Geçtiğimiz hafta Umman Körfezi’ndeki USS Abraham Lincoln uçak gemisinden havalanmaya hazırlanan bir F-18 savaş uçağı (EPA)
ABD Başkanı Doınald Trump, dün yaptığı açıklamada, Washington’ın güçlü bir pozisyonda olduğunu ve olası bir İran-ABD savaşının uzun sürmeyeceğini, çünkü kara birlikleri göndermeyi düşünmediklerini söyledi.
İran Dini Lideri Ali Hamaney ise uygulanan baskının “İran’ın geri çekilmesini sağlamayacağını” vurguladı. Hamaney, ABD’yi “dünyanın en kötüsü” olarak nitelendirdi. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani de Washington’a “yanlış yoldan gittiği” uyarısı yaparak nasihatte bulundu.
Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Genel Komutanı General Hüseyin Selami de Washington’ın DMO komutanlarına yönelik yaptırım kararının ABD’ye ait insansız hava aracının (İHA) düşürülmesine bir tepki olduğunu ve bunun her türlü mantıktan uzak ve anlamsız bir hamle olduğunu kaydetti.
ABD Başkanı Trump, İran’la bir savaş yaşanmamasını umduğunu ancak olası bir savaş durumunda bunun uzun sürmeyeceğini belirtti. Trump dün Fox Business’a verdiği röportajda “İran’a yönelik saldırıyı durdurmaya karar verdim ve çok sayıda İranlının öldürülmesine engel oldum” ifadelerini kullandı. Trump, söz konusu kararı İran’ın ABD’ye ait İHA’yı düşürmesinin ardından vermişti.
İran’la savaşmak istemediğini vurgulayan Trump, muhtemel bir çatışma durumunda ABD askerlerinin pozisyonunun ne olacağına ilişkin bir soruyu şöyle yanıtladı:
“Karaya asker indirmekten söz etmiyorum. Söylemek istediğim, eğer bir şey olursa çok uzun sürmeyeceğidir. Çünkü çok güçlü bir pozisyondayız.”
ABD Başkanı son iki ay boyunca şiddet ile uzlaşı arasında değişen farklı tutumlar sergiledi. Önceki gün yaptığı açıklamada Tahran’ı “Amerikan unsurlarına yapılacak herhangi bir saldırıda bulunması halinde yok ederiz” diyerek tehdit ederken İran'ın geçtiğimiz günlerde ABD’ye ait İHA’yı düşürmesiyle gerginliğin daha da artmasına rağmen son günlerde İran ile büyük güçler arasında daha geniş bir nükleer anlaşma imzalanması için yapılacak müzakerelere açık kapı bıraktı.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo dün Yeni Delhi’de, “India Today” televizyonuna verdiği demeçte “Washington, Tahran'la gerilimi azaltmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Eğer bir savaş yaşanırsa bu İranlıların tercihi olacaktır. Umarım böyle bir tercihte bulunmazlar” diye konuştu.
Trump, İran’a yönelik baskıyı artırmak için benzeri görülmemiş bir hamleyle pazartesi günü Tahran’a, özellikle de İran rejimindeki üst düzey yetkililer ve DMO’nun bazı komutanlarını hedef alan “güçlü” yeni yaptırımlar uygulanması talimatı verdi. Bununla birlikte Beyaz Saray, İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in de bu hafta sonu yaptırımlar listesine dahil edilmesinin planlandığını duyurdu.
İran ise sert açıklamalarını dün de sürdürdü. İran Dini Lideri Ali Hamaney, Beyaz Saray’ın kendisine yaptırımlar uyguladığını duyurmasının ardından yaptığı ilk açıklamada ABD yönetimlerini “dünyanın en kötü hükümetleri” olarak nitelendirdi. İran Devrimi’nin İranlıların başlarına darbe almalarını sona erdirdiğini söyleyen Hamaney, ülkesinin yaptırımlar karşısında geri çekilmeyeceğini vurguladı.
İranlıları 2020’nin mart ayında yapılması planlanan parlamento seçimleri atmosferine hazırlama çabası içerisinde olan Hamaney, ABD’yi İranlıların seçimlere ve devleti destekleyen mitinglere katılmalarını “engellemek” istemekle suçladı. İranlıları hükümet tarafından düzenlenen mitinglere ve seçimlere katılmaya çağıran Hamaney bunun “baskıların İran halkını etkilemediğinin bir göstergesi” olacağını söyledi. Hamaney sözlerini şöyle sürdürdü:
“Seçimler bu yılın sonunda yapılacak. İran halkının, bazıları tarafından empoze edilmeye çalışılan bir takım şüphelere rağmen seçimlere yoğun bir şekilde katılacağını biliyorum.”
Hamaney, ABD’nin müzakere çağrısını da değerlendirdi:
“ABD’nin müzakere önerisi aldatmacadan başka bir şey değildir. Düşman, baskıyla bir sonuca varamayınca İran halkını saf bir millet yerine koyarak, 'İran halkı kalkınmalıdır' diyor. Tabii ki bu millet kalkınacaktır. Ama siz olmadan ve sizin yaklaşmamanız şartıyla.”
Hamaney, üst düzey yargı yetkililerine yaptığı konuşmayı şöyle sürdürdü:
“Eğer müzakerede onun sözünü dinlersen, milleti mahvedecek. Dinlemezsen, siyasi atmosfer oluşturarak propaganda ve baskılarına devam edecek.”
DMO Genel Komutanı General Hüseyin Selami de bu hafta ABD Başkanı Trump tarafından imzalanan yeni yaptırımların, İran’ın ABD’ye ait İHA’nın düşürülmesine karşı bir tepki olduğunu ve Washington’ın çaresizliğini gösterdiğini söyledi. Reuters’ın haberine göre ABD’nin DMO komutanlarına yaptırım uygulamasının İran’ın ustalığı karşısındaki çaresizliklerinin ve öfkelerinin bir göstergesi olduğunu belirten Selami “Bu ağır darbenin ardından Amerikalıların kamuoyu nazarında her türlü mantıktan uzak girişimlerle öfkelerini göstermesi son derece doğal” ifadesini kullandı.
DMO komutanlarını hedef alan yatırımlar ilk kez uygulanırken ABD daha öncede DMO’yu yabancı terör örgütleri listesine eklemişti.
Mehr Haber Ajansı’na konuşan İran Devrim Muhafızları Ordusu Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı Emir Ali Hacızade, ne ABD’nin ne de bir başka ülkenin İran topraklarını ihlal etmeye cesaret edemeyeceğini söyledi. “Savaşın hayaleti ve askeri saldırı” ile ilgili tartışmaların önemini vurgulayan Hacızade, “Bu konuda düşmanın herhangi bir niyeti yok” diye konuştu.
Hacızade, DMO’ya yakın Fars Haber Ajansı’nın aktardığı açıklamalarında da şunları söyledi:
“İHA meselesi, ABD’nin her zaman olduğu gibi uluslararası hukuka olan saygısızlığını ortaya koyarken bölgedeki istikrarlı birlik, İHA’nın düşürülmesi görevini yerine getirdi. Amerikalılar, İranlı liderler ve yetkililerin uyarılarını görmezden gelmenin havalı olduğunu düşünüyorlardı.”
Aynı şekilde İran Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Behruz Kemalvendi dün yaptığı açıklamada İran Atom Enerjisi Kurumu’nun zenginleştirilmiş uranyum üretiminde 300 kilogram sınırının aşılması için verdiği 10 günlük sürenin 27 Haziran’da dolduğunu söyledi.
Bu açıklama, cuma günü İran ile nükleer anlaşmanın tarafları arasında Viyana’da anlaşmanın geleceğini tartışmak üzere yapılacak toplantı öncesinde geldi.
Tahran’ın geçen ay nükleer anlaşmada kalmak için verdiği 60 günlük süreyi duyurmasının ardından anlaşma tarafları söz konusu toplantıyla ilk kez karşı karşıya gelecek. Tahran ayrıca geçen ay birkaç kez, uranyum zenginleştirme oranını yüzde 3,67'den yüzde 5 ile yüzde 20 arasında değişen seviyelere çıkarmayı planladığını duyurmuştu.
İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Arakçi, 15 Haziran’da yaptığı bir açıklamada, Avrupalılara verilen 60 günlük süreyi uzatma niyetleri olmadığını söyledi. Dört gün sonra 19 Haziran’da bir açıklama yapan Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Kemalvendi ise “Nükleer anlaşmanın taraflarına verdiği iki aylık süre uzatılamaz. İkinci adım, zamanlanan gündeme göre atılacak ve gündem yakından takip edilecek” dedi.
Cumhurbaşkanı Ruhani, aynı tarihlerde “nükleer anlaşmanın çökmesinin, bölgenin ve dünyanın yararına olmayacağı” uyarısında bulundu. Ruhani, Avrupa'nın nükleer anlaşmayı kurtarmak için çok az zamanı olduğunu da sözlerine ekledi.
İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani de iki gün önce yaptığı açıklamada ülkesinin nükleer anlaşmadaki taahhütlerinin azaltılmasında ikinci faza 7 Temmuz itibariyle başlayacağını duyurdu. Fransız Haber Ajansı’nın (AFP) haberine göre Şemhani, Tahran'ın 2018'in mayıs ayında ABD’nin tek taraflı olarak nükleer anlaşmadan çekilmesinden bu yana anlaşmayı kurtarmak istediklerini söyleyen Avrupalıların sözlerini yerine getirmesi için sabırsızlıkla beklediğini belirtti.
Diğer yandan Cumhurbaşkanı Ruhani, “nükleer anlaşmayı sürdürmek için yeterli çaba sarf etmedikleri” gerekçesiyle Fransa, İngiltere ve Almanya’yı suçlayıcı açıklamalarına hız verdi. Ruhani anlaşma kapsamındaki taahhütleri yerine getirmenin hem Avrupa’nın hem de Washington'ın çıkarına olduğunu sözlerine ekledi.
Fransız mevkidaşı Emmanuel Macron ile yaptığı telefon görüşmesinin ardından haftalık hükümet toplantısında açıklamalarda bulunan Ruhani, Tahran’ın Avrupalıların nükleer anlaşma konusundaki eylemsizliğine dair yaşadığı hayal kırıklığını yineledi. İran’ın anlaşmada kalmaya devam etmesinin, “Avrupa’nın İran’ın hiçbirine ulaşamadığı ekonomik çıkarlarını sağlayacak sözlerine bağlı olduğunu” vurgulayan Ruhani’nin Macron’a, “İran, anlaşmadan faydalanamazsa anlaşmanın içerdiği taahhütleri sınırlandırır” dediği aktarıldı. Ruhani, telefon görüşmesinde Macron’a ayrıca İran’ın anlaşma ile ilgili yeni müzakerelere hiçbir koşulda girmeyeceğini söyledi.
Ruhani ayrıca İran’ın bölgedeki gerginliği artırmakla ilgilenmediğini ve ABD de dahil olmak üzere hiçbir ülke ile savaş istemediğini de sözlerine ekledi.
Ruhani, dün kabine toplantısında yaptığı konuşmada Amerikalılara hitaben “Seçtiğiniz yol yanlış” dedi. Washington’a bölgedeki gerginliği azaltmak için uzlaşı yoluna dönmesini tavsiye eden Ruhani, “Uzlaşıya dönüş, tüm tarafların çıkarlarını güvence altına almanın en kısa yolu ve aynı zamanda özellikle Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesine İlişkin Antlaşma (NPT) çerçevesinde dünyanın ve bölgenin çıkarlarına olacaktır” şeklinde konuştu.
IRNA haber ajansı, İran Merkez Bankası Başkanı Abdulnasır Hamati’nin, “ABD'nin yaptırımlarına rağmen İran'ın petrol ihracatını artırdığı” şeklindeki açıklamalarını aktardı. Ancak Hamati’nin açıklamaları, Petrol Bakanı Bijen Namdar Zengene’nin geçen hafta İran meclisinde yaptığı konuşmada, “İran artık İran adına petrol satamaz” ifadeleriyle çelişti. Hamati açıklamasında “ABD'nin petrol satışlarını sıfıra düşürme iddiasına rağmen petrol ihracatı artıyor” ifadelerini kullanmıştı.
Suriye güneyi kaynarken İranlı milisler bu durumu nasıl kullanıyor?https://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5215983-suriye-g%C3%BCneyi-kaynarken-i%CC%87ranl%C4%B1-milisler-bu-durumu-nas%C4%B1l-kullan%C4%B1yor
İsrail'in Suriye'nin güneyinde ilhak ettiği Golan Tepeleri sınırına yakın Kuneytra şehrindeki bir gözlem noktasında nöbet tutan Birleşmiş Milletler Ayrılık Gözlem Gücü (UNDOF) mensubu bir asker, 21 Eylül 2025 (AFP)
Suriye güneyi kaynarken İranlı milisler bu durumu nasıl kullanıyor?
İsrail'in Suriye'nin güneyinde ilhak ettiği Golan Tepeleri sınırına yakın Kuneytra şehrindeki bir gözlem noktasında nöbet tutan Birleşmiş Milletler Ayrılık Gözlem Gücü (UNDOF) mensubu bir asker, 21 Eylül 2025 (AFP)
Subhi Franjieh
İsrail'in 28 Kasım Cuma günü sabaha karşı Şam kırsalındaki Beyt Cin köyüne düzenlediği saldırı, geçtiğimiz aralık ayında eski Suriye rejiminin düşmesinden bu yana İsrail'in Suriye'ye yaptığı müdahaleler açısından bir dönüm noktası ve eşi benzeri görülmemiş bir an oldu. Saldırı, İsrail ordusunun Suriye İslami Direniş Cephesi-Uli'l el-Bas adlı örgüte üye olduğunu iddia ettiği kişileri tutuklamaya çalışmasıyla, bölgedeki genç erkeklerle İsrail ordusu arasında çatışma patlak verdi. İsrail, çatışmaya bölgede hava saldırıları düzenleyerek yanıt verdi. Kadınlar ve çocuklar da dahil olmak üzere 13 kişiyi öldürdü, 25 kişiyi de yaraladı.
Çatışma, İsrail'in Suriye topraklarına yaptığı saldırılara karşı Suriyeliler arasında artan halk öfkesinin bir göstergesi olarak dikkati çeken bir gelişme olurken, Washington'ı son günlerde Suriye ve İsrail ile bazı görüşmeler başlatmaya itti. Bu görüşmeler, ABD'nin özel temsilcisi Thomas Barrack'ın Şam'a giderek Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile görüşmesiyle sonuçlandı.
Güney Suriye ile ilgili iç, bölgesel ve uluslararası karmaşıklıklar arttıkça, İran'ın vekilleri, Suriye rejiminin düşüşünden sonra ortaya çıkan, merkezini Suriye'nin güneyine kuran ve burada faaliyet gösteren Uli'l el-Bas’ın üye kazanma girişimleri ve destek yoluyla istikrarsızlıktan yararlanmak için daha fazla çaba sarf ediyorlar.
Örgüt ve İran'ın sınır ötesi milislerine yakın medya kuruluşları, İsrail'in Suriye'ye müdahalesini, Suriye'deki genel havayı değiştirmeye ve Uli'l el-Bas’a üye toplamaya çalışmak için bahane olarak kullanıyor. Al-Majalla'nın elde ettiği bilgilere göre Uli'l el-Bas son aylarda eleman kazanma çabalarını ve silah temin etme girişimlerini yoğunlaştırdı. İşe alım çabaları, esas olarak İranlı milislerin eski üyeleri ile Beşşar Esed rejimi döneminde Suriye'de İran veya Rusya tarafından desteklenen Filistinli grupların üyelerini hedef alıyor. Tüm bunlar, İsrail'in Suriye'nin güneyinde yerini sağlamlaştırırken, önemli bir rol oynadığı kaosu istismar ederek yapılıyor.
Eski Suriye rejiminin düşmesinden bu yana Suriye'nin güneyi, bölgedeki resmi muhalefet güçlerinin yeni Suriye Savunma Bakanlığı'na katıldıklarını açıklamalarıyla başlayan birçok dönüşüm geçirdi.
Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre İsrail'in Suriye'ye yönelik saldırıları yeni boyutlara ulaşarak Suriye'nin öfkesini kışkırttı. Bunun sonucunda Beyt Cin'de meydana gelen çatışma ve Suriye'nin Kuneytra vilayetinde bazı bölgelerde meydana gelen çatışmalarda görüldü.
İsrail devriyeleri bazen bazı köylerde geçici askeri kontrol noktaları kurarak yoldan geçenleri arıyor ve kimlik belgelerini istiyor. Bu durum, son birkaç gün içinde ve kasım ayı boyunca birden fazla bölgede, özellikle de es-Semadaniye eş-Şarkiyye yakınlarındaki bölgelerde, Kuneytra kırsalındaki Ruveyhina köyünde, güneydeki Ma'riya köyünde, Rafid beldesinde ve Rasm el-Katta'da yaşandı. Yermuk Havzası'ndaki Cemle ve Saysun beldeleri çevresindeki tarım alanları, Tel Ahmer çevresi ve diğer bölgeler de İsrail topçuları tarafından bombalandı. A Majalla, bölgede gerçekleştirilen saldırıların niteliğini tespit edemedi. Bazı durumlarda, bu güçler bu bölgelerdeki Suriyelileri tutukluyor veya bölge ve belirli kişiler hakkında bilgi karşılığında sivillere yardım sağlamak için çaresiz girişimlerde bulunuyor.
İşgal altındaki Golan Tepeleri'ndeki Dürzi köyü Mecdel Şems yakınlarında Suriye sınırındaki çit boyunca devriye gezen İsrail askerleri, 23 Temmuz 2025 (AFP)
Bu saldırı, tutuklama ve hedef gösterme eylemlerinin yanı sıra, İsrail, Şam ile Suveyda'daki gruplar arasında müzakereleri ve bir anlaşmaya varma olasılığını zorlaştırmada da önemli bir rol oynuyor. Bu durum, İsrail'in Suriye'deki Dürzileri korumak bahanesiyle doğrudan ve siyasi müdahalesi yoluyla gerçekleşiyor. İsrail, bu durumu karmaşıklaştırarak, Suriye hükümetinin işgal altındaki Golan Tepeleri'ni İsrail toprağı olarak tanımasını ve diğer şartları içeren bir ‘barış anlaşmasının’ yanı sıra başka kazanımlar da elde etmeye çalışıyor. Ancak Suriye hükümeti, böyle bir anlaşmanın Suriye Arap Cumhuriyeti'nin güvenliğini ve toprak bütünlüğünü zedeleyeceğini düşünüyor.
Karmaşık bir siyasi ve askeri tablo
Eski Suriye rejiminin düşüşünden bu yana, ülkenin güneyi birçok dönüşüm geçirdi. Bu değişikliklerin ilki, güneydeki resmi muhalefet güçlerinin, Tümgeneral Murhaf Ebu Kasra liderliğindeki yeni Suriye Savunma Bakanlığı'na katıldıklarını açıklamalarıydı. Bunu, güneydeki güvenlik güçlerinin yeniden yapılandırılması ve 4. Tümen ve İran destekli milisleri tarafından yürütülen uyuşturucu üretimi ve kaçakçılığıyla mücadele operasyonlarının yoğunlaştırılması izledi. Bu çabalar ve dönüşümler keskin kavşaklar yaşadı. Bunların başında Suveyda'daki gerginlikler ve Suriye'deki Dürzilerin ruhani lideri Şeyh Hikmet el-Hicri ile bazı askeri grupların Suriye hükümetini tanımayı reddetmesi oldu. Bu gelişme, geçtiğimiz temmuz ayında iki taraf arasında kanlı çatışmalara yol açtı. İsrail ordusu, Suriye'deki Dürzileri korumak bahanesiyle Suriye'nin başkenti Şam'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve Genelkurmay binası çevresini bombaladı.
İsrail, arabuluculuğu kabul etmeye -en azından şimdilik- hiç istekli görünmüyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu buna 19 Kasım Çarşamba günü Suriye'deki tampon bölgeyi ziyaret ederek karşılık verdi.
Suriye'nin güneyi geçtiğimiz temmuz ayından bu yana birkaç karmaşık iç faktörle boğuşuyor. Suriye hükümeti, bölgede kontrolü sağlamak için tüm güçlerini ve kapasitesini kullanamıyor ve Suveyda'daki gruplar daha organize hale gelerek askeri konseye sorun yaratıyor. Bir yandan İsrail güçleri, yeni bölgelere ilerleyip tutuklamalar yapıyor, diğer taraftan DEAŞ Yermuk Havzası bölgesinde nüfuzunu yeniden kazanmaya çalışırken İran bağlantılı milisler, direniş bahanesiyle bölgedeki ağlarını yeniden kurmaya ve örgütlemeye çabalıyor.
Suriye hükümeti ile İsrail tarafı arasında, Türkiye ve ABD'nin koordinasyonunda Suriye toprakları dışında birkaç toplantı gerçekleştirildi ve birçok Arap arabulucu güney sorununu çözmek için devreye girdi. Suriye hükümeti, Suriye ile İsrail arasındaki güvenlik anlaşmasını yeniden yürürlüğe koymaya açık olsa da İsrail tarafı, yarattığı gerçeklik göz önüne alındığında, bir güvenlik anlaşmasına ilgi duymuyor ve barış anlaşması ve Suriye'nin Golan Tepeleri'ni İsrail toprağı olarak tanıması da dahil olmak üzere diğer hükümler gibi daha büyük kazanımlar peşinde. Suriye hükümeti, İsrail ile bir güvenlik anlaşması imzalamaya hazır olduğunu ve Suriye'nin İsrail dahil bölgedeki hiçbir ülkeyi tehdit etmek için bir platform olmayacağını defalarca teyit etmiş olduğundan, bunu kabul etmeye istekli görünmüyor. İsrail ile ilişkilerini daha ileriye götürme niyeti olduğuna dair bir sinyal de vermedi.
Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Şam'da ortak basın toplantısı düzenledi, 16 Eylül 2025 (AFP)
Arap ve bölgesel arabuluculuk çabaları ve ABD'nin Suriye hükümetine güney sorununu çözmek için İsrail'e baskı yapma sözü vermesiyle birlikte, Rusya da siyasi boşluğu ve mevcut çıkmazı fırsat bilerek bu mücadeleye katıldı ve iki taraf arasındaki gerilimi azaltmak için potansiyel bir arabulucu olarak kendini önerdi. Rusya’nın öne sürdüğü öneriler arasında güney Suriye’de gözlem noktaları kurulması ve güney Suriye’de devriye gezileri düzenlenmesi yer alıyordu. Son günlerde Rusya Savunma Bakan Yardımcısı Yunus Bek Yevkurov başkanlığındaki bir Rus askeri ve güvenlik heyeti 16 Kasım Pazar günü Şam'ı ziyaret etti ve Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra ile Suriye’nin güneyi dosyası ve Suriye-Rusya ortak periyodik görüşmeleri Dera ile kuzey ve güney kırsal bölgeleri, Maalaka beldesinin güneyindeki Safra Kışlası, Ebu Derviş Şirketi ve Cemle, Kuveya ve Ma'riya beldeleri dahil genel olarak Yermuk Havzası Kuneytra'nın çeşitli bölgelerinde gerçekleşti.
Suriye hükümeti güneyde yeni bir gerçeklik yaratmak ve İsrail'in çözülmesini istediği sorunları çözmek için uluslararası baskıyı artırmak istedi.
İsrail, arabuluculuğu kabul etmeye -en azından şimdilik- hiç istekli görünmüyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu buna 19 Kasım Çarşamba günü Suriye'deki tampon bölgeyi ziyaret ederek karşılık verdi.
Netanyahu, ziyareti sırasında İsrailli askerlere şöyle seslendi:
“Burada savunma ve saldırı yeteneklerimize, Dürzi müttefiklerimizi korumaya ve her şeyden önce İsrail’i ve Golan Tepeleri'nin karşısındaki kuzey sınırlarını korumaya büyük önem veriyoruz.”
Ziyaret, İsrail Yayın Kurumu'nun İsrail ile Suriye arasında güvenlik anlaşması müzakerelerinin çıkmaza girdiğini ve İsrail tarafının herhangi bir çekilmeden önce ‘kapsamlı bir barış anlaşmasının’ imzalanmasında ısrar ettiğini, ‘güvenlik anlaşması’ ile yetinmeyi reddettiğini duyurmasıyla aynı zamana denk geldi. Suriye hükümeti ise Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan bir açıklamayla ziyareti kınadı ve bunu ‘Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) ilgili kararlarına aykırı bir fiili durum dayatma girişimi’ olarak nitelendirerek ‘İsrail işgalinin tüm Suriye topraklarından çekilmesini’ talep etti. Suriye, İsrail'in güneydeki eylemlerinin ‘geçersiz ve uluslararası hukuk açısından hiçbir hukuki geçerliliği olmadığını’ belirtti.
Suriye'nin güneyindeki karmaşık durumun ortasında, Suriye'deki Uli'l el-Bas, mevcut durumu istismar etmek için askere alma çabalarını yoğunlaştırıyor ve Suriye hükümetini şeytanlaştıran söylemler yayıyor.
Beyt Cin köyünde meydana gelen son olay, İsrail'in güney Suriye'deki davranışlarının giderek daha tehlikeli hale geldiğini ve devam etmesi halinde kontrolden çıkarak halkın öfkesini tetikleyebileceğini gösteriyor. İsrail merkezli haber sitesi Walla’ya göre burada yaşanan şiddetli çatışmada ilk kez İsrail ordusu kayıplar verdi. Walla, İsrail ordusunun Beyt Cin'de yaşananları bir pusu olarak değerlendirdiğini ve üst düzey İsrail ordusu yetkililerinin operasyonun gerçekleşmeden önce sızıntı olasılığını araştırdığını bildirdi. Suriye Dışişleri Bakanlığı, bu saldırıyı ‘Suriye'nin egemenliği ve toprak bütünlüğüne yönelik ciddi bir ihlal’ olarak nitelendirerek kınadı. Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilci Yardımcısı Necat Ruşdi de bu saldırıyı ‘Suriye'nin toprak bütünlüğü ve egemenliğine yönelik ciddi ve kabul edilemez bir ihlal’ olarak nitelendirdi ve kınadı. BMGK, 2 Aralık Salı günü, İsrail'in Suriye'ye yaptığı ve sivillerin ölümüne ve yaralanmasına neden olan son saldırıyı kınayan Arap ülkeleri arasında, İsrail'in Suriye'nin Golan Tepeleri'nden 4 Haziran 1967 sınırına kadar tamamen çekilmesini talep eden bir karar aldı.
Washington ise Beyt Cin'deki tehlikeli gelişmelerin ardından hızlı hareket etti. ABD'nin Şam Büyükelçisi Barrack, 1 Aralık Pazartesi günü Suriye'nin başkentini ziyaret etti. Burada Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ve Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ile bir araya gelerek Suriye ile İsrail arasındaki ilişkiler ve gerginliğin azaltılması gibi çeşitli konuları görüştü. Aynı gün, ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu telefonla bir görüşme gerçekleştirdi. Trump görüşmede, Suriye ile İsrail arasındaki gerginliğin azaltılması gerektiğini vurguladı. Washington artık İsrail'in Suriye politikasının oluşturduğu tehlikenin farkında. Basında yer alan haberlere göre ABD çevrelerinde Beyt Cin'de yaşananların başka bölgelerde de tekrarlanabileceği ve Washington'ın Suriye'deki çıkarları için daha tehlikeli boyutlara ulaşabileceği endişesi hakim. Beyt Cin'de yaşananların tekrarlanması, güneyde ciddi güvenlik açıkları yaratarak istikrarı tehdit edebilir, Suriye hükümetinin ve uluslararası toplumun Suriye'de istikrarı sağlama çabalarını engelleyebilir ve İran'a bölgedeki güvenlik kırılganlığı içinde hareket etme fırsatı verebilir.
Şam'ın merkezinde bayraklar ve pankartlarla Beşşar Esed rejiminin düşüşünü kutlayan Suriyeliler, 28 Kasım 2025 (AFP)
Washington’ın Suriye’deki istikrara verdiği destek, ABD, Suriye, Arap ve bölge ülkeleri için birçok bölgesel ve uluslararası kazanım sağlıyor ve İran'ın kayıplarını derinleştiriyor. ABD Başkanı Trump'ın sosyal medya platformu Truth Social'daki paylaşımı da bunun yansıtıyordu. Söz konusu paylaşımda Trump, “İsrail'in Suriye ile güçlü ve samimi bir diyalog sürdürmesi ve Suriye'nin müreffeh bir ülkeye dönüşmesini engelleyecek hiçbir şeyin olmaması çok önemli” ifadelerini kullandı.
Trump, ABD'nin Suriye'de elde edilen sonuçlardan memnun olduğunu vurguladı. Bu açıklama, İsrail'in Suriye'deki baskısı ve askeri politikaları karşısında Suriye hükümetini destekleyen bir tutum olarak görülebilir.
ABD'nin Netanyahu üzerindeki baskısı, İsrail Başbakanı’nın 2 Aralık Salı günü yaralı İsrailli askerleri ziyaret ettiği sırada yaptığı açıklamada açıkça ortaya çıktı. Netanyahu, Tel Aviv'in Şam'dan Hermon (Şeyh) Dağı'nın girişleri ve zirvesi dahil olmak üzere tampon bölgeye kadar uzanan, askerden arındırılmış bir tampon bölge oluşturulmasını beklediğini söyledi. İsrail Başbakanı, ‘iyi niyetle’ Suriye ve İsrail'in bir anlaşmaya varabileceğini, ancak ‘her durumda ilkelerimize bağlı kalacağımızı’ da ekledi. Netanyahu'nun açıklamasından saatler sonra, helikopterleri Beyt Cin hava sahasına girdi.
Örgüte üye kazanma ve yeniden konumlandırma
Suriye'nin güneyindeki karmaşık durum devam ederken Uli'l el-Bas mevcut durumu kendi lehine kullanmak için eleman kazanma çabalarını yoğunlaştırırken ağları ve hücreleri aracılığıyla Suriye hükümetini şeytanlaştıran söylemler yayıyor. Uli'l el-Bas Sözcüsü Ebu el-Kasım, 8 Kasım'da yaptığı bir açıklamada, İsrail'e ve ‘Suriye'yi başkalarına teslim eden ve daha fazla ihlal ve bölünmeye yol açan ilişkiler kuran’ Suriye hükümeti üyelerine direnme bahanesiyle sivillerin sempatisini kazanmak ve onları saflarına çekmek için bu çabaları sürdürdüklerini belirtti.
Suveyda ise Suveydalı gruplar ile Suriye hükümeti arasındaki gerilimi kullanan birçok silah ve uyuşturucu kaçakçısının saklandığı bir yer olması nedeniyle kritik bir faktör olmaya devam ediyor.
Al-Majalla'nın edindiği bilgilere göre Uli'l el-Bas, Esed rejiminin düşmesinden önce Suriye'nin güneyinde İran destekli milisler ve Hizbullah ile bağlantılı olan el-Hadi Tugayı, 313. Tugay ve diğer grupların eski liderlerini ve üyelerini kendi saflarına çekmeye çalışıyor.
Onlara aylık maaş ödeneceğini vaat ediyor ve Uli'l el-Bas’ın ‘Suriye hükümeti değil, İsrail'e direnecek olan grup olduğu’ gerekçesiyle onlarla tekrar çalışmaya ikna etmeye çabalıyor. Güneydeki birkaç yerel kaynak, Uli'l el-Bas'ın faaliyet gösterdiği bölgelerin, Suriye'nin güneyinde, Dera'nın doğusunda, Suriye-İsrail sınırına yakın bölgeler ve el-Lecat bölgesinde el-Hadi Tugayı ve 313. Tugay'ın eski etki alanları olduğunu söyledi. Bunun yanında Uli'l el-Bas, Filistinliler arasından İran yanlısı milis grupların eski üyelerini kendi saflarına çekmeye çalışıyor ve bu kişilerin, davanın İsrail ile yüzleşmekle ilgili olması nedeniyle duygusal olarak etkilenebileceklerine inanıyor.
Öte yandan Suriye hükümeti, iç güvenlik kanadı aracılığıyla güneyde birkaç değişiklik yaptı ve Esed rejiminin düşüşünden önce bölgedeki İran destekli milislerin faaliyetleri ile liderleri ve takipçileri hakkında bilgi sahibi olan yeni liderleri dosyayı yönetmek üzere atadı. Hükümet ayrıca, İsrail'in müdahaleleri sonucunda güneydeki sınırlı imkanlarıyla bu grubu çökertmek üzere harekete geçti. Geçtiğimiz kasım ayında, grubun liderlerinden birini tutuklayan Suriye hükümeti, grubun planlarını ve dağıtım ağını ortaya çıkarmak için soruşturmalar halen devam ediyor. İç güvenlik güçleri, Yine güvenlik operasyonları kapsamında ekim ayı sonlarında Dera kırsalındaki İzra beldesi yakınlarındaki Karfa beldesinde düzenlenen bir operasyonda Hizbullah’a bağlı bir lideri tutukladı.
Suveyda’nın batısındaki Bedevi kabilelerinden iki silahlı unsur, 19 Temmuz 2025 (AFP)
Öte yandan bir-iki tutuklamanın örgütü çökertmek için yeterli olması pek olası görünmüyor. Bunun birkaç nedeni var. Bunların başında ise DAEŞ gibi İran destekli grupların hızlı bir şekilde uyum sağlayıp yeniden konumlanabilme yeteneklerine sahip olmaları geliyor. Ayrıca, güneydeki güvenlik durumu ve yaşanan karmaşıklıklar, Suriye hükümetinin bu örgütün ve bölgedeki destekçilerinin peşine düşme kabiliyetini sınırlıyor. Bunun yanında Suveyda, Suveydalı gruplar ile Suriye hükümeti arasındaki gerilimi kullanarak birçok silah ve uyuşturucu kaçakçısının saklandığı bir yer olması nedeniyle kritik bir faktör olmaya devam ediyor. Uli'l el-Bas, bu kişilerden silah satın alabilir ve onlar aracılığıyla bölgedeki operasyonları için bir tedarik zinciri bulabilir. Kuneytra ve Dera kırsalındaki birden fazla sivil kaynak, dergiye sivillerin genellikle İran'la bağlantılı milislerin varlığına karşı çıktıklarını söyledi. Bu milislerin ‘büyük tehlike oluşturduğuna’ inandıklarını ifade eden kaynaklara göre bu gruplar tarafından yürütülen herhangi bir operasyon, İsrail'e bombalama veya daha geniş çaplı saldırılar yoluyla güneyi hedef almak için bahane verebilir. Bu toplumsal reddedilme, Suriye hükümeti için bir fırsat olmakla birlikte, güneydeki karmaşık durum ve Suriye hükümetinin bölgedeki sınırlı hareket kabiliyeti, bu havayı değerlendirmek için engel teşkil ediyor. Hakim olan atmosferde bir değişiklik olması olası görünmese de İsrail'in saldırıları ve müdahalelerinin, İsrail’e öfkeli bazı sivillerin algılarını değiştireceği ihtimali göz ardı edilemez.
Uli'l el-Bas, Suriye rejiminin düşüşünden sonra birkaç aşamada kuruldu.
Dürzileri korumak ve güneydeki düşman gruplarla savaşmak iddiasında olan İsrail, onlara saldırılar ve tutuklamalar yoluyla genişleme, yeniden konumlanma ve nüfuzlarını geri kazanma fırsatı yaratıyor. İsrail'in bu davranışının yansımaları, Suriye'de istikrarı sağlama yönündeki uluslararası çabalar için yeni ve daha tehlikeli bir hal alıyor ve Trump'ın Ortadoğu'daki savaşları sona erdirme ve barış planını uygulama hedeflerini tehdit ediyor. Suriye'nin güneyinde İran ve Hizbullah’a bağlı hücrelerin varlığı bir sorun olsa da İsrail'in askeri müdahalesi ve güney bölgesini izole etme girişimleri başka bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. İsrail'in davranışı bu hücrelere daha fazla fırsat tanıyor ve onlarla mücadeleye veya İran’ın Suriye’deki nüfuzunun kalıntılarını sona erdirmeye yardımcı olmuyor.
Uli'l el-Bas hakkında ne biliyoruz?
Suriye İslami Direniş Cephesi-Uli’l el-Bas, Suriye rejiminin düşüşünden sonra birkaç aşamada kuruldu. Ocak ayında, direnişi sürdürmeyi hedeflediğini iddia eden ‘Güney Kurtuluş Cephesi’ adlı bir örgütün kurulduğu duyuruldu. Bunu şubat ayı başlarında Suriye'de bir direniş cephesi olarak Uli'l el-Bas'ın kurulması izledi ve aynı ay içinde, Suriye'nin güneyinde iki liderinin öldürüldüğü duyuruldu.
Örgüt, geçtiğimiz mart ayında, Suriye İslami Direniş Cephesi-Uli’l el-Bas olarak tanındı ve İran haber ağlarının yanı sıra İran destekli milislere bağlı medya kuruluşları tarafından memnuniyetle karşılandı. Uli’l el-Bas, Suriye hükümetini ve Batı ve Washington'a açılımını şeytanlaştırmak için medyada oldukça aktif bir rol oynadı.
Uli'l el-Bas, 11 Mayıs'ta bir açıklama yayınladı. Açıklamada şu ifadeler yer aldı:
“İsrail işgalci varlığıyla meşruiyet iddiasında bulunan bir hükümetin yürüttüğü gizli veya açık görüşmeleri en şiddetli şekilde reddediyor ve kınıyoruz.”
Cumhurbaşkanı Şara’nın Başkan Trump ile 15 Mayıs’taki görüşmesinden bir gün sonra Uli'l el-Bas, ‘ABD yönetimi ve müttefikleri tarafından teşvik edilen, kuşatma altındaki Suriye halkına uygulanan haksız yaptırımları kısmen kaldırmak ve karşılığında Siyonist işgalci varlıkla ilişkilerin normalleşmesini amaçlayan şüpheli anlaşmayı’ kınayan bir başka açıklama yayınladı.
Şam kırsalındaki Yebrud'da iç güvenlik güçleri, Lübnan'a mayın kaçırma girişimini engellerken olaya karışan dört kişiyi tutukladı (SANA)
Uli'l el-Bas, temmuz ayında, Dera'nın Neva bölgesinde İsrail'in düzenlediği bir operasyonda örgüt liderlerinden Muhammed Bedran'ın öldürülmesiyle büyük bir darbe aldı.
Uli'l el-Bas’ın açıklamalarına göre 1973 yılında Suriye'nin Cable bölgesinde doğan Uli'l el-Bas'ın üst düzey liderlerinden Tuğgeneral Muhammed Bedran Ebu Ali’nin ölümü, örgütün yapısını ve işleyişini etkilemiş gibi görünüyor. Zira bu gelişme, Uli’l el-Bas’ı bir konferans düzenlemeye ve idari yapısını yeniden yapılandırmaya itti.
Temmuz ayında düzenlenen konferansta yapılan açıklamaya göre Uli'l el-Bas lideri Ebu Cihad Rıza el-Huseyin Muhammed Bedran’ın yerine yardımcılığı görevine Tuğgeneral Munzir Vennus’u getirdi. Örgütte, askeri kanadın liderliğine Tuğgeneral Ahmed Cadallah, Siyasi Büro Başkanlığına Dr. Tarık Hammad, Güvenlik ve İstihbarat Bürosu Başkanlığına Tuğgeneral Ebu Mucahid, Seferberlik ve Örgütlenme Departmanı Başkanlığına Albay Haşim Ebu Şuayb, Halkla İlişkiler Genel Sekreterliğine ise Dr. Abbas el-Ahmad getirildi.
*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.
Barış anlaşması töreni öncesi USIP’a Trump damgasıhttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5215969-bar%C4%B1%C5%9F-anla%C5%9Fmas%C4%B1-t%C3%B6reni-%C3%B6ncesi-usip%E2%80%99-trump-damgas%C4%B1
Barış anlaşması töreni öncesi USIP’a Trump damgası
Donald Trump'ın adı ABD Barış Enstitüsü binasının üzerine yazıldı. (ABD Dışişleri Bakanlığı’nın X hesabı)
ABD’nin başkenti Washington’da bulunan ABD Barış Enstitüsü (USIP) binasının dış cephesine dün Donald J. Trump ismi yazıldı. Bu adlandırma, yarın yapılacak ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti ile Ruanda arasında imzalanacak barış anlaşması töreninden bir gün önce gerçekleşti.
ABD Dışişleri Bakanlığı X hesabından yaptığı paylaşımda, “Bu sabah USIP’ın adını ülkemizin tarihindeki en büyük müzakereci onuruna yeniden adlandırdık. USIP’e hoş geldiniz” ifadesini kullandı. Paylaşımının altında bir fotoğraf da yer aldı.
1984 yılında -Başkan Ronald Reagan döneminde- kurulan bu enstitü, aynı zamanda Trump’ın ikinci döneminin ilk aylarında lağvetmeyi planladığı ve birçok yöneticisini görevden almak istediği kuruluştu.
Kongre tarafından fonlanan bu bağımsız kuruluş, uluslararası çatışmaların önlenmesi ve çözülmesi amacıyla çalışmalar yürütüyor. Enstitü, yılbaşına kadar uluslararası konular üzerine çalışan uzman araştırmacılara ev sahipliği yapıyordu; tıpkı diğer akademik araştırma kurumları gibi.
Barış anlaşmasının, Washington şehir merkezindeki bu enstitünün merkezinde, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ile Ruanda arasında imzalanması planlanıyor. Törene Donald Trump ile iki ülkenin liderleri Felix Tshisekedi ve Paul Kagame’nin de katılması bekleniyor.
Trump, Gazze Şeridi’nden Hindistan-Pakistan gerilimine ve Kamboçya ile Tayland arasındaki ihtilafa kadar dünyanın birçok bölgesindeki çatışmaları sona erdirmeye yönelik çabaları nedeniyle Nobel Barış Ödülü’nü hak ettiğini savunuyor.
Avrupalıların yarısından fazlası Rusya ile savaş ihtimalini yüksek görüyorhttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5215938-avrupal%C4%B1lar%C4%B1n-yar%C4%B1s%C4%B1ndan-fazlas%C4%B1-rusya-ile-sava%C5%9F-ihtimalini-y%C3%BCksek-g%C3%B6r%C3%BCyor
Avrupalıların yarısından fazlası Rusya ile savaş ihtimalini yüksek görüyor
Rus tankları ve askeri araçları (Reuters)
Avrupa’da yaşayan çok sayıda kişi, Rusya ile savaş çıkma riskinin yüksek olduğuna inanıyor. Bu sonuç, Fransız Le Grand Continent dergisinin bugün yayımladığı bir anketle ortaya çıktı.
Ankete, Avrupa Birliği’nin (AB) 9 ülkesinden toplam 9 bin 553 kişi katıldı. Katılımcıların yarısından fazlası (yüzde 51), önümüzdeki yıllarda ülkeleri ile Rusya arasında savaş çıkma olasılığını ‘yüksek’ veya ‘çok yüksek’ olarak değerlendiriyor.
Anketin yapıldığı ülkeler arasında Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, Polonya, Portekiz, Hırvatistan, Belçika ve Hollanda bulunuyor. Her ülkede binin üzerinde kişiyle görüşülerek kapsamlı bir örneklem oluşturuldu.
Kasım ayı sonunda Cluster 17 platformu, Fransız Le Grand Continent dergisi için vatandaşlara şu soruyu yöneltti: “Sizce önümüzdeki yıllarda Rusya, ülkenizle savaşabilir mi?”
Anket sonuçları, açık bir çatışma riskine dair algının ülkeden ülkeye farklılık gösterdiğini ortaya koydu.
Rusya ve müttefiki Belarus’a komşu olan Polonya’da katılımcıların yüzde 77’si bu riski ‘yüksek’ veya ‘çok yüksek’ olarak değerlendirdi. Fransa’da bu oran yüzde 54, Almanya’da ise yüzde 51 oldu. Buna karşılık, İtalya’da ankete katılanların yüzde 65’i riski ‘düşük’ veya ‘hiç yok’ olarak gördü.
Aynı ankete göre, katılımcıların büyük çoğunluğu (yüzde 81) önümüzdeki yıllarda Çin ile savaş çıkacağına inanmadıklarını belirtti.
Anket ayrıca, katılımcıların ülkelerinin Moskova’ya karşı askeri kapasitesine dair şüphelerini de ortaya koydu. Katılımcıların üçte ikisinden fazlası (yüzde 69), ülkelerinin Rus saldırısına karşı ‘hiçbir şekilde’ veya ‘büyük ölçüde’ savunma yapamayacağını düşündüğünü söyledi.
Fransa, listede nükleer silahlara sahip tek ülke olarak öne çıkarken, Fransız katılımcıların yüzde 44’ü ülkenin ‘bir dereceye kadar’ veya ‘makul ölçüde’ kendini savunabileceğini belirtti. Buna karşılık Belçika, İtalya ve Portekiz’de katılımcıların ezici çoğunluğu (sırasıyla yüzde 87, yüzde 85 ve yüzde 85) ülkelerinin savunma kapasitesine sahip olmadığını ifade etti.
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة