İdlib’de hangi gruplar savaşıyor?

Hama’nın kuzeyindeki Suriye Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) savaşçısı (AFP)
Hama’nın kuzeyindeki Suriye Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) savaşçısı (AFP)
TT

İdlib’de hangi gruplar savaşıyor?

Hama’nın kuzeyindeki Suriye Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) savaşçısı (AFP)
Hama’nın kuzeyindeki Suriye Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) savaşçısı (AFP)

Suriye rejimi, Rusya’nın desteğiyle geçtiğimiz Nisan ayı sonlarında Suriye’nin kuzeybatısında başlangıçta “sınırlı bir operasyon” olarak planlanan askeri bir saldırı başlattı. Amaç, Şubat 2019’da Astana toplantısında imzalanan “silahlardan arındırılmış bölge” yani 2017 yılının ortalarında önerilen ve Eylül 2018’de onaylanan “gerginliği azaltma bölgesi” anlaşmasını desteklemek için birçok hassas stratejik cephede muhalif ve cihatçı gruplara saldırmaktı.
Temelde silahlardan arındırılmış bölgenin tüm terörist örgütlerden ve tüm ağır silahlardan arınmış olması hedeflenmişti. Ancak her iki tarafın unsurları da bölgede kalmaya devam etti. Daha da kötüsü, “gerginliği azaltma bölgesi” ve “silahlardan arındırılmış bölge” olarak adlandırılan alanlarda Birleşmiş Milletler (BM) tarafından terörist olarak sınıflandırılan gruplara karşı yürütülen terörle mücadele çalışmaları dışında neredeyse tamamen şiddete son verilmesi gerekiyordu. Ancak bu ateşkes, neredeyse her gün sayısız sivilin ölümüne neden olan hava saldırılarıyla Esed rejimi ile müttefikleri Rusya ve İran tarafından ilk günden bu yana göz ardı edildi.
Herhangi bir izleme sistemi veya bağımsız uygulama mekanizmalarının bulunmaması nedeniyle “gerginliği azaltma” ve “silahlardan arındırılmış” bölge uygulamasının henüz başlamadan başarısız olacağı belliydi.
Aslında, 2017'nin ortalarında Suriye’nin kuzeybatısında kurulan gerginliği azaltma bölgesi, ülke genelinde rejimin kontrolü dışında kalan dört bölgeden biriydi. Diğer üç bölge ise Doğu Guta ve ülkenin güneybatısı ile Humus’taki Telbise ve Rastan şehirlerini çevreleyen alandı.
Farklı unsurların bulunduğu bir eritme potası: İdlib
Suriye'de gerginliği azaltma bölgeleri kurma fikrini öneren taraf Rusya’dı ve bugün asıl amacın, Esed rejiminin bir anda birden fazla cephede etkin bir şekilde mücadele etmesine engel olan insan gücü yetersizliği kriziyle başa çıkması için olduğu açıkça ortadadır. O tarihten bu yana net bir şekilde görüldüğü üzere Rusya’nın güçlü desteğiyle rejim, 2018’in Şubat ve Nisan ayları arasında Doğu Guta’yı, ardından Nisan ve Mayıs ayları arasında Humus’u ve son olarak Haziran ve Temmuz ayları arasında da Suriye'nin güneybatısını tek tek kuşattı, bombaladı ve kontrol altına aldı. Geriye sadece yerlerinden edilen on binlerce sivil ile birlikte hezimete uğrayan militanların ve cihatçıların bulunduğu “atık sahası” olarak nitelendirilen ülkenin kuzeybatısındaki gerginliği azaltma bölgesi kaldı. İdlib böylece, içinde farklı unsurların bulunduğu bir eritme potasına dönüştü.
Birçok bölgede demokrasiyi, insan haklarını ve ifade özgürlüğünü destekleme kararlılığına dayalı ılımlı bir sivil nüfus bulunsa da buralar El Kaide bağlantılı cihatçı grupların güçlü ve sert muhalefetiyle karşı karşıya kaldı. İlk yıllarda, savaş ihtiyaçlarından dolayı Suriye'deki silahlı muhaliflerin ana akımları söz konusu cihatçı gruplarla işbirliğine girdi. Ancak 2016'dan bu yana, Suriye’deki savaşta uluslararası müdahale ve diplomatik girişimler arasında gelgitler yaşamasıyla, cihatçı gruplar askeri müttefiklerine karşı darbelere başladılar ve sahada kendi isteklerini acımasız tehditler ve zorlamalarla dayatmaya çalıştılar. Bununla birlikte, İdlib’de son zamanlarda artan şiddetin yanı sıra Suriye rejimi ve Rusya’nın süpürme harekatı tehdidi sonucunda, söz konusu grupların birçoğu bozulan eski ittifaklarına geri döndüler.
Bugün Suriye'nin kuzeybatısındaki çeşitli silahlı gruplar, Esed'in kendilerini beşe bölebilecek saldırısıyla karşı karşıyalar. Bu 5 temel çatı ise şu şekilde oluşuyor;
Heyet-u Tahriru'ş Şam
Söz konusu 5 çatıdan biri başlıca unsurları; Feyleku’ş Şam, Ahrar’uş Şam, Nureddin Zengi Hareketi, Sukuru’ş Şam, Ceyşu’l Ahrar, Özgür İdlib Ordusu, Birinci Sahil Tümeni, İkinci Sahil Tümeni, Ceyşu'l-Sani, Ceyşu'l Nuhbe, Birinci Piyade Tümeni, Ceyşu'l Nasr, 23.Tümen, İslam Şehitleri Tugayı ve Şam Topluluğu olan HTŞ çatısıdır.
HTŞ, başlangıçta “Nusra Cephesi” olarak bilinen grubun üçüncü versiyonunu oluşturuyor. Nusra Cephesi’nin adını “Fethu’ş Şam" olarak değiştirmesinden 6 ay sonra kurulan HTŞ, örgütten ayrıldıktan sonra Suriye içinde ve uluslararası düzeyde El Kaide yanlılarının ağır kınamalarına maruz kaldı. HTŞ, her ne kadar El Kaide’nin ve Suriye’deki yanlılarıyla bir düşmanlık sürecinden geçmiş olsa da, son dönemde El Kaide’nin silah depoları üzerinde söz sahibi olduğu ve ön cephelerine erişebildiği bir müzakere çerçevesinde hareket etti.
HTŞ’nin genç lideri Ebu Muhammed el-Cevlani, Taliban’ın Suriye versiyonu gibi görünen selefi bir cihatçı harekete liderlik ederken açıkça aşırılık yanlısı bir ideolojiyi takip ediyor. Ancak odak noktasını, bir ulus-devlet yani Suriye içinde sınırlıyor. HTŞ bugün, özellikle bölge yönetiminde ısrar ederek, siyasi eyleme geçerek, bölgedeki en az iki hükümetle işbirliği yaparak ve Avrupa hükümetleri de dahil olmak üzere daha fazla sayıda hükümetle gizlice iletişim kurmaya çalışarak bir çelişki içerisinde El Kaide'nin doğrudan yönlendirmelerine uymaya devam ediyor.
HTŞ her ne kadar, Türk makamlarıyla askeri, siyasi ve ticari konularda iletişim kanallarını açık tutsa da iki taraf arasındaki ilişki dostluğa değil, pragmatik çıkarlara dayalıdır. Öyle ki HTŞ, Türkiye'yi bir düşmana dönüştürmekten kaçınırken, Türkiye'nin de HTŞ'yi Suriye'nin kuzeybatısındaki çıkarlarını tehdit edecek şekilde kendisine rahatsızlık verecek bir unsur haline getirmekten kaçınması gerekiyor.
HTŞ çatısı altında tam olarak 15 bin savaşçının yanı sıra binlerce sivil görevlinin çalıştığı tahmin ediliyor. HTŞ, Suriye’nin kuzeybatısındaki çeşitli bölgelerde baskın bir nüfuza sahip olsa da bölgede yaşayan 3 milyonluk nüfus arasında fazla popüler sayılmaz. En güçlü askeri unsur olan HTŞ, 18 aydır savaşçılarının eğitim seviyesini artırmaya ve onları çelik kask ve kurşun geçirmez yelekler dahil olmak üzere daha modern silah ve teçhizatlarla donatmaya istekli gibi görünüyor.
Suriye Ulusal Kurtuluş Cephesi
Mayıs 2018’de kurulan ve Ağustos 2018’de genişleyen Suriye Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) ise başlıca muhalif grupların bir araya geldiği bir başka çatıdır. ÖSO’ya bağlı olduğunu söyleyen UKC, Türk hükümetine de oldukça yakındır. UKC unsurlarının çoğu, 2013-2017 yılları arasında Avrupa ve Ortadoğu’daki müttefik ülkelerin desteklediği ve daha önce ABD’nin Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA) denetimindeki “Askeri Operasyonlar Koordinasyon Odası”ndan askeri yardım alan unsurlardan oluşuyor.
UKC’yi çok çeşitli ideolojik geçmişleri olan gruplar oluşturuyor. Bunların arasında Özgür İdlib Ordusu ile Müslüman Kardeşler’e (İhvan) bağlılıklarını duyuran Feyleku’ş Şam, Ceyşu’l Ahrar, Ahraru’ş Şam ve selefi bölge unsurlarının oluşturduğu Ceyşu’l Nasr bulunuyor.
Ancak UKC’nin kuruluşundan bu yana gücü ve nüfuzu, başta HTŞ’nin saldırıları olmak üzere bir takım nedenlerden ötürü zayıflıyor. Siyasi olarak ise UKC, son yıllarda görüldüğü gibi HTŞ ve El Kaide yanlılarının ideolojik ve stratejik gündemine şiddetle karşı çıkıyor. Kesin rakamı tahmin etmenin zorluğuna rağmen UKC’nin yaklaşık 30 bin savaşçısının olduğu düşünülüyor.
Ceyşu’l İzze
Esasen Hama'nın kuzeyinde faaliyet gösteren muhalif bir grup olan Ceyşu’l İzze, uzun süredir CIA denetimindeki Askeri Operasyonlar Koordinasyon Odası’nın üyesi olması ve halen ÖSO bayrağı taşımasına rağmen son dönemde UKC çatısından çıkıp bağımsız hareket etme konusunda ısrarcı davranıyor.
Ceyşu’l İzze’nin, Türk hükümetiyle yakın temas içinde olmasına rağmen son aylarda Türkiye’nin ilişkleri azaldı. Bunun en önemli göstergelerinden biri, silahlardan arındırılmış bölge anlaşmasını reddetmesiydi. Bununla birlikte Ceyşu’l İzze, UKC üyelerine kıyasla, çoğunlukla HTŞ ile tarafsız ve olumlu ilişkiler kurma fikrine açık kalma konusunda istekli bir tutum sergiliyor. Ceyşu’l İzze’nin savaşçı sayısını kesin olarak söylemesi güç, ancak bu sayının 2 bin ila 3 bin civarı olduğu tahmin ediliyor.
Suriye Ulusal Ordusu
Suriye Ulusal Ordusu; Bedir Şehitleri Tugayı, Cephetu'ş Şamiyye, Ahraruş’ş Şarkiye ve Ahraru’ş Şimal (Feyleku’ş Şam) gibi İdlib ve Hama'nın kuzeyindeki başlıca aktif unsurları temsil ediyor.
Suriye Ulusal Ordusu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) 2017 ve 2018 yılları arasında Halep’in kuzeyinde gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarına katkıda bulunan silahlı muhalif grupların bir araya gelmesi için 2017 yılının sonlarında kurulan devasa bir askeri yapıdır. ÖSO imajını yansıtan bir kimliğe sahip olan Suriye Ulusal Ordusu, 30'dan fazla Arap ve Türkmen kökenli gruptan oluşuyor. En az 20-25 bin civarı savaşçısı olabileceği tahmin ediliyor. Suriye Ulusal Ordusu, raporlara göre Suriye geçici hükümetine (muhalefet) sadık kalmaya devam etse de Türk hükümetine daha bağlı bir imaj çiziyor.
Suriye Ulusal Ordusu, Mayıs ayı ortalarından sonlarına kadar UKC’nin Hama'nın kuzeyindeki savunma pozisyonlarını ve cephenin saldırı kabiliyetlerini güçlendirmek amacıyla, Türkiye’nin ağır silah ve zırhlı araç desteğiyle yüzlerce savaşçısını görevlendirdi. Savaş alanına girmelerinin somut bir etkisi olmasının yanı sıra üstlendikleri rol, Türkiye’nin Suriye ve Rusya saldırıları karşısında yükselişinin açık bir işareti gibi görünüyor.
El Kaide yanlıları
El Kaide yanlıları arasındaki başlıca gruplar ise şunlar; Hurras ed-Din, Türkistan İslam Partisi, Ecnad el-Kafkaz, Ketaib el-Feth, Ensaruddin Cephesi, Cemaat-i Ensaruddin ve İmam Buhari Tugayları’dır.
Nusra Cephesi’nin El Kaide’den ayrılması ve HTŞ’nin kurulmasından bu yana Suriye’nin kuzeybatısındaki El Kaide yanlıları birçok farklı grup kurarak farklı gruplara dağılmışlardır. Bu gruplardan en önemlisi, ikisi uluslararası Şura Konseyi’nden olmak üzere El Kaide’nin birçok üyesinin liderliğinde kurulan Hurras ed-Din örgütüdür.
El Kaide lideri Eymen ez-Zevahiri’nin verdiği talimatlara göre hareket eden Hurras ed-Din ve El Kaide yanlılarının, herhangi bir bölgeyi veya nüfusu kontrol altına alma gibi bir dertleri yok.  Bunun yerine kendilerinden farklı kimliklere yönelik askeri eylemlere ve takip ettikleri temel hedeflere odaklanıyorlar.
Teorik olarak bir araya geldiklerinde 4 bin kişilik bir savaşçı gücüne sahip olabilecek bu gruplar, genellikle UKC ve Suriye Ulusal Ordusu ile ilgili her şeye karşı çıkıyorlar ve HTŞ’yi bol bol eleştiriyorlar. Ancak taraflar arasında herhangi bir kavga veya çatışma çıkmasından da kaçınıyorlar. Bu grup operasyonel düzeyde hala yukarıda belirtilen diğer gruplardan farklı bir çizgiye sahiptir. Diğer gruplarla işbirliği yapmak yerine genellikle kendi ön saflarında çalışırlar.
Öte yandan, “Türkistan İslam Partisi”nin en belirgin özelliği Çin'in Sincan (Uygur) bölgesinden olmasıdır. Parti zamanla Suriye’nin kuzeyinde aktif ve Asya'daki varlığından çok daha güçlü bir hale geldi.
İdlib'in batısındaki Bidama ve Cisr eş-Şugur şehirlerinde aktif olarak yer alan parti, son dönemde ender görülen bir hamlede bulunarak savaşçılarını bugün en şiddetli çatışmaların yaşandığı Hama'nın kuzeyine gönderdi.
Bugün HTŞ ile UKC ve Suriye Ulusal Ordusu arasında, HTŞ ile El Kaide ve El Kaide yanlıları arasında ve UKC ile Suriye Ulusal Ordusu arasında birçok anlaşmazlığın devam etmesine rağmen Suriye’nin kuzeybatısında son aylarda artan gerginlik tüm bu grupların önceliği haline gelmiş durumda. Söz konusu grupların birçoğu Esed yanlısı koalisyona karşı sahada askeri bir işbirliği ihtimalini tartıştılar ve teknik işbirliği için “Şam'ın Fethi” adında ortak bir operasyon odası kurdular. Ancak son dönemde bir takım isim değişikliklerine gidilirken son haftalarda, (El Kaide yanlıları hariç) bu güçlerin bazılarının resmi olarak birleşme olasılığını tartışmak üzere bir dizi toplantı gerçekleşti. Fakat söz konusu birleşmenin olma olasılığı çok düşük görünüyor.
Bu grupların, Suriye rejimi ve Rusya’nın güçlü saldırısı karşısında şuna kadar aralarında bulunan büyük farklılıkları bir kenara koymaları, daha güçlü bir savunma ve taarruz performansını ortaya çıkarmış gibi görünüyor. Bunun kararlı bir şekilde devam etme olasılığı ise büyük ölçüde Türkiye ve Türkiye’nin başta Rusya olmak üzere müttefiklerini destekleme ve gerginliği sürdürme veya siyasi gerekçelerle gerginliği durdurma seçeneğini desteklemesine bağlı.
*Şarku’l Avsat özel



Arap dünyasındaki özgürlük tartışması

Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
TT

Arap dünyasındaki özgürlük tartışması

Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)

Mustafa el-Feki
Eski ve modern Arap tarihini araştıran herhangi biri olayların bağlamından, liderliğin doğasından ve yönetimin kalitesinden özgürlüğün her zaman kritik bir konu olduğunu görecektir. Şiirde ve nesirde, övgüde ve hicivde ağırlığı olan bir konuşma özgürlüğünün mirasçısı olan Arapçanın kökenlerinin özgürlük duygusuna ve savunuculuğuna dayandığını keşfedecektir. Burada, ulusal çıkarların sınırlarını aşmayan, ‘diğerleri arasından sivrilme’ mantığıyla şöhret peşinde koşmayan, başkalarının haklarını ihlal etmeyen ve diğerini rencide etmeyen sorumlu özgürlüğü kastediyoruz. Özgürlük, insanlığın yaradılışından itibaren alışık olduğu açık ve net bir kavramdır. “Hiç elleri kelepçeli doğan bir bebek gördünüz mü?” diyenler haklılar.  Zira insan hür yaratılmıştır. Hür yaşar ve hür ölür. Bunlar tartışmaya kapalı konulardır. Ama bizi ilgilendiren, insan hakları arasında öne çıkan özgürlük hakkını, modern dünyamızın içinde bulunduğu mevcut koşulları çerçevesinde Araplara ve Arap dünyasında olan bitenlere özel bir uygulamayla nasıl kullanacağımızdır. Bu yüzden Arap ülkelerindeki özgürlük tartışması ve halkların bu tartışmaya karşı tutumu ile ilgili olarak şu maddeleri ele aldık:
1 - Arap dünyası, son on yıl içinde Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat (buyurgan) rejimlerin çöküşüyle ​​diktatörlüklere darbe vurdu. Bu gelişmelerin ardından bölgedeki siyasi harita, olduğu gibi değişti. ‘Arap Baharı’ olayları, Arap dünyasında daha önce var olmayan bir özgürlüğe kapıyı araladığını kabul etmemize rağmen tartışma konusu olmaya devam ediyor. Ancak tartışmanın koşulları, konunun netleşmediğini anlamamızı sağlıyor. Arap Baharı olaylarının, büyük güçlerin bazı Arap ülkelerinin içinde bulundukları şartlar üzerinden bölgeyi şekillendirmek istedikleri stratejik bir planın ve bu ülkelerde yaygın olan yolsuzluk, ihmalkârlık ve zayıflığın bir parçası olduğunu düşünenlerdenim. Aynı şekilde bu olayların, halkların çektiği acılardan ve yaygın işsizlik oranlarından yararlanılarak değişim sloganlarıyla bu ülkelerin tek bir sisteme dönüştürülmeleri için kullanıldığını da düşünüyorum. Bunu bir kenara bırakalım. Zira bu sistemlerin ömrü, ya devrim niteliğindeki teklifler ya sloganlar sonucunda ya da bazılarının gevşemesi ve kendilerine biçilen ömrün sona ermesiyle bitmiştir.
2 – Araplar bir yanda siyasi bağımsızlık, diğer yanda özgürlükler arasında kemikleşmiş ve yaygın bir kafa karışıklığı yaşıyorlar. Değerler ve fikirlerin kaybolduğu ve özellikle özgürlük tek başına yeterli olmadığından, buna ekonomik özgürlüğün elde edildiği, en kalabalık ve en yoksul sınıfları hesaba katan, çağın ruhuna ve modern teknolojiye ayak uyduran, arzulanan toplumsal dönüşüme de kapıları ardına kadar açan bir reform programının eşlik etmesi gerektiğinden dolayı rahatlığı çağrıştırmayan sahnelerle karşı karşıyayız. Aynı şekilde günümüz dünyasında, gelişmiş ülkelerin geçtiği ve yükselen ulusların her zaman yöneldiği vizyona doğru değişim ve ilerleme yoluyla reform yapabilmemizi zorunlu kılan bazı büyük değişimlerle de karşı karşıyayız. Arapların zamanın medeniyetine çok sınırlı bir yaklaşıma sahip olmaları ve zenginliklerimizin büyük bir bölümünün Arap olmayanlar tarafından kullanılması bizim çıkarımıza değil. Bu yüzden kalıcı bir zihinsel ve entelektüel olgunlaştırma süreci başlatmak da bize düşüyor. Akıl, davranışların belirleyicisidir. Geri kalmışlığın entelektüel bir durgunluk olması gibi değişim de zihinsel bir karardır.
3 – Araplar olarak özellikle büyük bir mirasın gölgesinde yaşadığımız için siyaset ve din arasında bir ayrım yapmamızın zamanı geldi. Memleketimiz semavi mesajların diyarıdır. Bu yüzden dinlerin ve medeniyetlerin döndüğü noktadır. Bu yüzden dinin derinliklerimize kök salması doğal bir durum ve bu iyi bir şey. Fakat asıl sorun, dinin siyasetle iç içe geçmesinden kaynaklanıyor. Bu yüzden taraflar kendi amaçlarına hizmet etmesi için dini kullanmalarına imkan doğar. Bize din adına farklı bir yaşam tarzı dayatmak isterler. Oysa din tüm bunlardan uzaktır. Özgürlük tartışması, semavi mesajları uzaklaşmadan ya da abartmadan anlamak adına dini ılımlılıkla bağlantılı olmalı. Böylece gerçek din, makasidu'ş-şeriat (dini kuralların amaçları) ile tutarlı olarak hayatımızdaki baskın maneviyat kavramı haline gelir. İslam dünyasında dini siyasete alet etme girişiminin ilk etapta dine zarar verdiğini bile düşünüyorum. Siyasete gelince; siyaset petrol gibidir. Yapışkan ve kirlidir. Sonuç, manevraya, ertelemeye, ilerlemeye ve geciktirmeye başvuran siyasi oyunlar ile dini değerler arasında bariz çelişkinin varlığıyla onu takip edenler ve takipçilerinden nefret edenler karşısında dinin yüce çehresini çarpıtır! Siyaset, ahlak nedir bilmezken din, manevi değerlerin damarı ve bizi daha iyiye götüren inancın kaynağıdır.
4 - Ülkemizde özgürlük tartışması, kimi zaman dinle kimi zaman rejimlerle olmak üzere her defasında geçmişten miras kalan değerlerle kesişiyor. Dolayısıyla özgürlüğün insanların ödediği ve milletlerin uğruna çabaladığı bir bedeli vardır. Bu zorlu denklem, bir yanda özgürlükleri, diğer yanda dini duyguları, diğer yanda ise yönetim sistemlerini uzlaştırmaya başlar. Buna sınıflar arasındaki eşitsizliğinin etkisini ve ekonomik durumun bu mesele üzerindeki etkisini eklediğimizde ortaya bir ikilem çıkar. Eskiler, seçim özgürlüğünün bir somun ekmekle bağlantılı olduğunu söylerler. Bunun siyasi anlamı, özgürlük, ekonominin doğal bir ürünü demektir. Bazıları insanların özgürlük ile arayış içerisinde oldukları ufuklara doğru yola çıkmak arasındaki bağı koparmak için halkların öne atıldığı bir tür diktatörlükten bahsedebilirler.
5 – Özgürlük, doğası gereği göreceli bir meseledir. Mutlak özgürlük, gerçeklikten ziyade kurguya daha yakındır. Özgürlüğün önündeki engeller genellikle eğitim, medya ve dini kurumun rolü gibi diğer faktörlerle ilgilidir. Bu yüzden özgürlükler geniş bir cephede ilerliyor. Toplumun bileşenlerini ve halkın mirasını, geleneklerini ve göreneklerini bir araya getiriyor. Bir ülkede belirli bir zamanda kabul edilebilir olan, başka bir ülkede ve farklı bir zamanda kabul edilemeyebilir. Özgürlük, insan hakları sorunlarının en başında geliyor. Bu yüzden imzalanan farklı sözleşmelerde insan hakları ile karakterize edilen aynı ölçülere sahip olması doğaldır. Düşünce, ifade ve inanç özgürlüğü ortak unsurları olduğundan bu konuda büyük bir eşitsizlik yoktur. Aynı durum, ikamet ve hareket özgürlüğü gibi sınırları başkalarının özgürlüğüyle biten kişisel özgürlükler için de geçerli. Burada ‘özgürlük kültürü’ olarak adlandırılabilecek duruma dikkati çekmeliyim. Özgürlük kültürü, eğitimin kalitesine ve her bireyin kendi birikmiş deneyimlerine bağlı olarak oluşan kültürel bir kalıptır. Eskilerin bir sözü vardır: Senin adına ne suçlar işleniyor ey özgürlük!
Bu söz kültürün, insan davranışı ve sosyal düzeyi olduğuna işaret eder. Özgürlüğün anlamı, her döneme ve mevcut koşullara göre şekillenir ve doğasını anlamada önemli bir faktör oluşturur.
Tüm bu maddelerle Arap dünyasındaki özgürlükler tartışmasını aktarmaya çalıştık. Herkesin ülkelerinin günümüz dünyasında modern toplumların çabaladığı amaç ve hedeflerine ulaşmadaki sorunlarına bağlı olarak özgürlüğün anlamıyla ilgili ortak bir formül ve tek bir kavram belirlemeleri için bir uyarıda bulunmayı istedik. Zaman faktörü her zaman siyasi ve toplumsal hareketle bağlantılı olduğundan, görmezden gelinmesi zor bir dönüm noktasından geçtiğimizi anlamalıyız. Dünya bugün çelişkili akımlarla dalgalanan ve sonuçları halkların çıkarları uğruna bazı özgürlüklerin geçici olarak askıya alınması olan bir salgınla karşı karşıya. Burada, özgürlüğün mutlak hakim olmadığını, zaman ve mekan şartlarının yanı sıra eğitim, kültür ve çağdaş dünyamızdaki diğer gelişim tezahürleri gibi bir takım faktörlere bağlı olduğunu bir kez daha vurgulamalıyız.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.