Gine Cumhurbaşkanı: İran’ın Körfez’deki saldırıları, durdurulması gereken terör saldırılarıdır

Gine Cumhurbaşkanı Alpha Conde
Gine Cumhurbaşkanı Alpha Conde
TT

Gine Cumhurbaşkanı: İran’ın Körfez’deki saldırıları, durdurulması gereken terör saldırılarıdır

Gine Cumhurbaşkanı Alpha Conde
Gine Cumhurbaşkanı Alpha Conde

Alpha Conde; Suudi Arabistan’a verilen herhangi bir zararın İslam dinine yapılmış bir saldırı olduğunu vurguladı.
Gine Cumhurbaşkanı Alpha Conde, İran’ın Basra Körfezi’nde gerçekleştirdiği saldırıları, kararlılıkla engellenmesi gereken terör saldırıları olarak niteledi. Bu terör saldırıları karşısında Suudi Arabistan’ı destekleme ve arkasında durma çağrısında bulundu ve;” Suudi Arabistan’a verilen herhangi bir zarar, İslam dinine, bütün Müslümanların kalbinin attığı Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvre’ye yönelik bir saldırıdır” dedi.
Gine Cumhurbaşkanı, gazetemiz Şarkul Avsat’ı, anlamı “Sekou Toure’nin ikametgâhı” olan Sekhoutoureah Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda kabul etti. Sekou Toure Gine’nin ilk devlet başkanı ve Fransa’dan bağımsızlığın mimarıydı. Bizleri geniş bir toplantı salonunda kabul eden Conde’nin oturduğu yerin arkasında duvarı boydan boya kaplayan, altından bir tablo bulunuyordu. Cumhurbaşkanlığı görevlilerinden biri tablonun Gine’nin sahip olduğu birçok efsaneyi özetlediğini belirtti.
Alpha Conde, bu tablonun ve efsanelerin bir parçası gibi duruyordu. Conde devlet başkanı seçilmeden önce bir muhalifti ve yetmişli yıllarda gıyabında idam cezasına çarptırılmıştı. Uzun yıllar zorunlu olarak sürgünde yaşamıştı. Doksanlı yıllarda ülkesine döndüğünde de yıllarca cezaevinde kaldı. 2010 yılında Gine halkı onu devlet başkanı seçerek ödüllendirdi. Bu tarihten sonra başta ebola virüsü, düşük okur-yazarlık oranı, yoksulluk ve yüksek düzeydeki yolsuzluk olmak üzere karşı karşıya kaldığı büyük zorluklara rağmen ülkesine bir siyasi istikrar ve ekonomik canlanma dönemi yaşattı.
2015 yılında bir kez daha cumhurbaşkanı seçilen Conde, ikinci dönemini tamamlamaya (2020) hazırlanıyor. Ülkenin mevcut anayasasına göre  Conde bir kez daha aday olamaz ama destekçileri arasında yönetimde kalabilmesi için anayasanın gözden geçirilmesi gerektiği yönünde sesler yükseliyor. Muhalefet ise buna şiddetle karşı çıkıyor. Röportajımız sırasında Cumhurbaşkanı Conde bu meseleden bahsetmeyi reddederek, olumlu olduğunun altını çizdiği 9 yıllık başkanlık döneminin sonuçlarını ortaya koymakla yetinip bu konudaki sorulara yanıt vermek istemedi.
Cumhurbaşkanı Alpha Conde ile gerçekleştirilen röportajın metni;
Basra Körfezi’nde son dönemde yaşanan gelişmeleri, İran’ın Körfez’in güvenliğini hedef almasını ve kendisine bağlı kolların Suudi Arabistan’a yönelik saldırılarını takip etmişsinizdir. Gine’nin bu gelişmeler karşısındaki tutumu nedir?

Suudi Arabistan ve Körfez bölgesini hedef alan terörün dünyanın geri kalanını hedef alan terör ile aynı olduğunu söyleyebilirim. Terör uluslararası bir olgu, kararlılık ve ciddiyetle yüzleşmemiz gereken büyük bir tehlikedir. Hepimiz Suudi Arabistan’ın yanında yer almalı ve bu teröre karşı mücadelesinde onunla dayanışma içinde olmalıyız. Çünkü Suudi Arabistan’a verilecek herhangi bir zararın İslam dinine ve bütün Müslümanların kalbinin attığı, her yıl milyonlarca insanın ziyaret ettiği Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvre’ye yapılmış bir saldırı olduğuna inanıyoruz. Bu ülkenin güvenliğini ve huzurunu hedef alan hiçbir saldırıyı kabul etmiyor ve Kral Selman bin Abdulaziz’in, Suudi Arabistan ve Körfez bölgesinde barış ve güvenliği korumak için yaptığı büyük çalışmaları övüyoruz. 
Suudi Arabistan terörle mücadele için bir cephe ve ittifak inşa etmek istediğinde Gine bu ittifaka katılan öncü ülkelerdendi. Suudi Arabistan’ın terör tehlikesi ile mücadelesini desteklediğini deklare eden ilk ülkeler arasında yer alıyordu. Bu tutumumuzun temelinde, Suudi Arabistan’ın, terörün bütün türleri ile mücadele gücüne ve İslam dünyasındaki merkezi konumuna olan inancımız vardır.
Diğer yandan Gine ile Suudi Arabistan arasındaki ilişki, tarihi nedenlerden dolayı oldukça güçlüdür. Birkaç yıl önce Suudi Arabistan bizden, İTT Genel Sekreterliği’nden onun lehine çekilmemizi talep ettiğinde bunu kabul ettik. Bu talebi kabul ettik çünkü İslam ve Arap dünyasındaki istikrarsız durum, Arap ülkeleri dışındaki güçler tarafından desteklenen terörist grupların güçlü yükselişi göz önüne alındığında, Suudi Arabistan’ın bu teşkilatın liderliğini üstlenmesi gerektiğine inanıyorduk. Bu hassas koşulların güçlü, kararlı bir liderlik gerektirdiği kanaatindeydik.
Suudi Arabistan buna karşılık bizlere başka bir pozisyon vermeye ve telafi etmeye hazırdı ama bizler bunu kesin bir şekilde reddettik. O zaman onlara, Suudi Arabistan’dan hiçbir karşılık beklemediğimizi, Hadimul Haremeyn Şerifeyn’in seçeceği ve Suudi Arabistan’ın desteklediği kişi lehine İTT Genel Sekreterlik makamından feragat etmeye hazır olduğumuzu belirtmiştim.
Suudi Aarbistan bizim için kutsal topraklardır. Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere, bu iki beldenin bütün Müslümanların nezdinden sahip olduğu dini ve manevi sembolizmdir.
Gine olarak terörle mücadelede Suudi Arabistan’a tam destek veriyoruz. Bu savaşı kazanacağına, Ortadoğu bölgesine güvenliği ve istikrarı geri getireceğine inanıyoruz. Afrika’nın güvenliğine ne kadar önem veriyorsak dünyanın diğer bölgelerinin, özellikle de Ortadoğu ve Körfez bölgesinin güvenlik ve istikrarının güvence altına alınmasına o ölçüde önem veriyoruz.
“KADDAFİ ORTADAN KALKTIĞINDA HER LİDERİN BAĞIMSIZLIĞINI İLAN EDECEĞİ BİLİNİYORDU”
Belirttiğiniz gibi terörizm küresel bir olgu ama Afrika sahil bölgeleri ile Çad gölü havzasında terörist grupların yükselişi nedeniyle Afrika’nın batısında da durum karmaşık ve zor bir hal almış gibi görünüyor. Mevcut durum hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yaklaşık 8 yıl önce Nijer Cumhurbaşkanı Mahamadou Issoufou ile birlikte G-8 Zirvesi’ne katıldık ve büyük ülkelerin liderlerinden Libya’ya yönelik bir müdahalede bulunmaktan kaçınmalarını talep ettik. Libya’ya yönelik herhangi bir uluslararası müdahalenin bu ülkenin Somalileşmesine neden olacağını vurguladık. Bunun da bölgenin neredeyse tamamına yönelik tehlikeli sonuçları olacağını belirttik. Bu tehlikelerin başında da Afrika sahili ülkeleri ve Çad Gölü havzası bölgesine terörün ihraç edilmesi tehlikesinin yer aldığını söyledik. Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi’nin kabile liderleri aracılığıyla ülkeyi yönettiğini ve Kaddafi ortadan kalktığında her liderin diğerlerinden bağımsızlığını ilan etmeye yöneleceğini herkes biliyordu. Nitekim gerçekten de böyle oldu ve Libya yeni bir Somali’ye dönüştü. 
Ne yazık ki dünya liderleri bu uyarılarımıza kulak asmadığı için gördüğünüz gibi bugün bu felaketi yaşıyoruz. Libya’da merkezi bir hükümet bulunmuyor ve Kaddafi’nin sahip olduğu dev cephane teröristlerin eline geçti. Bu da Mali, Burkino Faso ve Nijer gibi ülkeleri terör tehlikesi ve tehdidi ile karşı karşıya bıraktı. Çad ve Nijerya ise Boko Haram örgütünün tehdidi altında. Bugün bütün ülkelerimizin bu yakın tehlikenin tehdidi altında olduğunu ve hiçbir ülkenin bunun dışında olmadığını söyleyebiliriz.
Ancak Batı Afrika’daki terörle mücadele planları zeminde sonuç vermiyor gibi görünüyor. Sizce bunun nedenleri nedir?
Evet, gerçekten de böyle. Ancak asıl önemli olan, artık terörizm ile yüzleşmenin ve onunla savaşmanın temel ve zorunlu bir durum olduğuna ikna olmamızdır. Bu noktada Çad Cumhurbaşkanı Idriss Deby’i terörle mücadele konusunda oynadığı büyük rolden dolayı tebrik ve takdir ettiğimi belirtmeliyim. Çünkü Çad ordusu, Mali ve Nijer’den Nijerya ve Kamerun’a kadar bütün cephelerde savaşmaktadır. Aynı şekilde uluslararası toplumun da 5 kıyı ülkesinin (Moritanya, Mali, Nijer, Burkina Faso ve Çad) oluşturduğu ortak askeri gücü, güçlü ve ciddi bir şekilde desteklemeleri gerektiğine inanıyorum. Özellikle de terörle mücadelede ordusu her cephede savaşan Çad’ı desteklemelidir. 
“BİR TOPRAĞI EN İYİ ONUN ÇOCUKLARI SAVUNUR”
 Afrika ordularının teröre karşı savaşı yönetmekte başarılı olacaklarından emin misiniz?
Evet, terör ve radikalizm tehlikesi ile mücadele edebilmek için ilk önce birleşmeli ve el ele vermeliyiz. Çünkü bu önemli savaşın içinde doğrudan yer almadan terör ile savaşamayız. Bu nedenle Afrika ülkeleri olarak bizler, terör ile savaşma ve kıtanın her yerinde güvenliği ve istikrarı koruma görevini Afrika Gücü’nün yerine getirmesini istiyoruz. Yabancı güçler, bu savaşı yürütmek için gerçek bir motivasyona sahip değiller. Bu savaşı; varoluşları, aileleri ve kendileri için savaşanların yürütmesi gerekir. Uluslararası işbirliği çok önemli ancak örneğin; görev icabı burada bulunan, bunun için maaş alıp ailesi ile birlikte harcamak üzere ülkesine dönmek isteyen Bangladeşli bir askerden nasıl sizin için ölmesini isteyebilirsiniz ki? Bir toprağı en iyi onun çocukları savunur. Bu yüzden Afrika Gücü’nün BM Barış Gücü’nün yerini almasını istiyoruz. Güçlerimiz savaşmaya hazır ve bu görevi en iyi şekilde yerine getirecek olanlar da onladır. İhtiyaç duydukları tek şey, destektir.Örneğin; Kongo Cumhuriyeti’nde uzun yıllardır bir BM Barış Gücü görev yapıyor ama durumda hiçbir değişiklik yok. Bu nedenle bizler, elbette uluslararası toplumdan istihbarı ve askeri desteği ile birlikte Afrika Gücü’nün ülkelerimizi savunmasına izin verilmesini talep ediyoruz.
“YÖNETİME GELDİĞİMDE ATTIĞIM EN ÖNEMLİ ADIM ORDUNUN YENİDEN YAPILANDIRILMASI”
Batı Afrika’da güvenlik alanındaki sorunlara rağmen Gine, son yıllarda farklı komşu başkentlerde gerçekleşen terör saldırılarına hedef olmadı. Bunu nasıl başardınız?
Yönetime gelir gelmez (2010 yılında) attığım en önemli adımın, ordunun yeniden yapılandırılması olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu, o dönemde ülkenin içinde bulunduğu durum ve Gine ordusunun muzdarip olduğu büyük sorunlar göz önüne alındığında çözülmesi gereken an acil sorundu. Ne askeri rütbeler ile ilgili açık ve belirli bir sistem ne de askerler ve subaylar arasında olsun orduda bir disiplin vardı. Askerler silahları ile taksiye biniyor ve ordunun zırhlı araçları caddeleri işgal edip sivilleri korkutuyordu. Dengesiz bir ordumuz vardı. Ordunun %80’i subay ve general iken, sadece %20’si askerdi. Bu yüzden; ordunun yeniden düzenlenmesi ve reformdan geçirilmesi atılması gereken en önemli ve en acil adımdı. Çünkü ülkenin diğer sorunlarının çözümü buna bağlıydı. Zayıf, hasta bir ordu ile terör tehlikesine karşı koyamazdık.Diğer yandan sadece güvenlik ile yetinmedim. Halkın yaşam koşullarını iyileştirecek, dolayısıyla da radikal örgütlerin ülkemize yönelik herhangi bir sızma hareketini engelleyecek ekonomik reformları hayata geçirmeye çalıştım. İktidara geldiğimde (yaklaşık 9 yıll önce) Gine, büyük ekonomik sorunlardan muzdaripti ve IMF’nin önerdiği ekonomi programını tamamlamayı başaramamıştı. Bu nedenle IMF ve birçok uluslararası fon kuruluşu, Gine’deki projelere verdikleri finansal desteği durdurmuşlardı. Her şeyden önce bu durumu düzeltmemiz ve ülkeyi yakalanmış olduğu bu hastalıktan kurtarmamız gerekiyordu. Bütün bunlar, halkın yaşam koşullarını iyileştirmemizi sağlayacak fon ve kredilere ulaşmamız için gerekliydi.
Büyük sorunlar yaşayan enerji ve maden sektörlerinde büyük reformlar gerçekleştirdik. Geçtiğimiz yıllar içerisinde bu sektörlerde reformlar yapmayı ve yeniden düzenlemeyi başardık. Zengin ve büyük boksit rezervlerine sahip Gine,1 yıl içerisinde, dünyanın en büyük boksit ihracatçısı ve ikinci üreticisi olacak. Ama bizim için en önemli sektör; iyileştirilmesi ve geliştirilmesi için büyük ve önemli yatırımlar yapmaya çalıştığımız tarım sektörüydü. Çünkü bu sektör; halkın yaşamını doğrudan ilgilendiren ve yaşam koşullarını iyileştirecek olan sektördü. Dolayısıyla bizler Fas ile Japonya ve Çin gibi diğer ülkelerden bize verilen destekten çok mutluyuz. Halkımızın yaşamında köklü değişimler gerçekleştirme yolunda tarıma çok güveniyoruz. Bunun yanında elbette sağlık sektörüne de odaklandık. Çünkü bilindiği gibi bu alanda birçok sorundan muzdarip olan ülkemizin sorunları ebola virüsü ile daha da arttı. Ülkemizde sağlık sektörü istenilen düzeyde değildi ve etkisizdi. Bugün ise sağlık durumunun Gine’nin bütün illerinde önemli ölçüde iyileşmesinden ve sağlık ekiplerimizin her türlü acil durumlarla başa çıkacak bir duruma gelmesinden gurur duyuyoruz.
Gine’deki kalkınmanın asıl kaldıracı olan yollar, demiryolları ve limanlara gelince; bu alanda da büyük işler başardık. Sadece birkaç yıl içerisinde Gine’nin yüzünü değiştirdiğimiz için gurur duyuyoruz. Geçmişte Gine’yi ziyaret edip geceyi mütevazı otellerinden birinde geçirdiğinizde, ülkeden bir daha dönmemeye kararlı bir şekilde ayrılırdınız. Bugün ise durum değişti. Artık yatırımcılar, liderler, devlet başkanları, dost ve müttefikler gibi bütün misafirlerimizi ağırlayabileceğimiz yeterince lüks ve üst düzey otellerimiz var. Gine’yi şimdi ziyaret edecek olanların, durumun değiştiğini fark edeceklerini düşünüyorum. Ama yapmamız gereken daha çok şey var.
“BİRKAÇ YIL İÇERİSİNDE GİNE’DEKİ ARAP YATIRIMLARI 10 KAT ARTACAK”
Gine’deki Arap yatırımlarının seviyesinden memnun musunuz?

Kesinlikle. Birçok Arap ülkesi ve özellikle de Suudi Arabistan, BAE, Fas, Kuveyt ve başta İslam Kalkınma Bankası olmak üzere birçok Arap fon kuruluşu ile kaliteli bir işbirliğine sahibiz. Ancak önceki yıllarda Gine ekonomisinin yaşadığı kırılganlığın bu işbirliğine olumsuz etkileri olduğunu düşünüyorum. Özellikle de Arap ülkeleri ile aramızdaki tarihi bağlar göz önüne alındığında vaat edici imkanlara ve potansiyele sahip bu işbirliğinin maksimum düzeye ulaşmasını engellediği kanaatindeyim.Son olarak; Gine hükümetinden bir heyeti karşılayan ve 3 gün boyunca kendisi ile görüşmeler gerçekleştiren İslam Kalkınma Bankası Başkanının çabaları sayesinde ufukta vaat edici gelişmelerin görünmeye başladığını ve birkaç yıl içerisinde Gine’deki Arap yatırımlarının 10 kat artacağını söyleyebilirim. Çünkü bu ülke, Arap yatırımcıları ilgilendirecek ve iki taraf için de kazançlı ortaklıkların önünü açacak birçok imkâna sahiptir.
Arap ve özellikle de Körfez ülkelerinin Gine’ye karşı her zaman çok cömert olduklarını biliyoruz. Ama bizler de iş adamları ve sermayeleri ülkemize gelmeye teşvik etmek, hükümetler ile işbirliği yapmakla yetinme zihniyetinden kurtulup, özel sektöre daha çok yönelmek için ülkemizin sahip olduğu yatırım fırsatlarını tanıtmaya yönelik büyük bir çaba harcıyoruz. Bu nedenle hem Gine hem de Arap ülkelerinde ekonomik forumların düzenlenmesini teşvik eden bir planı hayata geçirdik.
Bizlere vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz...
Ben teşekkür ederim...



Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
TT

Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)

ABD, Brezilya Yüksek Mahkemesi Yargıcı Alexandre de Moraes'e uyguladığı yaptırımı kaldırdı.

ABD Hazine Bakanlığı'ndan cuma günü yapılan açıklamada, Moraes'e 30 Temmuz'da getirilen yaptırımların kaldırıldığı duyuruldu.

Donald Trump yönetimi, Moraes'in eşi Viviane Barci de Moraes ve onun hukuk eğitim şirketi Instituto Lex'i de yaptırım listesinden çıkardı.

Açıklamada, "Moraes'e yaptırımın sürdürülmesi, ABD'nin dış politika çıkarlarıyla bağdaşmamaktadır" dendi.

Moraes, 2022 seçimlerinin ardından darbe planladığı gerekçesiyle eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro hakkında başlatılan hukuki süreci yürütüyordu.

Davada 70 yaşındaki Bolsonaro'ya 27 yıl 3 ay hapis cezası verilmişti. Radikal sağcı siyasetçinin avukatları, sağlık sorunları nedeniyle eski liderin ev hapsinde kalmasını talep etmişti. Ancak Yüksek Mahkeme yargıcı, geçen ay yaptığı açıklamada davanın tüm hukuki süreçlerinin tamamlandığını ve temyiz yolunun bulunmadığını bildirmişti. Hapis cezasının kesinleştiğine ve infazının başlatılmasına hükmetmişti.

Brezilya'da 2022'de düzenlenen devlet başkanı seçimini ikinci turda solcu Lula da Silva kazanmış, 1 Ocak 2023'te parlamentoda yemin ederek göreve başlamıştı.

Ancak radikal sağcı Bolsonaro destekçileri, önce ülkede günlerce süren otoyol kapatma eylemleri yapmış, 8 Ocak 2023'te de Ulusal Kongre binasını basmıştı.

Olaylar, 6 Ocak 2021'de Trump destekçilerinin ABD Kongresi'ni basmasına benzetilmişti.

Trump ise Bolsonaro hakkındaki davayı "cadı avı" diye nitelemiş, yargıç Moraes'e yaptırım kararı almıştı. Washington ayrıca Lula yönetimine yüzde 50 gümrük vergisi de getirmişti.

Brezilya'da Bolsonaro'nun hapis cezasının düşürülmesi için Temsilciler Meclisi'ne sunulan teklif çarşamba günü onaylanmıştı. Tasarının yasalaşması için Senato'dan geçmesi ve Lula tarafından da onaylanması gerekiyor.

Teklif kapsamında Ulusal Kongre baskınında yer aldıkları gerekçesiyle hapse atılanların da serbest bırakılması veya cezalarının azaltılması isteniyor.

Tartışmalı teklif için Temsilciler Meclisi'nde düzenlenen oturumda siyasetçiler arasında arbede yaşanmıştı. Solcu parlamenter Glauber Braga, meclis başkanının koltuğuna oturup kalkmamış, "darbe girişimi hamlesine karşı protesto düzenlediğini" söylemişti.

Polisin müdahale ettiği olayda bazı parlamenterler ve gazeteciler de dışarı çıkarılmıştı.

Independent Türkçe, New York Times, Washington Post


Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün yaptığı açıklamada, İsrail’in verdiği sözleri yerine getirmesi ve Gazze’de ateşkese tam anlamıyla uyması gerektiğini söyledi.

Erdoğan, İsrail’in Gazze Şeridi’nde hayatın yeniden normale dönmesine izin vermesi gerektiğini vurguladı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise İsrail’in Filistin’in birçok kentinde etnik temizlik uyguladığını ifade etti.

İstanbul’da konuşan Fidan, Türkiye’nin Gazze Şeridi’nde ateşkes anlaşmasının ihlallerini durdurmak için çalıştığını belirterek, ülkesinin bu anlaşmaya varılmasında arabulucularla birlikte etkin bir rol oynadığını kaydetti.

İsrail ile Hamas arasında, ABD Başkanı Donald Trump’ın barış planı çerçevesinde Şarm eş-Şeyh’te yapılan görüşmelerde mutabakata varılmış, anlaşma geçtiğimiz ekim ayında yürürlüğe girmişti.

Gazze’de iki yıldır süren çatışmayı sona erdirmeyi amaçlayan Trump planının bir sonraki aşamasını hayata geçirmek için görüşmeler sürüyor.

Plan, Gazze Şeridi'nde uluslararası bir barış konseyi tarafından denetlenen ve çok uluslu bir güvenlik gücü tarafından desteklenen geçici bir Filistin teknokrat yönetimi kurulmasını öngörüyor. Ancak bu gücün oluşturulması ve yetki alanı konusunda yürütülen müzakerelerin zorlu geçtiği belirtiliyor.


Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
TT

Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)

Christopher Phillips

Fransa, artan Rus askeri tehdidi karşısında zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmak için ciddi adımlar attıktan sadece birkaç gün sonra Almanya da aynı yolu izledi. Kasım ayı sonlarında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, genç erkek ve kadınlara on aylık askeri eğitim karşılığında maaş teklif eden, gönüllülük esaslı bir program başlatma niyetinde olduğunu açıkladı. Birkaç gün sonra aralık ayı başlarında, Bundestag (Alman Parlamentosu), 18 yaşındaki tüm gençlere silahlı kuvvetlere katılmaya hazır olup olmadıklarını soran bir anket göndermeyi içeren benzer programı oyladı. Bu, her iki hükümetin de zorunlu askerlik hizmetini çok uzun zaman önce kaldırmış olduğu göz önüne alındığında, radikal bir değişim. Zorunlu askerlik yapan son Fransız erleri 2001 yılında terhis edilirken, Angela Merkel Almanya'da askerlik hizmetini 2011 yılında sona erdirdi. Her iki ülke de Soğuk Savaş sonrası “barış geliri” programından faydalandı; bu dönem savaş tehdidinin azalmasıyla Batı ordularının küçülmesine sahne oldu. Barış geliri, bir ülkenin askeri harcamalarının azalmasından elde ettiği ekonomik fayda olarak tanımlanır; bu da fonların sosyal programlara, altyapıya ve eğitime yönlendirilmesine veya vergilerin düşürülmesine olanak tanıyarak, çatışmaya odaklanmak yerine büyüme ve kalkınmayı teşvik eder. Ancak Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Avrupa başkentlerinde on yıllarca süren göreceli gevşeme dengelerini alt üst etti. Anormal olmaktan çok uzakta Paris ve Berlin’in planları, kıta genelinde savunma stratejilerinin temel bir bileşeni olarak “ulusal hizmete” dönüşe doğru yönelimi yansıtıyor.

1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu

Yükselme ve gerileme arasında Avrupa'da ulusal hizmet

Bir ülkenin silahlı kuvvetlerine zorunlu veya gönüllü olarak katılma anlamına gelen ulusal hizmet, Avrupa'da binlerce yıl öncesine dayanan bir kavram. Örneğin, Roma lejyonları zorunlu askerlik yapan erlerden oluşurken, orta çağ orduları büyük ölçüde feodal beyler tarafından savaşmaya zorlanan köylülerden oluşuyordu. Avrupa'nın 19. ve 20. yüzyıllarda imparatorluk hanedanlarının egemen olduğu bir kıtadan ulus devletler topluluğuna dönüşümü, zorunlu askerliğin doğasını değiştirdi, ancak savaşın temel bir yönü olmayı sürdürdü. Toprak sahiplerinin kiracılarını savaşmaya zorlaması yerine, ulusal hükümetler vatandaşların ülkeleri için savaşma görevi anlayışını yerleştirdi. 1789'daki Fransız Devrimi'nin liderleri, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlarıyla, “kardeşliğin” tüm Fransız halkını Fransa için savaşmaya mecbur kıldığına inanıyorlardı; böylece “vatandaş askerlere” yönelik zorunlu askerlik uygulaması resmileştirildi. Bu, sonraki on yıllarda diğer birçok Avrupa ülkesi tarafından da izlenen bir model oldu.

 Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)

Bu, iki dünya savaşındaki büyük oyuncuların çoğunun erlerden oluşan büyük ordular ile savaştığını gösteriyor. İngiltere, 1914'te tamamen gönüllü birliklere güvenerek bir istisna oluştursa da ağır kayıplar, 1916'da askerlik hizmetini zorunlu hale getirmesine neden oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında da zorunlu askerliği yeniden uygulamaya koydu. Fransa, Almanya ve İtalya gibi diğer büyük oyuncular ise savaş boyunca zorunlu askerlik uygulamasını sürdürdüler. Sovyetler Birliği 1945'ten sonra Doğu Avrupa'ya yayılmış devasa ordularını korurken, ABD ve Kanada ile NATO'yu kuran Batı Avrupa ülkeleri zorunlu askerlik sistemini sürdürdü. 1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu.

Trump'ın askerlerini geri çekmesi durumunda, Batı Avrupa'da konuşlandırılmış yaklaşık 84 bin Amerikan askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek

Gelgelelim değişen koşullar ulusal hizmete yönelik tutumları da yavaş yavaş değiştirdi. İngiltere, zorunlu askerliği kaldıran ilk NATO üyesi oldu ve 1960 yılında, İngiltere içinde zorunlu askerliğe halk desteğinin düşük olması ve nükleer çağda savaşın değişen doğası nedeniyle daha küçük, profesyonel gönüllülerden oluşan bir ordunun daha tercih edilebilir olduğu sonucuna vardı. Diğer Avrupa ülkeleri, belki de Sovyet güçlerine karşı Manş Denizi gibi doğal bir savunmadan yoksun oldukları için benzer adımları atma konusunda Soğuk Savaş'ın sonuna kadar beklediler. Belçika 1992'de zorunlu askerliği askıya aldı ve 1995'te tamamen gönüllülerden oluşan bir orduya geçiş yaptı. Fransa ve Hollanda aynı yıl 1997'de zorunlu askerliği askıya aldı. İspanya 2001'de, İtalya 2005'te ve Almanya 2011'de onları takip etti. Avusturya ve Yunanistan gibi bazı Batı Avrupa ülkeleri ile Danimarka, Norveç, İsveç ve Finlandiya ise bu uygulamayı sürdürdü. Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı işgal ettiği zamana kadar çoğu Avrupa ülkesi daha küçük, daha profesyonel orduları tercih etti.

Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)

Ufukta yeni bir tehlike beliriyor

Ukrayna savaşı, Avrupa liderleri arasında askeri hazırlık konusunda alarm zillerini çalmış olsa da Donald Trump'ın 2024 sonlarında yeniden seçilmesi, durumun aciliyetini ve ciddiyetini daha da artırdı. Trump, seçim kampanyası sırasında ABD birliklerini Avrupa'dan tamamen çekmekle defalarca tehdit etti ve Beyaz Saray'a döndüğünden beri NATO müttefiklerinin korkularını gidermekten çok uzak kaldı. Trump güçlerini geri çekerse, Batı Avrupa'da konuşlanmış yaklaşık 84 bin ABD askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek. Vladimir Putin Ukrayna'da zafer ilan eder ve emellerini diğer Avrupa ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletirse, bu sayı da yetersiz kalabilir.

Rusya'nın şu anda 1,5 milyon aktif personele ilave olarak 2 milyon yedek personele sahip olduğu tahmin ediliyor. NATO güçlerinin toplam sayısı ise yaklaşık 3,4 milyon, yani sayı olarak Rus ordusundan daha fazla. Ancak ABD ordusu 1,3 milyon askeriyle ve Türk ordusu da (Ankara'nın Rusya ile iyi ilişkileri ve Ukrayna savaşındaki tarafsız duruşu göz önüne alındığında) 355 bin askeriyle Avrupa'yı kurtarmak için müdahale etmezse, kalan kuvvetlerin sayısı 1,75 milyonu geçmeyecektir. Bunun anlamı kalan 30 NATO üyesinin tam kadro silahlı kuvvetleriyle katılması gerektiğidir ki, bunu başarmak zor olabilir.

Batı Avrupa liderleri, zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmanın, toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar

Bu hesaplara dayanarak, Fransa ve Almanya gibi büyük güçler daha fazla personele ihtiyaç duydukları sonucuna vardılar. Alman ordusu (Bundeswehr) şu anda 182 bin personelden oluşuyor; bu sayı, nüfusu Almanya'nın yarısı ve ekonomisi Almanya'nınkinin beşte birinden daha küçük olan komşusu Polonya'dan yaklaşık 20 bin daha az. Berlin, silahlı kuvvetlerini yılda 20 bin personel artırarak 2035 yılına kadar 250 ila 260 bin arasına çıkarmayı hedefliyor. Ayrıca 200 bin personelden oluşan ek bir yedek kuvvet oluşturmayı da amaçlıyor. Bu, iki adımda gerçekleştirilecek; birincisi, büyük ölçekli bir askere alma kampanyası yürütülecek (Almanya şu anda Alman ordusu için yoğun pazarlama çalışmaları yürütüyor). İkincisi, yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yürürlüğe konulacak. Alman parlamentosu tarafından onaylanan mevcut teklif, erkekler için zorunlu, kadınlar için ise isteğe bağlı kaydolma şartıyla gönüllülük esasına dayanıyor. Yasa tasarısı ayrıca, hükümetin Alman ordusu için belirlediği hedeflere ulaşılmaması durumunda, parlamentonun bazı 18 yaşındaki gençler için zorunlu askerlik uygulamasını görüşmesine olanak tanıyan hükümler de içeriyor.

Benzer şekilde, Fransa'nın şu anda 47 bin yedek personele ek olarak yaklaşık 200 bin aktif görevli personeli bulunuyor. Ancak Macron, öncelikle yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yoluyla bu sayıya önümüzdeki on yılda 50 bin personel daha eklemeyi hedefliyor. Bu hizmet şimdilik isteğe bağlı olacak ve 18 yaşındakiler bu hizmete karşılık aylık en az 800 avro maaş alacaklar. Bu arada, Belçika da Eylül 2026'dan itibaren gönüllülük esasına dayalı olarak ulusal hizmeti yeniden yürürlüğe koymayı tercih etti; Hollanda'daki milletvekilleri de aynı şeyi yapmayı düşünüyor.

Asker sayısını artırmak birincil amaç olsa da Batı Avrupa liderleri ulusal hizmeti yeniden canlandırmanın toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar. Örneğin, BBC'ye göre, yeni atanan Fransa Genelkurmay Başkanı Orgeneral Fabien Mandon, Fransa'nın fedakarlık ruhundan yoksun olduğunu ve halkın savaşta çocuklarını kaybetmeye hazır olması gerektiğini belirtti. Ayrıca, Fransız askeri planlamasının üç veya dört yıl içinde Rusya ile bir savaş varsayımına dayandığını da söyledi.

Gelecekteki meydan okumalar

Bu açıklamalar, ulusal hizmeti yeniden canlandırmak isteyen liderlerin karşılaştığı en büyük engellerden birine işaret ediyor, yani kamuoyuna. Macron ve diğer Avrupalı ​​liderlerin de bu tür önlemlerin, 1960'taki İngilizler örneğinde olduğu gibi, hiçbir şekilde halk tarafından desteklenmeyeceğinin farkında oldukları açıkça görülüyor. Bu nedenle tüm yeni planlar zorunluluk değil, gönüllülük esasına dayanıyor. Fransa'da, öneriler genel olarak iyi karşılandı; Elabe gazetesinin bildirdiğine göre, ankete katılanların yüzde 73'ü önerileri destekledi. Hatta bu önerilerden en çok etkilenecek olan 25-34 yaş arası gençler bile, önerileri yüzde 60 oranında destekliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Almanya'da durum farklı. Bundestag'ın yeni yasayı onaylamasının ertesi günü, öğrenciler 90'dan fazla şehirde greve gitti ve birçok kişi gençlerin muhalefet düzeyinin yüksek olduğuna inanıyor. Almanya'nın askeri faaliyetlerle ilişkisinin Nazizm mirası nedeniyle daha karmaşık olduğu ve özellikle sol kesimdeki birçok kişinin Rusya ile mücadele etmeyi amaçlayan yeni yeniden silahlanma çabalarına şüpheyle yaklaştığı unutulmamalı.

Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğine inanıyor

Başka meydan okumalar da var. Fransa ve Almanya'nın attığı adımlara rağmen, diğer iki büyük Batı Avrupa gücü olan Birleşik Krallık ve İspanya henüz benzer adımlar atmadı. Birleşik Krallık da şüphesiz ordusunu genişletmeyi umuyor, ancak önceki Muhafazakar hükümetin yeni bir ulusal hizmet oluşturma önerisine rağmen, mevcut İşçi Partisi hükümeti bu yönde ilerlememeyi tercih etti. İspanya'nın da şu anda zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırma planı yok. Hem İngiltere'nin hem de İspanya'nın bu adımı atmakta isteksiz olması, Avrupa silahlı kuvvetlerinin büyümesini sınırlayabilir ve aynı zamanda Fransa ve Almanya'daki zorunlu askerlik hizmeti karşıtlarına kullanabilecekleri alternatif modeller sunabilir.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)

Maliyet de göz ardı edilemeyecek meydan okumalardan biri olarak öne çıkıyor. Macron'un planının, Fransız ekonomisinin önemli meydan okumalar ile karşı karşıya olduğu bir dönemde, yaklaşık 2 milyar avroya mal olacağı tahmin ediliyor. Fransız gönüllülerin, Alman (2.600 avro) veya Belçikalı (2.000 avro) meslektaşlarına kıyasla çok daha düşük bir aylık maaş olan 800 avro alacaklarını da belirtmek gerekiyor. Bu eşitsizlik ve maaşın asgari ücretten de önemli ölçüde daha az olması birçok gönüllüyü bundan caydırabilir.

Doğal olarak, Macron, Alman Şansölyesi Friedrich Merz gibi, başka seçeneği olmadığını düşünüyor olabilir. Yaklaşan bir tehdit olarak algıladığı durum karşısında Fransa'nın yeniden silahlanması, asker sayısını artırması ve halkını gelecekteki olası bir çatışmaya karşı seferber olmaya ikna etmesi gerekiyor. 2022 sonrası yeni savunma ortamında, Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğini düşünüyor. Nitekim savunma bütçeleri gittikçe artıyor ve askerlik hizmeti güçlü bir geri dönüş yaptı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.