NASA, dünyayı ‘sahte’ bir başarı ile kandırdı mı?

NASA, dünyayı ‘sahte’ bir başarı ile kandırdı mı?
TT

NASA, dünyayı ‘sahte’ bir başarı ile kandırdı mı?

NASA, dünyayı ‘sahte’ bir başarı ile kandırdı mı?

Saat, Güney Amerika’daki Houston şehrinin saatine göre akşam 10’a yaklaşmıştı ki televizyon kanalları, yeryüzünün dışında ‘herhangi bir yerden’ gelen tarihi bir haberi yayınlamak için programlarını yarıda kesti. Çok geçmeden Amerika ve Avrupa ekranlarının çoğunda gözlere kazınan sahnelerle ‘Ay’ın yüzeyinden canlı yayın’ ibaresi göründü. O zaman kısık bir ses tonuyla, eski Sovyetler Birliği ile ‘soğuk savaşın’ zirvesindeyken Ay’ın yüzeyine ilk insanın (bir Amerikalı idi) ulaşması ile ilan edilen 20 Temmuz 1969’daki başarının ilişkisine dair bir soru soruldu.
‘Herhangi bir yerden’ gelen videoda ‘titreşim’ halindeki görüntüde, metal bir merdiven ve arkasında da tek renk bir tozun kapladığı bir manzara görünüyor. Sonra ekranda zemine ayak basmaya çalışan bir astronotun uzun botları beliriyor. Bu astronot daha sonra görüntünün dışına sıçrıyor. Ardından kamera yavaşça taşlar, tepeler, dağlar ve kraterlerden oluşan ürkütücü bir manzarayı çekmek üzere dönüyor. Ve Ay’ın yüzeyinden o ilk insan sözü işitiliyor: “İşte huzurun başkenti, kartal inişe geçti.”
Uzay sondasından birkaç metre uzaklaştığında sesi net olmayan astronot, daha sonra üniformasının ceplerinden birinden bir bayrak çıkarıp onu metal bir çubuğa bağlayarak Ay’ın toprağına dikiyor. Ardından geriye bir adım atarak selamlamak üzere elini kaldırıyor. ABD Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), Apollo 11 uzay gemisinin Astronot Neil Amstrong’u, Komuta Birimi Başkanı Michael Collins ve Ay Birimi Pilotu Edwin Aldrin Jr.’u aya ulaştırma başarısını böyle duyurdu.
NASA, yeryüzünde analiz etmek üzere Ay’ın yüzeyinden 47 madde toplayabildiğini açıklayarak Neil Armstrong’un şu sözünü aktardı: “Geldiğimiz gibi gidiyoruz. İnşallah tüm insanlık için barış ve umutla döneceğiz. Apollo ekibine tebrikler.”
50 yıl geçtikten sonra bugün bu görüntüye şüphe ile yaklaşanlar var. Şüphe duyanlar iniş görüntülerinin Ay’ın yüzeyinden değil, yeryüzünde ‘herhangi bir yerden’ geldiğini düşünüyor. Ne oldu? Niçin bazıları bu adımı sorguluyor?
Sorgulama ile geçen 50 yıl
Ay’ın yüzeyine bir insan taşıyan altı NASA misyonu uzun zamandır sorgulanıyor. NASA’nın, Neil Armstrong ve Buzz Aldrin’den başlayarak (1969) Eugene Cernan ve Jack Schmitt’e (Aralık 1972) kadar Ay’a ayak basan astronotlar dizisi hakkında yaptığı açıklamalara şüphe ile yaklaşan, hatta konu ile alakalı uluslararası bir soruşturma yürütülmesini talep edenler var.
Sorgulama 1969’da mı başladı? O dönemde New York Times gazetesi yazarlarından biri olan John Noble Wilford, 17 Aralık 1969’da bir makale yayımladı. Bazıları Wilford’un Ay’a ulaşıldığı haberinin doğruluğunu sorguladığını düşünüyor. Ancak gazetenin internet sitesini inceleyenler, onun bu tavırdan uzak olduğunu, hatta bu konuya dair komplo teorisine kararlı bir şekilde karşı çıktığını bilir. ‘Her bir olayın tarih kitaplarında bir satırı hak ettiğini’ düşünen Wilford’un, bilim açısından oldukça önemli olan bu olayı eleştirel bir düşünce yoluyla NASA yetkilileri ile tartıştığını söylemek daha doğru. Üstelik ‘uzay çağı kahramanı’ olarak tarif ettiği Astronot Armstrong hakkında bir ölüm ilanı da yazdı.
1976 yılında, Ay’a yapılan altı Amerikan uzay yolculuğu hakkındaki resmî Amerikan anlatısına itiraz eden bir sorgulamanın yapıldığı ‘Biz Ay’a Hiç Gitmedik’ adlı kitap sahneye çıktı. Kitabın yazarı Bill Kaysing, vaktini, NASA’nın bu yolculuklara dair yayınladığı ‘sabit ve hareketli’ fotoğrafları ve bu fotoğrafların mantığa ne kadar uygun olduğunu incelemeye ayırmış.
Şu ana kadar duyulan şüpheler; bayrağın, rüzgârın ve esintinin olmadığı bir yerde nasıl salındığı, astronotun Ay’daki çekimin yeryüzündeki çekimin altıda biri olduğu bilgisine uygun düşmeyecek şekilde yavaş sıçrayışları ve farkı yönlerde gölgelerin belirmesi konusuna odaklanıyor.
1999 yılında, Amerikalı film yapımcısı Aron Ranen, Gittik mi? Adlı bir belgesel hazırladı. On yıllar önceki ‘Amerikan başarısı’ hakkında kuşku uyandıran bu belgesel, NASA’daki eski bilim adamlarının ve bu olaydan şüphelenen başkalarının görüşlerine başvurarak, bu konuda bizzat Amerikalılar arasında geniş bir anlaşmazlığın var olduğundan bahsediyor.
2001 yılında Amerikalı Fox şirketinin ‘Komplo Teorisi: Ay’a Gerçekten İndik mi?’ başlığıyla ürettiği bir belgesel filminde Ay’a Hiç Gitmedik kitabının yazarı Bill Kaysing’in de aralarında bulunduğu Amerikalılar konuşuyor. Amerikalı bazı bilim adamlarının 1969 yılında yaşananların pahalıya mâl olan bir Amerikan filmi olmaktan öteye geçmediğine tam olarak inanmış oldukları görülüyor. Onlara göre NASA, Sovyetler Birliği’ni ABD’nin, uzay alanında, iki ülke arasında bir savaş çıkması halinde kendisine askerî üstünlük sağlayacak bir ilerlemeye sahip olduğuna ikna etmeyi hedefliyordu.
Buna karşılık 2009 yılında NASA’nın güvenilirliğine ve Ay’a ilk ulaşımına işaret eden kanıtlar ortaya çıktı. Ay’ı çevreleyen bir uzay aracı olan LRO’nun (Lunar Reconnaissance Orbiter) görüntüleri, Amerika’nın insanlı yolculuklarının izlerini, hatta astronotların ve Ay’ın yüzeyine giderken kullandıkları aracın izlerini inceledi. Hindistan Uzay Ajansı’nın önde gelen uzmanlarından biri olan Prakash Chuhan’a göre Chandrayaan-1 gemisi, Amerika’nın insanlı Apollo uçuşlarının izlerini gösteren görüntüler elde edebildi. 2012 yılında Çinli uzay bilimcileri de Channi-2 sondasının bilgilerine dayanarak aynı şeyi belirtti.
2016 yılında NASA’nın Arapça sitesinde yayınlanan bir makalede İngiltere’nin Oxford Üniversite’sinde araştırmacı olan David Robert Grimes, bilim hakkında yanlış teorilerin aktarılmasına dair bir denklemi vardı. Bu denklemi meşhur olan 4 sahte teori (Ay, ‘aşılar güvensizdir’, ‘şirketler kanser ilaçlarını saklıyor’, ‘insanlığın iklim değişikliğine bir müdahalesi yok’) üzerinde denedi ve insanlara ne kadar az yalan söylenirse söylensin, bunların en az 5 sene içerisinde ortaya çıkacağını ispat etti.
Neden sorgulanıyor?
Independent Arabi’dan Ahmed Abdulhakim’in haberine göre Ay başarısına dair öne sürülebilecek belki de ilk sorgulama, Amerikan bayrağının rüzgârın olmadığı Ay’da salınmasıdır. Alman Havacılık ve Uzay Merkezi’nde (DLR) çalışan Ralph Jaumann’ın da aralarında bulunduğu birden fazla bilimsel kaynak, bayrağın, ayın yüzeyine yerleştirilen metal tabanın titreşimlerinden dolayı salındığını, zira NASA’nın iyice tutunmasını sağlamak için bayrağa yumuşak metal ipler eklediğini belirtti.
Rus bilim adamları bir süredir Amerikalı astronotların Ay’ın yumuşak toprağı üzerindeki ayak izlerinin nasıl öylece kaldığını sorguluyor. Amerikalı, Avrupalı ve daha başka uzay ajanslarının verdiği bilgilere göre, Ay’ın toprağı, bileşenleri arasındaki kimyasal etkileşimin ve uyumun olduğu,  rüzgârın ve suyun Ay’ın yüzeyi üzerinde etkisinin olmadığı bilinmektedir.
NASA’nın daha sonra yayınladığı görüntüdeki astronotların sıçrayışları hakkında şüphelerini dile getirenlerse, Ay üzerindeki hareketleri esnasındaki sıçrayışların, Ay’ın yüzeyindeki çekimin düşüklüğüne bakarak abartılı bir şekilde yavaş olduğunu söylüyor. Bilindiği gibi Ay’ın yüzeyindeki çekim, yeryüzündeki çekimin altıda biri oranında. Buna göre astronotların sıçrayışlarının, her bir sıçrayışta yaklaşık 1 metre yükseğe olması gerekirdi.
Birçok uzay ajansının ve referans olan bilim kurumlarının internet sitesinde yayınlanan ve kesin hale gelen bilgilere dayanarak astronotların sıçrayışlarının, son derece ağır olan astronot kıyafetlerinden etkilendiği söyleniyor. Yaklaşık 85 kiloluk ağırlığa sahip kıyafetlerle astronotlar, aynı zamanda kendi selametlerini garanti edecek şekilde de hareket etmeyi ister.
Diğer şüphelere gelince… Bazıları Ay’ın yüzeyindeki benzerlikleri, ‘fotoğraf yerinde’ her zaman benzer arka planların kullanılmasına bir delil olarak kabul ediyor. Ancak NASA’nın internet sitesinde sunduğu bilgilere göre fotoğrafların tekrarlanması şaşırtıcı değil. Zira astronotlar, iniş yaptıkları yerde farklı açılardan binlerce fotoğraf çekti.
Bir diğer meşhur şüphe de astronotların Ay’dan yayınladığı fotoğraflarda gökyüzünde yıldız olmamasına odaklanıyor. NASA buna da şöyle yanıt veriyor: Parlak Ay yüzeyi (Ay’ın Güneş ışığını güçlü bir şekilde yansıttığı için parlak olduğunu unutmayalım) ve karanlık gökyüzüne dair fotoğrafların ışık kontrastı, gökyüzünde hafif ışık noktalarını gösteremeyecek kadar güçlü.
Öte yandan Rus uzay bilimcileri, Amerikalı astronotların Ay yüzeyinde beliren gölge açısının, bu görüntülerde gölgeleri farklı yönlere düşüren birden fazla ışık kaynağı olması bakımından uygun olmadığını düşünüyor. Bu sorgulamaya cevap da yine yukarıda bahsedilen kaynak referanslardan geliyor: Ay üzerindeki ışık, vadileri, tepeleri ve dağları içeren yüzeyden yansıyor. Bu, ışığın birden fazla yöne düşmesini sağlar ve aynı şeyin birden fazla gölgesini ortaya çıkarır.
Bir başka sorgulama da uçağın indiği yerde bir çukurun olmaması ve neredeyse hiçbir tozun bulunmamasına dair. Uzaybilimci Jaumann’ın açıklamasına göre, iniş açıları dikey olmayıp Apollo gemisi, yan bir açı ile yerleşti.
Bu şüphelerin yanı sıra Rus Astronot Aleksey Leonov, Ay üzerine iniş görüntülerinin bazılarının, bu yolcuklara dair tam bir görüntü vermek adına orijinal filme eklenmek amacıyla stüdyolarda çekildiğini düşünüyor. Rus Astronot Georgy Grechko da bu görüşünde meslektaşına katılarak komplo teorilerini gülünç buluyor. Grechko, “Biz bunu detaylı bir şekilde biliyoruz” ifadeleri ile bu yolculuğun gerçekten de yapıldığını dile getiriyor.
Buna karşılık Rus bilim adamları, uzaya ilk keşif yolculuklarının, Sovyetler Birliği zamanında gerçekleştiğini belirtiyor. Buna göre tam olarak Şubat 1966’da bir Rus uzay aracı olan Luna 9, Ay yüzeyine ilk sessiz ve kontrollü inişini yapabildi. Bu görev, Ay’ın yüzeyine dair temel soruların cevaplanmasına katkı sağlayan ve ilk insanlı görevlere zemin hazırlayan bir mühendislik mucizesiydi.
The Guardian gazetesi, bu olayın ellinci yıldönümünde şu soruyu ortaya atıyor, “Niye hala birçok insan Ay’ın yüzeyine ilk inişin bir aldatmaca olduğunu düşünüyor?”  Bu İngiliz gazetesi, konu ile ilgilenen yazarlarından biri olan Richard Goodwin’den naklen şu değerlendirmede bulunuyor: ABD’nin Ay’ın yüzeyine ilk inişi konusunda dünyayı aldatıp aldatmadığı etrafında dönen tartışma, tarihî bağlamlar ve yolculuk sürecine dair teknik sorgulamalarla bağlantılı.
Bu olayın yaşandığından şüphe etmemekle birlikte Goodwin, Bill Kaysing ve birkaç Rus bilim adamının da aralarında bulunduğu şüphecilerin iddialarını, Soğuk Savaş’tan bu yana Washington ile Moskova arasında yaşanan siyasi rekabet ve medya propagandasına ilişkin durumlara bağlıyor. Üstelik bazılarının tarihi, kendi lehlerine tahrif etmeye çalıştıklarını belirterek, “Almanya’da Naziler eliyle yapılan soykırım gibi büyük tarihî hadiselerde bile görgü tanığı olan bazı insanların bunu reddetmesi mümkün. NASA’nın görevi için de aynı şey geçerli. Bazıları, insanlığın o dönemin sınırlarını aşan bir şeyi başarabileceğine inanmıyor olabilir” ifadelerini kullanıyor.
Goodwin sözlerini, ‘Ay: Geleceğin Tarihi’ adlı kitabın yazarı Oliver Morton’un şu sözünü alıntılayarak bitiriyor: “Bu olaydan şüphe duyanlar, bu meseleyi insanların ilgilendiğinden daha ciddi bir şekilde ele alıyorlar. Şu ana kadar sabit olan hakikat şu ki; Ay’a iniş, yeryüzündeki hayatı henüz değiştirmedi.”



Yapay zekanın geleceğinin anahtarları kimde?

Yapay zekanın geleceğinin anahtarları kimde?
TT

Yapay zekanın geleceğinin anahtarları kimde?

Yapay zekanın geleceğinin anahtarları kimde?

Marco Mossad

Teknoloji endüstrisi, sadece yapay zekayı (AI) geliştirmekle kalmayıp, onun anahtarlarını ele geçirmek için de kıyasıya bir rekabete tanık oluyor. Bu alanda uzmanlaşmış yeni kurulan şirketler stratejik hedefler haline gelirken büyük teknoloji şirketleri tarafından tıpkı profesyonel oyuncuların henüz keşfedilmemiş değerli bir hazineyi takip etmesi gibi büyük bir iştah ve açgözlülükle takip ediliyorlar.

Son birkaç aydır teknoloji devleri tarafından satın alma ve devralma işlemlerinde daha önce eşi ve benzeri görülmemiş bir artış yaşandı. Microsoft, OpenAI ve Inflection'a sağladığı finansmanı artırırken, Apple akıllı arama şirketi Perplexity AI ile ileri düzeyde görüşmelere başladı. META ise ses klonlama konusunda uzman Play AI şirketini satın almak için görüşmeler yapmakla kalmadı, aynı zamanda yapay zeka modellerini eğitmek için devasa veri merkezleri inşa etmek üzere 29 milyar dolarlık finansman sağlamaya çalışıyor.

Ancak yapay zeka yarışını sarsan en büyük sürpriz Mark Zuckerberg'den geldi. Cesur ve riskli bir adım atan META CEO'su Zuckerberg, Scale AI şirketinin yüzde 49'unu 14,3 milyar dolar karşılığında satın almaya karar verdi ve şirketin genç kurucusu Alexander Wang'ı META bünyesindeki yeni yapay zeka laboratuvarının başına getirdi. Bu geleneksel bir ticari anlaşma değil, META'nın rakiplerinin çok gerisinde kaldığını hissettiği bir anda yapılan stratejik bir hamleydi.

Yapay zeka sektörünü kasıp kavuran yoğun satın alma dalgası, sadece geçici soru işaretlerine değil aynı zamanda dijital çağda inovasyonun geleceği ve rekabetin doğasının özüne dokunan derin zorlukları da ortaya koyuyor. Startup şirketlerinin değişimin kıvılcımı ve yaratıcılığın itici gücü olması gerekirken, bu satın alma telaşı onları devlerin cephaneliğine eklenen varlıklara dönüştürme tehdidini beraberinde getiriyor. Bu da onların deneme özgürlüğünü kısıtlayabilir ve girişimcilik ruhunu boğabilir.

Peki, bu gelecek vaat eden küçük şirketler, büyük şirketlerin ticari çıkarlarınca yönlendirilen ve serbest araştırma ve geliştirme tutkusundan uzaklaşan ‘iç laboratuvarlar’ haline mi dönüşecek? Dahası, bu satın almalar teknoloji tekeli gibi ciddi bir tehlike oluşturuyor. Yapay zeka geliştirme alanındaki muazzam yetenekler – ham verilerden karmaşık algoritmalara kadar – az sayıda şirketin elinde yoğunlaştığında, çeşitlilikten yoksun ve yeni oyuncuların pazara giriş fırsatlarını kısıtlayan kapalı bir teknoloji ekosistemi yaratma riskiyle karşı karşıya kalırız.

Bu tekel, adil rekabeti tehdit etmekle kalmaz, aynı zamanda tüm küresel ekonomiyi yeniden şekillendirerek, sınırlı sayıda şirketin kararlarına ve gündemlerine bağımlı hale getirebilir. Bu durum, hayatımızın çeşitli yönleri için artık temel hale gelen bu teknolojilere erişim, adalet ve şeffaflık konusunda ciddi endişelere yol açıyor.

Yapay zeka devriminin gizli gücü Scale AI

Scale AI artık veri sektöründe sadece bir girişim şirketi değil, yapay zeka modellerini eğitmek için küresel sistemin dayandığı hayati altyapı sütunlarından biri haline geldi. ChatGPT, Llama ve Gemini gibi gelişmiş modeller güçlü algoritmalara dayanıyor olsa da bunların gerçek gücü yüksek kaliteli sınıflandırılmış verilerden kaynaklanıyor. Bu veriler şu an sadece bir avuç şirketin tekelinde olan dar bir pazar oluşturuyor ve Scale AI bu pazarda başı çekiyor.

Scale AI'nın önemi, salt ticari işlemlerin ötesinde. Öyle ki Şirketin kurucusu Alexander Wang, 2023 yılında Utah eyaletinde ABD Savunma Bakanlığı yetkilileri ve yapay zeka sektörünün önde gelen isimlerini bir araya getiren kapalı bir etkinlik düzenledi.

Şirket, Kenya'dan Filipinler'e ve Venezuela'ya kadar uzanan küresel bir yüklenici ağına sahip. Bu ağ, verileri son derece hassas bir şekilde manuel olarak sınıflandırıyor. Çalışmaları, resimlerdeki nesneleri ayırt etmekten, videoların içeriğini boşaltmaya, metinleri ve form cevaplarını insan beslemeli güçlendirilmiş öğrenme teknolojisi çerçevesinde değerlendirmeye kadar çeşitlilik gösteriyor. ChatGPT'ye insan gibi anlama yeteneği kazandıran bu teknoloji, onu kullanıcılar için daha akıcı hale getirdi. Scale AI'yı değerli kılan da bu. Scale AI sadece bir veri sağlayıcı değil, aynı zamanda internetten kopyalanamayacak, hassas bir şekilde eğitilmiş içerik üretmek için bir operasyonel yapıdır.

Scale AI, manuel olarak yapılan sınıflandırmanın yanı sıra model test araçları, endüstriyel veri üretimi ve hassas kalite kontrol mekanizmaları içeren entegre bir sistem sunar. Bu da onu OpenAI, Google, Microsoft, Amazon ve hatta xAI gibi yapay zeka devlerinin başlıca ortağı haline getirdi. Business Insider’ın şirket içinden sızan bilgilere göre Google'ın tek başına Scale AI'nın yıllık gelirinin yaklaşık yüzde 20'sini oluşturduğu ve sadece bir yılda 150 milyon dolarlık bir bütçeyle yapay zeka alanında 38'den fazla aktif proje yürüttüğünü aktarması da bunun bir kanıtı.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Scale AI'nın önemi, salt ticari işlemlerin ötesinde. Öyle ki Şirketin kurucusu Alexander Wang, 2023 yılında Utah eyaletinde ABD Savunma Bakanlığı yetkilileri ve yapay zeka sektörünün önde gelen isimlerini bir araya getiren kapalı bir etkinlik düzenledi. Etkinlikte, yapay zeka güvenliği ve Çin ile teknoloji yarışı konuları ele alındı. Bu dönüşüm şirketin stratejik konumunun güçlendiğini yansıtıyor. Şirket, artık teknolojik inovasyon ile Washington'daki güvenlik yetkilileri arasında bir köprü görevi görüyor.

META'nın merkezinde farklı vizyonlar

Tüm bunlar çerçevesinde META'nın Scale AI'ya yaptığı 14,3 milyar dolarlık yatırım sadece ticari bir anlaşma değil, şirket içindeki güç yapısında köklü bir dönüşümdü. Zuckerberg sadece bir veri şirketi satın almadı, aynı zamanda teknik altyapı, küresel bir insan ağı ve Washington'daki karar alma çevrelerinde doğrudan etkili olan entegre bir yapay zeka işletim sistemi de elde etti. Bu anlamda Scale AI, bir startup şirketi olmanın ötesine geçerek, META'nın son yıllarda yaşadığı zayıflıkları telafi eden stratejik bir varlık haline geldi.

fgthy
Scale AI CEO'su Alexander Wang, ABD Temsilciler Meclisi Silahlı Kuvvetler Alt Komitesi'nde siber güvenlik, bilgi teknolojisi ve inovasyon konularında ifade verdi (Reuters)

Ancak bu anlaşmanın arkasında, sadece bir teknoloji projesinin yönetilmesinden daha derin bir çatışma yatıyor. Scale AI'nın genç kurucusu ve bugün META'nın yapay zeka projesinin başındaki isim olan Alexander Wang ile şirketin baş bilim adamı ve Turing Ödülü (bilgisayar bilimlerinde en prestijli ödül) sahibi Yann LeCun arasındaki çatışma, sadece iki nesil arasındaki rekabeti değil, iki farklı vizyonun çarpışmasını da yansıtıyor.

Modern sinir ağları (makine öğrenimi) modellerinin akademik babası olan Le, büyük dil modellerine karşı ihtiyatlı bir tutum sergiliyor ve bunları üstün zekaya ulaşmak için güvenilir bir yol olarak görmüyor. Bilgiyi uzun süre boyunca araştırmayı, bilimsel olarak doğrulamayı ve temel teoriler üzerine inşa etmeyi tercih ediyor. Wang ise Silikon Vadisi'ndeki yeni nesil yapay zeka öncülerini temsil ediyor. Pratik, hızlı ve genişlemeye hevesli bir nesil, piyasayı ve saha sonuçlarını değerlendirme kriteri olarak görüyor.

Metotlar arasındaki bu farklılık, Zuckerberg’i muhafazakar bir araştırma vizyonundan, hazır yetenekleri satın almaya ve sermayeyi bir hakimiyet aracı olarak kullanmaya dayanan saldırgan bir yaklaşıma geçmek arasında seçim yapmak zorunda bıraktı. Bu yüzden Zuckerberg, en önde gelen isimleri şirketine çekmek için 100 milyon dolara varan astronomik mali teklifler sunan ve onun her zaman şiddetle karşı çıktığı, gerçek bilimsel yolu bozduğunu düşündüğü bir strateji olan ‘Zuck Bucks’ olarak bilinen programı başlattı.

Apple ve Google arasındaki ortaklık anlaşması, Google arama motorunu Safari tarayıcısında varsayılan seçenek haline getirerek ek bir endişe kaynağı oldu.

Zuckerberg sadece araçlara veya verilere yönelmedi, aynı zmanda META içinde tamamen farklı bir yaklaşımı temsil eden birini seçti. Alexander Wang, pratik geçmişi ve akademik çevrelerin dışında kalan yetenekleri çekme becerisiyle, daha kararlı ve daha az tartışmalı yeni bir yönetim ruhu getirdi.

Wang, bugün META'da yapay zeka projesini yöneticisi konumunda. Bu proje Zuckerberg'in de odak noktası haline geldi. Bayan ise sembolik olarak baş bilim insanı pozisyonunda kalmaya devam ediyor, ancak karar alma çevrelerindeki etkisi giderek azalıyor. Şimdi sorulması gereken soru şu: Bu kadar farklı iki kanat, şirketi tek bir hedefe doğru uçurabilir mi? Yoksa bu entelektüel ve organizasyonel uçurum, META'nın yapay zeka yarışında liderlik hayallerini tehdit eden bir beka krizine dönüşür mü?

Apple alternatif arayışında

Apple da sektördeki bu yapay zeka yarışından çok uzak değil, ancak bu yarışta farklı, belki de nispeten daha zayıf bir konumda yer alıyor. Her zaman ‘geç ama mükemmel’ stratejisiyle övünen şirket, şimdi birikmiş birçok zorlukla karşı karşıya kaldığı için adımlarını hızlandırmak zorunda kalıyor. Apple’ın sesli asistanı Siri, rekabete ayak uyduramama durumunun sembolü haline geldi, çünkü ChatGPT ve Gemini gibi uygulamaların sunduğu akıllı ve sorunsuz etkileşim düzeyinden halen uzak kalıyor. Geliştiricilerin katıldığı bir konferansta Apple Intelligence hakkında yapılan son duyuru, yeni özelliklerin sınırlı ve rakiplerin kaydettiği niteliksel sıçramalara kıyasla geç kalmış olması nedeniyle birçok kişinin beklentilerini boşa çıkardı.

Bu çıkmazın ortasında, Apple ve Google arasındaki ortaklık anlaşması, Safari tarayıcısında Google arama motorunu varsayılan seçenek haline getiren ve Apple'a yıllık 18-20 milyar dolar gelir sağlayan anlaşma, ABD Adalet Bakanlığı'nın tekelcilik soruşturması nedeniyle çökme tehlikesiyle karşı karşıya. Apple bu bağlantıyı koparmak zorunda kalırsa, sadece teknik olarak hızlı ve etkili bir alternatif değil, aynı zamanda kapalı sistemine ve kullanıcılarının beklentilerine uygun entegre bir arama deneyimi sunabilen bir alternatif bulması gerekecek.

İşte burada Perplexity AI devreye giriyor. Akıllı arama alanında yükselen bir startup olan şirket, bilgi özetleme, kaynakları birbirine bağlama ve gelişmiş dil modelleriyle desteklenen doğru ve hızlı cevaplar sunma gibi özelliklere sahip platformunda bir arama motorundan daha fazlasını sunuyor. Bu özellikler, başta yeni sesli asistan sürümünün sürekli ertelenmesi nedeniyle, Siri'nin bariz eksikliklerini telafi etmek için ideal bir çözüm sunuyor. Bu durum, sadece teknik bir aksaklık olarak değil, Apple'ın kendi bünyesinde modern bir yapay zeka arayüzü geliştirme kabiliyetindeki yapısal bir krizin göstergesi olarak da yorumlanabilir.

8o90p*
Perplexity şirketinin logosunun yanı sıra klavye ve robot kolları (Reuters)

Apple, ideal anı beklemenin artık bir seçenek olmadığının farkında. Bu yüzden Perplexity ile yapılan görüşmeler, hazır bir ürün, deneyimli bir mühendislik ekibi ve Google ile olan ortaklığını kaybetmesi durumunda alternatif bir senaryo sunan bir satın alma yoluyla bu boşluğu doldurma girişimi olarak görünüyor. META radikal bir dönüşüm yoluna girip yapay zeka altyapısını satın alırken, Apple gecikmenin ona düşündüğünden daha pahalıya mal olmaması umuduyla kısa vadeli satın alma mantığıyla hareket ediyor.

Microsoft ve OpenAI ortaklığı liderliği yarattı

Tüm bu hareketlerin son derece önemli stratejik gelişmeler olduğu şüphe götürmez, ancak bunların en önemlisi ve belki de en etkili olanı, yazılım devi Microsoft ile OpenAI şirketi arasındaki yakın ilişki. Bu ittifak, sadece finansal bir yatırım veya teknik bir ortaklık değil, büyük şirketler ile yapay zeka laboratuvarları arasındaki çıkarların bütünleşmesinin yeni bir modelini temsil ediyor.

Bir yandan, Microsoft Azure platformu aracılığıyla devasa bir bulut altyapısı sunarken bir yandan da OpenAI'nin (başta GPT olmak üzere) devasa dil modellerini bir startup şirketinin tek başına sahip olması zor olan verimlilik ve hesaplama kapasiteleriyle eğitmesini mümkün kıldı. Ayrıca, birçok bağımsız araştırma laboratuvarının karşılaştığı operasyonel engelleri, özellikle kaynak yönetimi ve dağıtım ölçeğini genişletme konusunda aşmasına yardımcı oldu.

Para yetenek satın alabilir, ancak vizyon satın alamaz.

Öte yandan Microsoft en gelişmiş yapay zeka teknolojilerine erken erişimden yararlanarak ChatGPT'nin yeteneklerini Bing arama motoru, Office platformu ve Microsoft 365 hizmeti gibi ürünlerine entegre etti. Bu hamle Microsoft’a kurumsal ve ofis uygulamaları pazarında büyük bir rekabet avantajı sağladı.

Bu ittifak, her iki tarafa da çifte avantaj sağladı. Öyle ki OpenAI, dil modellerini geliştirmek için lojistik ve finansal destek elde ederken, Microsoft her şeyi sıfırdan inşa etmek zorunda kalmadan yeni teknoloji sahnesinde lider konuma yükseldi. Fakat bir yandan da bu model araştırmaların bağımsızlığı ve bilimsel inovasyonun tamamen ticari çerçevelere kayma olasılığı konusunda soru işaretleri uyandırdı. Bunun yanında bu ortaklığın yapay zeka yarışında önemli bir dönüm noktası olduğu ve inovasyon laboratuvarları ile büyük pazar şirketleri arasındaki ilişkinin özelliklerini yeniden şekillendirdiği konusunda hiçbir şüphe yok.

Tekelleşmenin getirdiği tehlikeler

Bu kıyasıya gelecek yarışında, en büyük isimler için bile hayatta kalmak artık garanti değil. Teknoloji devleri, muazzam kaynaklarına rağmen, yapay zeka çağının getirdiği köklü dönüşümlere ayak uyduramazlarsa gerileme, hatta yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklar. Yapay zeka artık sadece algoritmalarda değil, verileri yönetme, sınıflandırma, temizleme ve yönlendirme becerisinde de var. Çünkü herhangi bir akıllı dil modelinin gerçek temelini bunlar oluşturuyor.

Dolayısıyla veri işleme sanatını ustaca kullanan startup şirketler değerli hedefler haline geldi. Büyük şirketler, sanki yeni nesil inovasyonun eğitim merkezleriymiş gibi bu şirketleri satın almak için birbirleriyle yarışıyor. Ancak bu olgu risksiz değil. Rekabetin yaratıcılığın önünü açması gerekirken, bilginin tekelleşmesi, sektörde yeni oyuncuların kendilerini gösterme fırsatlarının kısıtlanması ve teknolojiye erişimde şeffaflık ve adaleti gözetmeyen kapalı ticari modellerin dayatılmasıyla art arda gelen satın almalar bunun tam tersine yol açabilir.

Para yeteneği satın alabilir, ancak vizyonu satın alamaz. Ahlaki değerleri gözeten ve yapay zekanın adil ve güvenli kullanımını garanti eden net bir strateji olmadan, bu yatırımlar bir başarıdan ziyade bir yük haline gelir. Bugün yaşananlar, teknolojinin ruhu ve geleceğin anahtarlarının kimde olacağı konusunda verilen bir mücadeledir. Bu anahtarlar her şeyi kontrol eden azınlığın elinde mi olacak, yoksa dünyayı ortak ilerlemeye iten açık bir sistemde mi olacak?