Tunus’ta yolsuzlukla mücadele siyasi bir kart mı?

Tunus Başbakanı Yusuf Şahid’in kullandığı “Yolsuzlukla tarafsızlık olmaz” sloganı ne anlama geliyor? (Tunus Başbakanlık Sayfası)
Tunus Başbakanı Yusuf Şahid’in kullandığı “Yolsuzlukla tarafsızlık olmaz” sloganı ne anlama geliyor? (Tunus Başbakanlık Sayfası)
TT

Tunus’ta yolsuzlukla mücadele siyasi bir kart mı?

Tunus Başbakanı Yusuf Şahid’in kullandığı “Yolsuzlukla tarafsızlık olmaz” sloganı ne anlama geliyor? (Tunus Başbakanlık Sayfası)
Tunus Başbakanı Yusuf Şahid’in kullandığı “Yolsuzlukla tarafsızlık olmaz” sloganı ne anlama geliyor? (Tunus Başbakanlık Sayfası)

“Yolsuzlukla tarafsızlık olmaz.” Tunus Başbakanı Yusuf Şahid’in yolsuzlukla mücadele kampanyasının başlamasından bu yana vurguladığı cümle. Ancak yolsuzluğun yayılması ve özellikle de siyasi rakiplere karşı yolsuzluk dosyalarıyla ilgili olarak Şahid’e yöneltilen “seçmecilik” suçlamaları, söz konusu kampanyaya dair birçok soru işaretine yol açtı.
Durum, birçok tepkiye neden olurken, ekonomik ve finansal yargıdaki genel savcılık da kara para aklama da dahil olmak üzere Nebil ve Gazi el-Karavi kardeşlere birtakım suçlamalar yöneltti.
Nebil el-Karavi; “Tunus’un Kalbi” isimli partinin kurucusu ve “derneklerdeki faaliyetleri ve sahibi olduğu televizyon kanalı Nesma aracılığıyla yapılan siyasi propagandalar” sebebiyle adaylığını yasaklayan bir kararname yayınlanmadan önce cumhurbaşkanlığı adayı.
Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia kaynaklı haberine göre Tunus’ta ekonomik ve finansal yargı tarafından yayınlanan bir bildiride, dosyadan sorumlu soruşturma hakiminin Karavi kardeşler konusunda ihtiyati tedbirlerin onayladığı açıklandı. Tedbirlerin, 28 Haziran 2019 tarihinden bu yana seyahat etme yasağı ve mal varlığını dondurmayla ilgili olduğu ifade edildi.
Tunus’ta yolsuzlukla mücadele alanında faaliyet gösteren “Ben Uyanığım” kuruluşu, Gazi ve Nebil el-Karavi’nin Fas’ta, Cezayir’de ve Lüksemburg’da sahip oldukları şirketleri kullanarak, kara para akladığı şüphesiyle 14 Mart 2014 tarihinde ekonomik ve finansal yargıya şikayette bulundu.
Bir dizi siyasi çevre ve sivil toplum kuruluşu da bu şikayeti memnuniyetle karşılarken durumu, istismarcı ve bozgunculara sert bir darbe vurma yönünde bir adım olarak niteledi.
“Ben Uyanığım” kuruluşu, bu kararla vatandaşların hukukun üstünlüğüne ve yargının bağımsızlığına olan güveninin artacağını ve cezasızlık zihniyetini bozacağını vurguladı.
Kamuoyunu meşgul etme
Nebil el-Karavi’nin başkanlığındaki Tunus’un Kalbi partisi, verdiği ilk tepkide, ekonomik ve finansal yargının yayınladığı “Karavi kardeşlerin seyahat özgürlüğünü yasaklama ve mal varlığını doldurma” kararının, ulusal ve uluslararası kamuoyunu meşgul etmek için bir süreç olduğunu ifade etti. Parti, kararı “partiyi ve başkanını telaşlandırmak, artan popülaritesini etkilemek için umutsuz bir girişim” olarak niteledi.
Açıklamada, yargı kararının 27 Haziran 2019 tarihinde yaşananlardan kaynaklanan bir “dikkat dağıtma” süreci olduğu belirtilirken Tunusluların, askeri yargının, yaşananlara ilişkin derhal soruşturma başlatmasını beklediği vurgulandı.
Gelecek seçimlere dair kamuoyu anketlerinde öne çıkan bir parti olan Tunus’un Kalbi, “Bu karar, Nebil el-Karavi’nin itibarını sarsmak ve partiyi bozmak isteyen başarısız bir girişimin parçasıdır” ifadelerini kullandı.
Parti, başkanının mal varlığının dondurulması kararının ardından “yargıya ve çeşitli devlet kuruluşlarına güvendiğine” dikkati çekerken, tarafsızlıklarını koruma, adil değerlere, demokrasi ruhuna ve anayasaya uyma çağrısında bulundu.
Özelleştirilmiş meseleler
Yusuf Şahid’in yolsuzluğa karşı kampanya başlatmasının üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen Tunus, Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2018 yılı için 180 ülkeyi kapsayan Yolsuzluk Algılama Endeksi’nde yalnızca 1 puan alarak 73. sıraya yerleşti.
Bu çalışma, Tunus’un ortalama bir derecede ilerleme kaydettiğini ortaya koydu. Öyle ki 2017 yılında 100’ün üzerinde 42 puan, 2018 yılında da 43 puan aldı.
Tunus’taki Ulusal Kurumlar Konfederasyonu girişimiyle yürütülen yeni bir çalışmaya göre ise küçük ve orta ölçekli işletmelerdeki yöneticilerin yüzde 59’u, rüşvet ödenmemesi halinde çalışmaların rahatlamayacağını belirtti. Küçük ve orta ölçekli işletmelerdeki yöneticilerin yüzde 62’si de yolsuzluk oranının 2017 yılına kıyasla arttığını vurguladı.
Yargı kararının destekleniyor olmasına rağmen, bu meselenin ortaya koyulmasında gecikme yaşandığını düşünenler de var. Bu bağlamda şüpheler, Başbakan Yusuf Şahid ve hükümet ekibi etrafında toplanırken bazı kesimler, Şahid ve hükümetinin meseleyi rakiplerine karşı ve destekçilerine yakınlaşmak için kullandığını iddia etti.
Nebil el-Karavi’nin mal varlıklarının dondurulması kararının ardından Tunus Sendikalar Birliği Genel Sekreteri Nureddin el-Tabubi, “4 yıldır, bu meselelerin askıya alınmadan çözümlenmesini umuyordum” değerlendirmesinde bulundu. Tabubi, “Demokrasi düğününü bozmamak için bu dosyaların özelleştirilmemesi gerekiyor” dedi.
İslamcılar ve Şahid arasında uzlaşı
Gazeteci ve siyasi analist olan Yusuf el-Vaslati, “Yolsuzlukla savaş, sona erdi” dedi. Vaslati, yaptığı açıklamada “Şahid’in iktidara gelmesinden bu yana değindiği yolsuzlukla savaşta herhangi bir şey görmedim” ifadelerini kullandı. “Başlangıçtan beri yolsuzluk, Tunus Nida Partisi liderlerinden ve Başbakan ile kişisel çatışma içerisinde olan iş adamı Şefik Ceraya ile sınırlandırıldı. Kişisel hesapların tasfiyesi gibi Ceraya, özellikle de Yusuf Şahid’e karşı Cumhurbaşkanın ve oğlunun safında yer aldı” şeklinde konuştu.
Vaslati, “Şahid’in yolsuzluğa karşı savaşı, güvenilirlikten yoksun olduğunu kanıtladı. Başarısızlığının nesnel sebepleri var. Çünkü mevcut lobiler, iktidar parti içerisindeler ve bu savaşı durdurmak için şiddetle baskı yapıyorlar. Aynı şekilde hükümet ekibinin, yolsuzlukla suçlanan unsurları içerdiği de kanıtlandı” dedi.
Yusuf el-Vaslati, “Bugün, ilk olarak kamuoyu anketlerinin seçimlerde ileri düzeye yerleştirdiği ve kazandığını belirttiği tarafların hariç tutulduğu seçim yasasını değiştirerek, son olarak da yolsuzluk meselelerini talepler uyarınca onlara karşı harekete geçirerek, hesapların tasfiyesinin bir başka aşamasına tanık oluyoruz” ifadelerini kullandı.
Vaslati ayrıca, “Nahda ve Yusuf Şahid arasında, rakipleri ortadan kaldırmak ve siyasi sahneyi bir sonraki aşamada paylaşmak için bir anlaşma var. Bu hipotez, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Nahda’yı Yusuf Şahid’i şiddetle desteklemeye yöneltiyor” dedi.



UNICEF: 2025, açlık ve savaş nedeniyle milyonlarca çocuk için en kötü yıl oldu

Bir hayır kurumunun Han Yunus'taki aşevinden sıcak yemek almak için bekleyen Filistinli kız çocuğu (Reuters)
Bir hayır kurumunun Han Yunus'taki aşevinden sıcak yemek almak için bekleyen Filistinli kız çocuğu (Reuters)
TT

UNICEF: 2025, açlık ve savaş nedeniyle milyonlarca çocuk için en kötü yıl oldu

Bir hayır kurumunun Han Yunus'taki aşevinden sıcak yemek almak için bekleyen Filistinli kız çocuğu (Reuters)
Bir hayır kurumunun Han Yunus'taki aşevinden sıcak yemek almak için bekleyen Filistinli kız çocuğu (Reuters)

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), 2025 yılında açlık, savaş ve hastalıkların milyonlarca çocuğun hayatını etkilediğini açıkladı.

UNICEF’in yıllık raporuna (2025) göre, Ukrayna ve Sudan gibi çatışma bölgelerindeki çocuklar her gün ölüm riskiyle karşı karşıya bulunuyor.

UNICEF'in Almanya sorumlusu Christian Schneider, geçen ay Ukrayna’daki aileleri ziyaret ettiğini belirterek, “Savaş bölgelerindeki çocuklar, hak ettikleri bir çocukluk yaşamaktan tamamen uzak” dedi.

Şarku’l Avsat’ın Alman haber ajansı DPA’dan aktardığına göre Schneider, çocukların yaşamlarının gece gündüz korku içinde geçtiğini, pek çoğunun depresyon, uyku bozuklukları ve büyüme geriliği yaşadığını bildirdi. Schneider ayrıca, Ukrayna’da okulların ve oyun alanlarının sürekli bombardımana maruz kaldığını vurguladı.

UNICEF, Sudan ve Gazze Şeridi’nde bir yıl içinde iki ülkede de kıtlık yaşandığını ilk kez kaydetti. Kuruluş, her iki durumda da kıtlığın savaş ve çatışmalar nedeniyle insan kaynaklı olduğunu belirtti.

gr
Yetersiz beslenme sorunu yaşayan iki yaşındaki bir Filistinli çocuk (AFP)

Sudan’ın Darfur bölgesinde 2024 ve 2025 yıllarında kıtlık gözlemlenirken, Gazze Şeridi’nde 2025 yazında savaş ve abluka nedeniyle yardım ulaştırılamayan bazı bölgelerde kıtlık ilan edildi. Şu anda resmi olarak kıtlık olmasa da durum hâlâ kritik; bölgede 100 bin çocuk ciddi gıda güvensizliğiyle karşı karşıya bulunuyor.

Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde ise bu yılın ilk dokuz ayında çocuklara yönelik 35 binden fazla cinsel şiddet vakası kaydedildi. Ülke ayrıca son 25 yılın en ciddi kolera salgınıyla mücadele ediyor.

Schneider, “Çocukların açlık ve yoksulluk içinde olması, bizi şaşırtan doğal bir felaket değil; küresel politikalarımızın ve toplumlarımızın çocuklara karşı ciddi bir başarısızlığını yansıtıyor” dedi. Schneider, çocukların bu çatışmalardan tamamen masum olmalarına rağmen bedelini en ağır şekilde ödediklerini vurguladı.

scdfg
Sudan'ın Güney Kordofan eyaletinde bulunan Ummu’r Rahme Hastanesi'nin çocuk koğuşunda ciddi derecede yetersiz beslenen çocuğunu kucağında taşıyan bir anne (Reuters)

UNICEF, kriz ve çatışma bölgelerindeki çocuk sayısının daha önce hiç bu kadar yüksek olmadığını belirtti. Kuruluşa göre, her beş çocuktan biri bu koşullarda yaşıyor; bu oran, 1990’ların ortalarındaki sayının neredeyse iki katına tekabül ediyor.

Birleşmiş Milletler (BM) ayrıca çocuk haklarının ciddi ihlalleri ve insani yardım çalışanlarına yönelik saldırılarda rekor seviyeye ulaşıldığını açıkladı. 2024 yılında 41 bin 370 ağır ihlal belgelendi; bu, bir önceki yıla göre yüzde 25 artış anlamına geliyor. 2025 verileri henüz açıklanmadı, ancak UNICEF mevcut krizler ışığında iyileşme beklemiyor.

UNICEF, etkili yardım programlarının, en zor koşullarda bile hayat kurtarmada ve çocuklara daha iyi bir gelecek sunmada başarılı olduğunu vurguladı. Kuruluş, 2026’nın da büyük zorluklar barındıracağını belirterek, çocukları korumak için tüm çabalarını sürdürmeye devam edeceğini duyurdu.


Hizbullah'tan silahlarını İsrail’e değil Lübnan devletine teslim etmesi isteniyor

Mercuyun bölgesinde kimlik kontrolü yapan Lübnan askerleri (Reuters)
Mercuyun bölgesinde kimlik kontrolü yapan Lübnan askerleri (Reuters)
TT

Hizbullah'tan silahlarını İsrail’e değil Lübnan devletine teslim etmesi isteniyor

Mercuyun bölgesinde kimlik kontrolü yapan Lübnan askerleri (Reuters)
Mercuyun bölgesinde kimlik kontrolü yapan Lübnan askerleri (Reuters)

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım’ın silah bırakmayı reddetmesi ve Lübnan yönetimini, silahların ABD ve İsrail lehine toplanmak istendiği suçlamasıyla hedef alması, bir dizi soruyu gündeme getirdi. Bu soruların başında, Kasım’ın açıklamalarını ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında yapılması beklenen zirvenin arifesinde yapmasının nedeni geliyor. Netanyahu’nun, Hizbullah’ın askeri kapasitesini yeniden kazandığı gerekçesiyle Trump’ı savaşı genişletmeye ikna etmeye çalıştığı bir dönemde gelen bu çıkışın, İran’a siyasi destek sağlamak amacıyla Beyaz Saray’a mesaj iletmeyi hedefleyip hedeflemediği de tartışılıyor. Bu değerlendirmeler, Washington’un Tahran’la müzakerelere yeniden dönülebileceğine dair imalarına paralel olarak yapılıyor. Kasım’ın tutumunun iç siyasete yansımaları da dikkat çekiyor. Açıklamalar, Litani Nehri’nin güneyinde ordunun ilk aşamadaki konuşlanmasını değerlendirecek ‘mekanizma’ komitesinin (Ateşkesi Denetleme Komitesi) toplantısı yaklaşırken geldi. İsrail’in sınır hattındaki bazı tepeleri işgal etmeyi sürdürmesi nedeniyle bu konuşlanma henüz uluslararası sınıra kadar tamamlanabilmiş değil.

Öte yandan Bakanlar Kurulu’nun, yeni yılın ilk haftasının sonunda, Genelkurmay Başkanı Rudolf Heykel’in Litani’nin güneyinde birinci aşama kapsamında yapılanlara ilişkin raporunu ele almak üzere toplanmaya hazırlandığı bildiriliyor. Bu çerçevede, bakanlık kaynakları Şarku’l Avsat’a yaptıkları açıklamada, ordunun ikinci aşamada Litani’nin kuzeyinden el-Evveli hattına kadar yayılmasının, Bakanlar Kurulu’nun Heykel’in raporuna vereceği değerlendirmeye bağlı olduğunu belirtti. Kaynaklar, Lübnan’ın, ateşkes anlaşmasının Fransa ile birlikte garantörü olan ABD’den, eş zamanlı adımların uygulanmasına ilişkin verdiği taahhütleri yerine getirmesini talep etmeyi sürdürdüğünü, ancak Netanyahu’nun iş birliği yapmayı reddetmesi üzerine Washington’un tutumunda geri adım attığını ifade etti. Kaynaklar, Başbakan Nevvaf Selam’ın ikinci aşamaya geçiş hazırlıklarının yapıldığını açıklamasına rağmen, uygulamaya ilişkin net bir takvim vermemesinin, kararın Heykel’in raporu ışığında Bakanlar Kurulu’na ait olmasından kaynaklandığını vurguladı. Bu yaklaşımın, Trump’ın Netanyahu ile yapacağı görüşme öncesinde Beyaz Saray’a iletilmek istenen bir mesaj taşıdığı; mesajda Lübnan’ın silahların tek elde toplanmasına yönelik aşamalı plana bağlılığının teyit edildiği kaydedildi. Kaynaklar ayrıca, Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın Lübnan’ı savaş ihtimalinden uzak tutmayı başarmasının tesadüf olmadığını, bunun başta ABD yönetimiyle yürüttüğü temasların bir sonucu olduğunu belirtti. Bu durumun, Trump’ın Netanyahu üzerinde baskı kurarak savaşı genişletme yönündeki eğilimlerini frenleyebileceğine dair bir beklentiye işaret ettiği ifade edildi.

yu
İsrail’e ait bir insansız hava aracı (İHA) tarafından hedef alınan bir otomobilin yakınında bulunan Lübnan askerleri (EPA)

Ancak kaynaklar şu soruları da gündeme getirdi: “Kasım, ABD-İsrail zirvesinin sonuçlanmasını bekleyip ortaya çıkacak tabloya göre pozisyon almak yerine neden acele etti? Neden siyasi söylemin dozunu yükselterek, silahların tek elde toplanmasını talep ettiği için devleti ABD ve İsrail adına hareket etmekle suçlayarak süreci erkenden tüketti? Bu tutumunu açıklamadan önce, Cumhurbaşkanı Avn’a sahip olduğu endişe ve kaygıları, doğrudan iletişim olmadığı için, aralıklı diyalog yürüttüğü Direnişe Vefa Bloğu Başkanı Milletvekili Muhammed Raad aracılığıyla iletti mi?” Kaynaklar ayrıca Kasım’a, “Artık hiçbir şey vermeyeceğim” sözleriyle neyi kastettiğini de sordu. “Daha fazla taviz için siyasi bir bedel mi istiyor? Oysa özellikle Litani’nin güneyinde atılan adımlar, en azından Lübnan tarafı açısından ateşkesin sağlanmasına yol açtı. Bu düzenlemeler Hizbullah’ın ısrarı üzerine kabul edildi ve Hizbullah, müttefiki Meclis Başkanı Nebih Berri’ye yetki vererek, o dönemde ABD’li arabulucu Amos Hochstein ile varılan mutabakata onay verdi; herhangi bir hoşnutsuzluk da dile getirmedi. Peki şimdi devleti, İsrail ve ABD lehine çalışmakla suçlayarak niyetler üzerinden yargılamak mı istiyor? Oysa kendisinden istenen, Lübnan’a ilişkin uluslararası kararları ve Taif Anlaşması’nı desteklemesiyle uyumlu biçimde silahlarını devlete devretmesidir; kimse ondan bunu İsrail ya da ABD’nin yararına yapmasını talep etmemiştir.”

Diğer yandan siyasi kaynaklar, Kasım’ın suçlamalarına yanıt olarak, eldeki bilgilere göre devletin ‘Hizbullah’tan silahlarını İsrail ve ABD’ye teslim etmesini istemediğini, aksine Hizbullah’tan elinde kalan silahları devlete bırakmasının talep edildiğini’ vurguladı. Bunun amacının, yalnızca Ateşkesi Denetleme Komitesi ile sınırlı kalmayan ve Washington’a uzanan müzakerelerde Lübnan’ın elini güçlendirmek olduğu belirtildi. Zira ABD’nin, Tel Aviv’i ateşkesin uygulanmasına zorlamayı taahhüt ettiği, bunun da Hizbullah’ın askerî kapasitesini yeniden kazandığı iddiasıyla savaşın genişletilmesine gerekçe oluşturulmasının önüne geçmeyi hedeflediği ifade edildi. Kaynaklar, Hizbullah’ın silahlarını devlete teslim etmesi halinde, İsrail’in Mayıs 2000’de Güney Lübnan’dan çekilmesinin ardından uygulanması gereken ve yasa dışı silahların toplanmasını öngören 1701 sayılı Birleşmiş Milletler (BM) kararına verdiği desteği de fiilen yerine getirmiş olacağını kaydetti. Siyasi kaynaklar şu soruyu yöneltti: “Hizbullah, silahlarını elinde tutarken, devletin tüm topraklarda egemenliğini tesis etmesini öngören 1701 sayılı kararı; silahlı grupların silahsızlandırılmasını içeren 1559 sayılı kararı ve Lübnan-Suriye sınırının kara ve denizden denetlenmesi ile kaçakçılığın önlenmesini hedefleyen 1680 sayılı kararı desteklediğini nasıl iddia edebilir?”

dfvgh
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Reuters)

Kaynaklar, Kasım’ı eleştirirken, “Kasım’ın devleti suçlamak yerine hükümetteki iki bakanını geri çekmesi gerekirdi; zira zıt çıkarların tek çatı altında bir arada bulunması uygun değil. Oysa Kasım’ın suçlamaları, kabine açıklamasına ve özellikle devletin silah tekelini öngören maddelere onay vermesiyle çelişiyor. Daha sonra ise hükümete karşı tavır aldı” değerlendirmesinde bulundu. Kasım’ın gerilimi artırıcı tutumuyla devleti zor durumda bıraktığını vurgulayan kaynaklar şu ifadeleri kullandı: “Önceki bir açıklamasında Kuzey Filistin’deki yerleşimcilere silahlarının sadece kendini savunma amacı taşıdığını ve saldırı amacı gütmediğini güvence olarak vermişti. Peki bu durumda askerî kapasitesini yeniden kazanmasının yönü nereye olacak? Netanyahu’ya bahane sağlamak zorunda mıydı?” Ayrıca, Lübnan’ın Kasım’ın bu tutumları nedeniyle ‘maddi ve insani maliyeti ölçülemez bir bedel ödediği’ belirtildi. Bunun, Hizbullah’ın Gazze’ye tek başına destek vermesinden kaynaklandığı ve hükümetin, saldırının Lübnan’da yarattığı etkileri gidermeye çalıştığı kaydedildi. Öte yandan hükümetin, yıkılan köylerin yeniden inşasının, silahların devlete teslim edilmesi koşuluna bağlandığı ifade edildi. Bu durum, ordunun desteklenmesi amacıyla uluslararası konferansın hızlandırılmasının önünde bir engel olarak gösterildi. Kaynaklar, Paris’te yapılan hazırlık toplantısında konferansın önümüzdeki şubat ayında yapılmasının planlandığını, ancak zaman ve yerin silahların tek elde toplanması koşuluna bağlı olduğunu belirtti. Kasım’ın, devlete destek vermek yerine fırsatı kaçırarak, Washington ile müzakerelerde Lübnan’ın elini güçlendirecek desteği sağlamadığı ifade edildi. Popülist tavrının, siyasi bir bedel arayarak hem yerel hem de uluslararası alanda herhangi bir fayda sağlamayacağı; istikrarın sağlanması için silahların devlete tesliminin zorunlu olduğu vurgulandı. Kaynaklar ayrıca, Kasım’ın hükümet ve muhaliflerle çatışmaya girmesinin siyasi bir macera olabileceğini ve vaat edilen yardımlar sağlanmadığı sürece Şii kamuoyunu tatmin edemeyeceğini kaydetti.


İsrail’in Somaliland’da askeri üs kurma girişiminin ardından Mısır’ın muhtemel seçenekleri neler?

İsrail’in Somaliland’da askeri üs kurma girişiminin ardından Mısır’ın muhtemel seçenekleri neler?
TT

İsrail’in Somaliland’da askeri üs kurma girişiminin ardından Mısır’ın muhtemel seçenekleri neler?

İsrail’in Somaliland’da askeri üs kurma girişiminin ardından Mısır’ın muhtemel seçenekleri neler?

Binyamin Netanyahu hükümeti, iç siyasi krizlerden kaçmak amacıyla bölgesel cephelerde gerilimi tırmandırma yarışına girerken, son dönemde Afrika Boynuzu’nda, özellikle de Somaliland’da İsrail kaynaklı “tehlikeli” olarak nitelendirilen hamleler dikkat çekiyor.

Somaliland’da bir İsrail askeri üssü kurulması ihtimali, Mısır ve Arap dünyasının ulusal güvenliğini yeni bir stratejik sınavla karşı karşıya bırakıyor. Kızıldeniz’in girişine yönelik herhangi bir müdahalenin “kırmızı çizgi” olduğu yönündeki resmî ve hukuki uyarılar, bu tür bir adımın bölgeyi daha önce gündeme gelmemiş askerî seçeneklere sürükleyebileceğine işaret ediyor.

Şarku’l Avsat Al Arabiya’dan aktardığı habere göre Askerî tabloyu ayrıntılı biçimde analiz eden Harp Akademileri Yüksek Askerî Çalışmalar Akademisi’nden öğretim üyesi Tümgeneral Usame Mahmud Kebir, yaptığı açıklamalarda, Netanyahu’nun hükümetinin dağılmasını önlemek için siyasi ve askerî gerilimi canlı tutmaya çalıştığını belirtti.

Kebir’e göre İsrail’in uluslararası hukuku ihlal ederek Somaliland’ı bağımsız bir devlet olarak tanıması, üç temel jeostratejik hedefe dayanıyor:

  • Birincisi, Husileri yakın mesafeden tehdit edebilecek bir askerî üs kurmak;
  • İkincisi, Somali’deki Türk çıkarlarını hedef almak;
  • Üçüncüsü ve en tehlikelisi ise Kızıldeniz’in girişindeki deniz trafiğini kontrol ederek Mısır’a baskı uygulamak. Bu durumun Süveyş Kanalı gelirlerini olumsuz etkileyeceğini ve Etiyopya’nın Nahda Barajı dosyasında Kahire’ye karşı siyasi koz kazanmasına hizmet edeceğini vurguladı.

Mısırlı askerî uzman, Kahire’nin bu girişimleri diplomatik olarak derhal kınadığını, ancak İsrail’in fiilen askerî üs inşasına başlaması halinde sürecin “daha etkili bir aşamaya” evrilebileceğini ifade etti. Kebir, Mısır’ın ulusal güvenliğini ve stratejik kazanımlarını koruyacak yeterli araç ve düzenlemelere sahip olduğunun altını çizdi.

Hukuki ve uluslararası boyuta ilişkin değerlendirmede bulunan uluslararası hukuk profesörü Dr. Muhammed Mahmud Mehran ise, İsrail’in bu adımda ısrar etmesinin “stratejik kırmızı çizginin aşılması” anlamına geleceğini söyledi. Mehran, Al Arabiya.net ve Al Hadath.net’e yaptığı açıklamada, Mısır’ın yalnızca diplomatik seçeneklerle yetinme lüksüne sahip olmadığını; Birleşmiş Milletler Şartı’nın 51. maddesi uyarınca önleyici savunma tedbirleri alma yükümlülüğü doğacağını dile getirdi.

Mehran ayrıca, Somali’nin meşru hükümetiyle Mogadişu’da imzalanan ortak savunma anlaşmaları çerçevesinde Mısır’ın halihazırda bölgede askerî varlık bulundurmasının, Kahire’ye “hukuki ve sahadaki araçlar” sağladığını ve bu sayede gayrimeşru üs kurma girişimlerinin engellenebileceğini belirtti.

Coğrafi mesafenin Mısır Silahlı Kuvvetleri için caydırıcı bir unsur olmayacağını vurgulayan Mehran, Babülmendep’teki hayati çıkarların korunmasının mümkün olduğunu ifade etti.

Mehran, değerlendirmesini şu sözlerle tamamladı: Somaliland’da herhangi bir İsrail askerî varlığı Mısır tarafından tek başına karşılanmayacak; bu adım, 1950 tarihli Arap Ortak Savunma Sistemi ile de karşı karşıya kalacak. Söz konusu sistem, Arap ülkelerini varoluşsal tehditlere karşı ortak hareket etmeye zorunlu kılıyor.