İran’ın ensesindeki ABD tehdidi ve istihbarat savaşı

Bir İranlı, dün Tahran’da bir camideki Cuma namazı sırasında ‘Amerika’ya Ölüm’ yazılı bir bayrak taşırken (Reuters)
Bir İranlı, dün Tahran’da bir camideki Cuma namazı sırasında ‘Amerika’ya Ölüm’ yazılı bir bayrak taşırken (Reuters)
TT

İran’ın ensesindeki ABD tehdidi ve istihbarat savaşı

Bir İranlı, dün Tahran’da bir camideki Cuma namazı sırasında ‘Amerika’ya Ölüm’ yazılı bir bayrak taşırken (Reuters)
Bir İranlı, dün Tahran’da bir camideki Cuma namazı sırasında ‘Amerika’ya Ölüm’ yazılı bir bayrak taşırken (Reuters)

İran, geçtiğimiz ay İran Devrim Muhafızları’na (DMO) bağlı istihbarat teşkilâtına dair yeni bir karar aldı. Teşkilâtın yurtdışında ABD’ye odaklanan faaliyet alanının genişletilmesine ilişkin karar, ‘kapsamlı bir istihbarat savaşına’ girildiği anlamını taşıyor.
DMO, Stratejik İstihbarat Müdürlüğü’nün, teşkilâtın genişletilmiş misyonunun bileşenlerinden biri olarak DMO İstihbarat Teşkilâtı şemsiyesi altına girdiğine vurgu yaptı.
Resmî İran kanalları, geçtiğimiz 18 Mayıs’ta, DMO İstihbarat Teşkilâtı Başkanı Hüseyin Tayyib’in görevine devam ettiğini, daha önce DMO Stratejik İstihbarat Müdürlüğü’nün başında olan Hasan Mahacgi’nin ise başkan yardımcısı olarak atandığını duyurdu. Karara göre önceki yardımcı Hasan Necat ise, DMO Sosyal ve Kültürel İşler Başkanlığı yardımcılığına getirildi.
İran’da devrimin yapıldığı 1979 yılından bu yana DMO istihbarat topluluğu, bir dizi değişikliğe uğrayarak Resmî İstihbarat Bakanlığı aleyhine daha fazla güç kazandı. İran İslam Devrimi'nin siyasi, hukuki ve ruhani lideri Ayetullah Humeyni’nin ülkenin yönetim dizginlerini ele almasından sonra DMO İstihbarat ve Soruşturma Birimi, ülkenin istihbarat faaliyetlerinin baş sorumlusu oldu. 1980 yılında DMO, Irak-İran Savaşı’ndan ötürü askerî istihbarat alanında faaliyet alanını genişletti. Daha sonra, 1983 yılında DMO’ya bağlı iç güvenlik birimlerinden İstihbarat Bakanlığı oluşturuldu. Bu bakanlık daha sonra dış operasyon görevleri üstlendi. Sonra DMO’ya bağlı istihbarat biriminin adı İstihbarat Müdürlüğü olarak değiştirildi.
İran suikastları
İstihbarat Bakanlığı, Hizbullah ve Devrim Muhafızları ile işbirliği içinde, bir dizi suikastın gerçekleştirilmesinde kilit bir rol oynadı ve 80’li ve 90’lı yıllar arasındaki dönemde yurtdışında yaklaşık 60 operasyon gerçekleştirdi.
Savaşın ardından yaklaşık 1990 yılında İran, DMO’ya bağlı dış operasyon birimi olarak Kudüs Gücü’nü kurdu. Yeni kurulan bu yapı, sıra dışı askerî operasyonlar gerçekleştirmek ve yurtdışındaki radikal ve silahlı gruplarla olan ilişkileri güçlendirmekten sorumlu. Bu yeni gücün üyeleri arasında İstihbarat Müdürlüğü ve Ramazan Üssü’nün kıdemli subayları da bulunuyordu. Sözü edilen Ramazan Üssü, Irak-İran Savaşı sırasında ‘düşman hatları ardında’ özel operasyonlar planlama ve yönetmenin yanı sıra Irak rejimine muhalif isyancıları destekleme faaliyeti de yürüten bir merkezdir.
Ilımlı Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’nin seçilmesi ve 1999 yılında düşünürler, entelektüeller ve rejim muhaliflerine uygulanan yoğun suikast eylemlerinin ortaya çıkmasından sonra “Yüce Rehber” Ali Hamaney, İstihbarat Bakanlığı’na güvensizlik duyarak Devrim Muhafızları İstihbarat Müdürlüğünü paralel bir istihbarat bakanlığı seviyesine çıkardı. 2005-2006 yılları arasında ise DMO Strateji Merkezi’nin rahminden Stratejik İstihbarat Müdürlüğü doğdu. 2009 seçimlerinden sonra patlak veren protestoların ardından İranlı yetkililer, protestoları önleme konusundaki başarısızlığından dolayı İstihbarat Bakanlığı’nı eleştirerek bakanlık içerisindeki belirgin bölünmeleri söz konusu ettiler. Bunun sonucunda istihbarat subaylarına yönelik bir temizlik operasyonu gerçekleşti. İslam Cumhuriyeti, DMO İstihbarat Müdürlüğü’nü bir teşkilât düzeyine yükseltme kararı alarak bütçesini ve faaliyet alanını genişletti. Devrim Muhafızları İstihbarat Teşkilâtının faaliyetleri temelde karşı istihbarata ve iç güvenliğe odaklandı.
Bu cümleden olarak Kudüs Gücü, İstihbarat Bakanlığı aleyhinde daha fazla önem kazandı. 2010 yılı başlarında nükleer programına yönelik ABD ve İsrail saldırılarına karşılık olarak İran Kudüs Gücü, 400 Birliği adı ile bilinen kendisine özgü dış operasyon ekibi kurdu. Bu birlik, Lübnanlı Hizbullah ve Filistinli İslamî Cihat örgütleri ile 2010 yılı başlarında ABD ve İsrail hedeflerine yönelik gerçekleştirdikleri bir dizi saldırıda oldukça düşük başarı oranları elde etti.
İran’ın istihbarat hedefinde ABD var
Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami, DMO’nun özellikle ABD’ye odaklanarak görev alanının genişletildiğine işaret etti. DMO Komutanı ve Yardımcısına görev takdimi töreninde konuşma yapan Selami, DMO İstihbarat Teşkilâtının yurtdışı istihbaratına yönelik faaliyet alanını genişleteceğini, teşkilâtın çalışma alanının tüm rejim, İslam Devrimi ve İran’a yönelik tehdit coğrafyası olacağını ifade etti. Konuşmasının devamında, “Biz bugün Amerika’ya karşı kapsamlı bir istihbarat savaşı içerisindeyiz. Bu ortam, psikolojik ve elektronik operasyonların, askerî harekâtların, kamu diplomasisinin ve korku yayma eylemlerinin birleşimini kapsar” ifadeleri kullanan Selami’ye göre Devrim Muhafızlarının, istihbarat ve ABD’nin davranışlarını analiz etmekten bir an bile vazgeçmemesi gerekiyor. Selami, başarı ölçüsünü ise şu sözlerle belirledi: “İstihbarat savaşında düşmanı yenebiliriz. Düşmanın güç kullanma isteğinin önünü alırsak bu, onun gücünün yönünü değiştirme konusunda başarılı olduğumuz anlamına gelir.”
Stratejik İstihbarat Müdürlüğü’nün DMO İstihbarat Teşkilâtına katılması, epey yankı uyandırdı. Devrim Muhafızları ile bağlantılı basın, bu birleştirme eyleminin, Hasan Mahacgi’nin DMO İstihbarat Teşkilâtının yeni yardımcısı olarak atanması ile eş zamanlı uygulamalardan biri olduğunu belirtti. Muhtemeldir ki bu birleştirme adımı, mevcut rekabeti sınırlandırmak ve istihbarat birimlerini yeni görevleri yerine getirmek adına daha iyi bir şekilde düzenlemek için atıldı. Bununla beraber birtakım sürtüşmelerin baş göstermesi uzak bir ihtimal değil. Nitekim Hasan Mahacgi, alışkanlık üzere Muhafız subaylarını beraberinde İstihbarat Teşkilâtına götürüyor. Stratejik İstihbarat Müdürlüğü hakkında kamuya açık pek fazla bilgi bulunmamakla birlikte DMO’ya bağlı raporlar, Müdürlüğün faaliyetlerini, General Selami’nin DMO’nun karşılaştığı karmaşık ve çok yönlü ortama dair açıklaması ile ilişkilendirdi. Bu durum, Müdürlüğün görevinin, stratejik istihbarat kavramının genel tarifini kapsadığına işaret ediyor. Yani operasyonel ve taktiksel tarzlarla ulusal düzeyde mevcut olan tehditleri belirlemek.
ABD’nin adımına İran’dan karşı hamle
DMO İstihbarat Teşkilâtının izlenen yaklaşıma odaklanması ve yurtdışındaki faaliyet portföyünü genişletmekle birlikte daha önemli istihbarat görevlerini üstlenmesi söz konusu olabilir. Teşkilâtın, DMO’da ABD’yi hedef alan böylesi faaliyetlerin düzenlenmesinde daha büyük bir rol oynaması mümkün. DMO’nun İslam Cumhuriyeti’nin güvenlik ve askerî kararlar ayağı üzerindeki egemenliğine bakılırsa DMO İstihbarat Teşkilâtının, İran’ın yurtdışında izlediği politikaları desteklemek bakımından daha merkezî bir rol oynayacağı söylenebilir.
DMO İstihbarat yapısındaki son değişikliklere ABD’den gelen olası tehditler yol açtı. 2017 yılında Amerikan basını, Merkezi İstihbarat Teşkilâtının (CIA) İran’a dair kaynak ve bilgi toplamak adına İran misyon merkezi kurduğunu belirtti. General Selami, DMO’nun ABD’ye karşı açık bir istihbarat savaşı içerisinde olduğu düşüncesini dile getirirken oldukça netti. Bu durum, DMO’nun, kendisine uygulanan baskının miktarını hissettiğini gösterir. DMO İstihbarat Teşkilâtının yeniden yapılanması ayrıca, DMO’nun ABD tarafından yabancı terör örgütleri listesine dahil edilmesinden sonra gerçekleşiyor. General Selami’nin General Muhammed Ali Caferi’nin yerine almasındaki sebep de buydu. Nitekim General Caferi, ABD’ye doğrudan tehditler savurdu. Bu tehditlerden biri de ABD’nin İran’a yaklaşık 1000 kilometre mesafedeki askerî üslerini boşaltması gerekeceği yönündeydi. Bu durum, tehdide arka çıkma ve destek çıkmaya yönelmesi halinde Tahran’ı, ABD’ye karşı doğrudan askerî çatışmaya girme tehlikeleri ile dolu bir duruma düşürdü.
DMO İstihbarat Teşkilâtının görevlerinin, İran İstihbarat Bakanlığı görevleri ile iç içe geçmesi, bunun da yetki karışıklığı ve aralarında kayda değer bir rekabete yol açması mümkün. General Selami’nin geçtiğimiz Mayıs ayında İstihbarat Bakanlığı ile DMO İstihbarat Teşkilâtı arasında bir toplantı düzenlemesinin sebebi de muhtemelen mevcut ve önceki rekabet haliydi. Selami, toplantı konuşmasında bu iki büyük teşkilâtın, İran rejiminin gözlerini temsil ettiğini ve birbirinin mütemmim cüzü olduğunu söyledi. DMO İstihbarat Teşkilâtının sahip olduğu üstünlük göz önünde bulundurulduğunda iki kurumun yurtdışındaki ortak eylemlerinin bir işbirliği içerisinde olması muhtemel.
Başarısızlıklar ve etkileri
İstihbarat Bakanlığı son zamanlarda birçok başarısız operasyonda yer aldı ki bu durumun, DMO İstihbarat Teşkilâtının rolünü güçlendirme kararı üzerinde de bariz bir etkisi oldu. 2018 yılında Arnavutluk, Danimarka ve Fransa’daki yetkililer, komplo veya casusluk suçlamaları ile İran İstihbarat Bakanlığı’nda çalışan ajanları ya tutukladı ya da ülkeden kovdu. Söz konusu operasyonlardan en bilineni ise Paris yakınlarında rejime yönelik bir muhalefet topluluğunun hedef alınması idi. Aynı şekilde Hollandalı yetkililer de, 2015 yılında İran’ın birine suikast uygulamak için iki suçludan yardım istediği sonucuna vardıktan sonra İranlı iki diplomatı sınır dışı etti. Yetkililer, suçlulardan yardım isteyen kurumun adını zikretmedi. Daha sonraki tutuklama operasyonları, görevlerin yerine getirilmesinde dış kaynakların yardımına başvurulduğu konusuna daha fazla ışık tuttu. Bu durum, 80’li ve 90’lı yıllar arasındaki dönemde yurtdışında gerek yürütme gerekse de desteklemede çoğunlukla Hizbullah ajanları kullanılarak yapılan yaklaşık 60 suikast operasyonu ile karşılaştırıldığında Bakanlığın gücünde belirgin bir gerilemeyi gözler önüne serdi.
DMO İstihbarat Teşkilâtı, her ne kadar rekabet ihtimalini artırsa da bilhassa ABD hedefleri konusunda görevlerin birbiri ile bağlantısı ölçüsünde Kudüs Gücü ile birlikte çalışabilir. Belirtmekte fayda var ki 2010 yılı başlarında birtakım başarısızlıklara imza atan Kudüs Gücü’nün Almanya’da şüpheli ajanları yetkililer tarafından tutuklanırken Orta Afrika Cumhuriyeti’nde de bir hücresi ortaya çıkarıldı. DMO İstihbarat Teşkilâtının operasyonlarda Kudüs Gücü’ne mi dayanacağı yoksa kendisine özgü dış operasyon birimi oluşturmaya mı başvuracağı henüz belli değil.
DMO İstihbarat Teşkilâtının görev alanının genişletilmesi, İran Devrim Muhafızlarının İslam Cumhuriyeti’ndeki istihbarat topluluğuna egemen olduğunu gösterdi. Hâlihazırdaki çabalar, İran’ın ABD’ye karşı asimetrik istihbarat hamlesini genişletme konusundaki özenini ve açık hedefin ABD’yi İran’a karşı askerî güç kullanmaktan men etmek olduğunu yansıtıyor.



Bazıları Trump'ın kendisi tarafından yazılmış... Beyaz Saray'daki Amerikan başkanlarının fotoğraflarına yapılan alaycı yorumlar

Başkanların portrelerinin altına yeni levhalar asıldı. (AP)
Başkanların portrelerinin altına yeni levhalar asıldı. (AP)
TT

Bazıları Trump'ın kendisi tarafından yazılmış... Beyaz Saray'daki Amerikan başkanlarının fotoğraflarına yapılan alaycı yorumlar

Başkanların portrelerinin altına yeni levhalar asıldı. (AP)
Başkanların portrelerinin altına yeni levhalar asıldı. (AP)

ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, Beyaz Saray’daki Başkanlık Şöhret Yolu’nda önceki başkanların fotoğraflarının altına, eski başkanları alaycı bir dille eleştiren yeni levhalar yerleştirdi. Levhalarda Joe Biden, Barack Obama ve George W. Bush hedef alındı.

Şarku’l Avsat’ın Sky News’ten aktardığına göre, levhalardan birinde Joe Biden için, “Uyuyan Joe şüphesiz ABD tarihinin en kötü başkanıydı” ifadesi yer aldı. Bu ifadenin Trump’ın kendisi tarafından yazıldığı düşünülüyor.

s
Eski Başkan Joe Biden'ın levhası (Reuters)

Yazıda, Biden’ın kazandığı seçimler ‘tarihin en yolsuz seçimi’ olarak nitelendiriliyor. Ayrıca Biden’ın ‘otomatik imza cihazını eşi benzeri görülmemiş şekilde kullandığı’ iddia ediliyor.

Başkanlık Şöhret Yolu’nda her eski ABD başkanının fotoğrafı veya portresi yer alıyor; ancak Biden’ın fotoğrafı yerine, eski başkanın önemli kararları imzalamak, af kararları dahil olmak üzere belgeleri onaylamak için kullandığı bir ‘otomatik imza cihazının’ görseli konuldu.

sdfgr
Başkanlık Şöhret Yolu'nda Biden'ın fotoğrafının yerine ‘otomatik imza cihazı’ resmi yerleştirildi. (AP)

Trump, Biden’ın başkanlık döneminin sonunda zihinsel olarak tam kapasiteyle görev yapmadığını defalarca iddia etmiş ve çalışanlarının onun adına kararlar alarak otomatik imza cihazını kullanarak onay verdiklerini öne sürmüştü.

Başka bir levha ise Barack Hussein Obama’yı, ‘ABD tarihinin en tartışmalı siyasi figürlerinden biri’ olarak nitelendiriyor.

dfgrt
Eski Başkan Barack Obama'nın resminin altındaki levha (Reuters)

Bill Clinton’ın fotoğrafının altındaki levhada, “2016 yılında Başkan Clinton’ın eşi Hillary Clinton, Başkan Donald Trump’a karşı başkanlığı kaybetti!” ifadesi yer aldı.

George W. Bush da, Trump gibi bir Cumhuriyetçi olmasına rağmen eleştiriden muaf tutulmadı. Levhada, eski başkan için “Afganistan ve Irak’ta iki savaş başlattı; her ikisi de olmamalıydı” ifadesi yazıldı.

vferg
Eski Başkan George W. Bush'un resminin altındaki levha (Reuters)

Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, levhaların ‘her başkanın mirasına yönelik çarpıcı bir betimleme’ olduğunu söyledi.

Leavitt ayrıca, “Birçoğu doğrudan Başkan tarafından yazıldı” dedi.


Bondi Plajı saldırısı sonrası Avustralya’da güvenlik alarmı

Avustralya'nın Sidney kentindeki Chevra Kadisha Anıt Salonu'nda düzenlenen cenaze töreninde Matilda'nın büyükannesine sarılan bir kadın, 18 Aralık 2025 (EPA)
Avustralya'nın Sidney kentindeki Chevra Kadisha Anıt Salonu'nda düzenlenen cenaze töreninde Matilda'nın büyükannesine sarılan bir kadın, 18 Aralık 2025 (EPA)
TT

Bondi Plajı saldırısı sonrası Avustralya’da güvenlik alarmı

Avustralya'nın Sidney kentindeki Chevra Kadisha Anıt Salonu'nda düzenlenen cenaze töreninde Matilda'nın büyükannesine sarılan bir kadın, 18 Aralık 2025 (EPA)
Avustralya'nın Sidney kentindeki Chevra Kadisha Anıt Salonu'nda düzenlenen cenaze töreninde Matilda'nın büyükannesine sarılan bir kadın, 18 Aralık 2025 (EPA)

Avustralya polisi, perşembe günü Sidney’de olası bir şiddet eyleminin planlandığına dair ihbar alınmasının ardından iki aracın durdurulduğunu açıkladı.

Yeni Güney Galler Eyalet Polisi’nden yapılan açıklamada, söz konusu olay ile 15 kişinin hayatını kaybettiği Bondi’deki terör saldırısına ilişkin yürütülen soruşturma arasında şu ana kadar herhangi bir bağlantı tespit edilmediği belirtildi. Polis ekiplerinin, araçları Sidney’nin güneybatısındaki Liverpool banliyösünden geçtikleri sırada durdurduğu bildirildi.

Polis, soruşturmanın sürdüğünü ve yedi kişinin incelemelere yardımcı olduğunu kaydetti.

yu
Avustralya'nın Sidney kentindeki Bondi Plajı'nda park ve yaya köprüsü halka yeniden açılırken, Archer Park'ta birbirlerine sarılan Yahudiler, 18 Aralık 2025 (EPA)

Polis, pazar günü Sidney’deki Bondi Plajı’nda Yahudi karşıtı bir saldırı düzenleyerek 15 kişiyi öldürmek ve onlarcasını yaralamakla bir baba ile 24 yaşındaki oğlunu suçluyor. Saldırıda hayatını kaybeden babanın da failler arasında yer aldığı belirtilirken, olay Avustralya’da son yılların en kanlı toplu silahlı saldırısı olarak kayıtlara geçti.

xdfgth
Sidney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırının kurbanı Matilda'nın anısına bırakılan oyuncaklar, çiçekler, mumlar vs. (EPA)

Bu arada Avustralya Başbakanı Anthony Albanese, Sidney’de düzenlenen saldırının ardından aşırıcılıkla mücadelede cezaların ağırlaştırılacağını taahhüt etti. Saldırının en küçük kurbanı olan 10 yaşındaki çocuğun cenazesi bugün düzenlendi.

Albanese’ye göre, Sajid Akram ve oğlu Naveed, pazar günü Sidney’deki Bondi Plajı’nda Yahudi Hanuka Bayramı kutlamalarına katılan 15 kişiyi, DEAŞ ideolojisinden esinlenen bir saldırıyla öldürdü.

Albanese bugün ‘antisemitizmle mücadele’ kapsamında bir dizi yeni önlem açıkladı.

Albanese, düzenlediği basın toplantısında, “Bu kötü ve yıkıcı olguyla mücadele etmek için daha fazlasını, hatta çok daha fazlasını yapmamız gerektiği açık” dedi.

Sidney’deki saldırıda yaralandıktan sonra hastanede hayatını kaybeden 10 yaşındaki Matilda için bugün kalabalık bir cenaze töreni düzenlendi.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığına göre, törene katılanlardan bazıları zambak demetleri taşırken, bazıları da okulundan gönderilen ve bir haham tarafından okunan mesajda ‘bir güneş ışığı’ olarak tanımlanan Matilda’yı anmak için balonlar taşıdı.

Soyadlarının yayımlanmasını istemeyen Matilda’nın ailesinin, Rusya’nın işgalinden önce, 2010’lu yıllarda Ukrayna’dan ayrılarak Avustralya’ya yerleştiği belirtildi.

Matilda’nın annesi Valentina, cenaze öncesinde gazetecilere, “Kızımı burada kaybedeceğimi asla hayal edemezdim. Bu bir kâbus” dedi.

Babası Michael ise kızına, Avustralya’nın gayriresmi milli marşı olarak kabul edilen Waltzing Matilda adlı halk şarkısından esinlenerek bu ismi verdiğini anlattı.

Michael, hafta başında yaptığı açıklamada, “Ukrayna’dan Avustralya’ya geldik ve Matilda burada doğan ilk çocuğumuzdu. Matilda’nın en Avustralyalı isim olduğunu düşündüm. Bu yüzden adını hatırlayın” ifadelerini kullandı.

40 yaşındaki Matan Atsmon, AFP’ye yaptığı açıklamada, Matilda vurulduğunda onun yanında olduğunu belirterek, “Gözlerindeki bakışı hâlâ hatırlıyorum. O sahne aklımdan çıkmıyor” dedi.

Avustralya’daki Yahudi toplumu üyeleri, bu hafta hükümete yönelik eleştirilerini artırarak, 7 Ekim 2023’ten bu yana yükselen antisemitizm konusunda yapılan uyarıların yeterince dikkate alınmadığını savundu.

Başbakan Albanese bugün yaptığı açıklamada, ‘ağırlaştırılmış nefret söylemine’ ilişkin yeni yasaların, nefreti ve şiddeti teşvik eden liderler için cezai yaptırımlar öngöreceğini duyurdu.

Buna göre, ırk temelli ‘ağır hakaret’ ve ırksal üstünlüğü savunma fiilleri federal suç kapsamına alınacak.

uı8
Sidney'deki Bondi Plajı'nda gerçekleşen silahlı saldırıda hayatını kaybeden Matilda'nın fotoğrafı, 18 Aralık 2025 (AP)

Albanese, hükümetin, ‘nefret ve bölücülük’ içeren söylemler yayan kişilerin vizelerini iptal etme ya da reddetme konusunda İçişleri Bakanı’nın yetkilerini genişleteceğini söyledi.

Albanese, Avustralya’nın, nefret söylemi yayan kişiler tarafından yönetilen kuruluşlara ilişkin bir liste de oluşturacağını kaydetti.

Avustralya Yayın Kurumu (ABC), saldırıyı babası Sajid ile birlikte gerçekleştiren Naveed Akram’ın, Sidney’de yaşayan ve cihadı destekleyen bir vaizin takipçisi olduğunu bildirdi.

Avustralya polisi dün 24 yaşındaki saldırgana terör suçları, 15 kişiyi öldürme ve başka bir dizi suçtan dava açıldığını duyurdu. Operasyon sırasında polis kurşunlarıyla ağır yaralanan Naveed Akram’ın salı gecesi komadan çıktığı yerel basına yansıdı. Saldırıya ortak olan babası Sajid Akram ise polisle girdiği çatışmada öldürüldü.

Odalarından çıkmamışlar

Avustralya makamları, saldırıyı gerçekleştiren baba ile oğlun, eylemden birkaç hafta önce Filipinler’de geçirdikleri yaklaşık bir aylık süre boyunca radikal İslamcı unsurlarla temas kurmuş olabileceği ihtimali üzerinde duruyor.

Yetkililerin aktardığına göre, iki kişinin konakladığı Davao City’deki otel çalışanları, Mindanao Adası’nda yer alan ve merkezi hükümete karşı İslamcı isyan hareketlerinin kalesi olarak bilinen bu kentte kaldıkları süre boyunca nadiren odalarından çıktıklarını ifade etti.

Otelin gece vardiyasında çalışan 20 yaşındaki resepsiyon görevlisi Angelica Yitang, AFP’ye yaptığı açıklamada, “Diğer yabancılar kadar sosyal değillerdi. Genelde yabancılar benimle sohbet eder ama onlar bunu yapmadı” dedi.

Buna karşın Filipinler yönetimi dün ülke topraklarında ‘teröristlerin eğitildiği’ yönündeki iddiaları reddetti. Devlet Başkanlığı Sözcüsü Claire Castro, Devlet Başkanı Ferdinand Romualdez Marcos’un, Filipinler’in DEAŞ için bir eğitim merkezi gibi gösterilmesini ‘yanıltıcı ve kabul edilemez’ bulduğunu söyledi.

Castro, “Bondi Plajı’ndaki saldırıyla bağlantılı kişilerin Filipinler’de herhangi bir eğitim aldığına dair doğrulanmış bir rapor ya da teyit yok” ifadesini kullandı.

Saldırının ardından Başbakan Anthony Albanese, ateşli silahlar üzerindeki denetimlerin daha da sıkılaştırılacağını açıkladı. Saldırıyı gerçekleştiren failin yasal olarak kayıtlı altı silaha sahip olduğu belirtildi.

Diğer yandan bugün Sidney’de, Bondi Plajı’nda düzenlenen saldırıda hayatını kaybeden Alex Kleytman için cenaze töreni düzenlendi. 87 yaşındaki Kleytman, pazar günü düzenlenen saldırıda yaşamını yitiren 15 kişiden biriydi ve Sidney’nin doğu banliyölerindeki Chevra Kadisha Yahudi Mezarlığı’na defnedildi. 1938 yılında Ukrayna’nın Odessa kentinde doğan Kleytman, Holokost’tan sağ kurtulmuştu.

Kleytman, 1992 yılında ailesiyle birlikte Avustralya’ya göç etmiş, inşaat mühendisi olarak çalışmış ve Holokost’un hatırlanması için aktif bir savunucu olmuştu.

Yaklaşık 60 yıllık eşi Larisa, Kleytman’ın saldırı sırasında kendisini korumaya çalışırken vurularak öldüğünü söyledi. Kleytman, geride iki çocuk ve 11 torun bıraktı; aile üyelerinin tamamı saldırının gerçekleştiği sırada Hanuka etkinliğinde bulunuyordu. Saldırıda iki silahlı kişi kalabalığa ateş açmış, 15 kişi hayatını kaybetmiş, onlarca kişi yaralanmıştı. Yetkililer, bugün itibarıyla 17 yaralının hâlâ hastanede tedavi altında olduğunu, bunlardan beşinin durumunun ise kritik olduğunu bildirdi.

Yetkililer, saldırganların 50 yaşındaki bir baba ile 24 yaşındaki oğlu olduğunu açıkladı.

Baba Sajid Akram olay yerinde güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu hayatını kaybederken, oğlu Naveed Akram hastaneye kaldırıldı.

Akram dün 15 cinayet ve 40 kasten ağır yaralama suçundan yargılandı.


Avrupa'nın Trump'ın Ukrayna barış planına tepkisi

Al Majalla/AFP
Al Majalla/AFP
TT

Avrupa'nın Trump'ın Ukrayna barış planına tepkisi

Al Majalla/AFP
Al Majalla/AFP

Khattar Abou Diab

Ukrayna, ABD Başkanı Donald Trump’ın 21 Kasım’da barış planını açıklanmasının ardından, ana hatları henüz kesinleşmemiş olan karmaşık bir denklemle karşı karşıya kaldı. Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında ilişkilerdeki dalgalanmalar, Avrupa’nın dördüncü yılına yaklaşan Ukrayna’daki savaşa yönelik yaklaşımına da yansıtıyor.

Devam eden hamlelerin sonucu ne olursa olsun, Avrupa’nın Beyaz Saray’ın taktiklerine karşı stratejik açıdan maruz kaldığı riskler açıkça görülüyor.

Trump’ın ‘değişken’ diplomasisi

Trump’ın ikinci başkanlık dönemi, Avrupa diplomasisi için tam bir kabus. ABD'nin tutumları, provokasyonlardan, çok taraflı kurumlara yönelik aşağılama ve hor görmeden ticari pragmatizme çeşitlilik gösteriyor.

ABD Başkanı’nın öngörülemez eylemleriyle karşı karşıya kalan Avrupa, Atlantik’in iki yakası arasındaki hayati bağı korumak için onun taleplerine uyum sağlıyor. Ukrayna'daki savaşla ilgili yeni planın açıklanmasının ardından, geçtiğimiz şubat ayından bu yana benzer olaylara tanık olunmuş ve Trump ile Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy arasında Oval Ofis'te dünya gündemine oturan bir tartışma yaşanmış olmasına rağmen, Avrupalılar yine bir şok ve kafa karışıklığı yaşadı. Bu kez, 28 maddelik belgenin geçtiğimiz ağustos ayında Alaska'da yapılan ABD-Rusya Zirvesi’nin sonucu ve bir zeki gözlemcinin ifadesiyle, Moskova'nın emellerini açıkça yansıttığı için ‘Rus yapay zekasının’ ürünü olduğu konusunda hiçbir şüphe yoktu. Metin, ağırlıklı olarak Rusya'nın taleplerine yer verirken Ukrayna'nın savunma kapasitesini kısıtlıyor, (egemen olmasına rağmen) bu ülkede yeni seçimler yapılmasını istiyor ve Ukraynalıların, Rusya ordusu girmiş olsun ya da olmasın, topraklarının bir kısmının devredilmesini kabul etmelerini talep ediyor.

Ukrayna’nın zayıflığı ve Avrupa’nın savunmasızlığı bir yana Putin, Kiev'in aleyhine olacak bir anlaşmaya karşı Avrupa'nın direnmesine öfkeli görünüyor.

Washington’ın, Avrupa’nın müdahalesi öncesinde Ukraynalılara (Trump’ın Özel Temsilcisi Steve) Witkoff Planı’nı dayatmaya hazırlandığı aşikâr.

Bundan dolayı Avrupalılar, Amerikalı meslektaşlarını kızdırmadan planı yeniden yazmak için azami diplomatik becerilerini kullanmak zorunda kaldılar.

Avrupalı bir diplomat yaptığı değerlendirmede şunları söyledi:

Bu durum, bir yandan Ukrayna’nın güvenliği ve bunun Avrupa'nın güvenliği üzerindeki etkisi ile diğer yandan transatlantik ilişkilerinin sürdürülmesi arasında tıpkı ipin üzerinde yürümeye benzeyen bir tür denge kurma çabası.”

Avrupalılara daha fazla hareket alanı sağlayan ise ABD’nin resmi kurumları içinde plana karşı çıkanların olması ve şu anda bu konuda Avrupalıların en yakın müttefikleri olan Cumhuriyetçi senatörlerin öfkesi gibi görülüyor.

Öte yandan Ukrayna lideri Zelenskiy, ‘onurunu kaybetmek’ ile ‘ülkesinin önemli bir ortağını (ABD) kaybetmek’ arasında kalmış olduğunu açıkça belirtmiş olmasından dolay çok da kıskanılacak bir durumda değil. Ukrayna Devlet Başkanı, ülkesinin tarihinin en tehlikeli dönemini yaşadığını kabul etti.

Plan, Zelenskiy'nin iktidarını zayıflatan yolsuzluk skandallarıyla karşı karşıya olduğu ve baş danışmanı, yardımcısı ve Avrupalılarla görüşmelerini yürüten kişiyi kaybettiği bir dönemde ortaya atıldığından Ukrayna yönetimi için kötü zamanlamaya sahip.

Avrupalılar, bir sonraki duyuruya kadar Ukrayna'ya ‘teslimiyete’ benzeyen bir çözüm dayatma olasılığını reddetmeye devam etse de Avrupa’nın, Trump’ın Ukrayna’nın aleyhine Rusya'nın kaba gücünü ödüllendirme arzusuna karşı koyma yeteneği oldukça sınırlı. Öyle ki, Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot, Ukrayna’nın herhangi bir şekilde teslim olmasının Avrupa'nın da teslim olması anlamına geleceğini açıkça belirtti.

sdfr
ABD Başkanı Donald Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Alaska'nın Anchorage kentindeki Elmendorf-Richardson Ortak Üssü'nde bir araya geldiklerinde, 15 Ağustos 2025 (AFP)

Diğer taraftan Kremlin'in bu planın sonucu ne olursa olsun, ABD ile Avrupa arasında yeni bir uçurum yaratacağına dair iddiada bulunduğundan şüphe edilebilir. Bu açıdan bakıldığında, Putin ve Trump, gücü öncelik olarak gören aynı dünya görüşünü paylaşıyorlar. Putin ayrıca Ukrayna’nın içindeki durumu istikrarsızlaştırmaya da yatırım yapıyor. Bu yüzden ateşkesin uygulanabilmesi için Ukrayna ordusunun Donbas bölgesinin geri kalanından çekilmesi talep ediliyor. Zelenskiy’nin böyle bir kararının, Ukrayna kamuoyu ve Ukrayna ordusu nezdinde ödeyeceği muazzam siyasi bedeli tahmin etmek zor değil.

Planın diğer hükümleri, Rusça'nın kullanımı, azınlık sorunu ve Rus Ortodoks Kilisesi'nin haklarının onaylanması gibi, Ukrayna'nın sosyal uyumunu istikrarsızlaştırmayı amaçlayan bölücü nitelikler taşıyor. Benzer şekilde, ateşkesin yürürlüğe girmesinden üç ay sonra seçimlerin yapılması şartı da güçlük yaratıyor.

Ayrıca, Ukrayna'nın NATO üyeliğine karşı çıkan bir ifade, yeterli güvenlik garantileriyle dengelenemez.

Ukrayna ne kadar zayıf ve Avrupa ne kadar savunmasız olursa olsun, Vladimir Putin, Avrupa'nın Kiev'in aleyhine bir uzlaşmaya direnmesine öfkelenmiş gibi görünüyor.

Putin’in bu öfkesi, 3 Aralık'ta Başkan Trump’ın özel temsilcileriyle yaptığı görüşme öncesinde Avrupalıları ikaz ederek, Rusya’nın ‘eğer Avrupa isterse savaşa girmeye hazır’ olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmesinden de açıkça anlaşılıyordu. Bu açıklama, savaş döngüsünün kötüleşeceğine dair korkuları artırsa da gerçekte Ukrayna'nın işgalinin başlangıcından bu yana Batı kamuoyunda panik yaratmak amacıyla yapılan birçok uyarıdan farklı değildi.

Avrupalı yetkililer, Trump'ın Putin’e karşı sabırsız olmasını kendi çıkarları için kullanmayı planlıyorlar. Avrupalı diplomatlar Cenevre'de, revize edilmiş barış planına bir ek yaparak zafer kazandıklarına inanıyorlardı.

Moskova'ya göre Ukrayna sorunu öncelikle siyasi ve ideolojik bir sorun, ancak ABD Başkanı, tarihi ve ideolojiyi göz ardı ediyor. Bu yüzden de Avrupa'nın çıkarlarını mutlaka dikkate almadan, kendisini stratejik, ekonomik ve yatırım açısından Rusya'ya yaklaştıracak herhangi bir anlaşmaya varılmasını istiyor.

Avrupa ve Ukrayna sorununun gelişimine dair senaryolar

Son toplantıların sonuçlarından, özellikle Vladimir Putin ile Donald Trump'ın temsilcileri Steve Witkoff ve Jared Kushner arasında Moskova'da yapılan toplantıdan ve Amerikalılar, Avrupalılar ve Ukraynalılar arasında Cenevre'de gerçekleşen görüşmelerden, meselelerin çözülmediği ve ilk taslakta yer alan 28 maddenin 19'unun hâlen çözülmemiş olduğu açıkça anlaşılıyor.

Putin'in dış politika danışmanı Yuri Ushakov, görüşmelerle ilgili olarak “Bazı olumlu noktalar var. Ancak, diğer birçok nokta uzmanlar arasında özel bir tartışma gerektiriyor” yorumunda bulundu. Tüm bunlar durumu her türlü gelişmeye açık bırakıyor. Avrupalılar artık bu taktiğin farkındalar. Diplomatik olarak transatlantik bir bölünmeyi kışkırtmaktan kaçınmaya ve ABD yönetiminin Ukrayna'ya daha elverişli pozisyonlara geri dönmesi için ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar.

defvfe
AB liderlerinin, uzun süren Rusya-Ukrayna savaşını nasıl sona erdireceklerini tartışmak üzere bir araya geldikleri Berlin'deki Başbakanlık binasında çekilmiş grup fotoğrafı, 15 Aralık 2025 (AFP)

Avrupalı yetkililer, Trump'ın Putin’e karşı sabırsız olmasını kendi çıkarları için kullanmayı planlıyorlar. Avrupalı diplomatlar Cenevre'de, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun Ukrayna için bir garanti belgesini el yazısıyla yazmasıyla (elbette Rubio’nun imzası Başkan Trump’ın onayı anlamına gelmez) revize edilmiş barış planına bir ek yaparak zafer kazandıklarına inanıyorlardı.

Tarafların önerilen formüllere vereceği yanıt beklenirken, durumun nasıl gelişebileceğine dair üç olası senaryo var. Birinci senaryoya göre Avrupalılar ve Ukraynalılar nihayetinde ABD ile bir şekilde birleşik bir cephe oluşturabilir ve Moskova'ya karşı katı bir tavır alabilir. Bu senaryo, Batı politikasında bir tür sürekliliğe yol açar. Kremlin’in böyle bir senaryodan daha fazla korkması için bazı nedenleri var. Çünkü dört yıldır devam eden çıkmazda önce askeri mi yoksa ekonomik olarak mı çökeceği konusunda temel bir ikilemle karşı karşıya.

Daha olası olan ikinci senaryoya göre son sözü Putin söyleyecek. Bu bakımdan, ABD’nin Gazze planıyla karşılaştırılabilir. Geçen eylül ayında BM Genel Kurulu'nun kenarında Trump'ın bir grup Arap ve İslam ülkesinin liderleriyle bir araya geldiğini ve ABD başkanının Netanyahu ile görüşene kadar Beyaz Saray'ın belirlediği ilk planı değiştirmeyi başardıklarını belirtmek gerekiyor.

Trump, Netanyahu’nun taleplerini kabul ederek, birkaç gün önce Arap ve Müslüman ülkelere verdiği tavizlerin çoğundan vazgeçti.

Sonuçta hangi senaryo galip gelirse gelsin, ki bu şüphesiz birkaç senaryodan esinlenecek, Witkoff'un planı sadece Ukrayna için değil, transatlantik ilişkiler için de bir dönüm noktası olacak.

Bu emsale dayanarak, Putin'in Cenevre'de ABD’liler ve Ukraynalılar tarafından üzerinde anlaşmaya varılan metni değiştirerek, onu Moskova ve Washington arasında ortak bir tutuma dönüştürmesi, belki de Ukrayna'ya dayatılacak bir ortak deklarasyon haline gelmesi de mümkün. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre daha da kötüsü, Moskova ateşkes sağlandıktan sonra bazı maddelerin belirsizliğini kendi lehine kullanabilir. Bu senaryo, The Telegraph gazetesinin, Rusya'nın Ukrayna savaşında zafer kazandığı ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in barış şartlarını belirleyeceği yönündeki son makalesiyle de örtüşüyor. Gazete, Avrupa'nın Ukrayna'yı desteklemeye devam etmek için gerekli mali ve askeri kaynaklardan yoksun olduğunu vurguladı!

Üçüncü olası senaryoda ise Moskova-Washington anlaşması bir nedenden ötürü çöküyor, ancak Donald Trump, ABD'yi çatışmadan tamamen çekmeye karar veriyor. Onun, “Savaşı sürdürmek istiyorlarsa, biz olmadan yapsınlar” gibi sözler söylediğini zaten duyuyoruz. Yakın gelecekte ateşkese ihtiyaç duyan Ukrayna ve çatışmanın yükünü tek başına taşımak zorunda kalacak Avrupalılar için en tehlikeli senaryo da bu. Sonunda hangi senaryo gerçekleşirse gerçekleşsin, şüphesiz birkaç senaryodan esinlenen ‘Witkoff Planı’ sadece Ukrayna için değil, transatlantik ilişkiler için de bir dönüm noktası olacak.

hı
ABD Başkanı Donald Trump, Beyaz Saray'da Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ile öğle yemeğinde bir araya geldi, 17 Ekim 2025 (Reuters)

Aslında planın dördüncü maddesi, görüşmelerin ‘NATO ve Rusya arasında, ABD'nin arabulucu olarak hareket edeceği’ şeklinde gerçekleşeceğini belirtiyor.

Şu anki ABD yönetiminin kendisini artık müttefikleriyle birlikte Avrupa’nın güvenliğinin temel direği olarak görmediğine, en iyi ihtimalle Avrupalılar ve Ruslar arasında ‘güvenilir bir üçüncü taraf’ olarak gördüğüne şüphe yok.

Ayrıca, ABD’nin koruması ödemenin şartına bağlı. Dolayısıla Avrupalılar, Washington’ın gözünde değişen statülerini kabul etmek zorunda. Zira artık gerçek müttefikler veya ortaklar değil, hâlâ astlar olmaya devam ediyorlar.

AB liderlerinin, bugün ve yarın Brüksel'de yapılacak zirvede Ukrayna'yı desteklemek için Rusya’nın Euroclear Bank’taki fonlarını kullanıp kullanmayacaklarına dair verecekleri karar, bu değişikliklerin somut bir göstergesi olacak. Avrupalılar, daha önce altı ayda bir dondurdukları bu fonları, son defasında Ukrayna'daki savaş bitene kadar dondurdular.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir