Irak: İdam cezası verilen Fransızlara dair herhangi bir anlaşmamız yokhttps://turkish.aawsat.com/home/article/1762461/irak-idam-cezas%C4%B1-verilen-frans%C4%B1zlara-dair-herhangi-bir-anla%C5%9Fmam%C4%B1z-yok
Irak: İdam cezası verilen Fransızlara dair herhangi bir anlaşmamız yok
DEAŞ üyesi olmaktan idama mahkum edilen Fransızlar. (AFP)
Bağdat/Şarku’l Avsat
TT
TT
Irak: İdam cezası verilen Fransızlara dair herhangi bir anlaşmamız yok
DEAŞ üyesi olmaktan idama mahkum edilen Fransızlar. (AFP)
Irak yargısından bugün yapılan açıklamada Irak ve Fransa hükümeti arasında, DEAŞ’a bağlı olma suçuyla idam cezasına çarptırılan Fransız vatandaşlarının cezalarının hafifletilmesi konusunda herhangi bir anlaşma olmadığı duyuruldu.
Açıklama Irak Yüksek Yargı Konseyi Sözcüsü Abdussettar Bayrakdar tarafından yapıldı.
Bayrakdar gazetecilere yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Irak mahkemelerinin uyguladığı yaptırımlar yalnızca Yargıtay tarafından incelemeye tabidir. Yargıtay, kanun uyarınca bu cezayı her suçun durumuna göre başka bir cezayla değiştirme yetkisine sahiptir. Bu hükümetler arasındaki anlaşmalara bağlı değildir.”
Irak yargısı Suriye’nin kuzeyinden Irak’a sevk edilen Fransız asıllı 12 DEAŞ üyesini idam cezasına çarptırmıştı.
Her ne kadar bu cezalarda birçok kez ayrımcılık yapıldığı öne sürülse de Fransa yaptığı açıklamalarda Irak’ın egemenliğine saygı duyduğunu bildirdi.
Fransa Adalet Bakanı Nicole Belloubet, bu ayın başlarında yaptığı açıklamada Avrupa ülkeleri ile DEAŞ’a katılan yabancı teröristlerin yargılanması için Irak’ta uluslararası mahkeme kurulmasını görüştüklerini belirtti.
Fransız Bakan ayrıca bunun içişleri ve adalet bakanlarıyla Avrupa düzeyinde ileri sürülen bir konu olduğunu kaydetti.
Ancak Iraklı hukuk uzmanlarına göre Irak anayasası buna izin vermiyor.
Fransa, 1981 yılında idam cezasını kaldırdı ve uluslararası alandaki idam cezalarını kınayarak söz konusu uygulamanın terk edilmesi çağrısında bulundu.
Dün Suriye’nin kuzeyindeki kamplarda yaşayan 12 yetim çocuğu teslim alan Fransız yargısı bugün de 9 çocuk ve 3 DEAŞ üyesini Türkiye üzerinden aldı.
Bir başka kaynak söz konusu çocukların ve DEAŞ üyelerinin sınır dışı edilmeden önce Türkiye'deki bir gözaltı merkezinde tutulduğunu aktardı.
Yargıya yakın kaynaklar, 3 DEAŞ unsuzu arasında 36 yaşlarında iki kadın olduğunu ve ihtiyati gözetim alında bulunduklarını bildirdi. Yapılan açıklamalar mayıs ayının sonlarından bu yana 277 kişinin Fransa’ya iade edildiği yönünde.
Yargı kaynaklarına göre DEAŞ üyesi şahıs, eşi ve çocuklarını da yanına alarak Suriye’ye gitti. Ardından bir daha evlenen adam ikinci eşinin de çocuklarını yanına aldı.
Husiler, uluslararası toplumun büyük kısmı tarafından tanınmasa da kontrol ettikleri bölgelere yapılan yardımlar sürüyor (AFP)
İran destekli Husiler, pazar günü başkent Sana'daki Birleşmiş Milletler (BM) tesisine baskın düzenledi.
BM Yemen Mukim Koordinatörü Sözcüsü Jean Alam, kentin güneybatısındaki Hada'da bölgesindeki tesiste 20 kişinin alıkonduğunu ve bunlardan 5'inin Yemenli olduğunu açıkladı.
Alam, ayrıca sorgulanan 11 BM çalışanınınsa serbest bırakıldığını ifade etti.
BM'nin Yemen'in büyük kısmını kontrol eden Husilerle temasa geçtiğini belirten Alam, "bu ciddi durumu en kısa sürede çözmek, gözaltına alınan tüm personelin serbest bırakılmasını sağlamak ve Sana'daki tüm tesislerdeki kontrolü tamamen yeniden ele geçirmek" istediklerini vurguladı.
Adı ve görevinin açıklanmaması koşuluyla AP'ye konuşan bir başka BM yetkilisi, tesisteki tüm iletişim araçlarına el konduğunu, bunların arasında cep telefonları, bilgisayarlar ve sunucular olduğunu bildirdi.
Yetkili, Dünya Gıda Programı (World Food Programme/WFP), BM Çocuklara Yardım Fonu (United Nations Children's Fund/UNICEF) ve BM İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi (United Nations Office for the Coordination of Humanitarian Affairs/OCHA) gibi farklı birimlerden çalışanların gözaltına alındığını da sözlerine ekledi.
Son dönemde 50'nin üzerinde BM çalışanını alıkoyan Husiler, diğer uluslararası kuruluşlara da baskı uygulamaya başladı.
Önceki aylarda bir WFP çalışanı gözaltındayken yaşamını yitirmişti.
Husiler ise uluslararası kuruluşlarda ve diplomatik temsilciliklerde çok sayıda ajanın bulunduğunu ve onların alıkonduğunu öne sürüyor.
BM ise bu iddiayı net bir dille reddediyor.
Yemen'in kuzeyindeki Saada ilinde 8 çalışanın gözaltına alınması üzerine BM oradaki faaliyetlerini durdurmuştu.
BM'nin Yemen Mukim Koordinatörü Ofisi eylülde Sana'dan uluslararası toplumun tanıdığı Yemen hükümetinin kontrolündeki Aden'e taşınmıştı.
10 yıldır süren iç savaş, Yemen'i dünyanın en ağır insani krizlerinden birine sürükledi. Milyonlarca kişi yardıma muhtaç.
Independent Türkçe, CNN, AP, AFP
Fas'ın Z Kuşağı, Berberilerle ilgili bir röportaj sonrasında bölünmeyle karşı karşıyahttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5199445-fas%C4%B1n-z-ku%C5%9Fa%C4%9F%C4%B1-berberilerle-ilgili-bir-r%C3%B6portaj-sonras%C4%B1nda-b%C3%B6l%C3%BCnmeyle-kar%C5%9F%C4%B1
Fas'ın Z Kuşağı, Berberilerle ilgili bir röportaj sonrasında bölünmeyle karşı karşıya
Z Kuşağı hareketi, bölünme yaratmaya yönelik şüpheli eğilimler konusunda uyardı (AFP)
Nevfal el-Şarkavi
Fas'ta Berberilerin (Amazigh) başkenti sayılan Souss bölgesinden Z Kuşağı hareketinin genç üyeleri bir bildiri yayınlanarak hareketten çekildiklerini duyurdular. Hareketin fikri ve ahlaki yolundan sapma olarak değerlendirdikleri şeyleri ve “bazı uygulamalarının, hepimizin paylaştığı toplumsal talepler ve anayasal haklarla çelişen dışlayıcı düşünce ve tutumlar için bir platforma dönüşmesi”ni ayrılmalarına gerekçe olarak gösterdiler.
Bu bildiri, Z Kuşağı grubunun akademisyen Ebu Bekir el-Camii'yi Discord'da ağırlamasının ardından yayınlandı. Akademisyen röportaj sırasında, Berberi kültürünün Fas kimliğinde yeniden merkezi bir konum kazanmasının ancak demokratik ortamda gerçekleşirse sağlam bir temel kazanabileceğini söyledi. Yönetimin, Berberi kimliği lehine elde edilen kazanımları, onun müdahalesi olmadan var olamayacağına inandığını belirtti. Ancak Berberi hareketinin bir kesimi, Faslı akademisyenin açıklamalarını, Fas kimliğinin temel bir bileşeni olarak tanınma mücadelelerine hakaret olarak değerlendirdi. Başka bir grup ise tartışmanın akademisyenin açıklamalarının yanlış anlaşılmasından kaynaklandığını ve bunun temel amacının da Z Kuşağı hareketinin bileşenleri arasında anlaşmazlık yaratarak ivmesini durdurmak, temel siyasi reformlar ve yolsuzluğun sona ermesini talep eden hareketi engellemek olduğunu açıkladı.
Z Kuşağı hareketi de yüzyıllardır bir arada yaşayan halkı bölmek için umutsuz bir girişimde bulunarak “Berberiler ve Faslı Araplar arasında anlaşmazlık yaratma ve fitne ateşini yakma” gibi şüpheli eğilimler konusundaki endişelerini dile getirerek buna karşı uyardı.
Bildirinin editörleri, Faslı akademisyenin açıklamalarını “özgün Berberi (Amazigh) bileşeniyle ve onur, toprak ve toplumsal adalet ile eşitlik ve özgürlük değerlerini savunmanın bedelini kanlarıyla ve hapsedilerek ödeyen onurlu aktivistleriyle alay etmenin bir parçası” olarak nitelendirdi. “Hareket içindeki karar alma sürecinin, Doğu eğilimli oligarşik ailelere mensup bir grup tarafından ele geçirilmesi, gençlik faaliyetlerinin ulusun çıkarlarından ve anayasal kazanımlarından uzak, yabancı ajandalara hizmet edecek şekilde yönlendirilmeye çalışılmasını, ayrıca merkeziyetçi bir eğilimi ve Fas'ın özgünlüğüne dayanan bir yaklaşımı benimseyen kraliyet kurumuna meydan okumaya yönelik gözü dönmüş girişimleri” reddettiğini vurguladı.
Hassasiyetler
Berberi hareketinin anlatıları, özellikle Fas'ın bağımsızlığından 1990'lara kadar maruz kaldığı geniş çaplı dışlanmaya odaklanıyor. Doksanlarda ülke, Berberi kültürünün tanınmasını talep edenlerin hapsedildiği “kor ve kurşun yılları”nın ardından geniş bir siyasi açılıma tanıklık etti. Bu on yıllar süren ötekileştirme ve baskı, Berberiler arasında kimliklerini sorgulayan her türlü ifadeye karşı büyük bir hassasiyete yol açtı. Çünkü onlara göre bu, devletin asli kimliğini dışlayan Arap ve İslam milliyetçiliği zemininde yürütülmektedir. Berberi hareketinin taleplerine yanıt vermedeki gecikmenin bir göstergesi de Arapça ile birlikte Berberi (Amazigh) dilinin resmi statüsünün, ancak “20 Şubat Hareketi” (Arap Baharı) sonucunda hazırlanan 2011 Anayasası'na kadar belirlenmemiş olmasıdır.
Fas yönetimi ise direniş savaşçısı Muhammed bin Abdulkerim el-Hattâbi'nin Rif (Amazigh) bölgesinin İspanyol işgalinden bağımsızlığını ilan etmesinin ardından liderliğini yaptığı Rif Cumhuriyeti (1921-1927) ile bağlantılı tarihsel kaygılar nedeniyle, Berberi meselesiyle ilgili tüm taleplere karşı duyarlı hale geldi. Hattabi’ye karşı İspanyollar sayısız savaşta ağır kayıplar verdikten sonra, ancak yaygın bir şekilde kimyasal silahların kullanımına başvurduklarında Rif Cumhuriyeti’ni devirmeyi başardılar.
Hatalar
Berberi hareketinin bazı kesimleri ile Z Kuşağı arasındaki ilişki etrafındaki tartışmalara değinen Berberi aktivist Ahmed Assid, tüm protesto hareketlerinin aksaklıklar yaşadığını ve Z Kuşağı hareketinin üç hata yaptığını belirtti. Ona göre bunlardan ilki taleplerin genişletilmesiydi. Protesto hareketi, taleplerini sağlık ve eğitim alanlarındaki koşulların iyileştirilmesi ihtiyacı gibi sosyal boyutla sınırlandırdığında, halk kendisi ile mutabıktı. Ama bundan sonra taleplerinin çıtasını hem makul hem de kabul edilemez talepleri içerecek şekilde yükseltti. Bu da oluşan mutabakatı zayıflattı. İkinci hata, rejim, yönetim sistemi ve kraliyet kurumu hakkında siyasi bir tartışma başlatarak ve siyasi rejime muhalefetleriyle bilinen kişileri ağırlayarak “hareketi siyasallaştırma” yaklaşımının benimsenmesiydi. Bu durum, halk desteğinin azalmasına neden oldu ki, Rif hareketinin Ekim 2016 ve Ağustos 2017'de başarısızlığa uğramasının nedeni de buydu.
Berberi aktivist üçüncü hatayı, “mevcut hareket, onlarca yıldır bu adaletsizliğe maruz kalan ve mücadeleleri sayesinde Berberi kültürünün yararına birçok kazanım elde etmeyi başaran Berberileri dışlama hatası” şeklinde açıkladı.
Gözlemcilere göre, hareket Berberileri dışlama hatasına düşmüş olabilir (AFP)
Ancak Berberi insan hakları aktivisti Khamiss Boutakmante, Z Kuşağı’nın eğilimlerine yönelik vesayetleri reddetti ve şöyle dedi; “Z Kuşağı yapılan hatalardan ders çıkarma fırsatını hak ediyor.” Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Boutakmante, “Gerçek değişim isteyenler dışlayıcı ve inkarcı olamazlar. İdeolojik ve fikri pelerinlerini, utanç verici bir indirgemecilik ve totalitarizmle bile olsa, tek pelerin olarak kabul etmezler” ifadelerini kullandı. Boutakmante, bu kuşağı sevenlerin, onun dinamizmine ve hatta hatalarına saygı duymaları, vesayet hastalığından ve emredip yasaklama yanılsamasından uzakta, ona bağımsız bir şekilde hatalarını düzeltme ve tarihten ders alma fırsatı vermeleri gerektiğini belirtti. “Protesto hareketine vesayet girişimi, bizim birçok aşamada öne çıkan eski bir hastalığımızdır ve aynı hastalıklı geleneksel zihniyetlerle hataların ve başarısızlıkların yeniden üretilmesine izin vermemeliyiz” değerlendirmesinde bulundu.
Mayınlı bir yanlış anlama
Fas'ta devam eden gençlik hareketine karşı tavırlarını dile getiren ve onlarca yıldır resmi tanınma için mücadele eden hareketi küçümsediğini iddia eden bazı Berberi hareketi aktivistlerinin tepkilerine hâlâ aşırı hassasiyet egemen. Bu arada, Berberi toplumunun bir başka kesimi, mevcut tartışmanın bir yanlış anlaşılmaya dayandığını ve bölünme yaratıp hareketi başarısızlığa sevketmeyi amaçladığını düşünüyor. İnsan hakları aktivisti Khamiss Boutakmante, propaganda edildiği gibi Faslı akademisyenin bu kimliğe hakaret etmediği göz önüne alındığında, Berberi hareketinin tepkisinin abartılı olduğunu düşünüyor. Boutakmante, kendisiyle bir noktada aynı fikirde olmadığını da söylüyor: “O da Berberi dilinin resmi olarak tanınmasının devletin en yüksek otoritesinin bir cömertliği ve iyiliği kategorisine girdiğini ima etmesi, Berberi hareketinin bu tanınmayı ve eksik de olsa resmi iletişimi dayatmadaki rolünü, göz ardı etmesidir.”
Berberi aktivist, sosyal medya platformlarındaki kışkırtmaların haksız ve kabul edilemez olduğunu vurguladı. Hükümet yanlısı bazı hesapların ortaya attığı iddiaların da bazılarının hesaplaşma çabalarının kanıtından başka bir şey olmadığını belirtti. Çekilmenin, “Berberi hareketinin sahadaki toplumsal veya siyasi muhaliflerle birlikte karşılaştığı tüm aşamalarda” hiçbir zaman bir çözüm veya seçenek olmadığını ifade etti.
*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.
Nasrallah final sahnesinde: Tahran'la bağ böyle koptuhttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5199441-nasrallah-final-sahnesinde-tahranla-ba%C4%9F-b%C3%B6yle-koptu
Nasrallah final sahnesinde: Tahran'la bağ böyle koptu
Beyrut'un güney banliyösündeki bir camide dev ekranda Hasan Nasrallah'ın konuşmasını izleyen Hizbullah destekçileri, Kasım 2019 (AFP)
Suikasttan önceki aylarda, Hizbullah eski Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, ‘destek savaşının’ sonuna kadar ‘çatışma kuralları’ içinde kalacağına ve İran'ın Lübnan'da kırk yıldır süren İslami direnişin bu kadar kolay bir şekilde yok olmasına izin vermeyeceğine inanıyordu. Ancak yanlış hesaplamalar, Hizbullah’ın savaşla ilgili net kararlar almasını engelledi. Eylül 2024'e gelindiğinde savaş kanlı bir hal almıştı.
Bu araştırma, ‘saha sırlarının İsrail tarafından suikasta kurban giden Hizbullah liderleriyle birlikte gömüldüğünü ve Nasrallah'ın, saha bilgisi eksik olan yeni liderlerle birlikte etkinliğini yitirdiğini’ ortaya koyuyor. Karşıt bir anlatı ise Hizbullah’ın sorununun, liderlerin kaybı değil, füze operatörlerinin kaybı olduğunu iddia ediyor.
Söz konusu araştırma, 2024 yılında Hizbullah liderliğiyle temas halinde olan Lübnanlı ve Iraklı şahsiyetlerle 2025 yılının ağustos ve ekim ayları arasında yapılan röportajlara dayanıyor. Bu şahsiyetler arasında eski liderlerden din adamlarına ve güvenlik personeline kadar çeşitli kişiler bulunuyor. Bazılarının kimlikleri güvenlik nedenleriyle gizli tutuldu.
Lübnan halkının büyük bir kısmı, Hizbullah eski Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın televizyonda yayınlanan konuşmalarını heyecanla bekliyordu. (AFP)
Lübnan'daki yıpratma savaşı çelişkili anlatıların sahnesi haline gelmiş olsa da, tanık ifadeleri Nasrallah'ın suikastından önceki son sahnede, Ocak ve Eylül 2024 arasında, boşlukların makul bir kısmını doldurdu.
Lübnanlı yetkililere göre, bu dönemde yaklaşık 3 bin 768 kişi öldü ve 15 binden fazla kişi yaralandı. Tel Aviv Üniversitesi'nin bir raporuna göre, Hizbullah 12 binden fazla hedefi vuran saldırılarda yaklaşık 2 bin 500 üyesini kaybetti. Bunların en önemlileri Hasan Nasrallah ve Hizbullah’ın seçkin ‘cihatçı’ kanadının askeri liderleriydi.
Çatı altında savaş
Savaşın ilk haftalarında Hizbullah, ‘çatışma kurallarının’ geçerli kalacağına ve çatışmanın açık savaşa dönüşmeyeceğine inanıyordu. Bu bilgi, askeri liderlerle yakın ilişkisi olan bir Lübnanlı yetkili tarafından verildi.
Anonim kalmak kaydıyla Şarku’l Avsat'a konuşmayı kabul eden bu kişi, savaşın ilk aşamalarında etkili Hizbullah üyelerinin katıldığı özel bir toplantıda ‘Nasrallah'ın hesaplamalarının Şeba Çiftlikleri bölgesindeki çatışmalardan öteye gitmediğini’ bildirdi.
Lübnanlı kaynağa göre, Şeba Çiftlikleri'nin metafor olarak kullanılması, Hizbullah ile İsrail ordusu arasında kamikaze insansız hava araçları (İHA) veya yerel olarak üretilen roketlerin kullanıldığı klasik çatışmaları ifade ediyor.
Hizbullah'ın zihniyeti, 2006 savaşından sonra büyük çaplı operasyonları durdurma anlaşmasından bu yana ‘caydırıcılık denklemi’ kapsamında kaldı. Nasrallah, o dönemde yaptığı ünlü bir konuşmada ‘savaşı başlatacağını söylemiş olsa da, daha önce yaşananların ötesine geçmedi.
Lübnanlı isim, daha sonra ağır yaralandığı ve saklandığı söylentileri çıkan bir Hizbullah liderinin “Aksa Tufanı’ndan sonra Hizbullah’ın planlarının bir kısmı, İran'ın müzakerelerdeki konumuyla caydırıcılık ve ateşkesi kontrol etmeyi başarmasına dayanıyordu” dediğini aktardı.
Şarku’l Avsat'a verdiği demeçte, “Hizbullah, Tahran ile banliyöler arasındaki bağ kopmadığı sürece İran'ın dengesiz çatışmaya denge getirmesini bekledi ve büyük kayıplar vermeden ateşkes sağladık” dedi.
İran Dini Lideri Ali Hamaney önderliğindeki İranlı yetkililer, Tahran'ın müttefiklerini terk etmeyeceğini defalarca dile getirdi. Nasrallah da mali ve askeri destek için İran'a teşekkür etti.
Üç göz
Şii bir din adamı, Beyrut'un Dahiye semti yakınlarındaki evinde Şarku'l Avsat'a, Hizbullah'ın topyekûn savaşın hızlı temposunu hayata geçirmesinde belirleyici rol oynayan bir dönüm noktası hakkında konuştu.
Necef'te eğitim almış Lübnan vatandaşı olan din adamı, savaş sırasında ailesinden dört genci kaybetti. Bunlardan ikisi, ülkenin güneyindeki el-Adise'de İsrail hava saldırısında öldürüldü. Din adamı, Nasrallah'ın savaş alanında durumu tersine çeviren komutanlarını kaybettiğini söyledi.
60'lı yaşlarında görünen adam, “Sonunda, her saha komutanı öldürüldüğünde Nasrallah'ın net görmesine yardımcı olan bir gözünü kaybettiği ortaya çıktı. Eski genel sekreter saha izlemeye çok bağlı ve takıntılıydı, ancak etkili araçlarını kaybetmeye başlamıştı” dedi.
Bu ifadeye göre, Nasrallah'ı en çok etkileyen şey, üç komutanın yokluğuydu: ‘Ebu Talib’ lakaplı Talib Abdullah, İbrahim Tahsin olarak da bilinen İbrahim Akil ve eski genel sekreterle bağlantısı olduğu düşünülen Visam et-Tavil.
Üç adamın ölümleri incelendiğinde, Nasrallah'ın ‘destek savaşının’ çalkantılı aşamaları boyunca ‘üç gözünü’ kaybetmeye başladığı ortaya çıkıyor.
(soldan sağa) İbrahim Akil, Visam et-Tavil ve Talib Abdullah
Hizbullah’ın Rıdvan Gücü’nün önde gelen komutanlarından et-Tavil, 8 Ocak 2024'te öldürüldü. 11 Haziran'da, İsrail'in Güney Lübnan'daki Cuya köyünde bir eve düzenlediği hava saldırısında, İsrail ile güney sınır şeridinin orta bölgesinden Litani Nehri'ne kadar olan bölgedeki Hizbullah operasyonlarından sorumlu olan Ebu Talib olarak bilinen Talib Abdullah öldürüldü. O dönemde, onun suikastının Nasrallah'a vurulmuş en ağır darbe olduğu söylendi.
20 Eylül 2024'te Nasrallah, 30 Temmuz 2024'te suikasta kurban giden Fuad Şükür'ün yerine geçen İbrahim Akil'i de kaybetti.
Şii din adamı, “Nasrallah kafa karıştırıcı saha istihbaratı ile kuşatılmıştı ve sahadaki Hizbullah yetkilileri, kritik bir anda karar beklerken olan biteni nasıl yorumlayacaklarını bilmiyorlardı” dedi.
Bazı dönemlerde operasyon odalarında bir miktar kaos yaşandı. Lübnanlı kaynaklara göre saha komutanları, doğaçlama hareketlerden şikâyet ettiler. Çünkü unsurlar olması gerektiği gibi disiplinli davranmak yerine endişe ve şüpheyle hareket ediyorlardı.
Nasrallah, üç komutana ek olarak, 3 Temmuz'da Aziz Birliği Komutanı Muhammed Nasır'ı da kaybetti. Geriye sadece Ali Karaki kaldı, ancak o da 27 Eylül 2024'te eski genel sekreterle birlikte suikasta kurban gitti.
Üç liderin kaybına rağmen, sekiz ay boyunca Nasrallah ve çevresi ‘çatışma kuralları’ sınırları içinde düşünmeye devam etti ve ‘topyekûn savaşı’ dışladı.
Et-Tavil'in suikastından sonra Nasrallah, “Direnişin eylemleri dürtüsellikle değil, ihtiyatla yönetiliyor” dedi. Ebu Talib'in suikastının ardından Lübnan medyası, Hizbullah kaynaklarına dayanarak ‘yanıtın sınırlı olacağını, hemen topyekûn bir savaşa girilmeyeceğini’ ifade etti. İbrahim Akil'in cenazesi sırasında Naim Kasım uzun bir konuşma yaptı ve Hizbullah’ın ‘açık hesapların savaşı’ adlı yeni bir aşamaya girdiğini belirtti. Birkaç gün sonra Nasrallah suikasta kurban gitti.
Lübnanlı bir kadın, 2 Ocak 2024'te Beyrut'un güney banliyölerinde Salih el-Aruri'nin öldürüldüğü İsrail saldırısının ardından yıkılan Hamas ofisinin önünden geçiyor. (DPA)
Lübnanlı yayıncı ve yazar Ali el-Emin, Nasrallah'ın ‘Hizbullah’ın askeri olarak İsrail'i caydırma ve topyekûn bir savaşı önleme kapasitesine sahip olduğuna inandığını, ancak bu değerlendirmenin daha sonra yanlış olduğunun ortaya çıktığını’ söyledi.
İHA’lar, Hizbullah'ı iyi tanıyor
Lübnanlı kaynaklara göre, Ocak ve Kasım 2024 arasında suikasta kurban giden saha komutanları, bozuk bir komuta zincirinin parçalarıydı. Deneyim ve bilginin sorunsuz bir şekilde aktarıldığı kurumsal veya hiyerarşik bir yapının parçası değillerdi.
Kaynaklar, ‘yeni komutanın suikasta kurban giden komutanın tüm sırlarını kavrayamadığını, bazı operasyonel detayların gizli kaldığını’ belirtiyor. Bu, Nasrallah'ın savaşla başa çıkma ve Hizbullah’ı ayakta tutma konusunda karşılaştığı sorunlardan biriydi.
Şarku’l Avsat'ın yaptığı röportajlardan, Hizbullah'taki her liderin kişisel deneyimlerine dayalı olarak kendi ilişki, bilgi ve yöntem sistemini kurduğu anlaşıldı. Öldürüldüğünde, deneyimleri de onunla birlikte gömülüyor.
Lübnanlı din adamı, “Savaşın bir noktasında, İsrail insansız hava araçları (İHA) bir Hizbullah biriminin üzerinde uçtuğunda, kısa süre önce görevi devralan saha komutanından daha fazla bilgiye sahipti” ifadesini kullandı.
İsrail’e bilgi sızdırılan iğne deliği
2 Ocak 2024'te Hamas'ın siyasi büro eski başkan yardımcısı Salih el-Aruri'nin suikastının ardından Hasan Nasrallah'ın çevresinde ilk kez şüpheler baş gösterdi.
Lübnanlı din adamı, o yılın ilk haftasının zorlu geçtiğini ve Visam et-Tavil'in suikastıyla sona erdiğini söylüyor. Hizbullah içinde “Nasrallah olanları beklemiyordu... İki suikastın ardından bir süre sessiz kaldı” şeklinde söylentiler duyuldu.
Nasrallah saldırı yerine savunmayı tercih etti. Ali el-Emin, el-Aruri'nin suikastının ardından, Hizbullah liderliğinden askeri ve saha komutanlarının Nasrallah ile acilen bir araya geldiğini ve ‘İsrail'in suikastları nedeniyle mümkün olan en geniş kapsamda savaş açılmasını talep ettiklerini’ söyledi. Ancak Nasrallah'ın onlara verdiği yanıt şuydu: “Oraya gitmemeliyiz.”
Hizbullah’ın tepkisi geri çekilmek ve derin şüpheye kapılmak oldu. Lübnanlı din adamı, bunun ‘İslamcı hareketlerin, özellikle de Şii hareketlerin, kendilerini içe dönük düşünceye odaklanmak için izole etme alışkanlığı’ olduğunu söylüyor. Güvenlik kaynakları, Hizbullah’ın ‘düşmana’ bilgi sızdırılan iğne deliğini bulmak umuduyla iletişim ağlarını yeniden düzenlediğini bildirdi.
2015'ten beri Hizbullah ile temas halinde olan Iraklı bir Şii lider, “Beyrut'ta suikastların artmasıyla Hizbullah ile iletişim kanalları defalarca değişti. Banliyölerden bir şeye ihtiyacımız olduğunda her seferinde yeni insanlarla tanışırdık” şeklinde konuştu.
Iraklı lider, “Hizbullah sadece saha hareketlerimiz için bir referans değildi, aynı zamanda yerel siyasi etkileşimlerimizde de ona başvuruyorduk. Bu yüzden Bağdat'ta pek çok kişi yardım sunmaya istekliydi” dedi.
İsrail, Hizbullah'ın üst düzey liderlerini ortadan kaldırarak örgütün askeri yapısını önemli ölçüde zayıflattı. (AFP)
2024 yılının Ağustos ayında, İranlılar Iraklı gruplardan Hizbullah'ı desteklemelerini istedi. Iraklı lider şöyle dedi: “Onlara nasıl yapacağımızı sorduk. Onlar da şöyle dedi: Bu aşamada, savaşa hazır olduğunuzu medyaya duyurun.”
20 Eylül 2024'te Iraklı grup Ketaib Seyyid eş-Şuheda, Lübnan sınırına 100 bin savaşçı göndereceğine söz verdi, ancak kimse gitmedi.
Sızıntının peşinde
Bir yerlerden ‘ihanet’ kokusu geliyordu. Eylül 2024'e kadar Beyrut'u ziyaret ettiğini söyleyen Iraklı lider, “Aracılar çeşitli vesilelerle mesaj taşıma görevlerini durdurmaları konusunda bilgilendirildi. Hizbullah aslında başka yöntemler deniyordu” diyerek bu durumu ima etti.
Lübnanlı din adamının bunun için bir açıklaması var: “Hizbullah, sızıntının nereden olduğunu bulmak için farklı iletişim yöntemleri denedi. İsrail, Hizbullah liderlerinin etrafında inşa edilen güvenlik duvarına hangi gizli çatlaktan sızmıştı?”
Ancak, ‘çağrı cihazları’ olarak bilinen kablosuz iletişim cihazlarının patlatılması Hizbullah’ı mahvetti, liderleri birbirlerinden ve saha ağlarından izole etti ve sistem tamamen kapanma durumuna girdi. Bir noktada, liderlikte kalanların, Ekim 2023'ten beri Hizbullah’ın faaliyetlerine eşlik eden istihbarat ihlalini onarmaya yönelik girişimleri sona erdi.
Lübnanlı din adamı, Hizbullah’ın saha birimlerinin çağrı cihazı patlamasından sonraki günlerde hiçbir şey duymadığını söyledi. Liderliğin, birim subaylarına rutin emirler vermeye yeniden başlaması uzun zaman aldı ve bu emirler etkisizdi.
O aşamada, Hizbullah'ın bir askeri lideri Nasrallah'a çatışma kurallarının halen geçerli olup olmadığını sordu. Şarku’l Avsat'ın elde ettiği tanıklığa göre, ‘belirli bir cevap almamak alışılmadık bir durumdu.’
Lübnan'ın güneyinde bulunan Armata köyündeki bir kampta askeri eğitim sırasında yemin eden Hizbullah savaşçıları (Arşiv – DPA)
Nasrallah, istemediği bir açık savaşın ortasında olduğunu fark etti, ancak önemli toplantılara katılan kaynaklara göre artık çok geçti.
Siyasi medya profesörü Ali Muhammad Ahmed, direniş hareketinin yaygın olarak benimsediği anlatıya biraz yakın bir yorumda bulundu. O, geleneksel çatışma kurallarının sürdürülmesinin İsrail aleyhine dengeleri değiştireceğini, ancak denklemi gerçekten değiştiren şeyin, Hizbullah’ın hesaba katmadığı teknik ve bilgi üstünlüğü olduğunu söyledi. Bu, yapbozun eksik parçasıydı.
Son sahne
Nasrallah'ın 27 Eylül'de Hizbullah’ın İHA biriminin komutanı Muhammed Surur'un cenazesine katıldığı ve ardından Lübnan'daki Kudüs Gücü Komutan Yardımcısı Abbas Nilfuruşan eşliğinde Haret Hreik'e gittiği bildirildi.
Aralarında neler konuşulduğu gizli kalmaya devam ediyor. Destek savaşının onları nereye götürdüğünü son kez gözden geçirip geçirmediklerini kimse bilmiyor. Sonunda, Hizbullah’ın karargâhı olan bir yeraltı sığınağına vardılar ve yolculukları burada sona erdi. İsrail'in, tahkimatları delebilecek tonlarca patlayıcı kullandığını söylediği bir saldırıda öldürüldüler. Ertesi gün, banliyölerde ve her yerde onlarca soru soruldu.
Hayatını kaybeden aile üyelerinin fotoğraflarına bakarken konuşan Lübnanlı din adamı şöyle dedi: “Direniş ortamındaki birçok kişi şoktan kurtulmak için uzun zaman harcadı, ama sonunda şu soruyu sordular: Kim diğerini hayal kırıklığına uğrattı? Hizbullah mı, İran mı? Direniş mi, Velayet-i fakih mi?”
Ali Muhammed Ahmed, Hizbullah’ın temel zihniyetinin basit olduğunu düşünüyor: kendisine dayatılan bir savaştan kaçamazdı. Bu nedenle de devam etti.
27 Eylül 2024'te Beyrut'un güneyindeki Hizbullah karargâhı vuruldu ve Genel Sekreter Hasan Nasrallah suikasta kurban gitti. (DPA)
Ancak Ali Muhammed Ahmed, “Hizbullah kolektif bir liderlik sistemine sahip. Ancak İsrail, stratejik füze operatörlerini etkisiz hale getirerek savaşın başlarında üstünlük sağladı” dedi. Muhammed Ahmed, operatörlerin yerlerinin doldurulması zor ‘nadir birer değer’ olduğuna inanıyor. Ahmed’e göre Hizbullah'ın sorunu, saha komutanlarını kaybetmesi değil, operatörlerini kaybetmesi.
Ahmed, “Hizbullah, ateşkesin son gününde yüzlerce roket fırlattığında, yeni füze operatörleriyle yeni kan enjekte etmeyi başardığını anladık” dedi.
Ahmed’e göre ‘kimse diğerini hayal kırıklığına uğratmadı.’ Sorun, İran ve Hizbullah'ın her ikisinin de 7 Ekim 2023'ten önceki bir anda yaşaması ve saatin ikisi için de ilerlememesiydi.
Amerikan işleri konusunda uzman Iraklı araştırmacı Akil Abbas, İsrail ve Binyamin Netanyahu'nun defalarca, yaşananların ABD'deki 11 Eylül olaylarına benzediğini söylemesine rağmen, Hizbullah ve İran'ın değişimin büyüklüğünü tam olarak anlamadığını söyledi. Abbas, “Herkes eski kuralların artık geçerli olmadığını ve yeni kuralların zorla dayatıldığını anladı” ifadesini kullandı.
İran ve Hizbullah için krizi derinleştiren şey, uluslararası arabulucuların sahneden kaybolmasıydı. Abbas'a göre, “Önceki savaşlarda, örneğin Avrupalılar, bu savaş hariç, savaşı durdurmakla ilgileniyorlardı.”
Her halükârda, İsrail'in hızı fark yaratmada belirleyici bir rol oynadı. Abbas, “İran bu konuda hiçbir şey yapamadı. Bu olaylar, İran'ın müdahale kapasitesinin ötesindeydi, çünkü bu büyüklükte bir çatışmaya hazırlanmak için zamana ihtiyacı vardı” şeklinde konuştu.
Ancak İran, eski düşünce tarzının artık geçerli olmadığını fark ettikten sonra, oyunun sonlarında Nasrallah'a ulaşmaya ve onu sakinleşmeye ve belki de geri çekilmeye çağırmaya çalıştı, ancak Nasrallah'ı hiçbir şey yapmaya zorlayamadı. Iraklı araştırmacı, Tahran'ın Nasrallah'ı ‘sahadaki usta’ olarak gördüğünü söyledi.
Lübnan'da ateşkesin ilan edilmesinden neredeyse bir yıl sonra, Lübnan'daki savaşın sonu, Lübnanlı din adamının ifadesiyle, enkazın altında halen yanan közlere bağlı. O, “barışa mahkûm olan Lübnan'ın, aynı zamanda yeni cepheler ve temas hatlarına da mahkûm olduğunu” ifade etti.
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة