Mogadişu'da terör saldırısı: 17 kişi öldü

22 Temmuz’da Mogadişu’da El-Kaide’ye bağlı Hareket el-Şebab el-Mücahidin’in gerçekleştirdiği terör saldırısında yaralılara yardım eden vatandaşlar (Reuters)
22 Temmuz’da Mogadişu’da El-Kaide’ye bağlı Hareket el-Şebab el-Mücahidin’in gerçekleştirdiği terör saldırısında yaralılara yardım eden vatandaşlar (Reuters)
TT

Mogadişu'da terör saldırısı: 17 kişi öldü

22 Temmuz’da Mogadişu’da El-Kaide’ye bağlı Hareket el-Şebab el-Mücahidin’in gerçekleştirdiği terör saldırısında yaralılara yardım eden vatandaşlar (Reuters)
22 Temmuz’da Mogadişu’da El-Kaide’ye bağlı Hareket el-Şebab el-Mücahidin’in gerçekleştirdiği terör saldırısında yaralılara yardım eden vatandaşlar (Reuters)

Somali’nin başkenti Mogadişu, 22 Temmuz’a, büyük bir patlama ve silah sesleriyle uyandı. 17 kişinin öldüğü ve 15 kişinin yaralandığı saldırıyı, El-Kaide’ye bağlı, Somali’de radikal bir emirlik kurmaya çalışan ve Afrika Boynuzu’nda bir güvenlik tehdidi oluşturan terör örgütü Eş-Şebab üstlendi.
Yerel kaynaklar (güvenlik ve medya organları), Eş-Şebab unsurlarının, bu büyük patlamayla başkent Mogadişu’nun merkezinde Aden Adde Uluslararası Havalimanı yolu üzerindeki bir kontrol noktasını ve oteli hedef aldıklarını belirtti. Saldırı, bomba yüklü bir araçla gerçekleştirilirken, olayda 17 kişi öldü ve 15 kişi de yaralandı. Bu bilançonun artabileceği de ifade edildi.
“Radio Mustakbel” de dâhil yerel medya organları, saldırıyı “çok büyük” olarak nitelerken, vatandaşlar arasında paniğe yol açtığı ifade edildi.
Yerel medya organları saldırı hakkında, “Patlamanın, bölgedeki bir otelin yakınında bomba yüklü bir araçla gerçekleştiği düşünülüyor. Saldırı, büyük bir yangına ve dumanların yükselmesine yol açtı” açıklamasını yaptı. Patlamanın yaşandığı alanda bulunan bir güvenlik görevlisi, “Saldırganın aracının, park etmiş araçları geçmeye çalışırken, yolun soluna saptığını ve otelin (Afrika) yakınlarında patladığını gördük” dedi. Güvenlik görevlisi, “Kontrol noktasındaki 3’ü sivil ve 1’i kontrol noktası güvenliğinden sorumlu bir çalışan olmak üzere 5 kişinin öldüğünü söyleyebilirim” şeklinde konuştu.
Yerel gazeteler, Somali makamlarının terör saldırısının ardından saldırganları tespit etmek üzere geniş çaplı bir güvenlik operasyonu başlattığını aktardı.
Terör saldırısı, Somali’nin güneyindeki bir oteli hedef alan ve 26 kişinin öldüğü bir başka terör saldırısından 1 hafta sonra gerçekleşti. Geçen haftaki saldırı, 2012 yılından bu yana Somali’deki en şiddetli terör saldırısı olarak nitelendirildi.
Örgüt, Somali’yi kana buladı
Eş-Şebab hareketi, Somali açısından ciddi bir güvenlik tehdidi oluşturuyor. Militanlar, kanlı saldırılar düzenlerken, hareketin faaliyetleri son günlerde Afrika Birliği barış güçlerine katılan komşu ülke Kenya’yı da kapsayacak şekilde genişledi. Kenya güçleri, Somali hükümetini savunmaya destek veriyor.
Terör örgütü, 2006 yılında Mogadişu’yu kontrol eden ve şeriatın uygulanmasını amaçlayan “İslami Mahkemeler Birliği’nin” askeri bir kolu olarak ortaya çıkan radikal bir Somalili grup. Hareket, Etiyopya hükümet güçlerine karşı savaşları sırasında, 2008 yılı sonlarında geri çekilmek zorunda kalan “Mahkemeler Birliği’ni” destekledi.
Şeriat temeli üzerine devlet inşa etmeyi amaçlayan bu zorlu örgüt, Afrika’nın doğusundaki uluslararası örgütlere bağlı hücrelerin bazı yetkililerinin arabuluculuğuyla El-Kaide ile bağlantı. Eş-Şebab ve El-Kaide arasındaki bağlantı ise Somalili hareketin, resmi şekilde El-Kaide’ye bağlılığını ilan ettiği 2009 yılına kadar devam etti.
Son zamanlarda Somali askeri güçleri, militanları ülkeden kovmak amacıyla Somali’nin güneyindeki Aşağı ve Orta Şabel bölgelerinde yer alan köy ve kasabalarda Eş-Şebab’a karşı operasyonlar gerçekleştirdi. Somalili bir askeri yetkili de operasyonların teröristler yok oluncaya kadar devam edeceğini vurguladı.
Örgüt, hükümet güçlerince girdiği çatışmaların ardından güneyde ve merkezde ana kasabalardan bazılarını kaybetti. Ancak zaman zaman terör saldırıları düzenlemeyi sürdürüyor. Öncelikle de otelleri, devlet binalarını ve kontrol noktalarını hedef alıyor.
Somali’deki örgüt, Nijerya’nın kuzeydoğusundaki ve Çad Gölü çevresindeki “Boko Haram” grubu, Afrika Sahel bölgesindeki ve özellikle de son aylarda güvenliğin önemli ölçüde kötüleştiği Mali’deki Nusrat el-Islam Cemaati gibi Afrika’da kanlı terör saldırıları gerçekleştiriyor.
Mali, El-Kaide ve DEAŞ bağlantılı terör gruplarının oluşturduğu tehdit ile yüzleşme konusunda zorluk çekiyor. Bu çerçevede Birleşmiş Milletler (BM) Barış Güçleri’nin bu ülkedeki faaliyetlerini genişletmesi çağrısı yapıldı. İngiltere Savunma Bakanlığı da 22 Temmuz’da yaptığı açıklamada, BM önderliğindeki barışı koruma operasyonunun bir parçası olarak gelecek yıl Mali’ye 250 asker gönderileceğini duyurdu.
Savunma Bakanı Penny Mordaunt, “En fakir ve kırılgan bölgelerden birinde, dünyanın en savunmasız insanlarından bazılarını desteklemek ve Sahel bölgesindeki insani ve güvenlik çabalarımıza öncelik vermek doğru” değerlendirmesinde bulundu. Mordaunt, İngiltere askerlerinin “şiddet yolundaki radikalizm tehdidiyle mücadele ederek ve Mali’de insan haklarını koruyarak barışı güçlendirmeye katkı sağlamak için bölgedeki ortaklarıyla birlikte çalışacağına” dikkati çekti.
Terör grupları, 2010 yılında Mali’nin kuzeyinin kontrolünü ele geçirdi. Ancak Fransa’nın 2013 başlarında önderlik ettiği askeri müdahale, bu grupları Mali’nin kuzeyindeki şehirlerden kovmayı başardı. Ama bu gruplara mensup unsurlar, çöl ve dağlık alanlara sığınırken, daha sonra uluslararası güçlere ve Mali ordusuna karşı terör saldırıları düzenlemek için üslerini geri aldı.



Türkiye'nin Ortadoğu'daki bölgesel nüfuzunun yeniden şekillenmesinin boyutları

Suriye'nin Afrin ilçesinin dış mahallelerinde bir TSK tankı, 19 Ekim 2022 (AFP)
Suriye'nin Afrin ilçesinin dış mahallelerinde bir TSK tankı, 19 Ekim 2022 (AFP)
TT

Türkiye'nin Ortadoğu'daki bölgesel nüfuzunun yeniden şekillenmesinin boyutları

Suriye'nin Afrin ilçesinin dış mahallelerinde bir TSK tankı, 19 Ekim 2022 (AFP)
Suriye'nin Afrin ilçesinin dış mahallelerinde bir TSK tankı, 19 Ekim 2022 (AFP)

Emced Ferid et-Tayyib

Geçtiğimiz haftalarda Arap bölgesi, Ortadoğu ve Doğu Afrika tüm düzeylerde büyük dönüşümlere tanık oldu. Bu dönüşümlerin belki de en dikkat çekici olanı Suriye'de meydana gelen büyük değişimdi. Suriye'de Beşşar Esed rejimi düşerken 1963 yılından bu yana iktidarda olan Baas yönetimi sona erdi.

Türkiye bu değişimin arkasında sadece Suriye muhalefetini doğrudan destekleyerek önemli bir rol oynamakla kalmadı, uluslararası ve bölgesel ittifaklardan ve pozisyonlardan oluşan karmaşık bir ağın yönetimini de üstlendi. Bu değişimin önünü açmak ve sorunsuz bir şekilde kabul edilmesini sağlamak için İran ve Rusya’nın Suriye'deki nüfuzunu sınırlandırmaya çalıştı.

Türkiye, Suriye savaşı trajedisini sona erdirmedeki bu başarısının ardından kendisini sadece Ortadoğu'da değil, Kızıldeniz bölgesinde ve Afrika Boynuzu'nda da önemli ve etkili bir aktör ve bölgesel istikrar sağlayıcı bir güç olarak sunmaya hazırlandığı açıkça görülüyor. Türkiye aynı zamanda Somali ve Etiyopya arasında limanların kullanımı konusunda yaşanan ve neredeyse Afrika Boynuzu'nda yeni bir bölgesel savaşın fitilini ateşlemesine ramak kalan gerginliği ve anlaşmazlıkları da başarıyla dizginledi.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre Türkiye, 12 Aralık 2024 tarihinde imzalanan ve Etiyopya'nın Somali’nin egemen otoritesi altında Kızıldeniz'in uluslararası sularına güvenilir ve sürdürülebilir bir şekilde erişimini garanti eden Ankara Anlaşması'nı imzalamak üzere iki ülkeyi bir araya getirmeyi başardı ve Eritre'nin Etiyopya'dan bağımsızlığını kazanmasının ardından 1991 yılından bu yana deniz erişimi olmayan dünyanın en kalabalık ülkesi Etiyopya'nın en büyük endişelerinden ve taleplerinden birini ele aldı.

Ardından 13 Aralık'ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Sudan'da şiddetlenen savaşı durdurmaya yönelik doğrudan bir faktör olarak Sudan ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında doğrudan müzakere kanalları açmak ve iki ülke arasındaki durumu yatıştırmak için cesur bir girişimde bulunduklarını açıkladı.

Kızıldeniz'in stratejik önemi

Tüm bu gelişmelerle arasında Kızıldeniz, sadece Türkiye'nin hamlelerini okurken, analiz ederken ve değerlendirirken değil, aynı zamanda çatışmalarla dolu bir bölgedeki siyasi ve ekonomik önemi açısından da dikkate alınması gereken merkezi bir konuma sahip.

Afrika ve Asya kıtaları arasında yer alan Kızıldeniz, bölgedeki siyasi çalkantıların ve rekabetlerin merkezi oldu. Bir deniz yolu olarak Kızıldeniz, dünya konteyner trafiğinin yaklaşık yüzde 30'una ev sahipli yapıyor. Küresel ticaretin yıllık yaklaşık yaklaşık 65,1 trilyon dolarlık kısmı Kızıldeniz üzerinden sağlanıyor. Bu hacim, günlük yaklaşık 2,6 milyon varil ham petrol ve rafine petrol ürününün Kızıldeniz'in en güneyindeki Bab’ul-Mendeb Boğazı, Suveyş Kanalı ve Mısır'da bulunan ve Kızıldeniz'i Akdeniz'e bağlayan günlük 5,2 milyon varil kapasiteli Sumed Boru Hattı üzerinden taşındığı küresel ticaretin yaklaşık yüzde 12 ila yüzde 15'ini de kapsıyor. Bahsi geçen güzergâhlar üzerinden yapılan doğalgaz ihracatı küresel sıvı doğalgaz (LNG) ticaretinin yaklaşık yüzde 8'ini oluşturuyor. Avrupa doğalgaz ithalat kaynaklarını çeşitlendirmeye, Rus boru hatlarına bağımlılığını azaltmaya ve Körfez ve Kuzey Afrika'dan sıvı doğalgaz ithalatını arttırmaya çalıştığından, Kızıldeniz ve Sumed Boru Hattı üzerinden ihraç edilen doğalgazın önemi Ukrayna savaşından sonra daha da arttı. Çünkü Avrupa doğalgaz ithalat kaynaklarını çeşitlendirmeye, Rusya’nın enerji kaynaklarına bağımlılığını azaltmaya ve Körfez ülkelerinden ve Kuzey Afrika'dan LNG ithalatını arttırmaya çalışıyor.

Kızıldeniz'de son dönemde yaşanan çatışmalar küresel seyrüsefer trafiğinde ve ticarette aksamalara yol açtı. Husilerin Kızıldeniz'deki saldırıları nakliyeleri geciktirirken sigorta ve nakliye maliyetlerini yükseltti. Bazı gemilerin Ümit Burnu'nun etrafından dolaşmak zorunda kalmasıyla nakliye süreleri ve masrafları önemli ölçüde arttı.

Bu rekabet, Sudan’daki mevcut savaşın patlak vermesine önemli ölçüde katkıda bulundu. Suriye'de Beşşar Esed rejiminin devrilmesiyle sonuçlanan son gelişmelerden sonra Rusya, Tartus'ta bulunan ve kendi sınırları dışında olan tek deniz üssünü kaybetti. Bu durumun Rusya'yı ya Sudan'ın Kızıldeniz kıyısında ya da Afrika kıyısındaki askeri varlığına ikmal hatları sağlamak için Libya'nın Akdeniz kıyısında bir askeri üs kurarak Ortadoğu'da bir deniz varlığı edinme çabalarını yoğunlaştırmaya itmesi bekleniyor. Tüm bu karmaşık dinamikler deniz ticaretindeki düşüşe katkıda bulunarak Süveyş Kanalı'nın gelirlerini olumsuz etkiliyor ve Mısır ekonomisine ciddi zarar veriyor.

Türkiye'nin bölgedeki hamlelerinin bu dinamiklerden bağımsız olmadığı bir gerçek. Avrupa ve genel olarak Batı ile huzursuz bir ilişkiye sahip olan Türkiye, 1952 yılından bu yana NATO üyesi. NATO bünyesinde en fazla askere sahip  ikinci ülke konumumda olan Türkiye’nin topraklarında NATO Müttefik Kara Komutanlığı yer alıyor.

Türkiye'nin İncirlik’teki ve Konya’daki hava üsleri Balkanlar, Sırbistan ve Kosova'dan Irak ve Afganistan'a kadar NATO'nun askeri operasyonlarının çoğunda ana askeri üsler olarak kullanıldı. Türkiye ayrıca 2012 yılından bu yana İran'a yaklaşık 500 km uzaklıkta bulunan ve NATO'nun füze savunma sisteminin önemli bir parçası olarak hizmet veren Kürecik radar istasyonuna da ev sahipliği yapıyor. Ancak, 1949 yılında Avrupa Konseyi'nin on kurucu üyesinden biri olan Türkiye, Avrupa Birliği’ne (AB) tam üye olmayı başaramadı. AB Genel İşler Konseyi'nin 2018 haziranındaki bir açıklamasına göre Türkiye’nin çetrefilli bir müzakere konusu olan AB'ye tam üyeliği 2005 yılında çıkmaza girdi.

cvdfgrt
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya'da 2019 yılında düzenlenen Uluslararası Havacılık ve Uzay Fuarı'nın açılış töreninde dondurma yerken (AFP)

Türkiye’nin Ortadoğu’daki ve Afrika Boynuzu'ndaki nüfuzunun uzun ve köklü bir geçmişi var. Osmanlı İmparatorluğu'na kadar uzanan bu nüfuz, İkinci Dünya Savaşı, milli kurtuluş mücadeleleri ve dünyanın dört bir yanındaki geçiş güzergahlarının ve stratejik bölgelerin kontrolü için yaşanan rekabet sonucu zayıflamış olsa da her zaman dini ve kültürel faktörlerce desteklendi.

Dolayısıyla Türkiye'nin bölgedeki son hamlelerinin, Donald Trump'ın ABD başkanlık görevini devralacağı tarih yaklaşırken özellikle Batı’nın ve Avrupa'nın desteğiyle durumu yeniden düzenleme çabasına girmesi ihtimal dışı değil. Trump'ın Rusya ile yakınlaştığı biliniyor. Batı dünyası adına dünya polisi -jandarması- rolünü oynamak yerine küresel politikaları bölgesel oyunculara devretme niyetinde olduğu düşünülüyor.

Trump ve Putin arasındaki yakınlaşma çerçevesinde bu anlaşmalardan bazıları Ortadoğu, Doğu Afrika ve Kızıldeniz'de artan kaos nedeniyle büyük bir ekonomik sarsıntı yaşayan Avrupa'nın işine gelmeyebilir. Belki de Avrupa'yı, Eski Dünya kıtalarının bu çalkantılı bölgesinde önemli bir aktör olarak konumunu sağlamlaştırması için Türkiye'nin müttefikliğine destek vermeye iten de budur.

Türkiye'nin Sudan'a yönelmesi

Türkiye ilk kez Sudan örneğinde diplomatik inceliklerden ziyade çıkarlar temelinde müzakere için tüm kartları açıkça masaya koyduğu bir inisiyatif aldı. Türkiye bunu sadece siyasi konumunu sağlamlaştırmak için değil, aynı zamanda Sudan meselesi Kızıldeniz'deki eski emellerini canlandırdığı için de yapıyor. Sudan’ın eski Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir döneminde Rusya’nın yanı sıra Türkiye de Sudan’ın Kızıldeniz kıyılarında bir liman ya da deniz üssü edinmeye çalışmıştı.

Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’den ilk kez cumhurbaşkanlığı düzeyinde Sudan'a yapılan bir ziyaret gerçekleştirdi. Türkiye'nin Sevakin Limanı’nın bir bölümünü geçici olarak kullanma hakkını elde ettiğini, böylece bölgeyi bir turizm beldesi ve Kızıldeniz üzerinden Mekke'ye giden hacılar için bir geçiş noktası olarak yeniden inşa edebileceğini açıkladı. Dönemin Sudan Dışişleri Bakanı İbrahim Gandur, Türkiye'nin Sudan'ın Kızıldeniz kıyısında (Sudan'ın Kızıldeniz bölgesinin başkenti ve ülkenin ana limanı olan Port Sudan'ın yaklaşık 60 kilometre güneyinde yer alan bir yarımada olan Sevakin’de) Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma harap haldeki bir limanı yeniden inşa edeceğini ve burada sivil ve askeri gemilerin bakımı için bir donanma tersanesi kuracağını duyurdu.

Türkiye'nin bu girişimi, Sudan’daki barış sürecini ileriye taşıyacak bir ivme noktası olabilir, ancak bunun için başta Cidde Müzakere Platformu olmak üzere diğer müzakere girişimleriyle bütünleşmesi gerekiyor. Sudan'daki barış için yürütülen çabaları ilerletmek amacıyla Manama'dan Cenevre'ye, Cibuti’den Moritanya'ya kadar birçok bölgesel girişim oldu. Fakat bu girişimler, uygulanması Sudan hükümetinin herhangi bir müzakereye girmesinin koşullarından biri haline gelen ön anlaşmalara varmayı başaran Cidde Müzakere Platformu’nun ne ötesine geçebildi ne de yerini alabildi. Uluslararası ve bölgesel tarafların bu girişimleri arasında tamamlayıcı roller aramak üzere koordinasyon sağlamaları -ki böyle bir koordinasyon şu an yok- Sudan'da uzayıp giden savaşın kısır döngüsünü kırmada başarının anahtarı olacağına şüphe yok.