Hamaney’in gençliğinde tutkuyla okuduğu kitaplar bugün İran'da yasaklı!

İran Dini Lideri Ali Hamaney, Tahran Uluslararası Kitap Fuarı’nda 1979 devriminden sonra kitaplarının çoğu yasaklanan şair Ahmed Şamlu’nun bir şiir kitabını okuyor
İran Dini Lideri Ali Hamaney, Tahran Uluslararası Kitap Fuarı’nda 1979 devriminden sonra kitaplarının çoğu yasaklanan şair Ahmed Şamlu’nun bir şiir kitabını okuyor
TT

Hamaney’in gençliğinde tutkuyla okuduğu kitaplar bugün İran'da yasaklı!

İran Dini Lideri Ali Hamaney, Tahran Uluslararası Kitap Fuarı’nda 1979 devriminden sonra kitaplarının çoğu yasaklanan şair Ahmed Şamlu’nun bir şiir kitabını okuyor
İran Dini Lideri Ali Hamaney, Tahran Uluslararası Kitap Fuarı’nda 1979 devriminden sonra kitaplarının çoğu yasaklanan şair Ahmed Şamlu’nun bir şiir kitabını okuyor

“Bana ne okuduğunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!”
Kuşkusuz bu iddia hiçbir bilimsel çalışmaya dayanmasa da tecrübe, bu ifadenin gerçeklikten uzak olmadığını ortaya koyuyor. Gerçekten de bir insanın okuduğu kitaplar, ruha sahip olduğu farz edilen okuyucunun ruhuna ışık tutuyor.
Özellikle şu kaynayan zamanlarda İran meseleleriyle ilgilenenler, İran İslam Cumhuriyeti Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney hakkında çıkan bir kitabı okumaktan yabancı kalmayacaktır. Özellikle de fuardan bir bölüm, Hamaney’in gençken okumayı sevdiği kitaplara ayrılmışken…
Yayınlanan yeni kitap, bir biyografi kitabı gibi görünüyor. Arapça olarak yazılan kitap, “Başarı Sabırla Beraberdir” adını taşırken, kitabın Farsça çevirisi “Bir Damla Kan Yakuta Dönüştü” başlığıyla yayınlandı. Kitapta, Hamaney’in gerek Farsça gerekse de evrensel romanları okuma tutkusundan ve romanların onun üzerinde bıraktığı etkilerden söz ediliyor.
O halde gençliğinde “Yüce Rehber” Ali Hamaney'in gönlünü esir alan romanlar nelerdi?
Hamaney’in kitap listesinin başında, casusluk ve komplolar hakkında Michel Zevaco tarafın yazılmış olan 10 kitap var. Zevaco’nun genel hatları oldukça basit görünüyor: Bir karakteri ya da tarihi bir olayı ele alan Zevaco, ele aldığı bu konuya sıkıntı ve kederden büyük bir doz ekleyerek onu bir kurguya dönüştürüyor. Zevaco’nun tasvir ettiği dünya, cinsellik, şiddet, komplo ve ihanet etrafında dönüyor.
Zevaco’nun en ünlü çalışmalarından olan Borgia’da, Ortaçağ'da  Floransa siyasi arenasını elinde tutan Borgia ailesinin büyüklerinden biri, sarışın kız kardeşi Lucrezia Borgia’ya tecavüz edilmesi teklifinde bulunuyor.
Zevaco’nun Nostradamus romanları ise geleceği görebildiğini iddia eden bir sahtekarın biyografisini anlatıyor. Zevaco’nun en ünlü romanları Les Pardaillan başlığıyla bir seri olarak yayınlandı. Fakat bu kitaplardan sadece iki tanesi Farsçaya çevrilmiş durumda.
Anarşist veya otoriter olmayan bir harekete mensup olan Zevaco, bundan dolayı egemen Avrupa sınıfları tarafından yapılan yolsuzluğu ortaya koymaya çalışıyor. Ayrıca dini, şiddetle reddeden Zevaco, dinin ‘kitlelerin zehri’ olduğunu düşünüyor.
Zevaco’nun Saint Barthélemy katliamıyla ilgili en iyi yazılarından bazıları, Kral Charles'in kötü niyetli annesi Catherine de Medicis’in tavsiyesiyle katlettiği Protestanlar etrafında dönüyor.
Hamaney’in sevdiği bir diğer isim ise Alexander Duma'dır. 19. yüzyıl yazarlarından olan Duma’ın en ünlü eserleri arasında “Üç Silahşörler”, “Monte Kristo Kontu”, “Yirmi Yıl Sonra” ve cinsellik, para ve güç peşinde koşan bir dolandırıcı olan Joseph Balsamo’nun maceralarının anlatıldığı “Cagliostro” yer alıyor. Her ne kadar her iki yazar arasında birçok noktada benzerlikler bulunsa da, Duma’nın çalışmaları Zevaco’nun eserlerinden daha az cinsellik, intikam ve şiddet içeriyor.
Hamaney’in sevdiği bir diğer 19’uncu yüzyıl yazarı ise Arsen Lüpen serisi ile bilinen Fransız romancı Maurice Leblanc’dır. Leblanc’ın çalışmaları Duma ve Zevaco’nun eserleriyle şu iki noktada örtüşüyor: “Birincisi, gerçek dünyaya alternatif olarak hayali bir dünya kurmak. İkincisi ise kahramanın burjuva sınıfının gelenek ve göreneklerini hor görmesi.”
Ayrıca Hamaney, gençliğinde yayınlanan neredeyse bütün İran romanlarını okuduğunu söylüyor.
İran romanları, Hamaney’in gençliğinde nadiren özellikle Emile Zola, Hector Malot ve Anatole France gibi Fransız yazarların eserlerinin ötesine geçebiliyordu. Hameney tarafından temsil edilen İranlı gençlerin gözünde Fransa, dünya çapında “büyük edebi güç” idi. İranlı aydınlar İngilizlerden nefret ettikleri için 1950'lere kadar kimse büyük İngiliz romanlarını çevirmeye yeltenmedi. Amerikan edebiyatının ise İran’da on yıllık bir geçmişi var. Ayrıca Rus edebiyatı hakkında da basit birtakım bilgiler vardı. Bu ise kısmen İranlı aydınların iki asır boyunca İran’ın düşmanı olarak değerlendirdikleri Rusya nefretinden kaynaklanıyor.
İlginçtir ki, Hamaney’in zamanındaki bütün İranlı romancılar, kendilerine ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılan kadınları kilit figürler olarak eserlerinde işlemişlerdir. Ali Daşti’nin romanlarından biri, erkeklerin hâkim olduğu bir dünyanın merdivenini tırmanmak için güzelliğini kullanmaya karar veren Fitna adlı bir kahramanı ele alıyor. Muhammed Hicazi’nin romanlarından birinin kahramanı olan Ziba ise kadınları kenarda tutmaya çalışan bir dünya içesinde kendisine bir yer bulabilmek için sihre başvuruyor. Bununla birlikte bu kitaplar arasında, Cevad Fadıl’ın umutsuz bir aşk hikayesini konu aldığı ve diğer edebi eserler arasında farklı bir yere sahip olan bir romanı bulunuyor. Diğer eserlerde olduğu gibi bu romanda da kadın, bir kahraman rolü oynuyor. 
Zamanın en çok satan romanı, Muhammed Ali Afgani’nin “Ebu Hanım’ın Eşi” isimli romanıydı. Bu kitap ülkede kadınların durumuyla ilgili geniş çaplı tartışmalara yol açmış ve kitabı konu alan bir film ve bir de televizyon dizisi çekilmişti.
Öte yandan Hamaney, bütün bu kitaplara âşık olduğunu söylüyor. Ancak ironik bir şekilde, Hamaney’in gençliğinde tutkuyla okuduğu tüm romanlar, 1999 yılında Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi tarafından yayınlanan “kamu ahlakını bozan ve dini değerleri ihlal eden” yasaklı kitaplar listesinde yer alıyordu. Bundan dolayı İranlılar bugün, Hameney’in aşık olduğu bu tür kitapları okumaktan mahrum kalıyorlar.



Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
TT

Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)

Muhammed Bedreddin Zayid
Pek çok akademik toplantıda, siyasi seminerde tartışmaların, dünyanın süper gücünün veya uluslararası ya da bölgesel güçlerin belirli konulardaki ilgisinin bir diğerinin lehine azalması etrafında döndüğü göze çarpar. Hatta bazen, sözgelimi Ortadoğu ve sorunlarının ABD için ne ölçüde öncelikli olduğu gibi, bu boyutlardan bazıları hakkında tartışmalar yapılır.
Bazen de sanki ilginin gerilemesi, kendisine gösterilen ilgi ve dikkatin azaldığı taraf için bir hakareti temsil ediyormuş gibi mesele tepkisel bir hava kazanır. Dünyada Filistin davasına ve özel olarak Arap dünyasına olan ilginin yanı sıra genel olarak Washington'un Ortadoğu'ya ilgisi, bölgesel aktörlerin rolleri, bölgenin sorunlarına bağlılık, aynı şekilde Lübnan meselesinde uluslararası ve Arap ilgisinin azalması hakkında dönen pek çok tartışma hatırlıyorum.
Aslında burada sunmak istediğim yaklaşım, uzmanların ve politikacıların bu konuda genellemeler ve varsayımlara girişebilecekleri, oysa pratik uygulamada gerçeklik ve motivasyonların çok daha basit olabilecekleridir. Gerçek bir temel olmaksızın bazen sürprizlere yol açanın bu olduğudur.
Filistin davasından başlayabiliriz; birkaç ay öncesine kadar, üzgün bir dille bu konuya ilginin azalması ve halkının çektiği acılar hakkında konuşuyorduk. Sonra olaylar patlak verdi ve Filistin tekrar olayların odağına yerleşti, yeniden konuşulmaya başlandı. Kısa bir süre öncesine kadar ona olan ilginin azaldığını tasavvur edenler, şimdi kendilerini nasıl gözden geçirebilirler? Aslında her iki görüş de çok fazla abartı içeriyor. Bu davanın son yıllardaki tarihini gözden geçiren, bu konuya ilginin pek çok iniş ve çıkışa tanık olduğunu keşfedecektir.
Keza tek sebep bu olmasa da, geçmişe göre ilginin azalmasının, Arap Baharı'ndan bu yana çatışma ve kriz odaklarının çeşitlenmesinde yattığını, Filistin davasının ayağının altındaki halıyı çeken birçok şey olduğunu da fark edecektir. Bu konuya daha sonra döneceğim.
Genel bir çerçeveden başlayabiliriz; o da bazen bu konuyla ilgilenenlerin, karar vericiler, yazarlar, araştırmacılar, gözlemciler veya vatandaşlar olsun insan olduklarını unutmamız. Dikkat edilirse kamusal meseleler ile iç ve dış politika konularına etkilendikleri ölçüde ilgi gösterdiklerini, hepimizin hayatımızda farklı derecelerde bildiklerimizin onlar için de geçerli olduğunu unutmuş gibi yapıyoruz. Bu gerçeklerden biri mesela, arabasıyla bir ürün satın almak ya da bir akrabasını, arkadaşını ziyaret etmeye giden birisi kaza yaptığında ya da ani bir acı hissettiğinde, bu yeni ve daha acil krizle yüzleşmek için rotasını değiştirmekten başka seçeneği olmadığıdır.
Çağdaş Arap dünyamızda karşı karşıya olduğumuz en belirgin husus, kriz noktalarının çokluğu ve herkesin bu sıkıntılarla mücadele eden halklara karşı ilgisizlikten yakınması. Bu nedenle, Arap Baharı ile başlayan ve öyle ya da böyle devam eden bir Filistin yakınması da var. Pek çok kişi ilginin yakında yeniden gerilemesinden endişe ediyor. Öte yandan, bugün milyonlarca Suriyeli de dünyanın kendilerini unuttuğundan yakınıyor. Ne rejimi değiştirebildiler, ne de dünyanın mevcut rejimi yeniden tanıyıp kabullenmesini engelleyebildiler. Ne çözüm gerçekleşti ne de rejim karşıtları rejim ve destekçilerinin zaferlerini kutlamasını istiyorlar. Hala çeşitli tarafların işgali altında olan geniş Suriye toprakları var. Dolayısıyla Suriye'de tanınmış bir yazar ve şahsiyetin ortaya çıkıp “Putin-Biden” zirvesinin ülkesi hakkında somut bir şey üretmediğini kaydetmesi anlaşılabilir. Öte yandan Filistin davasına sempati duyan birçok Suriyelinin bakış açısına göre, bu dava ilgi çekmeye devam edecek, ancak Suriye ve halkının krizi hakkında kimse konuşmak istemiyor. Aynısını, gerçek bir siyasi durgunluk sürecinde gibi görünen Yemen için de tahmin edebiliriz. Farklı televizyon kanallarını takip edenler, kendilerini bazen çelişki derecesine varacak kadar özdeş olmayan dünyalar karşısında bularak, şaşıp kalıyorlar.
Bölgedeki bir kriz hakkında her yazdığımda bana “hani Yemen?” diye soran Yemenli bir arkadaşım var. Krizleri, acıları, milyonlarcasının yerinden edilmesine ilişkin Arap ilgisinin zamansal ve mekansal kapsamıyla ilgili ağır Yemen eleştirileri, aşırı derecede uyumsuzluğuna dönük  ithamları olduğunu biliyorum. Kendilerine yönelik uluslararası ilgiye karşı benzer izlenimleri olduğunu da. Bu ilginin durgun suları hareketlendirmek için zaman zaman boşuna önerilen ve harcanan siyasi çabalarda kayda değer bir başarı sağlayamadan insani yönlere odaklanmasına ağır eleştirileri olduğundan haberim var.  
Birçok Lübnanlı arkadaşımdan duyduğum Lübnan şikayeti de, aslında diğer krizlerin ağırlığını, sayısını, bunların tüm uluslararası ve bölgesel sistemdeki aciliyetini görmezden geliyor. Yukarıda saydığımız gibi karar vericilerden medya ve vatandaşlara kadar ilgililerin tüm bu büyük aktivizmi takip ederken dikkatlerinin dağıldığını göz adı ediyor. Güçlü kurumların varlığında bile Lübnan meselesi doğal olarak eninde sonunda tek bir karar verici veya tek bir karar verici kurumla çatışacak.
Aracını çarptığı için yapmak istediği işi bırakıp daha acil olan krizi çözmeye yönelen kişi hakkında daha önce verdiğimiz örneğe, kişinin bu sorun ile başa çıkmak için ne yapması gerektiğini bilmiyor olabileceğini de ekleyebiliriz. Şahsi görüşüm, şu anda uluslararası ve bölgesel tarafların, bu krizleri çözmek veya kendisiyle başa çıkmak için ne yapılması gerektiğine dair belirli ve başarılı bir yol bilmedikleridir.
Örneğin Lübnan krizinde bölgesel ve uluslararası taraflar ve bunların arasında da baskın bir esas taraf var, o da İran. Ama İran aynı zamanda müttefiki "Hizbullah" aracılığıyla, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn'a bağlı ve Cibran Basil liderliğindeki Özgür Yurtsever Hareketi ile karmaşık bir ittifakla da zincirlenmiş durumda. İkinci taraf, sahnenin karmaşıklığı konusunda oldukça bilgili ve tıpkı kendisinin Hizbullah'a ihtiyacı olduğu gibi, Hizbullah'ın da kendisine ihtiyacı olduğunun farkında. İran'ın gücü ve zayıflığı karmaşık bir bölgesel denge sahnesinde iç içe geçerken, rejimi bu çıkmazdan çıkarmaya çalışan diğer taraflar felç olmuş ya da çözüm için yeterli araçlara sahip değillermiş gibi görünüyorlar.
Suriye'de Rusya ve müttefiklerinin zaferlerini deklare etmesini engelleyen Batılı güçlerin elinde ne yeterli araç var ne de kimsenin istemediği, maddi ve insani kayıplarının oldukça maliyetli olabileceği yeni bir kapsamlı çatışmayı sürdürmek için gerçek bir istek yok.
Suriye rejimine muhalif bu cephedeki ana oyuncu, yani Türkiye kapasitesinin sınırlarını biliyor ve başka bir şey üzerine bahis oynuyor; sınırlarına bitişik bölgesel genişleme ve bölgesel denge ve çatışmalarda kullanmak amacıyla aşırılıkçı milisler kartını elinde tutmak. Bu sayede bugün “Libya” dosyasında olduğu gibi başka dosyalarda, yarın da belki başka alanlarda avantaj ve kazanımlar elde etmek istiyor.
Bunun ışığında, Suriye krizinin daha fazla uzamaması için bir çözüm ve çıkış yolu bulmak isteyen tarafların, bu krizle başa çıkmak için yeterli araçlara sahip olmadıkları için ellerinden bir şey gelmiyor. Tıpkı yukarıda bahsettiğimiz arabasıyla kaza yapan, kendisini tamir etmese de sürebilen ama bu nedenle birkaç gün sonra arabasının çalışacağının bir garantisi olmayan kişi gibi. Arabasını tamir edemiyor çünkü parası yok, ama gidip alışveriş yapıp, ekmek falan alıyor ya da erteleyebileceği bir işi halletmeye çalışıyor. Söylemek istediğimiz, tüm insanlar bir noktada karşı karşıya oldukları krizle yüzleşmeye takatleri kalmadığını kabullenmeyebilirler, ama asıl sorun ve zor olan ne politikacıların ne de ülkelerin bunu alenen kabul etmemeleridir.
Son olarak, son İsrail savaşının dersleri bunu doğruladı. Bütün dünyanın çözülmemiş Filistin meselesinin devam etmesinden, krizlerin ve meydan okumaların çokluğundan yorulduğu doğru, ama aynı zamanda herkes henüz baskı yapacak ve bu krizi çözecek yeterli güce sahip olmadığının da farkında. İsrail aşırı sağı böyle bir vehme kapılmış olabilir ama eninde sonunda meselenin bundan çok daha karmaşık olduğunu keşfedecek. Liderlerinde de meselenin karmaşıklığını görememelerine neden olan bir inatçılık ve kibir var veya projelerinin etkileneceği korkusuyla bunu deklare etmeye cesaret edemiyorlar. Tıpkı Filistinlilerin haklarını savunan ama en azından şimdiye kadar ne yapacağını bilemeyen onlarca birbirine karşıt politikacı gibi. Bunu ifşa ve itiraf edemiyorlar ve çok azı bunun ötesine geçen geçici düzenlemeler veya çözümler düşünecek bilgeliğe ve hayal gücüne sahip.