altyapının tamamen tahrip olmasına neden oldu” ifadelerini kullandı.
Kaddafi ed-Dem, mevcut durumun sorumluluğunun büyük bir bölümünün NATO, BM Güvenlik Konseyi ve Libya'nın işgaline katılan ülkelere ait olduğunu dile getirerek, söz konusu sorumluların hatalarını düzeltmeleri ve müdahalelerinden dolayı ülke halkından özür dilemeleri gerektiğini dile getirdi.
Silahlı kuvvetler ile milisler arasındaki savaş
Kaddafi ed-Dem sözlerini şöyle sürdürdü:
“Libya parlamentosunun doğuda teşkil edilmesinden ve uluslararası arenada tanınmasının ardından Hafter’in ordunun liderliğini üstlenme ve yeniden yapılandırma sorumluluğunun yanı sıra ordunun da ülkenin doğusundaki tüm şehirlere ve köylere dağılması icap ediyordu. Çetelerden ve milislerden temizlemek üzere ordunun başkente girmesi doğaldır. Çünkü ordunun başlıca görevi ülkeyi korumak, yabancı müdahalelerin önüne geçmek ve milislerle yüzleşmektir. Libya silahlı kuvvetleri aşiretçi veya partizan değildir. Bu yüzden orduya destek olduk ve yanında yer aldık. Mareşal Halife Hafter ile ilgili daima bir karışıklık söz konusuydu. Hafter, seçilen tek meşru organ olan Libya parlamentosu tarafından ordu komutanlığına atandı. Bu halk ve parlamento tarafından verilen bir karardı.”
Kaddafi ed-Dem, Trablus çevresinde süregelen savaşın, meşru silahlı kuvvetlerle silahlı çeteler arasında vuku bulduğunu belirterek  şu açıklamalarda bulundu:
“Bu politik bir savaş değil. Bu savaş, ordu ile sekiz yıl boyunca Libya'nın zenginliklerini sekiz yıl boyunca silah zoruyla kontrol eden çeteler arasında gerçekleşiyor. Radikalizm ve silahlı çetelerin kalıntıları ile mücadele eden silahlı kuvvetler tarafından gerçekleştirilen operasyonlar ile siyasi arena arasında bir ayrım yapmalıyız. Ordu, özellikle Katar, Tunus, Türkiye, Çad ve Sudan'dan gelen gruplarla mücadele ediyor.  Libyalılar arasındaki diyaloglar farklı cihetlerle sürdürülüyor. Bu diyaloglar, ülke güvenliğin sağlanmasıyla ilgili olan hususlardan farklıdır.”
Kaddafi ed-Dem şöyle devam etti:
“Libya'daki savaş yeni değil, 8 yıldır devam ediyor. İnsanlar sokaklarda öldürüyor ve ölüyorlar. Libya’nın zenginliği ve kaynakları boşa harcanıyor. Bütün bu yıkımın neye hizmet ettiğini bilmiyoruz. Ancak sorumluluk, öncelikle Libya'yı istila etmeye ve imha etmeye karar vermiş olan Batı ülkelerine aittir. 2011'de Libya'yı istila etmeye karar veren Batı ülkeleri bu kararın Libya'yı bu sonuca götüreceğini bilmiyorlar mı? Batı'nın aptal olduğunu sanmıyorum. Bu planlanmış bir şeydi ve şu ana kadarda devam etti. Ülkede yaşananlar hakkında ciddi ve şeffaf soruşturmalar yapmaları gerekiyor. Ayrıca hala ülkeye her taraftan silah, milis ve paralı asker akını var. Dünya bütün bunları görmüyor mu? Dünya bütün bu kaçakçılık faaliyetlerini izliyor. Bütün bunlar onların gözlerinin önünde gerçekleşiyor. Bununla birlikte Katar gibi bazı ülekler Libya'daki aşırılık yanlısı milisleri destekleme konusunda ısrar ediyor. Libya'yı başarısız olmuş bir devlet pozisyonuna sürüklemek istiyorlar.”
Kaddafi'nin adamları nereye gitti?
Albay Muammer Kaddafi rejiminden binlerce asker ve polisin Libya silahlı kuvvetlerinin saflarına dahil olduğunu reddetmeyen Kaddafi ed-Dem, ülkenin silahlı kuvvetlerinin tüm Libyalılara ait olduğunu, tüm parti ve kurumları içerdiğini ve bütün vatandaşlara açık olduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ordu bir kabile yahut parti değil. Odu içerisinde ülkenin her yerinden gelen askerler var. Bundan dolayı orduya destek verdik ve yanında olduk. Bir kez daha söylüyorum, Kaddafi’nin adamlarıyla silahlı kuvvetler arasında yapılmış herhangi bir anlaşma yok. Ayrıca ordunun saflarından herhangi birinin de Libya'yı yönetme gibi bir niyeti söz konusu değil. Onlar sadece ülkelerini, ülke sınırlarını ve vatandaşlarını savunmak gibi ulusal bir görevi yerine getiriyorlar. Kaddafi destekçilerinive Lübnanlı vatanseverleri Libya ordusunu mevcut savaşlarında desteklemeye iten tek şey,suçlu çeteler, terörist milisler ve paralı askerler tarafından ele geçirilen vatanlarını kurtarmaktır. Ülkeyi silahlı çatışma kabusundan ve kaostan kurtarmaya çalışıyorlar. Muammer Kaddafi'nin Libya monarşisini devirdiği Eylül Devrimi'nin destekçileri olarak değerlendirilen eski rejimin liderlerinin serbest bırakılması ve üzerlerindeki kısıtlamaların kaldırılması çağrısında bulunuyorum.”
Trablus savaşlarının akıbeti
“Libyalıların ellerinde olmuş olsaydı,silahlı kuvvetler Trablus'a saatler içerisinde girerdi” ifadesini kullanan Kaddafi ed-Dem sözlerine şöyle devam etti:
“Ancak karar artık Libyalıların elinde değil. Batı savaşın bir çözüme kavuşmasını reddediyor. Trablus ele geçirildi. Bunu gerçekleştiren herkes Batı’nın gündemine hizmet ediyor ve onun çıkarlarını yerine getiriyor. Batılı ülkeler Libya meselesinin bir çözüme kavuşması konusunda ciddilerse, hatalarını düzeltmek zorundalar. Fakat onlar çatışmayı idare etmekle birlikte çatışmanın sona ermesini istemiyorlar. İstisnasız tüm rakiplerimizle ve hatta Fayiz el-Serrac hükümetine yakın olan kimselerle sürekli görüşüyor ve istişarelerde bulunuyoruz. Kahire'de ve başka yerlerde herhangi bir arabulucu olmaksızın toplantılar yaptık. Libyalılarla konuşmak için herhangi bir arabulucuya ihtiyacımız yok. Trablus'u kontrol eden silahlı gruplarla bile temaslarda bulunduk ve hala görüşmeler yapıyoruz. Hepimiz birbirimizi tanıyoruz ve hepimiz bir çıkış yolu arıyoruz.”


Kaddafi ed-Dem ile o zamanlar Savunma Bakanı olan Abdülfettah es-Sisi arasında gerçekleşen bir toplantıdan (Kaddafi ed-Dem’in özel arşivinden)

“Tüm Libyalılar şimdi krizden kurtulmanın bir yolunu arıyor”
Herkesin bedel ödediğini ve eve dönmek istediğini belirten Kaddafi ed-Dem, “Batılı ülkeler, ellerini ülkenin üzerinden kaldırmalı. Diyalogu bozan taraf onlar” ifadelerini kullandı. Yabancı büyükelçilerin bazı Libyalı tarafları kontrol altına almasından dolayı duyduğu üzüntüyü dile getiren Kaddafi ed-Dem, aralarında iktidarda bulunan kimselerinde bulunduğu bu tarafların elçiliklerden emir beklediklerini söyledi.
Kaddafi ed-Dem, başkalarının müdahalesi olmaksızın ciddi diyalog geçekleştirmek için çaba sarf etmek gerektiğini belirterek, “Bütün Libyalı taraflarla bir araya geliyoruz. Buraya Kahire'ye geliyorlar ve onlarla görüşüyoruz. Bu kişiler arasında bize karşıt kutupta bulunanlarda var. Kendileriyle savaştığımız kimseler buraya, Kahire’ye geliyorlar ve onlarla görüşmelerde bulunuyoruz. İnsanlar çözüm için hazırlar, fakat Libya’da barış olmasını istemeyenler var. Bu kimseler ülkede kaos ve şiddetin devam etmesini istiyorlar. Sadece Libya'da da değil, tüm bölgeyi kuşatan bir durum bu.


Ahmed Kaddafi ed-Dem’in özel arşivinden

Libya ve diğer ülkeler

40 yıldır siyasi ve diplomatik çalışmalarda bulunan ve ayrıca Mısır-Libya İlişkileri Özel Koordinatörü ve Albay Muammer Kaddafi’nin özel elçisi olarak görev yapan Kaddafi ed-Dem,Libya meselesinde yer alan devletlerin ve niyet ve hedefleriyle ilgili bakış açısını şu açıklamalarıyla ortaya koydu:
“Fransa, Libya ordusunun birleşmesini ve terörizm ve aşırılıkçılıkla mücadelesini destekleyerek ülkeye yönelik tutumunu düzeltmeye başladı. Türkiye ve Katar ise başkent Trablus ve diğer bölgelerdeki milisleri desteklemeye devam ediyor. İtalya bu devlet arasında en şiddetli olanlarından. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de Libya’yı sömürülecek bir ülke olarak görüyor. İtalya’nında aralarında bulunduğu bazı Batı ülkeleri Libya’ya petrol veya gaz variliymiş gibi muamele ediyor. İtalya'nın bu sömürgeci zihniyeti reddediyoruz. Yalın ayak olduğumuz zamanlarda onlara karşı direndiğimizi ve onları ülkeden kovduğumuzu söylüyoruz. Bugün ise adamlarımız, yeterli tecrübemiz ve yeteneklerimiz var.Ama elimizi barışa uzatıyoruz. Herhangi bir şekilde nefret gütmüyoruz. Onlara sömürgeciliklerinin başarısız bir proje olduğunu hatırlatıyoruz. Fransa, Libya ordusunu destekleyerek ve Libyalı taraflarla temaslarda bulunarak takip ettiği yolu düzeltmeye başladı. Londra, kartlarını İslami radikalizm üzerine oynamaya devam ediyor. Bizimle gerçekleştirdikleri her görüşmede terörist grupları hükümete dahil etme gereği konusunda ısrar ediyorlar. Oysa onların sayısı Libya halkının yüzde 5’ini geçmiyor. Libya krizinden en çok etkilenen ülkeler arasında Mısır ve Cezayir bulunuyor. Tunus ise hala limanları arcılığıyla Libya içlerine silah ve milis geçirmeye devam ediyor. Mısır’daki hükümet, Libya halkını birleştirmek, silahlı kuvvetleri desteklemek, terörizm ve aşırılıkçılıkla mücadele etmek için Libyalı taraflar arasında yoğun diyalog oturumları düzenlemeye çalışıyor. Burada tüm rakiplerimizle bir araya geliyoruz. Ancak bazı Batılı ülkeler duruma müdahale eder etmez süreç çıkmaza giriyor.”

Kaddafi ed-Dem,IndependentArabia editörüyle yaptığı röportaj sırasında(Hüssam Ali, IndependentArabia)

“Milisler, hükümetin bilgisi dahilinde Tunus ve Katar’ın yardımlarıyla ülkeye giriyorlar. Katar rejimi Türkiye ile işbirliği içinde Libya'daki milisleri finanse etmeye devam ediyor. İktidardaki aileye mensup kimselerin de aralarında bulunduğu Katarlılarla temaslarda bulunuyoruz. Bu kişiler Katar’ı Körfez ülkeleri arasında yalnız bırakan ve Arap dünyasındaki bütün devletlerin düşmanlığını kendine çeken mevcut ülke politikasından rahatsızlar. ABD başından beri diğer Avrupa ülkelerinden farklı bir yol takip ediyor. ABD 2011’de savaşın başlamasından bu yanahava savunmasına ve deniz kuvvetlerine yönelik baskınlarda bulundu. Sonra geri çekildi. Şu anki ABD Başkanı Donald Trump'ın gelmesiyle birlikte ABD'nin gerçek yüzü ortaya çıktı. İnsanlar Trump’ın politikaları karşısında şok oluyorlar. Fakat Trump, Filistin'de, Suriye'de, Irak'ta veya başka bir yer fark etmeksizin bölgedeki tüm meselelerde maske takmaksızın hareket ediyor. Bununla başa çıkmak daha kolay.”
Kaddafi ed-Dem kimdir?
Albay Muammer Kaddafi’nin yakınında bulunan isimlerden biri olan Kaddafi ed-Dem, Kaddafi’nin özel elçisi olarak görev yapmasının ve 100’den fazla devlet başkanına gizli ve açık mektup vermesinin yanı sıra, siyasi, diplomatik ve askeri kariyeri ile gurur duyuyor.
Kaddafi ed-Dem, doğudan batıya ve kuzeyden güneye dünyanın çoğu hükümetiyle çalıştığını ve şu ana kadar bu ülkelerin çoğuyla olan temaslarını koruduğunu söylüyor. Ayrıca Libya'yı bu cehennemden çıkarmaktan başka bir şey düşünmediğini dile getirerek, halkın bir an önce istikrara kavuşmasını istediğini belirtti.
Libya devriminde gizli görevler
Albay Kaddafi’nin Ekim 2011’de Sirte’de öldürülmesinden birkaç ay önce rejim etrafındaki savaşların kızışmasıyla birlikte o dönem kulislerde neler olup bittiğine değinen Kaddafi ed-Dem, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Albay’ın öldürüldüğü sırada Mısır’da bulunuyordum. Bana Batı ve Libya muhalefetiyle iletişim kurma görevi verilmişti. Batı’nın Libya’ya müdahalesinin ardından, savaşı durdurmak, bir çözüm ve çıkış yolu bulmak üzere özellikle Fransa, İngiltere, İtalya, Rusya, ABD ve Güvenlik Konseyi olmak üzere Batı’yla bir dizi girişimlerde bulunduk. Batı'nın öne sürdüğü en önemli girişim, savaşı durdurma karşılığında Kaddafi'nin bütün güvenceleriyle birlikte istediği ülkeye girebilmesiydi. Bu, krizin başlangıcından son güne kadar kabul edilebilir bir öneri olmadı.
Savaşı durdurma girişimlerini kim engelledi?
Kaddafi sözlerini şöyle sürdürdü:
“Batı ve Arap hükümetleri ile olan temaslarım aracılığıyla Batı, Kaddafi'nin -özellikle Aziziye’deki evine yönelik gerçekleştirilen baskından ve oğlu Seyf'ulArab’ın öldürülmesinin ardından- ülkeden kaçacağını düşünüyordu. Daha sonra Kaddafi, iktidarın veya Güvenlik Konseyi'nin savaş kararları dışında NATO’ya gidip bombardımanların durdurulmasını içeren bir girişim başlattı. Libyalıların hangi rejimi istediklerine karar vermeleri gerekiyordu. Fakat Batı teslim olmasını istedi. Oysa Kaddafi gibi bir adam teslim olmazdı. Kaddafi ile görüşmelerimizden birinde, Güvenlik Konseyi kararlarının kaldırılmasının hemen akabinde Sirte'ye gideceğini söyledi. Fakat Batı önce gitmekte ısrar etti. Kaddafi bunun sadece kendisi için değil bütün Libyalılar içinde bir utanç olduğunu düşünüyordu. Bana, “Görevimi yapacağım. Libya’daki bu güçlerin hepsine karşı zafer kazanamayacağımızı biliyoruz. Fakat üzerimize düşeni yapacağız” dedi. Ruslar ve Afrikalılar ile de görüşmeler yaptık ve bu felakete çözüm bulmaya çalıştık. Ne yazık ki Batı, Kaddafi'den kurtulmaya kararlıydı, bu yüzden Sirte'de Kaddafi'yi öldürdükten sonra ülkeyi kendi kaderine terk ettiler.”
Albay’ın öldürüldüğü an
Kaddafi ed-Dem Albay'ın ölüm anıyla ilgili şunları söyledi:
“Kahire'den Libya’daki en son gelişmeleri izliyor ve takip ediyordum. O günün şafağında Kaddafi ile iletişim kurduk. Bana o sabah çıkacaklarını söylediler.  Kaddafi’nin Sirte'den ayrılmasıyla birlikte her an hedef alınacağı beklentisi içerisindeydik. Kaddafi, Trablus'un yok edilmesini istemediği için Trablus'tan ayrılan bir asker ve siyasidir.


Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz ve Kaddafi ed-Dem (Kaddafi ed-Dem’in özel arşivinden)

“Batı, daha büyük bir proje olan Afrika Birliği’nden dolayı Muammer Kaddafi’yi öldürdü. Çünkü Kaddafi, Birleşmiş Milletler (BM) Afrika projesi üzerinde çalışıyordu ve uzun bir yol kat etmişti. Birleşik Afrika Hükümeti'ni ilan etmemize ramak kalmıştı. Batı, Kaddafi’nin çalışmalara öncülük ettiğini görüyordu. Bu, Batı hegemonyası ve sömürüsü için kabul edilemezdi.”
Kahire'de 10 saat süren çatışmalar
Albay Kaddafi'nin öldürülmesinden sonraki rolü hakkında açıklamalarda bulunan Kaddafi ed-Dem sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kaddafi'nin hedef olduğunu ve onun ölümüyle birlikte savaşın bittiğini düşünüyorduk. Daha sonra kararı Libyalılara bıraktık. Fakat olayların bu raddeye varacağını hiç düşünmemiştik. 14 Kasım 2012 ile 11 Mart 2014 tarihleri ​​arasında Mısır'daki Müslüman Kardeşler'le aynı tarihe denk gelen Ali Zeydan hükümetinin yönetimde olduğu sırada, öldürülmem için iki milyar dolar ödül konulmuştu. Gece saat 24:00’da evim basıldı ve gelen kimseler güvenlikten olduklarını söylediler. Yaklaşık 10 saat süren silahlı çatışmalara girdik. Bazı Libyalılar mekanın etrafına toplandılar. Onlardan bazıları yaralandı. Etrafımda bulunan dört Libyalının yaralandığını öğrendim. Havaalanındaki uçaklar iki milyar dolarlık ödemenin ardından beni Libya'ya götürmek için bekliyorlardı.”
Bu aşamada kendisinin büyük bir rol oynadığını belirten Kaddafi ed-Dem, “Bana mevcut felaketin önüne geçmek için tüm dünya ülkeleri, doğudaki Libyalılar ve muhaliflerle temaslarda bulunma görevi verildi” dedi.


Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat ve Ahmed Kaddafi ed-Dem (Kaddafi ed-Dem’in özel arşivinden)

“9 ay hapis yattım. Mahkeme tarafından beraat ettikten sonra, Libya’ya iade edilmem veya ölümümle ilgili bir dizi şok edici gerçek ortaya çıktı. Neler olup bittiğini yakından takip etmeye başladım. Bu aptallar (Libya'nın yeni yöneticileri) insanları tasfiye etmek için nasıl oluyor da yüz milyonlar harcıyorlardı? Libya’yı kontrolü altında alan bu kimselerin Batı'nın ajanları olduğunu düşünmeye başladım. Libya’nın onurunu korumak ve bir çözüm bulmak için tüm Libyalılarla tekrar iletişim kurmak zorundaydık. Bu bağlamda elimizden geleni yaptık ve Ulusal Mücadele Cephesi'ni kurduk.”
2012 Geçiş Konseyi ile müzakereler
Kaddafi ed-Dem, siyasetten uzaklaşma kararı aldıktan sonra geri dönüşünü söz sözleriyle dile getiriyor:
“Albay Kaddafi’nin öldürülmesinin ardından politikadan uzak durmayı tercih ettim. Ancak, 2012 yılında Mısırlı kardeşler aracılığıyla Geçiş Konseyi üyeleri ve Konsey Başkanı Mustafa Abdülcelilile diyalog kurmaya çalıştım. Konsey daha sonra görüşmek üzere Kahire'ye bir delegasyon gönderdi. Tek bir mesajım vardı: Nasıl oluyor da Mısır'da bir milyon Libyalı göçmen bulunuyordu? Ayrıca hiçbir günahı olmadığı halde Tunus'ta olduğu gibi hapishanelerde bulunan onbinlerce kadın, çocuk ve erkek? Yeni yöneticilerin bu felakete hızlı bir çözüm bulması gerekiyordu. Fakat yine çirkin yüzlerini açığa çıkardılar ve cevap vermediler. Daha sonra Mart 2013 tarihinde hedef alındım ve bunu takiben Kahire’de hapishaneye girdim.”
Seyfü’l İslam ve kurtarma projesi
Başta Seyfü’l İslam Kaddafi olmak üzere Albay’ın aile fertleriyle olan temaslarına değinen Kaddafi ed-Dem, bütün siyasi güçlerle temaslarda bulunduğunu ve Seyfü’l İslam ile sürekli bir şekilde iletişim halinde olduğunu söyledi. Kaddafi ed-Dem, temaslarının ailevi mi yoksa daha ziyade siyasi mi olduğuna dair bir soruya, “Öncelikli hedefimiz vatandır. Seyfü’l İslam vatanın bir parçasıdır ve ülkenin yarınına ilişkin bir planı var. Libya'da birçok destekçisi bulunuyor. Libya'da barış ve güvenliğin sağlanmasında büyük katkılar sağlayabilir. Ayrıca diğer güçlerle, destekçilerimizle ve yoldaşlarımızla görüşmelerde bulunuyoruz” diyerek cevap verdi.
Seyfü’l İslam’ın Libya cumhurbaşkanlığı seçimleri için aday olma niyetine değinen Kaddafi ed-Dem, “Aday olmak istediğini söylemiyor, fakat insanlar… Bugünün savaşı kimin yöneteceği meselesi değil, vatanın kurtarılması meselesidir. İktidar mücadelesi için zaman yok. Gemi batıyor. Geminin kurtarılmasının ardından güneş yeniden doğacak ve Libya halkı barış ve hayır vahasına geri dönecek” ifadelerini kullandı.
Sözlerini bitirirken, bu ayın sonunda Mekke’de gerçekleştirilecek olan üç zirveye ilişkin umudunu ve iyimserliğini dile getiren Kaddafi ed-Dem, “Başkalarına saygıyı öngören ve milletimizin kendine olan güvenini yeniden kazandıracak cesur kararlar bekliyoruz” dedi.



Ben-Gvir, Mescid-i Aksa'yı Harem-i İbrahim Camii gibi bölmeye mi hazırlanıyor?

İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir Mescid-i Aksa'da (İsrail Kanal 12 televizyonu)
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir Mescid-i Aksa'da (İsrail Kanal 12 televizyonu)
TT

Ben-Gvir, Mescid-i Aksa'yı Harem-i İbrahim Camii gibi bölmeye mi hazırlanıyor?

İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir Mescid-i Aksa'da (İsrail Kanal 12 televizyonu)
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir Mescid-i Aksa'da (İsrail Kanal 12 televizyonu)

İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir dün Mescid-i Aksa'ya girerek, orada halka açık bir Talmud ayini gerçekleştirdi. Ben-Gvir bölgedeki mevcut duruma meydan okuyarak, Gazze Şeridi'nin tamamının işgal edilmesini ve Mescid-i Aksa'da olduğu gibi bu bölgeye de İsrail egemenliğinin dayatılmasını istedi.

Ben-Gvir, arka planda Kubbetu’s Sahra'nın göründüğü bir videoda şunları söyledi: “Burada, egemenlik ve yönetimin mümkün olduğunu kanıtladığımız bu yerden, Gazze Şeridi'nin tamamının işgal edilmesi, tüm bölge üzerinde egemenlik ilan edilmesi, tüm Hamas üyelerinin sınır dışı edilmesi ve gönüllü göçün teşvik edilmesi gerektiğini ilan ediyorum. Ancak bu şekilde esirleri geri alabilir ve savaşta galip gelebiliriz.”

Ben-Gvir, İbrani takvimine göre ‘9 Av orucu’ gününde, Yahudilerin Tevrat'a göre ‘Tapınağın yıkılışının yıldönümünü’ andıkları gün, yüzlerce yerleşimciyle birlikte Mescid-i Aksa'ya girdi. İsrail polisi müdahale etmeden açık bir ayin yönetti.

Yedioth Ahronoth gazetesi, Kudüs’te düzeni sağlamakla görevli polisin Ben-Gvir'in önderlik ettiği ayine müdahale etmediğini, ancak bölgeyi ziyaret etme kurallarının ihlal edildiği 30'dan fazla vakayla ilgilendiğini yazdı.

Tapınak Dağı Aktivistleri Örgütü olarak bilinen aşırıcı gruplar, Ben-Gvir'in Mescid-i Aksa'da dua ederken çekilmiş bir videosunu yayınladı. Bu, Ben-Gvir'in orada dua ederken ilk kez kamuoyuna açık bir şekilde gösterildiği an oldu. Daha önce üç kez Tapınak Dağı'nda dua ettiğini açıklamasına rağmen, kamuoyuna açık bir şekilde görülmemişti.

Harem-i İbrahim Camii

Filistinliler, İsraillilerin Mescid-i Aksa'yı, el-Halil'deki Harem-i İbrahim Camii'nde olduğu gibi bölme ihtimalinden korkuyor.

1994 yılında, aşırı sağcı yerleşimci Baruch Goldstein'ın içinde 29 kişiyi öldürdüğü bir katliamın ardından İsrail, Harem-i İbrahim Camii'ni bölmüştü.

İsrail, caminin bir bölümünü radikal yerleşimcilerin ibadet ettiği bir Yahudi sinagoguna dönüştürdü.

fevrtg
Kudüs'teki kutsal tapınağın kapılarından birinin yanında ibadet eden Yahudiler, 3 Ağustos (AP)

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın Din İşleri ve İslami İlişkiler Danışmanı Mahmud el-Habbaş, bölgedeki dini savaşın daha da alevlenmemesi için uyarıda bulunurken, Filistin Devlet Başkanlığı Sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne, ABD yönetiminden ‘çok geç olmadan’ bu saldırıyı durdurmak için acil ve derhal müdahale etmesini istedi.

Filistin Devlet Başkanlığı, Ben-Gvir'in Mescid-i Aksa'ya girmesini şiddetle kınadığını ifade ederek, “Bu provokatif davranış, İsrail hükümetinin gerginliği artırma politikalarını sürdürme konusundaki ısrarını yansıtmakta ve aşırılık yanlısı doğasını teyit etmektedir” değerlendirmesinde bulundu. Filistin Devleti Başkanlığı, ABD liderliğindeki uluslararası topluma, ‘tekrarlanan bu ihlalleri durdurma ve İsrail'i uluslararası sözleşmeleri ihlalinden dolayı sorumlu tutma’ çağrısında bulundu.

Kınamalar arka arkaya geliyor

Ben-Gvir'in Mescid-i Aksa baskını ve orada ayin yapması, Filistinlilerin yanı sıra, Arap dünyasında da öfkeli tepkilere yol açtı:

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada, İsrail işgal hükümeti yetkilileri tarafından tekrarlanan bu ihlallerin bölgedeki çatışmayı körüklediği uyarısında bulunarak, Suudi Arabistan’ın bu uygulamaları ‘en güçlü şekilde’ kınadığını ifade etti.

Suudi Arabistan, uluslararası topluma ‘barış çabalarını baltalayan ve uluslararası yasa ve normları ihlal eden bu ihlalleri durdurmak için derhal harekete geçme’ çağrısını yineledi.

Ürdün Dışişleri Bakanlığı ise yaptığı resmî açıklamada, ‘yaşananların Mescid-i Aksa’daki statükonun ve uluslararası hukukun açık bir ihlali olduğunu’ vurgulayarak, Mescid-i Aksa'ya yapılan baskını kınadı. Açıklamada ayrıca, ‘144 dönümlük alanıyla Mescid-i Aksa'nın Müslümanlara özel bir ibadet yeri olduğu ve İsrail'in bunun üzerinde hiçbir egemenliği olmadığı’ vurgulandı.

frtgh
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir Mescid-i Aksa'da (İsrail medyası)

Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) saldırıyı kınayarak, bunu ‘Müslümanların duygularına yönelik ciddi bir provokasyon ve Haşimilerin Kudüs'teki kutsal mekânlar üzerindeki himayesinin ihlali’ olarak nitelendirdi. Ayrı ayrı yapılan açıklamalarda, bu tür uygulamaların tansiyonu yükselttiği ve sükûnet ve istikrarı sağlamaya yönelik tüm çabaları baltaladığı vurgulandı.

Dünya İslam Birliği (Rabıta) Genel Sekreteri Şeyh Dr. Muhammed el-İsa, bu ‘iğrenç suçu’ kınadı ve ‘İsrail işgal hükümeti güçlerinin suç teşkil eden ihlallerine devam etmesinin sonuçları’ konusunda uyarıda bulundu.

Bu gelişmeler, uluslararası hukuka göre 1967'den beri işgal altındaki Filistin topraklarının bir parçası olan ve tanınmış uluslararası anlaşmalar uyarınca Ürdün'ün himayesi altında bulunan Mescid-i Aksa'ya yönelik devam eden saldırıların sonuçlarına karşı tekrarlanan uyarıların ardından geldi.

Mevcut durumu ‘yıkmak’

Ben-Gvir, İsrail ve Ürdün'ün Doğu Kudüs dahil Batı Şeria'yı işgal ettikten sonra Mescid-i Aksa’da mevcut durumu olduğu gibi korumak konusunda anlaşmaya vardığından beri, İsrail hükümetinde açıkça Mescid-i Aksa'da ayin yapan ilk bakan oldu.

Mevcut durum, İsrail ve Ürdün Krallığı arasında onlarca yıldır geçerli olan bir anlaşma ile belirlenmiştir. Bu anlaşmaya göre, Yahudiler ve diğer gayrimüslimler, belirli saatlerde ve belirli sayıda olmak kaydıyla, herhangi bir dini tören veya dua yapmadan Mescid-i Aksa'da dolaşabilirler.

Ben-Gvir, 2022 yılında hükümette göreve geldiğinden beri bu durumu değiştirmeyi ve Mescid-i Aksa'da ibadet edebilmeyi taahhüt etmiş, önce İsrail hükümetine, ardından Ürdün Krallığı’na, Filistinlilere ve genel olarak Müslümanlara meydan okumuştur.

Ben-Gvir, 7 Ekim 2023'ten sonra 7 kez Mescid-i Aksa'ya girdi ve neredeyse her seferinde Başbakan Binyamin Netanyahu'nun ofisi, ‘Mescid-i Aksa’daki mevcut durumun değişmediğini’ açıkladı. Bu sefer de Netanyahu'nun ofisi, baskından birkaç saat sonra, “İsrail'in Kudüs'teki mevcut durumu koruma politikası değişmedi ve değişmeyecek” açıklamasını yaptı.

Ancak İsrail Kanal 12 televizyonu, Ben-Gvir'in aslında her seferinde durumu ihlal ettiğini, Maariv gazetesi ise mevcut durumu bozduğunu söyledi.

‘Niteliksel ve tehlikeli bir dönüşüm’

Ben-Gvir, ‘Gazze Şeridi'nde zafer için’ dua etti. Necef ve Celile Kalkınma Bakanı Yitzhak Wasserlauf da onunla birlikte dua etti ve dua ettiği sırada ağlarken fotoğrafı çekildi. Knesset üyeleri ve yaklaşık 3 bin Yahudi de onunla birlikteydi.

Filistin resmi haber ajansı WAFA, Ben-Gvir'in önderliğinde 3 bin 23 İsraillinin Mescid-i Aksa'ya baskın düzenlediğini bildirdi.

Filistin Evkaf ve Din İşleri Bakanlığı, İsrailli bakanı, açıkça belirlenmiş sistematik bir planla İslam ve Hristiyan kutsal mekanlarını kontrol altına almak için yoğun çaba sarf etmekle suçladı.

devrr
Kudüs'teki kutsal tapınağın kapılarından birinin yanında ayin yapan Yahudiler, 2 Ağustos (AFP)

Kudüs Valiliği, dün Mescid-i Aksa’da yaşananların ‘İsrail'in Mescid-i Aksa’ya yönelik sürekli saldırganlığının niteliksel ve tehlikeli bir dönüşümünü oluşturduğunu’ belirtti.

Valilik tarafından yapılan açıklamada, “Ben-Gvir ve diğerleri, Talmud duaları okudular, ayin yaptılar ve Mescid-i Aksa’nın ortasına, üzerinde Tanrı'nın Evrensel Evi yazan bayraklar astılar. Bu, tamamen İslami bir mekâna Tevrat'ın sembollerini dayatmaya yönelik tehlikeli bir girişimdir” denildi.

Açıklamanın devamında şu ifadeler yer aldı: “Bugün yaşananlar sıradan bir saldırı değil; bilakis, işgalci yetkililerin son yıllarda ısrarla sürdürdüğü zamansal bölünmenin ardından, İsrail'in kutsal Mescid-i Aksa üzerinde zorla Yahudi egemenliğini dayatma ve burayı Müslümanlar ile yerleşimciler arasında mekânsal olarak bölme planının önemli bir aşamasını temsil ediyor.”