Burgiba'nın izinde laik bir lider: Sibsi

Sibsi, Tunus’un ilk Cumhurbaşkanı Habib Burgiba’yı model aldı
Sibsi, Tunus’un ilk Cumhurbaşkanı Habib Burgiba’yı model aldı
TT

Burgiba'nın izinde laik bir lider: Sibsi

Sibsi, Tunus’un ilk Cumhurbaşkanı Habib Burgiba’yı model aldı
Sibsi, Tunus’un ilk Cumhurbaşkanı Habib Burgiba’yı model aldı

Tunus Cumhurbaşkanı el-Bâci Kâid el-Sibsî’nin Tunus’ta Cumhuriyet'in ilanının 62. yıldönümü olan 25 Temmuz 2019 tarihinde hayatını kaybetmesi bir tesadüf.
1926 doğumlu ve siyasi şuurunu, Cumhurbaşkanı  Habib Burgiba önderliğinde ulusal devletin kurulduğu cumhuriyet değerlerine açtığı tarihsel bağlamda bir hukuk adamı.
Sibsî, siyaset, reform ve modernleşmede, Burgiba okulu olarak nitelediği durumla bağlantılı şekilde derinleşmek için Burgiba’ya olan hayranlığını da sık sık dile getirdi. Ulusal gururun, politik gerçekliğin ve moderniteye doğru eğilimin işareti olarak Burgiba’nın imajını geniş bir Tunus kesiminin kalbinde canlandırmak için devrimden sonra Burgiba sembolizmine bağlılığını ifade etti.


Tunus Cumhurbaşkanı el-Bâci Kâid el-Sibsî

 
Ancak Sibsi’nin aslında kültürel bir arka planı yansıttığını, anayasa fikrini, cumhuriyetin anayasal ilkelerini ve değerlerini somutlaştırdığını belirtmek ilginç. Cumhurbaşkanın, bu anayasal çerçeve dışındaki tecrübesini, halk egemenliği, özgürlük ve eşitlik ilkelerini okumamız ise mümkün değil.
Mirasta eşitlik girişimi
el-Bâci Kâid el-Sibsî, bugün hayatını kaybetmesi sonrasında Yeni Tunus anayasası hakkında liberal anlayışı onayladığı ölçüde Burgibaizm ve cumhuriyet değerleriyle olan bağlantısını doğrulayan kültürel entelektüel başarılarıyla kaldı. Kadınlar ve erkekler arasındaki miras eşitliği için bir yasa tasarısını Tunus Halk Meclisi’ne sunma girişimine dair de bir şüphe yok.
Bu girişim, Tunus’ta Nahda gibi dini otoriteye sahip partilerin ve Zeytune Üniversitesi gibi kuruluşların sınırları hakkında da tartışmaya neden oldu. Bazı gözlemciler, Sibsi’nin önerisini, 2019 seçimlerine hazırlık aşamasında ve ikinci bir dönemde aday olma ihtimali çerçevesinde kadın seçmenlerle flört etmeyi amaçlayan siyasi bir manevra olarak nitelendirdi.
Yasanın içeriği, yeni anayasa ile uyumlu olurken, tarihsel olarak miras hukuku ile eşitlik, onur ve adalet gibi onunla çakışan değerler arasındaki ilişkiyi gözden geçirmek için kültürel bir devrimin başlangıcını temsil ediyor. Bu durum, Burgiba girişimiyle ortaya koyulan Tunus Medeni Hal Yasası sonrasında ikinci bir sosyal devrim projesi oldu. Buradaki kültürel siyasi zincir, Burgiba ve kendisini ona varis olarak tanıtanlar arasında delile de ihtiyaç duymuyor.
Burgiba cesareti
Sibsi, bu yasa tasarısıyla, bir yandan algıların Tunus reformu fikri toprağında kökleşmesini, diğer yandan da bir hukuk avukatı olarak uluslararası insan hakları sistemine katılmasını onaylayabildi. Mirasta eşitlik fikri, dönemin Zeytune şeyhleri ile muhafazakarların reddettiği “Yasa ve Toplumda Kadınımız” ismiyle 1930 yılında yayınlanan reformist düşünür Tahir el-Haddad’ın kitabında da değinildiği gibi, Tunus sivil reform kültüründe yeni bir fikir değil.
Burgiba, mirasta eşitliği belirli dini yorumlarla kanunlaştırmak için bir yöntem aradı, ancak özellikle de tarihsel bağlam Vahhabi fikrinin yükselişine tanık olduğu için başarısız oldu.
el-Bâci Kâid el-Sibsî, gerekli cesarete sahip ve Burgiba’nın psikolojik şok oluşturma cesaretinden ve durgun suyu tekrar hareket ettirme cesaretinden esinlendi.
Şubat ayında Cenevre’deki İnsan Hakları Konseyi’nin 40. oturumunda Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri ve üst düzey hukukçular da “Kadının, dini hususiyete aykırı olarak eşit mirastan istisna tutulması, İslam dininin ruhuna ve şeriatın amaçlarına aykırıdır. Aynı zamanda insan hakları felsefesi ve ilkeleri ile de uyumlu değildir” demekte tereddüt etmedi.
Tunus reform mirasına entegre olamayan ve küresel kültürel tarih hareketinin gerçekleşmesini sağlayan Nahda Hareketi başta olmak üzere parlamentodaki çoğunluğun dar görüşlü siyasi hesaplamaları nedeniyle bu sağlanamasa bile Beci’nin, bu yasa taslağını istemesi muhtemeldi ve görevi, Haddad ve Burgiba gibi Tunuslu reformistler, düşünürler ve liderlerle geniş bir ortama girmesiyle sona yaklaştı. Tarih Kaid el-Sibsi’nin bu erdemli duruşunu, ondan sonra bile hatırlayacak.
Tunus Medeni Hal Yasası’nın yanı sıra Cumhurbaşkanı tarafından Halk Meclisi’ne sunulan eşitlik yasa tasarısı, Tunus’ta bireysel özgürlükler, anayasa ve uluslararası ilkelerin gerektirdiği yasal reformlarla ilgili daha geniş bir raporun sadece bir kısmını oluşturuyor.
Eşcinselliği suç olmaktan çıkarttı
El-Bâci Kâid el-Sibsî, 2017 yılında Bireysel Özgürlükler ve Eşitlik Komitesi’ni kurdu. Komite, iki bölümden oluşan nihai raporunu 8 Haziran 2018 tarihinde sundu. Bu çerçevede raporun bireysel hak ve özgürlüklere ayrılan birinci bölümünde yer alan en bariz teklifler arasında eşcinselliğin suç olmaktan çıkarılması ve idam cezasının kaldırılması yer alıyor. İkinci bölümde ise kadın-erkek arasında mirasta eşitlik ve çocuklar arasında, evlilik dışı ilişkilerden doğanlar da dahil olmak üzere eşitlik meselesi ele alınıyor.
Bunların tamamı Arap-İslam kültürü çerçevesinde tartışmalı konular olarak değerlendiriliyor. Öyle ki rapor, devletin sivil doğası ve uluslararası insan hakları yönelimleriyle pozitif etkileşime odaklanırken, dini temelli algılarla da çatışıyor.
Arşivden devrim gerçekliğinde bir adam
El-Bâci Kaid es-Sibsî’nin başlattığı bu kültürel vizyonunla ilgili üzerimize düşen, reformist ile modern miras arasındaki ilişkiyi 2011'in ilk aylarında tekrar iktidara götüren siyasal iz ile kısaca vurgulamaktır.
Sibsî, doksanlı yolların başlarında eski Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali iktidarının anlaşılmazlığının ardından siyasi çalışmadan istifa ettikten sonra, Tunuslu İslamcıların lideri Raşid el-Gannuşi’nin siyasi konsensüsündeki ortaklığı sonrasında baş rakibi olarak, devrimden sonra aniden arşivden çıkan siyasi bir isim oldu.
Tunus, devrim sonrası dönemi yönetebilen deneyimli politikacılardan, kesinlik çağrısı yapan radikal fikir sahiplerinden yoksundu.
İşte büyük bir paradoks! Baci Kaid el-Sibsi’nin siyasi güçleri, gemiyi sözde demokratik geçiş denilen çelişkili tasavvur denizinde gezdirmek için eski nesli güvence altına aldı. Ancak 85 yıldan bu yana bir ağırlığa sahip olan bu Şeyh, gerektiğinde denklemleri devletin saygınlığına ve ruhları sakinleştirmeye çeviren, siyasal yönetimde nadir bir deneyim ortaya koydu. Ekim 2011 seçimlerini takiben kayda değer bir anda Nahda liderliğindeki İslamcılara iktidarı teslim etmekte tereddüt etmedi.
İslamcıların, o dönemdeki zaferi, Tunuslu modernistleri derin bir şoka sokmasına rağmen durum, seçim fonu sonuçlarını sorgulamadı veya seçim sürecini etkilemedi.
Nihayetinde oldukça ileri bir yaşta olmasına rağmen, eski anayasanın farklı akımlarını bir araya getiren “Tunus Nida Partisi’ni” kurmada tereddüt etmedi.
Birçok insanın gözünde kurtarıcı oldu, kadın haklarını ve modern Tunus kazanımlarını tehdit eden tehlikelere dair modernist korkudan faydalandı, kısa süre sonra da Tunusluların zihinlerindeki Burgiba’nın karakteriyle ilişkili hale geldi. Böylece kadınların oylarını kazandı, başkanlığa aday olduğunda da yaklaşık 1 milyon seçmenin desteğini aldı.
Fakat Bâci Kaid el-Sibsî açısından önemli olan şey, ona düşman kuvvetleri, “uzlaşı” olan sihirli bir ifadeyle ortak kuvvetlere nasıl dönüştürebileceğine dair siyasi kültür oldu. Nihayetinde İslamcıların seçim gücünün, demokrasi barışını tehdit eden davranışlarla karşı karşıya kalmasının da mümkün olmadığını anladı.
Bu siyasi hasımlar, kontrol edilebilir. Ulusal devlete ve modernizm değerine karşı çelişkilerini ve muhalifliklerini ortaya koyabilir, uluslararası gündemlerini siyasi sürecin içinden çıkarabilir. Sibsi ise, ulusal diyalog denilen çatının altında manevra, ittifak ve anlayışa hazırdı. Uzlaşı siyasetinin ilanı öncesinde ve bu ilan sırasında karşılaşılan tüm eleştirilere rağmen, ne zaman duracağını ve İslamcı ortaklarından ne zaman ayrılacağını biliyordu. Nihayetinde bir kez daha onu, siyasi sebeplerden dolayı kendini feda ederken bulduk. Şüphe yok ki, karşısındakilerin bunu yutmayacağını bile bile, mirasta eşitlik yasa tasarısını sunarak krizleri artırdı.
Tunus Cumhurbaşkanı, yaşlılığı arttıkça, ailesini liderliğe itti. Oğullarının, devlette değil partide mirasçı olması için çabaladığını belirtti. Bu durumlar ise, 2014 yılında Tunus Cumhurbaşkanı seçilmesinden birkaç ay sonra popülaritesini zayıflatan etkenler oldu.
İktidardayken hayatını kaybeden ilk Tunus Cumhurbaşkanı El- Beci Kaid es- Sibsi’nin tecrübesi, yaşlılık, aile müdahalesi, oğlunun ileri bir görevi devralma tutkusu, küçük partileri birleştirerek kurduğu partinin feshi, kendi atadığı ‘genç bir kurt olan’ başbakanın ‘itaatsizliği’ gibi tüm bu öncü faktörler bir araya gelince bir trajediye dönüşmedi. Muhtemelen bunun nedeni Cumhurbaşkanı’nın Tunus Anayasası’ndaki otoritesinin sınırlı olması ve Halk Meclisi’nden geçmesi gerekmesi idi. Bu bağlamda, yeni Tunus anayasası, ne yazık ki istediği gibi bir Burgiba olmasına izin vermedi.
Şükri Mabhut’un Independent Arabia’da yayınlanan analizi



Hikmet el-Hicri son açıklamasında ‘Başan Dağı’ ifadesini kasıtlı olarak mı kullandı?

Suriye’deki Dürzilerin ruhani lideri Şeyh Hikmet el-Hicri (Getty)
Suriye’deki Dürzilerin ruhani lideri Şeyh Hikmet el-Hicri (Getty)
TT

Hikmet el-Hicri son açıklamasında ‘Başan Dağı’ ifadesini kasıtlı olarak mı kullandı?

Suriye’deki Dürzilerin ruhani lideri Şeyh Hikmet el-Hicri (Getty)
Suriye’deki Dürzilerin ruhani lideri Şeyh Hikmet el-Hicri (Getty)

Baha el-Avam

Suriye’deki Dürzilerin ruhani lideri Şeyh Hikmet el-Hicri, bir kez daha Süveyda için kendi kaderini tayin hakkı ve ‘tarafsız’ özyönetim talep etti. Hicri, geçtiğimiz temmuz ayında patlak veren şiddet olaylarından bu yana Süveyda ile Şam arasındaki gergin ilişkilerin bir sonucu olarak temel ürünlerin bölgeye girişinde ve temel hizmetlerde ciddi kıtlık yaşayan güney iline insani yardım koridorları açılması için uluslararası topluma çağrıda bulundu.

Hicri’nin önceki gün yaptığı konuşma, üç ay önce Süveyda’da şiddet olaylarının patlak vermesinden bu yana tekrarladığı insani yardım çağrılarının devamı niteliğindeydi. Ancak, Dürzilerin ruhani lideri bu kez, bağımsızlık veya özyönetim talep ettiği coğrafi bölgeyi ifade etmek için Cebel el-Arab veya Süveyda ifadeleri yerine ‘Başan Dağı’ ifadesini tercih etti.

Başan Dağı, ‘Başan’ kelimesinin ‘verimli toprak’ anlamına gelmesi nedeniyle İncil'de önemli yere sahip bir isimdir. Eski Ahit'te buradan verimli toprağı ve sürüleriyle ünlü bir bölge olarak bahsedilir. İncil’deki metinlerde Musa'nın yaşadığı dönemde yaşamış olan ‘Og’ adlı Başan kralından söz edilir. Og, MÖ 12. yüzyılda yaşamış eski bir Semitik halk olan Rephaimlerdendir.

Cevad Ali tarafından kaleme alınan ‘İslam Öncesi Arapların Tarihi’ adlı kitapta, Başan bölgesinin Ürdün'ün doğusunda yer aldığı ve Hermon Dağı ile Gilad Dağı arasında uzandığını belirtiliyor. Modern coğrafyada, bu bölge bugün Cebel el-Arab, Horan Ovası ve Golan Tepeleri'nin bir kısmını kapsıyor. Diğer bir deyişle, Suriye'nin güneyindeki üç ili, Süveyda, Dera ve Kuneytra’yı içine alıyor.

Hikmet el-Hicri, Başan Dağı ifadesini kullanarak büyük tepki topladı. Bu durum, muhaliflerinin sosyal medyada onu bir kez daha Tel Aviv için çalıştığı ve yabancı bir gündemin hizmetinde ayrılıkçılığı kışkırttığı yönünde suçlamalarına yol açtı. Bu da onu, İsrail'deki aşırı uçtaki Yahudilerin sempatisini kazanmak ve Binyamin Netanyahu hükümetinin Suriye'nin kuzeyinde kurulmasını talep ettiği tampon bölge haritalarını onaylamak için bir açıklama yapmaya itti.

Suriye ve İsrail arasında tartışılan güvenlik anlaşması taslağında, geçtiğimiz eylül ayında Suriye'nin güneyinin Süveyda, Dera ve Kuneytra'yı kapsayan üç bölgeye ayrıldığı bir harita ortaya çıktı. Harita, Tel Aviv'in Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara yönetimine bu üç ilde askeri ve güvenlik açısından ne tür silahlar kullanılacağını ve hangi bölgelerde konuşlanılmasına izni verileceğini netleştiriyor.

İsrail, geçtiğimiz temmuz ayında Süveyda ilinde yaşayanların hükümet güçlerine ait olduğu bildirilen unsurlar tarafından kaçırılma, cinayet, hırsızlık, kundaklama ve mülk yağmalama olaylarına maruz kalmasının ardından, güvenliği sağlamak bahanesiyle ilde başlatılan askeri operasyonu durdurmak için müdahale etti. Şam bu iddiayı reddetse de operasyon sırasında hatalar yapıldığını kabul ederek, uluslararası bir soruşturma komisyonunun olayları araştırmasına izin verdi.

Şeyh Hicri, birkaç gün süren olayların ardından İsrail ve ABD’ye Dürzilerin yanında durdukları ve onlara karşı yürütülen ‘yok etme’ savaşını durdurdukları için teşekkür etti. Süveyda'nın kendi kaderini tayin etme hakkını talebiyle düzenlenen halk gösterilerinde İsrail bayrakları dalgalandırıldı. Bu talepler daha sonra geçtiğimiz ay Birleşmiş Milletlere (BM) sunulan yasal bir belgede de yer aldı.

Süveyda Kendi Kaderini Tayin Kampanyası'nın organizatörlerinden avukat Eymen Şehabeddin, Hicri'nin son açıklamasında neden ‘Başan’ ifadesini kullandığını bilmediğini söyledi. Ancak kendisi ve meslektaşlarının uluslararası toplumu kendi kaderini tayin hakkını tanımaya ikna etmeye çalıştıkları coğrafyada, Dürziler, Hıristiyanlar ve diğer grupların yaşadığı Süveyda’yı da kapsıyor Şehabeddin’e göre Süveyda krizinin tek çözümü kendi kaderini tayin hakkının tanınması.

Akademisyen Yahya el-Aridi de Şeyh Hicri'nin ‘Başan’ ifadesini Cebel el-Arab ile değiştirmesinin nedenini tam olarak bilmiyor olsa da bu ismin Dürzilerin ruhani lideri tarafından hem iç hem de dış politikaya yönelik mesajlar içerdiğini düşünüyor. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı hebere göre Aridi, ‘Başan Dağı’ ifadesi, Süveydalılar ve diğerleri arasında tartışmalara ve sorgulamalara neden olabilir görüşünde. Aridi, Hicri’nin bu son açıklamasının geriye kalan kısmında herhangi bir yenilik olmadığını da kaydetti.

Hicri'nin Şam hükümetinin Süveyda’da zor şartlar altındaki insani durum karşısında kayıtsız kalmaya devam etmesi nedeniyle Süveyda'daki krize tek çözüm olarak özyönetim ve kendi kaderini tayin hakkını talep etmeye devam ettiğini düşünen Aridi, “Şam, sanki hiç olmamış ya da sadece geçici bir olaymış gibi görmezden gelinemeyecek ya da göz ardı edilemeyecek karmaşık bir ikileme zayıf çözümler sunuyor” yorumunda bulundu.

Hicri’nin son açıklaması, Dürzileri ‘yok olmaktan koruduğu için’ minnettarlığını gizlemediği ülkelerle bağlantılı bir dış motivasyonla yapılmış olabilir. Hicri’nin daha önce birkaç kez söylediği gibi, bu sadece Süveyda'da devam eden insani krize duyduğu öfke nedeniyle Suriye kimliğinden kopma çabası olabilir. Bu da ateşkes anlaşmasının şartlarının tam olarak uygulanmadığı ve Süveyda’ya gerekli desteğin sağlanmadığı anlamına gelir.

Basında yer alan haberlere göre 30'dan fazla köyün sakinleri, il sınırları içindeki diğer bölgelere yerleştirilirken, 130 binden fazla kişi evlerine geri dönme umuduyla okullarda ve çeşitli tesislerde barınmaya devam ediyor. Süveyda’da temel ihtiyaç maddeleri ve yakıt konusunda ciddi kıtlık yaşanıyor. Elektrik, su ve internet hizmetleri, günde birkaç saat kesintiye uğrarken, bu kesintiler bazen hizmetlerin hiç sağlanamaması noktasına varıyor.

Suriye hükümeti geçtiğimiz eylül ayında, Süveyda krizini çözmek için Ürdün ve ABD ile üçlü bir anlaşma imzaladı. Anlaşmada, henüz yürürlüğe girmeyen birkaç madde yer alıyor. Bunların başında, tüm silahlı unsurların Süveyda sınırlarından çekilmesi geliyor. Anlaşmada ayrıca toprak bütünlüğünün, ülkenin birliğinin, çoğulculuğun ve eşitliğin ön plana çıktığı, ilin insani ve ekonomik destek sağlanarak devlete tam entegrasyonunu sağlayacak ulusal bir projenin başlatılması öngörülüyor.


Hamas: Geçiş döneminde Gazze Şeridi'nin yönetimine katılmayacağız

Ateşkesin ardından Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat kampında yerinden edilmiş kişilerin çadırlarının yanından yardım kamyonları geçiyor (AFP)
Ateşkesin ardından Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat kampında yerinden edilmiş kişilerin çadırlarının yanından yardım kamyonları geçiyor (AFP)
TT

Hamas: Geçiş döneminde Gazze Şeridi'nin yönetimine katılmayacağız

Ateşkesin ardından Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat kampında yerinden edilmiş kişilerin çadırlarının yanından yardım kamyonları geçiyor (AFP)
Ateşkesin ardından Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat kampında yerinden edilmiş kişilerin çadırlarının yanından yardım kamyonları geçiyor (AFP)

Müzakere heyetine yakın bir Hamas kaynağı, bugün yaptığı açıklamada, hareketin İsrail ile savaşın ardından Gazze Şeridi'nde ateşkesin yürürlüğe girmesinden günler sonra gerçekleşecek geçiş döneminde Gazze'nin yönetimine katılmayacağını bildirdi.

Şarku'l Avsat'ın AFP'den aktardığına göre isminin açıklanmaması kaydıyla konuşan kaynak, "Hamas için Gazze Şeridi'nin yönetimi kapanmış bir konu. Hamas geçiş döneminde hiçbir şekilde yer almayacak, bu da Gazze Şeridi üzerindeki kontrolünü kaybettiği anlamına geliyor, ancak Gazze, Filistin dokusunun temel bir unsuru olmaya devam ediyor" ifadelerini kullandı.

İsrail ve Hamas, perşembe günü Mısır'ın Şarm el-Şeyh kentinde, Gazze Şeridi'nde iki yıldır süren savaşın sona ermesinin önünü açan bir anlaşma imzaladı. Anlaşma, ateşkesi ve İsrail hapishanelerindeki Filistinli tutuklularla İsrailli rehinelerin takasını içeriyor.

İsrail ordusu, Gazze'deki ateşkesin cuma öğleden sonra yürürlüğe girdiğini ve güçlerinin ilk aşamada kararlaştırılan konuşlanma hatlarına çekildiğini duyurdu.


Katz: Gazze'nin silahsızlandırılması, Hamas'ın tüm tünellerinin yok edilmesi anlamına geliyor

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, Genelkurmay Başkanı Zamir ve ordu komutanlarıyla yaptığı görüşmede (Telegram kanalı)
İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, Genelkurmay Başkanı Zamir ve ordu komutanlarıyla yaptığı görüşmede (Telegram kanalı)
TT

Katz: Gazze'nin silahsızlandırılması, Hamas'ın tüm tünellerinin yok edilmesi anlamına geliyor

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, Genelkurmay Başkanı Zamir ve ordu komutanlarıyla yaptığı görüşmede (Telegram kanalı)
İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, Genelkurmay Başkanı Zamir ve ordu komutanlarıyla yaptığı görüşmede (Telegram kanalı)

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz bugün yaptığı açıklamada, rehinelerin iadesinin ardından İsrail'in önündeki en büyük engelin, Gazze Şeridi'ndeki tüm Hamas tünellerinin doğrudan veya ABD liderliğinde kurulan uluslararası mekanizma aracılığıyla imha edilmesini sağlamak olacağını söyledi.

İsrail Savunma Bakanı, "Bu, Gazze'nin silahsızlandırılması ve Hamas'ın silahsızlandırılması konusunda mutabık kalınan ilkenin uygulanmasının temel amacıdır" ifadelerini kullandı.

Katz, X platformu üzerinden orduya bu görevi yerine getirmeye hazırlanmaları talimatını verdiğini söyledi.

Bir Hamas yetkilisi, ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze barış planında yer alan Filistinli grubun silahsızlandırılması talebinin "müzakere dışı" olduğunu vurguladı.

Şarku'l Avsat'ın AFP'den aktardığına göre isminin açıklanmasını istemeyen yetkili yaptığı açıklamada, "silah teslimi konusunun söz konusu ve gündemde olmadığını" söyledi.

Bu açıklamalar, İsrail ile hareket arasındaki ateşkesin ikinci gününde geldi.

İsrail ve Hamas, perşembe günü Mısır'ın tatil kenti Şarm el-Şeyh'te, Gazze Şeridi'nde iki yıldır süren savaşın sona ermesinin önünü açan bir anlaşma imzaladı. Anlaşma, ateşkesi ve İsrail hapishanelerindeki Filistinli tutuklularla İsrailli rehinelerin takasını içeriyor.

Ancak taslak anlaşmada, Başkan Trump'ın yirmi maddesinde, Hamas'ın silahsızlandırılması ve savaşın sona ermesinin ardından Trump başkanlığında uluslararası bir geçiş yönetiminin (Barış Konseyi) Gazze Şeridi'nin kontrolünü devralması şart koşulan planındaki bazı maddelere herhangi bir atıf yer almıyordu.

Trump, Hamas'ın silahlarını teslim etme konusunun barış planının ikinci aşaması kapsamında ele alınacağını ifade etti.