Kuveyt işgali sırasında Arap dünyası nasıl tavır almıştı?

Mısır Devlet Başkanı’nın her bir Arap ülkesinin oylamadaki tutumunu açık bir oturumda ve canlı yayında açıklaması herkes için bir süpriz oldu.

Kuveyt işgali sırasında Arap dünyası nasıl tavır almıştı?
TT

Kuveyt işgali sırasında Arap dünyası nasıl tavır almıştı?

Kuveyt işgali sırasında Arap dünyası nasıl tavır almıştı?

Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesinin yarattığı şaşkınlık kadar Arap ülkeleri arasında bu nedenle yaşanan bölünmüşlük de büyüktü. İşgal edilen ülke Kuveyt; Arap ülkelerinin tutumlarını gözlemlerken bazı ülkeler bu işgali kınayarak Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’e ön koşulsuz geri çekilme çağrısında bulunurken bazıları da diplomatik düzeyde bile olsa harekete geçmekten kaçındılar.
Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesinden (2 Ağustos 1990) birkaç gün sonra 8 Ağustos’ta, krize Arap Birliği çerçevesinde hemen bir çözüm bulmak amacıyla 24 saat içerisinden acil bir Arap Zirvesi düzenlenmesi çağrısında bulunan Eski Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in ifadesi ile: “Tablo korkunç ve çok karamsardı. Hemen bir çözüm bulunmaması halinde Arap ümmeti cansız bir beden gibi düşecek ve varlığının hiçbir anlamı kalmayacaktı.” Nitekim 10 Ağustos 1990’da Kahire’de toplanan zirve sırasında Araplar arasındaki bölünmüşlük tam anlamıyla Mübarek’in bu sözlerini yansıtmıştı.
Son yıllarda Arap ülkelerinin tutumunu takip edenler; Kuveyt’in işgalinin ve bazılarının ifadesi ile Arap ülkeleri ilişkilerindeki tehlikeli etkilerinin, Arap halklarının muzdarip olduğu bölünmüşlüğü bütün boyutları ile tutuşturan kıvılcım olduğunu görecektir. Peki Arap ülkeleri Irak’ın bu işgal girişimine karşı nasıl bir tutum benimsediler, Kuveyt’in kurtarılması krizi ya da uluslararası koalisyonun “Çöl Fırtınası” adını verdiği operasyonda nasıl hareket ettiler?
Fırtına Zirvesi
Eski Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek, Kahire’de onlarca basın mensubu ve kamera önünde zirve için yaptığı çağrıda; bir çözüme ulaşmak umuduyla Arap ülkelerinden 24 saat içerisinde acil bir zirve için bir araya gelmelerini talep etmişti. Mübarek’in deyimiyle kendisi bu çağrıyı karşılıklı suçlamalar ve hakaretlerde bulunmak için değil Arap ümmeti için daha onurlu olacak olan krizin Arap Birliği çerçevesi içinde çözüme kavuşturulmasını sağlamak için yapmıştı.
Zirvenin düzenleneceğinin açıklanması ile Arap ülkelerinin Irak’ın işgaline karşı nasıl bir tutum  benimseyeceklerini görmek için uluslararası toplumun bakışları onlara çevrildi. Nitekim dönemin ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler Temsilcisi Robert Comet bu zirve hakkında şunu söylüyor: “Arap Zirvesi’nin nasıl sonuçlanacağını bilmediğimiz için kendisine biraz endişe ile bakıyorduk”. New York Times gazetesinin Irak’ın Kuveyt’i işgalinin yıldönümü vesilesi ile hazırlamış olduğu dosya çerçevesinde görüştüğü ve anılarını naklettiği Comet’e göre; bu Arap zirvesi çok sıkıntılıydı. Sonuç bildirgesinde herhangi bir belirsizlik olması Saddam Hüseyin’in Arap Birliği ve ılımlı ülkelerinin, ABD’nin kendisine yönelik almak istediği katı önlemleri desteklemeyeceğine dair inancını pekiştirebilirdi. Bu nedenle ABD, bunun gibi açık bir saldırının küçük ya da büyük olsun bölge ülkelerinin hiçbirinin çıkarına olmayacağı gerçeğini açıklamak için mümkün olan çok sayıda katılımcı ülkelerin heyetleri ile çalışmaya önem vermişti.
Mısır’ın bir Arap Zirvesi düzenlenmesi çağrısında bulunmasından birkaç saat sonra, 10 Ağustos 1990’da düzenlenmesi kararlaştırılan zirveye katılacak olan Arap ülkelerinin heyetleri Kahire’ye ulaşmaya başladı. İlk ulaşanlar arasında merhum Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi ve dönemin Kuveyt Veliaht Prensi Şeyh Saad el-Abdullah es-Sabah vardı.
Kahire’nin bir Arap Zirvesi’ne ev sahipliği yapacağını deklare etmesinden 1 gün sonra, Arap tutumuna ve uluslararası gelişmelere bir karşılık olarak Irak; 9 Ağustos 1990’da Kuveyt’i topraklarına kattığını ve Kuveyt’in artık Irak’ın 19’uncu ili olduğunu deklare etti. Kuveyt’te mevcut bütün yabancı büyükelçilikler ile dünyanın her yerindeki Kuveyt büyükelçiliklerinin kapatıldığını, başkent Kuveyt’in adını “Kazima” şeklinde değiştirildiğini ve Kuveyt’in ana vatana döndüğünü açıkladı. Bu şekilde Irak, 4 Ekim 1963’te Kuveyt ile sınırlarını resmi bir şekilde tanımasına rağmen 1961 yılında İngiltere’den bağımsız olduğu zamandan beri Kuveyt ile ilgili dile getirdiği taleplerini gerçekleştirmiş oldu.
Kuveyt’in 1991 yılının şubat ayının sonlarında kurtarılmasından çok sonra Al-Arabiya kanalının hazırladığı belgeselde tanıklığına başvurduğu Kuveyt Veliaht Prensi Saad el-Abdullah’a göre; “Kuveyt, Arap zirvesinde çoğunluğun Irak’ın Kuveyt’i işgaline arka çıkmasından ve Saddam Hüseyin’in tutumunu desteklemesinden korkuyordu. Çünkü bu, Arap Birliği’nin işgale karşı olan tutumunun değişeceği anlamına geliyordu. Ayrıca tehlikeli sonuçlar da doğurabilirdi.” Buradan yola çıkarak; ABD ve Sovyetler Birliği’nin BM ve Güvenlik Kurulu’nda liderlik ettikleri uluslararası girişimlere paralel olarak bu “farklı zirve”nin hedef ve içerik olarak Arap tarihinde büyük bir öneme sahip olduğunu söyleyebiliriz.
O dönemi yaşayanların anılarına ve yazdıklarına göre; bu zirve, Arap Birliği çatısı altında Araplar arasında eşi benzeri görülmemiş bir bölünmeye tanık oldu.
Ünlü gazeteci Muhammed Hasaneyn Heykel “Körfez Savaşı: Güç ve Zafer Hayalleri” adlı kitabında şöyle diyor: “O döneme hakim olan kaos durumu tam anlamıyla Arapların acizliğini vurguluyordu.” Ardından şunu ekliyor: “Arap liderleri daha Kahire yolunda iken bir Arap çözümüne ulaşma  olasılığı azalmıştı. Çünkü Fas zaten Suudi Arabistan’a askeri bir güç göndermişti. Mısır da ileride Suudi Arabistan’da konuşlanacak olan güçlerinin kalacakları yerleri incelemesi için öncü bir idari birlik gönderme hazırlıklarına başlamıştı.”
Dönemin Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa da anılarına yer verdiği kitabında o günlerde yaşananları şöyle anlatıyor: “Arap Birliği Genel Sekreterliği o gün Kahire’ye ulaşamadığı,  bazı liderler geciktiği ve Tunus gibi bazı ülkeler zirveye yönelik çekincelerini belirtip birkaç gün ertlenmesini talep ettikleri için zirve, 9 Ağustos’ta düzenlenemedi. Tartışmaların ardından zirvenin açılış oturumunun 10 Ağustos Çarşamba günü sabah saat 9’da yapılması kararı alındı.”
Kararlanan saat ve günde zirvenin düzenlenmesi ile Arapların, Irak’ın Kuveyt’i işgaline karşı ortak bir tutuma sahip olmadıkları ve aralarında bir anlaşmazlık olduğunu gösteren tablo da netleşmeye başladı. Nitekim Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek ile Libyalı mevkidaşı Muammer Kaddafi arasında kameraların önünde cereyan eden tartışma da bunun örneklerinden biriydi. Bu tartışmanın nedeni; Mübarek’in zirvenin sonuç bildirgesinin açık bir oturumda oylanacağını deklare etmesinin ardından Kaddafi’nin konuşmak istediğini belirtip itiraz etmesi ve Mübarek’in ona: “Yaklaşık 7 saattir konuşuyoruz ama krizi kapsayacak bir çözüm ile ilgili bir konuşma bile duymadım. Herkes kendince bir şeyler anlatıyor” karşılığını vermesiydi. Bunun üzerine Kaddafi, karar tasarı ile ilgili oylamanın kapalı bir oturumda yapılmasını önerdi. Ama gerekli sayıya ulaşılamadığı için bu önerisi de kabul edilmeyip bir de çoğunluk (12 ülke) Arap Birliği’nin Kuveyt’in işgalini kınayan sonuç bildirgesini kabul etmesi Kaddafi’nin itirazları daha da yükseldi.
Musa’nın anılarına göre; son oturumda, kriz genel bir şekilde ele alınmadan ve daha sonra Irak’ın Kuveyt’i işgalini kınayan ve kendisinden kayıtsız şartsız hemen çekilmesini talep eden sonuç bildirgesi oylamaya sunulmadan önce ilk olarak Irak Heyeti Başkanı Taha Hüseyin Ramazan’a daha sonra da Kuveyt Heyeti Başkanı Şeyh Saad el-Abdullah es-Sabah’a söz hakkı verildi. Musa kitabında şunu da ekliyor: “Irak ve Kuveyt heyetleri başkanlarının konuşmalarının ardından salona tam bir kaos hakim oldu. Muhalif ve destekçi herkes kendisine söz hakkı verilmesini talep ediyordu. Bunun  üzerine oturumun başkanı olarak Mübarek müdahalede bulundu ve: “Bütün ülke heyetlerine sabah dağıttığımız karar tasarısını oylamaya açıyorum” dedi. Bu kez de konunun aceleye getirilemeyecek kadar tehlikeli, koşulların  ondan da tehlikeli olduğu ve gerektiği gibi ele alınmadığı gerekçesi ile kararın oylamasının ertelenmesini talep eden sesler yükseldi.”
Mısır Dışişleri Bakanı Musa anılarını şu şekilde noktalıyor: “Mübarek karar tasarısını kabul eden oyları -ki 20 asıl üye ülkeden 12’si bunu kabul etmişlerdi- saydıktan sonra Arap ülkeleri arasında Irak’ın Kuveyt’i işgali ile ilgili bir bölünme olduğu net bir şekilde ortaya çıktı. Bu bölünme, Arap bedeninin bugün hala muzdarip olduğumuz bir zayıflığa yakalanmasına yol açtı. Mısır Devlet Başkanı Mübarek, kararı açık bir oturumda oylamaya sunma kararı ile herkesi şaşırtmasaydı bu karar alınamayabilirdi. Çünkü Irak’ın Kuveyt’i işgalini kınamayı reddeden ülkelerin, bir araya gelerek bu kararın alınmasını engelleme ya da Arap Birliği’nden ayrılmakla tehdit etme olasılığı vardı. Oturum sona erdikten sonra Yaser Arafat’ın toplantı salonun dışında Irak’ı savunan bir söylev çektiğini gördüm. Bunun üzerine o dönemde Mısır Cumhurbaşkanlığı Hukuk Müşavirliği görevinde bulunan Müfid Şahab da Kuveyt’i savunan benzer bir ateşli söyleve başladı.”
İngiltere’nin savaştan yıllar sonra yayınladığı ve Arap ülkeleri arasındaki bölünmüşlüğü ele alan hükümet arşivleri belgelerine göre;  Araplar bu kriz nedeniyle derin bir ayrışma ve bölünme içindeydi. Özellikle de Kuveyt ve meşru hükümetinin safında yer alanlar ile tarafsız oldukları ve Irak’ın Kuveyt’ten çekilmesini sağlamak için arabulucululuk yapmak istedikleri konusunda ısrar etmelerine rağmen Saddam Hüseyin’i savunan ve onu  safında yer aldıklarını açıklayan ülkeler arasında bu bölünme daha da derindi.
Kral Hüseyin, Salih ve Arafat Saddam’ı destekledi
Bu belgeler ayrıca Körfez ülkelerinin Kuveytliler ile bu konuda dayanışma içinde olurken Ürdün Kralı Hüseyin, Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih ve FKÖ Lideri Yaser Arafat’ın bir nevi Iraklıları destekleyen bir tutum benimsedikleri bilgisini veriyor. Yine bu belgeler arasında, İngiltere Dışişleri Bakanı Douglas Hurd’un 31 Ağustos-5 Eylül 1990 tarihleri arasında bölgeye düzenlediği ve birçok Arap lider ile görüşmeler gerçekleştirdiği ziyaret sırasında İngiltere’nin Amman Büyükelçisi Sir Anthony Reeve’nin hükümetine göndermiş olduğu bir telgraf da bulunuyor. Hurd’un Ürdün Kralı Hüseyin ve Veliaht Prens Hasan ile görüşmeleri hakkında bilgi veren telgrafta: “Kral Hüseyin hala gerilimi azaltmak ve bir orta yol bulmaya çalışmak istiyor. Veliaht ise Güvenlik Kurulu’nun 660 sayılı kararını tam anlamıyla uygulamak ve ufukta görünen ekonomik felaket ile yüzleşmek gerektiğinin daha çok farkında” deniliyor.  Büyükelçi buna benzer bir tutumu, Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih ile Sana’da yaptığı görüşme sırasında da gözlemlediğini sözlerine ekliyor.
Kriz sırasında kim kimi destekledi?
Başta ABD ve Sovyetler Birliği olmak üzere Batılı ülkeler bu süreçte; Güvenlik Kurulu’nda Irak’ın Kuveyt’i işgalini kınayan kararlar almaya ve Bağdat’ı kayıtsız ve şartsız bir şekilde hatta gerekirse askeri güç kullanarak geri çekilmek zorunda bırakmak için uluslararası bir koalisyon kurmak için destek toplamaya çalışıyordu. İşte Arapların 10 Ağustos’ta kabul ettikleri ve Irak’ın Kuveyt’i işgalini kınayan, Bağdat’ın Kuveyt’i ilhak etme kararını ve bunun sonuçlarını geçersiz sayan, Irak’ın Körfez ülkelerine yönelik tehditlerini reddeden, Irak güçlerinin Suudi Arabistan sınırında konuşlanmasını kınayıp Riyad’ın topraklarının savunulması için Arap güçleri gönderilmesi talebini kabul eden kararı tam da bu süreçte alındı.
Arap Birliği arşivlerine göre; Irak’ın Kuveyt’i işgalini başta Körfez ülkeleri, Mısır, Suriye ve Fas olmak üzere 12 Arap ülkesi reddederken Libya, Ürdün, Cezayir, Moritanya, Sudan, Yemen ve Yaser Arafat liderliğinde FKÖ’nü kapsayan grup ise bunu desteklemiştir. Yine buna göre Mısır, Suriye ve Fas’ın Kuveyt’in kurtarılmasına katkıda bulunmaları için gönderdikleri askeri birlikler 11 Ağusutos 1990’da Suudi Arabistan’a ulaştı.
Irak’ın Kuveyt’i işgaline karşı Arap ülkelerinin tutumlarını gözlemleyen Independent Arabia’dan Ahmed Abdulhekim’e göre krizin devam ettiği 7 ay içerisinde Arap ülkeleri arasındaki bu bölünme artarak büyük bir çatlağa dönüştü. Arap ülkeleri destekleyenler ile karşı olanlar ve tarafsızlığı seçenler şeklinde birden fazla gruba bölündüler.
Başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri, Mısır ve Suriye işgale karşı ortak bir tutumda birleşmişlerdi.  Bu ülkelere göre mevcut krizin nedeni; bir Arap ülkesinin bir başka Arap ülkesini zorla işgal etmesi, topraklarına ilhak etme ve kimliğini ortadan kaldırmaya çalışmasıydı. Bu grup ayrıca bu işgalin neden olduğu bütün sorunların çözümü için öncelikle; kökeninin yani işgalin kendisinin ortadan kaldırılması gerektiğini, ardından Irak’ın geri çekilmesi ve Kuveyt’e meşruiyetin geri dönmesi ile her şeyin eski haline  döneceğini düşünüyordu.
Buna karşılık Ürdün, Libya, Yemen ve Filistin; sorunun temel olarak bunun bir Arap sorunu olduğunu, tek bir ev içerisindeki 2 Arap taraf arasında bir anlaşmazlıkdan kaynaklandığını, uluslararası seferberliği ve yabancı güçlerin yardımını gerektirmediğini düşünüyorlardı. Aynı şekilde; Arap doğal kaynaklarının dağıtımında büyük bir dengesizliğin var olduğunu ve Irak’ın Kuveyt’i işgalinin bu dengesizliğin düzeltilmesi gerektiğini ortaya çıkardığı görüşünü dillendirenler de vardı.
Ürdün, Irak’ın Kuveyt işgalini reddettiğini ve sonuçlarını kabul etmeyeceğini deklare ederken Sudan ve Yemen’in tutumu ise; meselenin kınama meselesi olmadığı, bilakis ilgili taraflar ile diğer Arap ülkeleri arasında yoğun olumlu çabalara ihtiyacı olduğu, yabancı güçlerin varlığının bütün olarak Arapların güvenliğine tehdit oluşturduğu ve sorunun Arap evi içerisinde çözülmesi gerektiğine odaklanıyordu.
Kuzey Afrika’da ise sadece Fas, Irak’ın muhtemel saldırlarını engellemek için Suudi Aarbistan’a askeri güç göndermek başta olmak üzere her türlü yardımı sunarken diğer ülkeler (Tunus, Cezayir ve Moritanya) Körfez krizinde 2 Arap taraf arasında arabuluculuk rolü oynamaya çabaladılar. Bu şekilde Kuveyt’i işgal etmekte ısrar eden Irak ile işgali kınayan Kuveyt, Suudi Arabistan, Mısır, Suriye ve diğer KİK üyesi ülkeler arasında orta bir tutum benimsemeye ve bunu korumaya çalıştılar.



Gazze'de İç Güvenlik yetkilisi Zemzem’e suikast: İçişleri Bakanlığı soruşturma başlattı

Yarbay Ahmed Zemzem, silahlı kişilerin arabasına açtığı ateş sonucu öldürüldü (Filistin Enformasyon Merkezi)
Yarbay Ahmed Zemzem, silahlı kişilerin arabasına açtığı ateş sonucu öldürüldü (Filistin Enformasyon Merkezi)
TT

Gazze'de İç Güvenlik yetkilisi Zemzem’e suikast: İçişleri Bakanlığı soruşturma başlattı

Yarbay Ahmed Zemzem, silahlı kişilerin arabasına açtığı ateş sonucu öldürüldü (Filistin Enformasyon Merkezi)
Yarbay Ahmed Zemzem, silahlı kişilerin arabasına açtığı ateş sonucu öldürüldü (Filistin Enformasyon Merkezi)

Filistin Enformasyon Merkezi, Gazze Şeridi'ndeki İç Güvenlik Teşkilatı yetkililerinden Yarbay Ahmed Zemzem’in bu sabah Gazze Şeridi'nin orta kesiminde yer alan Megazi Mülteci Kampı’nda silahlı kişiler tarafından düzenlenen silahlı saldırıda öldürüldüğünü bildirdi.

Gazze İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan kısa basın açıklamasında, ilgili makamların Yarbay Ahmed Zemzem suikastıyla ilgili ‘derhal soruşturma başlattığı’ ve suikasta karışan şüphelilerden birini tutukladığı, diğer şüphelilerin izini sürme çabalarının ise devam ettiği belirtildi. Açıklamada olayın arkasındaki koşulları ve nedenleri ortaya çıkarmak için çalışmaların sürdürüldüğü ifade edildi.

Olay, İsrail ordusunun dün akşam Gazze şehrinin batısındaki er-Raşid Caddesi’nde bir araca düzenlenen baskında Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları liderlerinden Raid Saad'ı öldürdüğünü açıklamasının üzerinden 24 saat geçmeden meydana geldi. İsrail, Saad'ın öldürüldüğü saldırıyla, Gazze'deki ateşkes anlaşmasını bir kez daha ihlal etti.


Cezayir’de Kabiliyeliler ‘MAK’ ayrılıkçı projesine karşı birleşti

Bejaia'da ayrılıkçı projeye karşı düzenlenen miting sırasında aktivistler (Özel hesaplar)
Bejaia'da ayrılıkçı projeye karşı düzenlenen miting sırasında aktivistler (Özel hesaplar)
TT

Cezayir’de Kabiliyeliler ‘MAK’ ayrılıkçı projesine karşı birleşti

Bejaia'da ayrılıkçı projeye karşı düzenlenen miting sırasında aktivistler (Özel hesaplar)
Bejaia'da ayrılıkçı projeye karşı düzenlenen miting sırasında aktivistler (Özel hesaplar)

Cezayir’de Kabiliye bölgesi, ayrılıkçı “MAK” hareketinin Fransa’da ilan etmeyi planladığı “bağımsız Kabiliye devleti” girişimine karşı dikkat çekici bir toplumsal mobilizasyona sahne oldu. Cezayir yönetiminin, ülkenin toprak bütünlüğünü hedef almakla suçladığı bu girişime karşı bölgede çeşitli protesto ve farkındalık faaliyetleri gerçekleştirildi.

Başkent Cezayir’in yaklaşık 250 kilometre doğusunda bulunan ve Kabiliye’nin en büyük kentlerinden biri olan Becaia (Bejaia) vilayetinde, vatandaşlar ve yerel aktörler ulusal birliğe zarar verecek her türlü projeye karşı olduklarını ortaya koyan çok sayıda inisiyatif gerçekleştirdi. Kent genelinde çok sayıda ev ve iş yerinin cephelerine Cezayir bayraklarının asıldığı gözlemlendi.

Becaia Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü tarafından “Cezayir tek ve bölünmezdir” sloganıyla düzenlenen, ulusal bayraklarla süslenmiş araçlardan oluşan bir konvoy, kent merkezinden hareket ederek çeşitli cadde ve köyleri dolaştı. Öte yandan Becaia Üniversitesi öğrencileri yayımladıkları bildiride, ayrılıkçı MAK hareketinin projesini reddettiklerini belirterek, “Cezayir’in birliği ve egemenliğine” olan bağlılıklarını vurguladı.


HDK, Güney Kordofan'daki BM karargahına saldırdı: Altı Bangladeşli asker öldürüldü

Sudan'ın kuzeyindeki bir beldede devriye gezen HDK üyeleri (Arşiv - AP)
Sudan'ın kuzeyindeki bir beldede devriye gezen HDK üyeleri (Arşiv - AP)
TT

HDK, Güney Kordofan'daki BM karargahına saldırdı: Altı Bangladeşli asker öldürüldü

Sudan'ın kuzeyindeki bir beldede devriye gezen HDK üyeleri (Arşiv - AP)
Sudan'ın kuzeyindeki bir beldede devriye gezen HDK üyeleri (Arşiv - AP)

Sudan’da Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) dün, kuşatma altındaki Güney Kordofan eyaletinin yönetim şehri Kadugli şehrine insansız hava aracı (İHA) ile düzenlediği bir saldırıyla şehirdeki Birleşmiş Milletler (BM) karargahını hedef aldı. Saldırıda en az altı Bangladeşli asker öldürüldü. Öte yandan şehirdeki bazı insani yardım kuruluşları ve BM ajansları, kötüleşen güvenlik durumu nedeniyle personelini tahliye etmeye başladı.

BM Abyei Geçici Güvenlik Misyonu (UNISFA) tarafından yapılan açıklamada, Kadugli'deki BM merkezine düzenlenen İHA’lı saldırıda ‘altı askerin öldürüldüğü ve altı askerin yaralandığı’ duyuruldu. UNISFA tüm kurbanların Bangladeşli olduğunu ekledi.

Öte yandan Bangladeş Başbakanı Muhammed Yunus, yaptığı açıklamada olaydan dolayı ‘derin üzüntüsünü’ dile getirdi.

BM Genel Sekreteri António Guterres ise Sudan'daki UNISFA askerlerine yönelik saldırıların ‘haksız ve savaş suçu niteliğinde’ olduğunu vurguladı.

Guterres, sosyal medya platformu X hesabından yaptığı paylaşımda, UNISFA askerlerini hedef alanlardan hesap sorulması çağrısında bulundu.

Sudan Egemenlik Konseyi saldırıyı kınadı

Öte yandan Sudan Geçiş Dönemi Egemenlik Konseyi, saldırıyı ‘uluslararası insani hukukun ciddi bir ihlali ve açık bir ihlali’ olarak nitelendirdi.

Konsey tarafından yapılan açıklamada, ‘korunan bir BM tesisini hedef almanın, organize terörizme eşdeğer tehlikeli bir tırmanış ve suç teşkil eden bir davranış olduğu, uluslararası hukuku kasıtlı olarak hiçe saydığı’ vurgulandı.

sd
Sudan ordusu komutanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan (AFP)

Saldırıdan HDK’yı sorumlu tutan konsey, BM ile uluslararası topluma BM tesislerinin korunması için ‘kararlı tutumlar ve caydırıcı önlemler almaları’ çağrısında bulundu.

HDK dün, kuşatma altındaki Güney Kordofan eyaletinin yönetim şehri Kadugli şehrine İHA’lı saldırı düzenleyerek BM karargahını hedef aldı ve en az altı sivili öldürdü. Bunun üzerine şehirdeki bazı insani yardım kuruluşları ve BM ajansları, kötüleşen güvenlik durumu nedeniyle personelini tahliye etmeye başladı.

Sudan Geçiş Dönemi Egemenlik Konseyi, saldırıyı ‘uluslararası insani hukukun ciddi bir ihlali ve açık bir ihlali’ olarak nitelendirdi. Konsey tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Korunan bir BM tesisini hedef almak, organize terörizme eşdeğer tehlikeli bir tırmanma ve suç teşkil eden bir davranış olup, uluslararası hukuku kasıtlı olarak hiçe sayma ve insani yardım ve uluslararası misyonların çalışmalarını doğrudan tehdit etme anlamına gelir.”

dfrgt
BM Genel Sekreteri António Guterres (Reuters)

HDK, bu saldırıyı, BM Genel Sekreteri António Guterres’in HDK’yı ‘kötü güçler’ olarak nitelendirdiği, HDK’nın ise BM'yi ‘çifte standart’ uygulamakla suçladığı açıklamasından iki sonra gerçekleşti.

Birçok kaynak, HDK'nın Kadugli şehrine İHA’lı saldırı düzenlediğini bildirdi. Şehirde dumanlar yükseldiği görüldü. Fransız Haber Ajansı AFP’ye konuşan bir sağlık kaynağı, BM karargahına düzenlenen İHA’lı saldırıda en az altı sivilin öldüğünü söyledi.

Bölge sakinleri kaçıyor

Sudan merkezli bir haber sitesi, HDK'ya bağlı Sudan Kurucu İttifakı’nın (Te’sis) perşembe günü Kadugli sakinlerine askeri çatışma ve operasyon bölgelerini terk etmeleri çağrısında bulunduğunu aktardı. Haberde, bu çağrının bölge sakinleri tarafından geniş çapta dikkate alındığı, bu göç dalgasının savaşın patlak vermesinden bu yana en büyük dalga olduğu ve bölgeden kaçanların çoğunluğunun kadınlar, çocuklar ve yaşlılar olduğu belirtildi.

Al Sudania News sitesi, Sudan Kurucu İttifakı liderinin yaptığı açıklamada, ittifakın ‘sivilleri korumaya ve Kadugli'den gönüllü tahliyeleri kolaylaştırmaya tam olarak kararlı olduğunu’ söylediğini aktardı.

İttifak lideri, ‘tüm vatandaşlara hayatlarını korumak için çatışmalardan uzak durmaları çağrısını’ yineledi.

Bu gelişmeler yaşanırken Güney Kordofan eyaletinde askeri çatışmalar daha fazla bölgeye yayılıyor ve bunların sivillerin insani durumuna etkisi konusunda endişeler artıyor.

Sudan Ordusu, Güney Kordofan eyaletindeki Kadugli, Dilling ve Abu Jubayhah olmak üzere son üç şehri kontrol ediyor.

Sudan Kurucu İttifakı, geçtiğimiz temmuz ayında, Muhammed Hasan et-Taişi liderliğinde paralel bir hükümetin kurulduğunu açıklayan HDK'nın da dahil olduğu bir siyasi ittifak.

Hartum'da kitlesel gösteriler düzenlendi

Öte yandan dün binlerce Sudanlı, başkent Hartum ve ülkenin diğer şehirlerinde kitlesel gösteriler düzenleyerek, HDK'ya karşı savaşan orduyu destekledi. HDK ise, ülkedeki savaşı sona erdirmek için gösterdiği çabaları boşa çıkarmak amacıyla uluslararası toplumun önünde vatandaşları istismar etmemesi konusunda uyarıda bulundu.

Yürüyüşler, Sudan ordusu ile birlikte savaşan silahlı gruplar ve İslamcı hareketlerle koordineli olarak Seferberlik ve Halk Direnişi Yüksek Komitesi’nin çağrısı üzerine düzenlendi.

efrgt
Cumartesi günü Port Sudan'da ordu yanlısı yürüyüş (AFP)

Seferberlik ve Halk Direnişi Yüksek Komitesi lideri Korgenereal Beşir Mekki el-Bahi, geçtğimiz ay, Kordofan’ın tüm cephelerinde orduyu desteklemek için genel seferberlik ilan edildiğini ve bazı eyaletlerde eğitim kamplarının açıldığını duyurdu.

Bahi, komite tarafından yayınlanan açıklamasında şunları söyledi:

“Bu yaygın halk ayaklanması, Sudan halkının gerçek iradesini yansıtıyor ve ulusal devlet kurumlarının üzerinde hiçbir meşruiyet olmadığını teyit ediyor.”

Şarku’l Avsat, aralarında Hartum, Port Sudan, Medeni, Dongola, Sennar ve Halfa’nın bulunduğu, Sudan ordusunun kontrolündeki eyaletlerin başkentlerinde düzenlenen yürüyüşleri yerinde takip etti.

HDK'nın yaygın ihlallerine tanık olan El Cezire eyaletinin merkezindeki onlarca belde ve küçük köyde de dayanışma gösterileri düzenlendi.

Protestocular, Sudan ordusuna destek çağrısı yapan pankartlar açarken ‘Tek ordu, tek halk’ sloganları attı. Bazı protestocular ise HDK'nın terör örgütü olarak sınıflandırılması çağrısında bulunan sloganlar attı.

Öte yandan başta Sivil Demokratik Devrimci Güçler İttifakı (Sumud) olmak üzere savaş karşıtı güçler, ‘Barışa ve demokrasiye evet. Savaşa, askeri yönetime hayır’ sloganıyla sosyal medyada yaygın olarak paylaşımların yapıldığı bir kampanya başlattı.