Edebiyat savaşları: Aklın yenilgisinden sosyal medya ahmaklığına…

Mısırlı Edebiyatçı Taha Hüseyin (AFP)
Mısırlı Edebiyatçı Taha Hüseyin (AFP)
TT

Edebiyat savaşları: Aklın yenilgisinden sosyal medya ahmaklığına…

Mısırlı Edebiyatçı Taha Hüseyin (AFP)
Mısırlı Edebiyatçı Taha Hüseyin (AFP)

Tüm savaşlar kötüdür; savaşı ilan edenlere de onlara karşı savaşanlara da yıkım, nefret ve kinden başka bir şey getirmez. Ancak edebiyat savaşları böyle savaşlardan değildir. Zira o, kültür için bir nimet ve meşaleyi tutuşturanlar ile tutuştuğu alanı medeni bir ilerlemeye çıkaran bir merdivendir.
Her beşerî kültür tarihinde edebi savaşlar, hep estetik, edebiyat, kişisel ve kitlesel tarih bilincinde yenilenmeye doğru bir sıçrayış olagelmiştir.
Edebi savaşlar, belirli bir tarihi aşamada felsefi, kültürel ve siyasi soruların barutunun yenilenmesidir.
Edebiyat savaşında da kazanan ve kaybeden; yaralanan, zarar gören ve ölen vardır. Ancak en büyük kazanan, düşünce ve toplumdur.
Bugün Arap ve Mağrip edebiyat sahasının durumu üzerine derinlemesine düşündüğümüzde ilan edilmemişi, ölümü andıran bir durgunluk hissederiz. Edebiyatçılar, kendilerini toplumun diğer bileşenlerinden ayıran bir özelliğe sahip olmaksızın ‘yığınlar’ gibi yaşıyor, çalacakları bir zilleri veya avam havas herkesi uyandırabilecek bir gürültüleri olmadan nefes alıyorlar. Barutları ıslak, silahları paslı, dilleri ceplerinde…
Arap ve Mağrip edebi kültür alanı, Kurtuba’dan Basra’ya genişlediğinde edebiyatçıların savaşları yakından da ve uzaktan da tutuşmuştu. Arap eleştirisi, şu tarihi ibareyi ölümsüz kıldı: “Bize ait olan bize geri verildi.” Bu ibare, yaratıcılıkta birincil ve ikincil olanın, intelijansiyada da takipçi ve takip edilenin ne manaya geldiğine dair tartışmanın sıkılığını belirtir. 
Dil savaşı topları, Basra Okulu ile Kufe Okulu’nun nahiv âlimleri arasında gümbürdeyip de ateşi geleneksel dilci seçkinler arasında asırlar boyu yanmaya devam etti ve bugünün insanlarına ulaşmadı mı?
Edebiyat ve kültür tarihi, ateşini el-Akkad, el-Mazini ve Abdurrahman Şükrü’nün öncülük ettiği Divan topluluğunun tutuşturduğu ve el-Akkad ve el-Mazini’nin kaleminden ‘Edebiyat ve Eleştiride Divan’ adlı eser etrafında felsefi bir bakış açısıyla derlenip 1921’de Şevki ve Hafız er-Rafii’nin temsil ettiği İhya grubuna karşı kitap olarak basılan büyük bir savaşı kaydetmedi mi?
1932 yılında Zeki Ebi Şadi öncülüğünde Apollo Okulu ortaya çıktı ve burası, Apollo dergisi etrafında toplanan Ebi el-Kasım es-Şabi, İbrahim Naci ve İliya Ebu Mazi gibi şairler için bir estetik yuvası haline geldi. Arap şiir yapısını tedirgin eden bu şairler, şiirsel söylemde geleneksel sese karşı savaşıyorlardı.
1920 yılında Amerika’dan Cibran Halil Cibran, Mihail Nuayme, Nesib Arida, İliya Ebu Mazi gibi Suriyeli ve Lübnanlı göçmen yazarların kendilerine özgü edebi bir sesi olarak Kalem Birliği sahneye çıktı ve bu isimler, dili, yazının sahilini ve ruhunu değiştirdi.
Bu okullar arasında savaş ateşleri tutuşmuştu. Gelenekselciler, muhafazakârlar, liberaller, çağdaşlar ve yenilikçiler olmak üzere her yönden ve yönelimden top ateşleri, Batı yönünde atılıyordu. Her bir ses hayat, yazı ve estetiğe dair felsefesi ve vizyonu için bir varlık yaratmak istiyordu.
Bazen sıcak, bazen soğuk olan tüm bu savaşlardan istifade eden Arap ve Mağrip edebiyatı, sonra da tüm toplumun oldu. Zira tartışma ve savunma, her ne olduysa, siyasi ve kültürel toplum yapısından ayrı değildi. Özellikle de bu aşamada aydın, kendisine vahiy inmeyen ‘peygamber’ imajı taşıyordu. Medya da bu savaş meydanında olup biten her şeyi aktarıp, hatta kızışmasına katkı sağlayarak, akıl ile estetik ve toplumsal tavırdaki durgunluğun harekete geçmesine yardımcı olan etmen oldu.
Bu savaşlarda, Arap ve Mağrip bölgesinde bir arada yaşayan her ulus ve inançtan atlılar: tüm yelpazesiyle Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler, Dürziler, Ezidiler, Araplar, Berberiler, Kürtler, Çerkesler, Ermeniler ve daha başkaları vardı. İnanç ve milli aidiyet meselesi, yüceltme ve dışlama durağı değildi. Aksine herkesin farklı aidiyetleri ile katıldığı savaşların amacı, insanî ve yenilikçi boyutundaki yaratıcılıktı.
Estetik savaşın ölüm sebepleri
Entelektüel ve estetik açıdan Arap akıl yapısını büyük oranda etkileyen klasik edebiyat savaşlarının sonuncularından biri belki de Taha Hüseyin destekçileri ile rakipleri arasında yaşanan savaştı. Bir diğer deyişle bu savaş, akıl, aydınlanma ve açılım savunucuları ile selefi muhafazakâr reformcu okulun bakiyeleri arasındaydı. Tüm bu savaş, ‘edebiyat ve şiir’ meydanında, nasıl okunup yaşanabileceği konusunda yaşanıyordu. Her bir taraf belirli bir tarihî, toplumsal ve siyasi bir konumu savunuyordu, ama başka noktalara ulaştıran edebi söylemi kullanarak…
Bu savaşlardan bir süre sonra 1926’da Taha Hüseyin’in ‘Cahiliye Şiirinde’ adlı kitabı sahnede göründü. Görünüşe bakılırsa Taha Hüseyin ve ekibinin kurup savunduğu rasyonel aydınlanmacı felsefe ile Rafii, Mahmud Şakir, Lütfü Cuma ve diğerlerinin öncülük ettiği muhafazakâr akım arasındaki savaş, maalesef ki geleneksel reformcu akım lehine sonuçlandı.
Kabul etmek gerekir ki Arap ve Mağrip dünyasının yaşadığı kültürel ve siyasi gerileme, açıkça Taha Hüseyin’in aydınlanmacı bir düşünce, modern bir vizyon ve insanî bir yaklaşım bakımından yenildiği gün başladı. Geleneksel Ezherci düşünce, ‘Cahiliye Şiirinde’ savaşından muzaffer olarak çıktı. Arap ve Mağrip toplumlarımızın eğitimde yaşadığı ve bir yandan aklın yokluğu diğer yandan Akdeniz ve dünya çevremizle iletişime geçerken, Ortaçağcı söylemlerin kullanımı ile ön plana çıkan gerileme, bunun göstergesidir.
Fıkhî söylem, felsefi akla baskın geldi.
Kültür ve edebiyatta geleneksel Ezherci düşüncenin baskın olması ile çoktan beri kültür, edebiyat ve dil yapısının yenilikçi motoru olan önemli ve olumlu bir etken, yani Hıristiyan Arap intelijansiyasının (Suriye, Lübnan ve Filistin) önderlik ettiği edebi kültür akımı gözden kayboldu. Bu hareket, Arap dilinin modernleştirilmesine ve metnin köklü değişikliklere uğramasına öncülük etmiş ve edebiyatta geleneksel söylem ile fıkhî yazıya karşı bir devrimi yönetmişti.
İdeoloji, kültür ve edebiyat için bir can simidine dönüşürse…
Reformcu muhafazakâr düşüncenin akılcı aydınlanmacı düşünceye galip gelmesi ile birlikte toplum, siyasi ve kültürel bir ümitsizlik hali ile dolu, tehlikeli bir uykuya daldı. Bu uyku hali, 1967 yenilgisi çanları çalana kadar sürdü. Bununla intelijansiya, ikinci kez harekete geçti ancak bu defa söylemi, ‘yenilgi’ yaraları ile doğrudan bağlantılı, siyasi ve ideolojik içerikli olacaktı.
Taha Hüseyin, Ali Abdurrazık, Tahir el-Haddad, Kasım Emin, Cibran Halil Cibran, İliya Ebu Mazi, Mihail Nuayme, Tevfik el-Hakim, Ebu’l-Kasım eş-Şabi ve daha başkalarının savaşı, öteki ile ilişkinin sınırlarını çizmede bir model veya ayna olarak düşünceye, edebiyata, dile ve medeniyete dayanan edebi bir savaştı. 1967 sonrasındaki kültür ve entelektüel savaşı ise kendisine savaş veya çekişme meydanı olarak edebiyatı almış olsa da; siyasi ve ideolojikti.
Nebil Süleyman ve Buali Yasin’in ortak olarak hazırladığı Edebiyat ve İdeoloji adlı kitap (1974), edebiyat ve kültürü sıcak edebiyat savaşlarına açan yeni ses olarak görülebilir. Bu kitabın, Arap ve Mağrip dünyasındaki kültürel diyaloglar üzerinde bıraktığı etkinin, doğurduğu yankılar ve tepkiler bakımından Taha Hüseyin’in Cahiliye Şiirinde adlı kitabına benzer olduğunu söyleyebiliriz. Edebiyat ve İdeoloji adlı kitabın ardında bıraktığı bu etkinin büyüklüğünü, dost ve düşman kamplardan kitaba dair yazılan makaleler, araştırmalar, incelemeler ve diyalogların hacminden anlayabiliriz. Tüm bu çalışmalar daha sonra Nebil Süleyman, Buali Yasin ve Muhammed Kamil el-Hatib’in denetiminde ‘Suriye’de Kültür Savaşları’ başlığıyla kitap olarak derlendi ve 1979 yılında basıldı.
Bu kitabı, kültür ve edebiyat savaşlarının örnek bir tablosu olarak ele alacak olursak şunu diyebiliriz: Büyük oranda, Taha Hüseyin’in yenilgisinden bu yana aydınlanmacılığın tanık olduğu kültürel gerilemenin bir ifadesi, dolayısıyla edebi metinlerdeki toplumsal çöküşün sebeplerinin araştırılması idi. Aynı zamanda edebiyat ortak payda olsa bile, siyaset ile uğraşma ve onun medeni olana baskın kılınması için akıl ve aydınlanmacılık savaşının bir devamıydı.
Savaşların kaybeden cepheleri
‘Cahiliye Şiirinde’ki savaşında Taha Hüseyin’in düşüncesi, Ezherci reformcu düşünceye yenildi. Aynı şekilde; ‘Edebiyat ve İdeoloji’ savaşında da Nebil Süleyman ve Buali Yasin’in düşüncesi, kitabı, kuruluşları ve platformları ile ‘İslamcı edebiyat’ denen şeyi kuran İhvancı akımın yükselişi karşısında kaybetti.
Arap ve Mağrip ülkelerindeki tüm siyasi türevleri ile İhvan-ı Müslimin örgütünün edebi dili olan ‘İslamcı edebiyat’ olgusunun yayılması ile birlikte kültür ve edebiyat savaşları, estetik ve medeni savaşlardan ‘propagandacı’ savaşlara evrildi. Bu savaşların bazı komutanları da edebiyatçı olarak başlayıp daha sonra bir ‘çağrıcıya/vaize’ ya da şiddet ve aşırılığın teorisyenine dönüştü.
Kültürel savaşlar, ‘İhvancı karaktere bürünür bürünmez’ kendine yeni platformlar edindi; çekişme ve tartışma, şiir ve roman dünyasından çekilerek yeniden dinî mirasa döndü. Vaizlerin kendi aralarında savaşlar patlak verdi; her biri daha büyük bir izci, müşteri ve kadın-erkek hayran kitlesine sahip olmak istiyordu. Savaşlar önce televizyon kanallarında boy gösterdi, daha sonra sosyal medyaya taşındı. Kültür, edebiyat ve aydınlanmacı düşünceye karşı çok büyük bir kışlamız olduğu ortaya çıktı.
Kültürel olarak başlayan ve ‘kâfir’ ve ‘hain’ ilan etmeye doğru evrilen bu savaşın gölgesinde Arap ve Mağrip dünyası, geçen yüzyılın son çeyreğinde, bu aşırılığın Ferec Fuda, Hüseyin Merve, Suphi es-Salih, Mehdi Amil, Necib Mahfuz, Abdulkadir Allule, Tahir Cavut, Cilali Elyabis, Belkhenchir, Boucebci, Muhammed Brahmi, Şükrü Belaid vd. gibi ilk kurbanlarına tanık oldu. Bu isimler, bağnazlığa doğru kayan kültür savaşlarının kurbanlarıydı. Bu savaşın ateşi ise fitne, hoşgörüsüzlük, farklılıklara tahammülsüzlük, ötekine karşı nefret ve ortak yaşam felsefesini reddetme gıdaları ile besleniyordu.
‘Popüler’, teknolojik bir platform olarak sosyal medya ortamı, değerler kargaşasının yayılmasına meydan verdi ve işleri karman çorman etti. Dinî aşırılıkçı söylem nasıl kültür, edebiyat ve felsefe hattına girdiyse, sosyal medya ahmaklığı da tartışmaya öyle dahil oldu ve şiir, roman ve fıkıh alanında bildiği ve bilmediği her şeyde çekinmeden görüş belirtme hakkı elde etti.
Independent Arabia’dan Emin Zavi’nin analizi



Elektrikli araç menzilini iki katına çıkaracak batarya geliştirildi

Soğuk havaların batarya kapasitesini azaltması, elektrikli araç menzilleriyle ilgili sorunlardan biri (Reuters)
Soğuk havaların batarya kapasitesini azaltması, elektrikli araç menzilleriyle ilgili sorunlardan biri (Reuters)
TT

Elektrikli araç menzilini iki katına çıkaracak batarya geliştirildi

Soğuk havaların batarya kapasitesini azaltması, elektrikli araç menzilleriyle ilgili sorunlardan biri (Reuters)
Soğuk havaların batarya kapasitesini azaltması, elektrikli araç menzilleriyle ilgili sorunlardan biri (Reuters)

Bilim insanları elektrikli araç menzilini iki katına çıkarabilecek bir anotsuz batarya geliştirdi.

Anot ve katot, bataryalardaki elektrik akışını sağlayan iki elektrotu ifade ediyor. Anotsuz bir bataryada, katotta depolanan lityum iyonları şarj sırasında hareket ederek doğrudan bakır bir toplayıcı üzerinde birikiyor. Bu sayede enerji depolama için daha fazla alan açılabiliyor. 

Bu tür lityum iyon bataryalar uzun zamandır umut vaat etse de verimli sonuç alınamıyordu. 

Bu bataryaların önündeki engellerden biri, lityum iyonlarının düzensiz yerleşimi sonucu yüzeyde iğne benzeri yapılar oluşmasıydı. Bu yapılar, bataryanın kısa devre yapmasına ve güvenlik risklerine yol açabiliyor.

Ayrıca tekrarlanan şarj ve deşarj döngüleri, lityum yüzeyine zarar vererek batarya ömrünü hızla kısaltabiliyor.

Güney Kore'deki Pohang Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nden araştırmacılar bu sorunun üstesinden gelmek adına, içinde eşit dağıtılmış gümüş nanoparçacıklar olan bir polimer çerçeve tasarladı. 

Bu sayede lityum iyonları, batarya içinde rasgele değil, belirli noktalarda düzenli şekilde birikiyor. 

Ayrıca tasarladıkları bir elektrolit de lityum yüzeyinde koruyucu bir tabaka yaratarak iğne benzeri yapıların oluşmasını engelliyor. 

Bulguları hakemli dergi Advanced Materials'ta yayımlanan çalışmaya göre bu tasarım, 1270 Wh/L hacimsel enerji yoğunluğuna ulaştı. Bir sistemin hacmine kıyasla ne kadar enerji içerdiğini gösteren bu değer, elektrikli araçlarda kullanılan geleneksel lityum iyon  bataryalarda ise yaklaşık 650 Wh/L seviyesinde.

Batarya ayrıca 100 şarj döngüsünden sonra başlangıçtaki ​​kapasitesinin yüzde 81,9'unu korudu.

Bu sonuçlar, laboratuvardaki küçük pillerin ötesinde, gerçek dünyadaki elektrikli araçlarda kullanılanlara benzer bataryalarda da elde edildi. 

Bilim insanları yeni teknolojinin elektrikli araç menzilini iki katına çıkarma ve soğuk havalarda daha rahat yolculuk yapma potansiyeli sunduğunu söylüyor.

Çalışmaya liderlik eden Soojin Park gelişmeyi şöyle değerlendiriyor:

Bu çalışma, anot içermeyen lityum metal bataryalarda verimlilik ve ömür sorunlarını aynı anda ele alarak anlamlı bir atılımı temsil ediyor.

Independent Türkçe, Interesting Engineering, TechXplore, Advanced Materials


Bir hafta yetti: Doğa, laboratuvar farelerini sakinleştirdi

Doğada vakit geçiren farelerin anksiyete seviyeleri normal düzeye döndü (Matthew Zipple/Cornell Üniversitesi)
Doğada vakit geçiren farelerin anksiyete seviyeleri normal düzeye döndü (Matthew Zipple/Cornell Üniversitesi)
TT

Bir hafta yetti: Doğa, laboratuvar farelerini sakinleştirdi

Doğada vakit geçiren farelerin anksiyete seviyeleri normal düzeye döndü (Matthew Zipple/Cornell Üniversitesi)
Doğada vakit geçiren farelerin anksiyete seviyeleri normal düzeye döndü (Matthew Zipple/Cornell Üniversitesi)

Laboratuvarda kullanılan fareleri doğaya salan bilim insanları, hayvanların kaygı seviyelerinin kısa sürede normale döndüğünü tespit etti. Bulgular, doğada vakit geçirmenin laboratuvar ortamında oluşan korku tepkilerini önleyebileceğini gösteriyor.

Araştırmacılar farelerin kaygı düzeyini ölçmek için genellikle yükseltilmiş artı labirent adlı bir mekanizma kullanıyor. 

Artı şeklindeki bu platformun iki kolunun etrafı açıkken, diğerlerininki kapalı oluyor. Fareler genellikle açık kollara baktıktan sonra kapalı olanlara yönelip burada kalmayı tercih ediyor. 

Bilim insanları bu kapalı alanda kalma isteğini, yüksek kaygı seviyeleriyle ilişkilendiriyor. Hayvanların korku tepkisi bu noktadan sonra anksiyete ilaçlarıyla bile düşürülemiyor. 

Cornell Üniversitesi'nden araştırmacılar daha geniş alanlarda farelerin tepkilerinin nasıl değiştiğini anlamak üzere bir çalışma yürüttü.

Sıkı bir kontrol altındaki kapalı ortamlarda yetiştirilen 44 fareyi geniş ama etrafı çevrili bir bahçeye saldılar. 

Hayvanlar gerçek hava koşulları ve bilmedikleri kokularla çevrili halde, gerçek toprağı kazdı, bir yerlere tırmandı, yuva yaptı ve koştu.

Bulguları hakemli dergi Current Biology'de yayımlanan çalışmaya göre sadece bir hafta doğada vakit geçiren farelerin kaygı seviyesi normale döndü.

dcrgt
Araştırmacılar, Cornell kampüsünün hemen dışındaki kapalı alanların, bugüne kadar sadece bir ayakkabı kutusundan biraz daha büyük bir kafeste yaşayan farelerin deneyimlerini büyük ölçüde genişlettiğini söylüyor (Cornell Üniversitesi)

Laboratuvara döndükten sonra artı şeklindeki platformdaki kapalı ve açık alanlarda eşit derecede vakit geçirdiler.

Makalenin yazarlarından Matthew Zipple, "Onları bir haftalığına dışarı bıraktık ve kaygı davranışları başlangıç seviyelerine geri döndü" diye açıklıyor.

Bulgular, laboratuvarda kaygının nasıl incelendiğiyle ilgili soru işaretleri yaratıyor. Ayrıca net bir sonuca varmak içinhenüz erken olsa da araştırmacılar, bu etkilerin insanlar için de geçerli olabileceğini düşünüyor.

Bazı korku tepkileri, sınırlı deneyim yaşamakla bağlantılı olabilir.

Çalışmanın bir diğer yazarı Michael Sheehan "Her gün birçok farklı şey deneyimleyince, bir şeyin korkutucu veya tehdit edici olup olmadığını daha iyi anlayabiliyoruz" diyerek ekliyor:

Ama eğer sadece 5 deneyim yaşadıktan sonra karşılaştığımız 6. deneyim daha önce yaptığımız her şeyden farklıysa, bu durum kaygıya yol açabilir.

Çalışmadaki farelerin yaşadığı rahatlama da kısıtlamadan ziyade daha geniş bir alanda hareket etmekle bağlantılı. Bu sayede sinir sistemleri, üzerinde çalışacak daha fazla bilgiye sahip oldu.

Sheehan, "Bu, deneyim kütüphanemizin yeni deneyimlere verdiğimiz tepkiyi nasıl şekillendirdiği hakkında ilginç sorular doğuruyor" ifadelerini kullanıyor: 

Çünkü bence kaygı özünde böyle bir şey; aslında korkutucu olmayan bir duruma uygunsuz bir tepki vermek.

Independent Türkçe, Science Alert, VICE, Current Biology


Horizon 2'yi geciktiren Kevin Costner'a 400 bin dolarlık dava

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Horizon 2'yi geciktiren Kevin Costner'a 400 bin dolarlık dava

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Kevin Costner, Horizon: An American Saga - Chapter 2'nin ertelenmesinin ardından yeni bir davayla karşı karşıya.

The Bodyguard'ın 70 yaşındaki yıldızı, filme kostüm sağlamayı kabul eden Western Costume Leasing Company tarafından sözleşme ihlali nedeniyle dava ediliyor. Şirket, 400 bin doların üzerinde tazminat ve avukatlık ücreti talep ediyor.

Us Magazine'in haberine göre dava Los Angeles County Yüksek Mahkemesi'nde açıldı. Başvuruda Costner'la diğer davalıların Western Costume'le anlaştıkları ve "kostümlerin bedelini ödemeyi ve hasarsız şekilde geri vermeyi kabul ettikleri" öne sürüldü.

Davalılar, yapım şirketinin 134 bin 256,82 dolarlık ödenmemiş faturası olduğunu iddia ediyor. Bu faturanın ödenmesini istiyor ve diğer "ilgili ücretler ve masraflarla" birlikte toplamda "200 bin doları aşan" bir tutar oluşacağını öngörüyorlar. Ayrıca 200 bin dolar daha avukatlık ücreti talep ediyorlar.

Independent, cevap hakkı için Costner'ın temsilcileriyle iletişime geçti.

Seri olması planlanan Horizon'ın ilk filmi Haziran 2024'te gösterime girmiş ve gişede 50 milyon dolarlık bütçesini çıkaramamıştı. Eleştirmenler tarafından da yerden yere vurulmuş, The Independent'tan Clarisse Loughrey filme 5 üzerinden iki yıldız vermişti.

Loughrey, "Kevin Costner'ın 4 hatta belki de 5 bölümden oluşacak kovboy destanının ilk bölümü, vahşi batı tema parkında üç saatlik gezintiye eşdeğer" diye yazmıştı.

Eğer Stetson şapka, üzengi ve altıpatlar hayranıysanız ve bolca sabrınız varsa deneyimden keyif alabilirsiniz. Ama düzgün bir şekilde ata binmeden önce çok fazla beklemeniz gerekiyor.

Serinin ikinci filminin başlangıçta Ağustos 2024'te gösterime girmesi planlanmıştı. Ancak ilk filmin gişe performansının ardından sinema gösterimi iptal edilmiş ve süresiz olarak ertelenmişti.

Mayısta Costner, ikinci filmin çekimleri sırasında kendisini "senaryoda olmayan" bir tecavüz sahnesinde oynattığı iddiasıyla kadın bir dublör tarafından dava edilmişti.

Oyuncu Ella Hunt'ın baş dublörü Devyn LaBella, davada "Kevin Costner tarafından yönetilen, şiddet içeren, senaryoda yazmayan, planlanmamış bir tecavüz sahnesinin kurbanı olduğunu" iddia etmişti.

34 yaşındaki LaBella ayrıca, tüm çıplaklık veya yakınlaşma sahnelerinde bir samimiyet koordinatörünün bulunması şartıyla işe alındığını da iddia etmişti. Davaya göre bu şart, 2 Mayıs 2023'te LaBella'nın Hunt'ın yerine geçmesi için sete çağrılmasıyla ihlal edildi; Hunt'ın sahneye katılmayı reddettiği öne sürülmüştü.

Costner, bu davayla ilgili tüm iddiaları reddediyor. Avukatı Marty Singer, The Independent'a yaptığı açıklamada, yönetmenin "her zaman filmlerinde çalışan herkesin rahat olmasını sağlamak istediğini ve setteki güvenliği çok ciddiye aldığını" söylemişti.

Independent Türkçe