Kral Hüseyin'in Abdunnasır'a uyarısı Mısır'ı 1967 Arap-İsrail Savaşı'nın pençesinden kurtaramadı

Yayına hazırlayan: Muhammed Hayr Raşida

Kral Hüseyin'in Abdunnasır'a uyarısı Mısır'ı 1967 Arap-İsrail Savaşı'nın pençesinden kurtaramadı
TT

Kral Hüseyin'in Abdunnasır'a uyarısı Mısır'ı 1967 Arap-İsrail Savaşı'nın pençesinden kurtaramadı

Kral Hüseyin'in Abdunnasır'a uyarısı Mısır'ı 1967 Arap-İsrail Savaşı'nın pençesinden kurtaramadı

Ürdün Başbakanı, Savunma Bakanı ve Kraliyet Mahkemesi Başkanı Zeyd bin Şakir’in dul eşi Nevzad es-Sati, gelecek ay yayınlanacak ‘Silahtan açılıma: Zeyd Bin Şakir’ adlı kitabında oldukça önemli bilgiler ortaya koydu.  
Kitabın önemi, Zeyd bin Şakir’in Kral Hüseyin'in en yakında bulunan isimler arasında yer almasından, onlarca yıl onunla beraber bulunmasından, tugay komutanlığından ordu komutanlığına yükselmesinden ve Savunma Bakanı, Kraliyet Mahkemesi Başkanı ve Başbakan olarak görev almasından kaynaklanıyor. Bunların yanı sıra Kral Hüseyin tarafından kendisine mareşal rütbesinin verilmesi de Zeyd bin Şakir’in önemli bir isim olduğunu gösteriyor. Nitekim o döneme kadar merhum Ürdün Kralı ile Silahlı Kuvvetler Komutanı Casim el-Mecali dışında kimse bu rütbeyi elde edememişti. Zeyd bin Şakir, bu rütbeye ulaşan üçüncü kişi oldu. Öte yandan 1996 yılında Kral Hüseyin ona ‘Emir’ unvanı verdi.
Şarku’l Avsat bugünden itibaren ilk kez kitaptan bazı bölümleri okuyucularla buluşturacak. Yayınlanan bölümlerde, Ürdün ve bölge tarihinin önemli bir dönemine ilişkin daha önce yayınlanmamış ayrıntılar yer alacak. Bu ayrıntılar, ‘1967 savaşı ve akabinde yaşanan diğer savaşlardan, bunlara eşlik eden Kral Hüseyin ile dönemin Mısır Başbakanı Cemal Abdunnasır arasındaki görüşmelere, Kudüs ve Batı Şeria'nın yitirildiği yenilginin olumsuz etkilerine, ‘Karameh Savaşı’ ve buna bağlı olarak Ürdün’deki Filistinli örgütlerin etkisinin artmasına ve Zeyd bin Şakir’in Ürdün ordusunun kıdemli subaylarından biri olduğu dönemde yaşanan Kara Eylül olaylarına’ kadar uzanıyor.
Bununla birlikte Kral Hüseyin ile Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin arasındaki ilişkiye değinilen kitapta, Ürdün'ün Saddam tarafından reddedilen İkinci Körfez Savaşı sırasındaki Arap çözümüne verdiği destek de ele alınıyor. Ayrıca Amman’ın Saddam Hüseyin’in damadı ve Irak ordusunda askeri endüstriden sorumlu olan Hüseyin Kamil’e ev sahipliği yapmasından dolayı yaşanan krize değiniliyor.
Kitapta yer alan bilgilerin, Ürdün tarihine ve bölge tarihinin 40 yıllık dönemine ilişkin geniş tartışmalara neden olacağı bekleniyor.
Kitabın ilk bölümünde yer alan bilgiler;
Samu olayları İsrail ile Araplar arasındaki askeri çatışmalarda önemli bir dönüm noktası oldu. Kral Hüseyin, bunun, İsrail’in Batı Şeria’yı işgal etme niyetine ilişkin ‘doğrudan bir uyarı’ olduğunu düşünüyordu. ABD Başkanı Lyndon B.Johnson’ın verdiği güvencelere rağmen Kral Hüseyin, İsrail’in Batı Şeria’ya gözünü diktiğine ve askeri mesajlaşmalar yoluyla savaş atmosferinin bölgeye hâkim olmaya başladığına ilişkin derin bir şüphe duyuyordu. Nitekim, Suriye-İsrail cephesinde çatışmaların patlak vermesinin akabinde 1967 Mayıs ayından itibaren bölgedeki gerilim tırmanmaya başladı. Dönemin İsrail Savunma Bakanı İzak Rabin, Şam'ı işgal edeceğini söyledi. Abdunnasır, her ne kadar Yemen'deki askeri çatışmalara girmiş olsa da İsrail ile savaşmak istemiyordu. Arapların böyle bir askeri çatışmadan galibiyetle çıkma gücüne sahip olduğundan şüpheliydi. Suriye cephesindeki bu gelişmelerin ardından oldukça önemli kararlar aldı ve onun bu kararları bölgeyi uçurumun eşiğine getirdi. İsrail sınırında yer alan Sina’daki uluslararası acil durum kuvvetlerinden ayrılmalarını talep etti. İsrail seyrüseferlerine karşı Tiran Boğazı’nı kapattı ve Sina’ya Mısır ordusundan büyük birlikler yığdı. Abdunnasır, savaş konusunda hevesli değildi, fakat -siyasi tutumlara ve eylemlere hâkim olan halk söyleminin baskısı altında- attığı adımlar İsrail tarafından savaş ilanı olarak değerlendirildi. Abdunnasır’ın bu adımları atmasının bir diğer sebebi ise Mısır ile İsrail arasında bulunan ve uluslararası bir tampon mesabesinde olan acil durum kuvvetlerinin varlığını teşvik eden siyasi propagandaya karşı koymaktı. Bu durum, savaşın ağırlığının Suriye tarafına kaymasına sebep oldu.
Moskova’dan gelen istihbarat ve sonrası
Savaş öncesi gerginliğin zirveye ulaştığı bir zamanda Moskova'dan İsrail'in Suriye cephesine saldırmayı amaçladığı yönünde bir istihbarat geldi. Bu istihbarat her ne kadar daha sonra yalanlansa da birtakım soruları ve şüpheleri gündeme getirdi. Fakat bu istihbarat Abdunnasır’ın o zamanki tutumu ve askeri birlikleri alarm durumuna geçirme yönündeki kararı üzerinde çok etkili oldu. İsrail’e Mısır’ın Suriye’nin yanında olduğuna dair açık bir mesaj göndermek istiyordu.
Bütün bunların ardından Kral Hüseyin, savaş atmosferinin bölgeye hakim olacağı yönünde bir kanaate sahip oldu. Araplar arasında istihbarat açısından öne çıkmasına ve daha doğru ve derin bilgi kaynaklarına sahip olmasına rağmen gönderdiği mesajların hiçbiri Abdunnasır tarafından dikkate alınmadı.
Abdunnasır’ın tarihçisi ve kendisine çok yakın bir isim olan Muhammed Hasaneyn Heykel’in de dediği gibi Kral Hüseyin’in Abdunnasır’a gönderdiği belki de ilk önemli mesaj, Mayıs ayının başında Nasır’ı uyarmasıydı. Kral Hüseyin, Mısır’ın askeri komutanlarından Abdulmünim Riyad ile görüşmek istedi ve ona Suriye cephesindeki durumun tırmandırılmasının bir tuzak olduğuna dair önemli bilgilere sahip olduğunu söyledi. Ancak Mısırlılar, bu mesajı dikkate almadılar. Bunun yerine Sovyetlerden ve Suriye cephesinden gelen haberlerden etkilendiler.
30 Mayıs'ta (yani savaştan birkaç gün önce) Kral Hüseyin, Başbakan Saad Cuma, Dışişleri Bakanı Ahmed Toukan, Genelkurmay Başkanı Amir Hamaş ve Kraliyet Hava Kuvvetleri Komutanı Salih el-Kürdi’den oluşan üst düzey bir resmi heyetle birlikte Abdunnasır ile görüşmek üzere Mısır’a gitmek gibi çok önemli bir karar aldı. Heyet, Abdunnasır ile bir araya geldi. Abdunnasır, Kral Hüseyin ile şakalaştı ve ona, “Ziyaret gizli olduğundan seni tutuklayabilir miyim, ne dersin?” dedi. Kral Hüseyin, cevap olarak, “Bunu hiç düşünmedim” dedi. Görüşme sırasında Kral Hüseyin, gerçekleştiği takdirde savaşa hazır olup olmadığını, bu konuda ciddi olup olmadığını sordu ve Kudüs’ün akıbetine ilişkin endişesini dile getirdi. Daha sonra Amir Hamaş’ın Zeyd’e söylediğine göre, Kral Hüseyin, Abdunnasır’a “Seni Kahire’den Kudüs’e ulaştıracağım” demiş ve bir çatışma yaşanması durumunda Arapların arkasında duracağını göstermek için iki ülke arasında Mısır-Suriye anlaşmasına benzer şekilde ortak bir savunma anlaşması imzalamayı teklif ederek, Abdunnasır’ı şaşırtmış.
İkili anlaşmayı imzaladılar. Kral Hüseyin, Abdunnasır’dan gerek Ürdün cephesine komutanlık etmesi gerekse de Ürdün birliklerinden ve Irak ve Suudi Arabistan’dan gelmesi beklenen birliklerden sorumlu olması için Abdulmünim Riyad’ı kendisiyle birlikte Ürdün’e göndermesini istedi. Çünkü Ürdün ve Mısır arasındaki ilişkiler, Ürdün’ün Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Başkanı Ahmed Şukayri’yi sınırdışı etmesinden dolayı gergindi. Abdunnasır, Şukayri’den toplantıya gelmesini ve aralarındaki gerilime son vermeleri için Kral Hüseyin ile görüşmesini istedi.
Akademik, siyasi ve askeri çevrelerde Kral Hüseyin'i savaşa girmeye sevk eden ve bu önemli adımı atmasına yol açan sebeplere ilişkin hala tartışılmakta olan yüzlerce soru var. Nitekim öncesinde İsrail tarafının savaştan galip olarak çıkacağından korkmasına rağmen ciddi bir hazırlığı bulunmayan ve stratejik bir planlaması olmayan Arap güçleriyle birlikte savaşa girdi. Hasaneyn Heykel’in ifadelerine göre o sıra başlarında Vasfi Tel’in bulunduğu ‘Ürdünlü siyasetçilerden oluşan ve İsrail’in savaştan beklediği armağanın Batı Şeria’yı ele geçirerek, Siyonist rüyasını tamamlamak olduğunun farkında olan’ bir ekibin, atılan bu adıma karşı çıkmaları bu soruyu daha önemli kılıyor. Ancak bu durumu, Irak'taki 1958 darbesinden ve kraliyet ailesinin öldürülmesinden sonra yaşanan süreç gibi Kral Hüseyin’in kararını ve tutumunu etkileyen bölgesel ve iç koşullar bağlamından kopararak cevaplamak oldukça zor.
En doğru hükmü verecek olan ‘zaman’
Kral Hüseyin, katılmasa bile gerçekleştiği takdirde böyle bir savaşın sonuçlarından korkuyordu. Her ne kadar en başından bunun aslında kaybedilmiş bir savaş olduğunu düşünse de Abdunnasır’ı ziyaret etti ve ortak bir savunma anlaşması imzaladı. Ürdün aleyhindeki suçlamalar ve Arap sahnesinde kendilerine duyulan güvenin azalması, Kral Hüseyin’i Ürdün cephesine komutanlık etmesi için Abdunnasır’dan Mısırlı komutan Abdulmünim Riyad’ı kendisiyle birlikte Ürdün’e göndermesini talep etmeye sevk etti. Kral Hüseyin, Abdunnasır ile görüşmesinde, ne şartlarda savaşa girileceğinin görüşülmesi için Mısırlı bir komutanı yanına almak istediğini söyledi. Her ne kadar Kral Hüseyin'in politikaları Abdunnasır’ın takip ettiği siyaset karşısında başarılı olmuş olsa da en doğru hükmü verecek olan ‘zaman’dı.
Irak'taki darbeden sonra Abdunnasır, yaptığı konuşmaların birinde, Kral Hüseyin'in annesine hakaret etme noktasına kadar geldi. Öte yandan Kral Hüseyin’in aleyhinde, onu ‘sömürgecilerin kuyruğu’ olarak nitelendiren basın kampanyaları birbirini takip etti. Kral Hüseyin'in savaşta Arapların yanında durmaktan başka seçeneği yoktu. Çünkü iç koşullar ve halkın galeyana gelmesi, Kral Hüseyin’i böyle bir karar almaya sevk etti. FKÖ ile yaşanan gergin ilişkiler, Arap atmosferini Ürdün aleyhinde kışkırtan propagandalar ve diğer yandan asıl savaş sebepleriyle birlikte İsrail’in Samu köyüne saldırması ateşe yağ döktü.
Kral Hüseyin’in Arapların yanında yer almasının bir diğer sebebi ise ABD tarafından verilen garantilere ve İsrail’in Batı Şeria’ya yönelik niyetlerine karşı olan güvensizliğiydi. Savaştan iki gün önce Kral Hüseyin, Batı Şeria'daki Ürdün kuvvetlerini ziyaret etti.
Zeyd’in komutasındaki 60. Tugay ile ziyarete başlayan Kral Hüseyin, askerlere ve subaylara şöyle hitap etti:
“İçinde bulunduğumuz koşullarda İsrail’le yüzleşecek gücümüz yok. Sadece Ürdün değil, bütün Arap ülkeleri bu güce sahip değil. Sonuçlar umduğumuzun ve her köşedeki Arap vatandaşlarının arzularının aksi olacak. Olurda savaş patlak verirse, önünüzde tek bir yol var: Ülkenizin başını dik tutacak, ordunun geleneklerini koruyacak ve bütün gücünüzle savaşacaksınız. İnşallah Allah elimizden tutacak.”
Abdunnasır’a son uyarı
Kral Hüseyin, 30 Mayıs’ta ve 3 Haziran’daki uyarılarının ardından, Amman’daki Türk Büyükelçi’sinin kendisine verdiği bilgiye dayanarak, 4 Haziran’da (savaşa saatler kala) Abdunnasır’ı son bir kez daha uyardı. Uyarıda, İsrail’in 5 veya 6 Haziran’da havaalanlarını hedef alan hava saldırılarına başlayacağı belirtiliyordu. Mısırlılar bu uyarıya, böyle bir saldırı beklediklerini ve buna hazır olduklarını söyleyerek cevap verdiler.
Mısır ordusu komutanlarından Abdulhakim Amir’den beklenmedik hareket
Ertesi sabah 6 Haziran’da beklenen saat gelip çattı ve aylardır hazırlanılan savaşın neticesini önceleyen korkunç gerçekler üzerindeki tozlar dağıldı. İsrail uçakları, Mısır havaalanlarına baskın düzenledi ve savaş uçaklarını imha etti. Bu baskınlar, tüm Arap kuvvetlerine vurulan nihai darbe oldu. Çünkü Mısır İsrail'e karşı hava savunmasına güveniyordu. Mısır askeri liderliği, bu şiddetli hava saldırısının ardından sarsıldı. Fakat Mısır ordusu komutanlarından Abdulhakim Amir bu hezimeti kabullenmek istemedi ve Mısır medyasında Mısır uçaksavarlarının İsrail uçaklarının yüzde 75’ini imha ettiği haberi yer aldı. Amir bu yalan haberi, Ürdün Cephesi Komutanı Abdulmünim Riyad’a göndererek, Arap ordusunun İsrail güçleriyle savaşmaya başlamasını istedi.
Ürdün Silahlı Kuvvetleri, İsrail’in Kudüs yakınlarındaki pozisyonlarını bombalamaya başladı. Sahada ilerleyen silahlı güçler, Kudüs’teki bazı alanların kontrolünü ele geçirirken, saat 11.00'da Ürdün’ün savaş uçakları, İsrail havaalanlarına baskın düzenledi. Fakat Mısır’a karşı saldırıya geçtiklerinden dolayı savaş uçaklarını yerlerinde bulamadılar. İsrail uçakları, derhal Ürdün uçaklarına baskın düzenledi ve ikinci bir baskın için hazırlandıkları sırada onları imha etti. Suriye ve Irak uçaklarının akıbeti de bundan farklı olmadı. Böylece öğlen saatlerinde İsrail, Arap hava kuvvetlerini tamamen ortadan kaldırdı. Mısır ve Ürdün cephelerindeki orduların karşı karşıya kaldığı bombardımanın daha önce benzeri görülmemişti. Çünkü onlar ile İsrail hava kuvvetleri arasında artık hiçbir engel kalmamıştı.
İsrail Başbakanı’ndan Kral Hüseyin’e mesaj
Kral Hüseyin, savaşın başlangıcında Mısır Hava Kuvvetleri’nin hezimete uğramasının ardından Avrupalı ve Amerikalı arabulucular aracılığıyla İsrail Başbakanı Levi Eşkol’den önemli bir mesaj aldı. Mesajda, savaşa girmedikleri takdirde İsrail’in Ürdün’e saldırmayacağını taahhüt ettiği bildiriliyordu. Fakat Kral Hüseyin, “Ben bir Arap’ım ve savaşa katılmak benim görevim” diyerek, bu teklifi reddetti. Hüseyin, Mısır Hava Kuvvetleri’nin tamamen imha edildiğini bilmiyordu. Kendisine ulaşanlar Mısır basınında yer alan yalan haberlerdi. Kral Hüseyin, daha sonra şayet bunu bilmiş olsaydı, kaybedeceği bir savaşa girmeyeceğini itiraf etti.
Hava kuvvetlerinin savaşın ilk saatlerinde imha edilmesi, hava alanının bütünüyle İsrail’in kontrolünde olmasını sağladı. Bunun ardından Mısır ordusu, Sina Çölü’nde saldırıya uğradı. Bu durum askeri liderliğin ertesi sabah Sina'dan çekilmeye karar vermesine neden oldu. Bununla birlikte yaşanan kaosun ve savaşın yürütülmesinde stratejik planlamanın olmayışının, bilakis tamamen hesaplanmadan hareket edilerek verilen geri çekilme kararının, Mısır ordusu için maliyeti çok yüksek oldu. Hasaneyn Heykel’in söylediği gibi savaşın ilk gününde Mısır ordusundan 642 asker hayatını kaybetti. Fakat 8 Haziran akşamı hayatını kaybedenlerin sayısı 6 bin 811’e ulaştı. Bu, ordunun geri çekilemediğini ve felaketle sonuçlanan kaos ortamının yaşandığını gösteriyor.
Ürdünlü savaşçılar kahramanca savaşıyor
Savaşın ilk gününün erken saatlerinde, Ürdünlü savaşçılar kahramanca savaştılar ve İsrail'in Kudüs yakınlarındaki pozisyonlarını kontrol altına aldılar. Ancak aynı günün akşamı, Mısır askeri liderliğinin hatalarının ve yalanlarının neticelerinin ortaya çıkmaya başlamasıyla birlikte, işler tamamen tersine döndü. Nitekim İsrail hava saldırıları, yerdeki güç dengesini değiştirmeye başladı. Ürdünlü askerler iki büyük sorunun acısını tattılar: ‘İmha edilmesinden dolayı hava desteğinden mahrum olmaları ve maruz kaldıkları bombardıman.’ Savaştan 48 saat önce Zeyd’in komutanlığındaki tugaya, Eriha’nın batısında bulunan Han el-Ahmer bölgesinden el-Halil’e doğru hareket etmeleri emredildi. Bizzat Zeyd sahadaki planları gözden geçiriyor ve işlerin seyrini denetliyordu. Mısır Hava Kuvvetleri’nin bütünüyle tahrip edildiği gerçeğinin gizlenmesiyle birlikte, Zeyd’e en-Nakib’ten el-Halil şehrine doğru yola çıkan Mısır birlikleriyle bir araya gelmesi emredildi. Bunun üzerine Zeyd, görevi yerine getirmek için zaman ve mesafeyi kısaltmak amacıyla geleneksel yoldan gitmeyerek, el-Halil’e doğru çölden gidilmesi yönünde talimat verdi.
Savaş sırasında Zeyd’in yanında bulunan Aid er-Revdan, bu trajik anlar hakkında önemli detayları şu şekilde anlatıyor:
“Savaşın başından sonuna kadar Zeyd ile beraberdim. El-Halil’den sonra ez-Zahiriya bölgesine ulaştık. Burada, Ürdün polisine ait bir karakol vardı. Mısır ordusuyla buluşma noktasına ulaşmak için nereden yürüyeceğimizi görmek için bir binanın tepesine çıktık. Fakat tam bu sırada karakol personeli tugay karargahının İsrail uçakları tarafından bombalandığını söyleyen bir telgraf aldı. Bunun üzerine bölgeye gittik ve tamamen yanıp yıkıldığını gördük. Savaş başladıktan sadece birkaç saat sonra kendimizi acı dolu bir gerçeklikle karşı karşıya bulduk. Kahire’den yayın yapan Savtu’l Arab radyosunun söylediği her şey yalandı. İsrail uçaklarının yüzde 75’inin imha edildiği gibi haberlerin palavra olduğunu anladık. Gerçek olan bunun tam aksiydi. Mısır uçakları tamamen imha edilmişti ve Mısır ordusu hiçbir şekilde ilerlemiyordu. Bilakis Sina’da maruz kaldıkları bombardımanın ardından geri çekiliyordu. Sonrasında işler değişti ve  İsrail baskısının yavaş yavaş Ürdün cephesine kaymasıyla birlikte bulunduğum tugayın görevi, artık Kudüs’ü savunan birlikler için yedek güç olmaktı.
İsrail’in yoğun hava saldırılarından ve askerlerimizi koruyacak hava desteğinin olmamasının dolayı batı cephesindeki komutanlara geri çekilmeleri emredildi. Savaşın ikinci gününde Arap kuvvetleri komutanı Abdulmünim Riyad’dan Arap ordusunun Batı Şeria'dan çekilmesi yönünde emir geldi. Ürdün, Suudi Arabistan’dan bu kararı resmi olarak imzalamasını istedi. Çünkü tarihte, Arap ordusunun, Batı Şeria sakinlerini terk ederek, onları yalnız bıraktıklarının söylenmesini istemiyordu. Mısır ordusunun aynı günün sabahında geri çekilmesinin ardından, Batı Şeria'dan çekilmemenin tek alternatifi, Ürdün güçlerinin İsrail uçakları tarafından tamamen yok edilmesiydi.”
Zeyd, Abdulmünim Riyad’ı hayırla yad ediyor ve cephedeki Ürdün kuvvetlerinin ona teslim edilmesi kararının doğru olmadığını düşünüyor. Çünkü onun, gerek bölgenin doğası gerekse de Ürdün kuvvetleri ve savaştığı cephe hakkında bilgisi yoktu ve savaş başlamadan sadece birkaç gün önce gelmişti. Bununla birlikte aldığı çekilme kararı akıllıca ve doğruydu. Zeyd onu cesur ve nazik biri olarak nitelendiriyor.
Abdunnasır, Kral Hüseyin’den ateşkes çağrısı yapmasını ve İsrail’in ateşkes sınırlarına geri dönmelerini talep etmesini istedi. Fakat böyle bir fırsatı ellerine geçiren İsrailliler bu talebi reddetti. En nihayetinde Ürdün, Arap ordusunu bütünüyle kaybetme ve siyasi ve güvenlik sorunları, korkular dolayısıyla şartsız bir şekilde ateşkes talep etmeyi kabul etti.
Aid er-Redvan, bu hadiselere ilişkin sözlerini şöyle sürdürüyor;
“İlk üç gün boyunca Kudüs de dahil olmak üzere Batı Şeria'daki şehirler ve köyler İsrail işgal ordusunun eliyle birbiri ardına düşmeye başladı. Çekilme kararının ardından Irak kuvvetleri, askeri operasyonlara başlamak için istenilen bölgeye gelmeye başladı. Fakat çok geç kalınmıştı ve Irak askerileri bitkin bir haldeydi. Çünkü bulundukları askeri üsten el-Kerame’ye olan yolculukları sırasında İsrail’in tarafından gerçekleştirilen ağır bombardımanlara maruz kalmışlardı. Irak askerilerinin bölgeye ulaşmasının hemen ardından, Ebu Şakir ve Arap ordusunun komutanları, ortak bir toplantı düzenlediler. Batı cephesinin çökmesi sonrasında Doğu Cephesi Komutanı Meşhur Hadisa, bize geldi ve komutanlığını ez-Zerka’dan es-Salt’a taşıdı. Ebu Şakir’in en çok şikayetçi olduğu durum, ordu birimlerinin talimatları ve Abdulmunim liderliğindeki Arap ortak komutanlığının sahaya ilişkin bilgisizlikleriydi. Zeyd’in komutan kişiliği, silahlı kuvvetlerdeki askeri inisiyatifi eline almasıyla ve savaş günlerinde askeri, profesyonel ve teknik performansını koruması ile kendini gösterdi ve geri çekilme emirlerinin ardından, Batı Şeria’dan doğuya döndüğümüzde açıkça ortaya çıktı. İsrail kuvvetlerinin Doğu Kudüs’e girebileceği üç ekseni kapatmak için ordunun geri kalanını hızlı bir şekilde organize etti. Kalan askerler ve teçhizatla birlikte yaptığı hızlı bir plan ile Kudüs, Vadi Şuayb ve Kuzey olmak üzere 3 eksende askeri konuşlandırdı. Daha sonra gelen bilgiler, İsrail’in köprüleri bombaladığını teyit etti. Bu haberler Zeyd’i onların nehrin doğusu boyunca ilerlemek niyetinde olmadıklarına dair kesin bir kanaate ulaştırdı.
Zeyd’in komutasında bulunan tank birliklerinin komutanlarından Fadıl Fahid şunları söyledi;
“Büyük bir hayal kırıklığı içerisindeydik. Ebu Şakir, askerlerin moralini yükseltmek için birlikler içinde dolaşıyordu. Mısır'ın çöktüğünden haberdar değildik. 8 Haziran saat 21.00’da tabur komutanımız bize, Kudüs’ün düştüğü söyledi ve askerlerin morallerinin bozulmaması için bunun gizli tutulmasını istedi. Nehrin doğusunda toplandığımızda, bir subay tarafından komuta edilen bir topçu taburu vardı. Şerif ona topları geri çekip çekmediklerini sordu. Subay teçhizatın nehrin batısında kaldığını söyledi. Şerif ona gidip geri getirmelerini söyledi.”
2. BÖLÜM: KERAME SAVAŞINDA İSRAİL UÇAKLARINI ENDEN KULLANAMADI?



12 günlük savaşın ardından İran’ı dayatılan bir savaş mı yoksa dayatılan barış mı bekliyor?

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon
TT

12 günlük savaşın ardından İran’ı dayatılan bir savaş mı yoksa dayatılan barış mı bekliyor?

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon

Araş Azizi

ABD'nin 22 Haziran'da İran'ın nükleer tesislerine düzenlediği saldırıların ve 12 gün süren İran-İsrail Savaşı’nın sona ermesinin ardından acil cevaplanması gereken bir soru ortaya çıktı: Tahran nasıl tepki verecek?

Tahran'ın bugün karşı karşıya olduğu en önemli soru ise stratejik geleceğiyle ilgili olan ‘İran, ABD üslerini barındıran komşu ülkelerle gerginliklere yol açabileceği halde ABD ile uzun soluklu bir gerilime doğru gidebilecek bir yola mı devam edecek yoksa Washington ile tarihi bir anlaşma arayışına girerek tırmanan gerginliği sona erdirecek ve devam eden savaşa bir son verecek farklı bir yol mu seçecek?’ sorusudur.

Orta yolun bir marjı olması gayet doğal karşılanabilir. İran İslam Cumhuriyeti'nin siyasi deneyimi, ‘Amerika'ya ölüm’ gibi düşmanca sloganların yanında gerektiğinde Washington ile pratik iş birliği yapma becerisine sahip olduğunu daha önce kanıtlamıştı. İran rejimi, ABD ve İsrail ile kapsamlı bir çatışmayı bir kez daha önleyerek, yaralarını sararken Batı karşıtı söylemlerini sürdürmeyi başarabilir. Fakat, özellikle sabırsızlığıyla tanınan ve daha önce reddettiği bir seçenek olarak ‘rejim değişikliği politikasını’ düşünmeye başlayan Donald Trump gibi bir ABD başkanı varken bu denge oyununu sürdürmek oldukça zorlaştı.

İran’ın krizlerle boğuşan 86 yaşındaki Dini Lideri siyasi kariyerinin sonuna yaklaşırken pek çok kişinin beklentilerini boşa çıkarmış olması son derece ironik.

İran’ı bugünkü duruma Dini Lideri (Rehber) Ayetullah Ali Hamaney getirdi. İran geçtiğimiz yıldan bu yana nükleer silaha sahip üç ülke tarafından saldırıya uğradı. Pakistan’ın geçtiğimiz yıl saldırdığı İran’a geçtiğimiz haftalarda İsrail ve ABD de saldırılar düzenledi. İran bugün İsrail'in saldırıları altında ezilirken Tahran, ABD’nin bölgedeki çıkarlarına saldırmaya karar vermesi halinde buna şiddetle karşılık verebilecek olan değişken bir ruh hali içindeki bir ABD başkanıyla karşı karşıya.

İran’ın krizlerle boğuşan 86 yaşındaki Dini Lideri siyasi kariyerinin sonuna yaklaşırken ironik olan ABD ile ilişkilerin normalleşmesini umut edenlerin de İran'ın bölgede daha güçlü bir rol oynamasını isteyenlerin de beklentilerini boşa çıkarmış olmasıdır. Hamaney, ideolojik katılık ve Batı'ya karşı sert bir düşmanlık şeklindeki bir yaklaşıma sahip. Taktik düzeyde aşırı ihtiyatlıydı. Bu çelişkinin sonucu olarak, rejim içindeki çeşitli akımlar nezdindeki itibarı zedelendi. Onun dışlanması büyük bir kurumsal şok yaratabilir, bu yüzden birçok kişi onun ölümünü beklemeyi tercih ediyor. Bununla birlikte, gerçek güç merkezlerinin iktidar içindeki diğer taraflara geçmesiyle birlikte, giderek marjinalleşebilir.

Karşı karşıya gelme seçeneği

Öte yandan Tahran'da kararları kimin verdiği önemli değil. Bu savaştan sonra İran’ın geleceği iki ana yolda şekillenecek gibi görünüyor.

İran önce, dış politika alanında tutumunu sürdürmekte ısrarcı olabilir ve dış politika alanında reddedici yaklaşımını sürdürebilir. Hatta ABD'nin bölgedeki ve uluslararası arenadaki çıkarlarını hedef alarak ABD ile çatışmayı genişletmeye çalışabilir. Ancak bu yolda ilerlemek, Tahran’ın son yıllarda, özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile, hatta uzun süredir yakın ilişkiler sürdürdüğü Türkiye ve Katar gibi ülkelerle kurmayı başardığı bölgesel ilişkiler ağını zedeleme riski taşıyor.

Bu ilişkilerle ilgili kayıp önemsiz bir kayıp olmaz. Riyad ve Abu Dabi ile ilişkilerin yeniden başlaması, İran rejimine yönelik tecridin azalmasına katkıda bulunmuş ve son dönemde İran'ın en önemli diplomatik başarılarından biri olmuştu. Bu durum, Washington ile yakın ortaklığına rağmen, İsrail ve ABD’nin İran'a yönelik saldırılarını kınamaktan çekinmeyen Suudi Arabistan'ın tutumunda açıkça görülüyordu.

Ayrıca İran, dışişleri bakanları düzeyinde yapılan tekrarlı toplantıların ardından Mısır ve Bahreyn ile ilişkilerini yeniden kurma yolunda ilerliyordu. Hatta İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi’nin Kahire sokaklarında dolaşırken Mısır mutfağına olan sevgisini coşkuyla anlatması artık alışılmış bir manzara haline gelmişti. Dolayısıyla, bölgesel bir savaşa sürüklenerek Arap ülkeleriyle olan bu dostluğunu kaybetmek Tahran için ağır bir darbe olur.

Eğer savaş çıkarsa, İran büyük olasılıkla kendini tek başına savaşırken bulacak. Bazı ideologların sert söylemlerine ve vaatlerine rağmen, Rusya veya Çin'in Tahran'a doğrudan destek verme olasılığı yok. Moskova, iki ülke arasındaki ilişkilerin en yakın olduğu dönemde bile İsrail'in Suriye'deki İran güçlerini hedef almasına izin verdi ve Tahran'ın talep ettiği hava savunma sistemlerini sağlamayı reddetti. Çin ise, ABD ile küresel bir çatışmaya girse bile, Ukrayna için yapmadığı gibi İran'ı da savunması söz konusu değil.  Böylece, stratejik açıdan İran izole kalacak ve içerde geniş bir destek bulamayacağı kesin olan bir savaşla karşı karşıya kalmış olacak.

İran rejiminin destekçileri, uzun ve eşit olmayan savaşlarda rejimin direnme kabiliyetiyle gurur duysalar da rejim artık ilk yıllarında sahip olduğu esnekliğe sahip değil. Son yıllarda yaşanan bir dizi bölgesel ve uluslararası değişim, ‘direniş ekseni’ olarak bilinen yapının dağılmasına yol açtı. Bu eksenin merkezi ve en belirgin örneği, geçtiğimiz yıl halk ayaklanması karşısında çöken Beşşar Esed rejimiydi. İsrail de bu eksenin geri kalan bileşenlerinin parçalanmasında önemli bir rol oynadı.

Irak'ta Tahran'a yakın Şii milisler ABD üslerini hedef alabilirler, ancak özellikle seçimler yaklaşırken ülkeyi yeniden topyekûn bir savaş ortamına sürükleyen bir izlenim vermemeye özen göstereceklerdir. Arap dünyasında daha geniş bir sahnede ise çoğu ülke kalkınma ve ekonomi önceliklerini benimsiyor. Körfez ülkelerinden ve ABD'den yatırım çekmeye çalışıyor, bu da onları İran ile İsrail arasındaki silahlı çatışmaya dahil olmaya hazırlıksız kılıyor.

Bu yüzden Arap ülkelerindeki Tahran ile ittifak halinde olan milislerin ABD'ye karşı açık bir savaşa girmeleri için siyasi alan daralıyor. Bu da Hizbullah'ın tırmanışa katılmakta tereddüt etmesini açıklıyor. Yemen'deki Husiler ise şu anda ABD ve Suudi Arabistan ile ayrı ayrı ateşkes anlaşmaları yapmaktan yararlanarak, doğrudan çatışmanın dışında kalıyor.

Mevcut seçenekler pek cazip olmasa da Hamaney kendini ‘dayatılan bir savaş ya da dayatılan bir barış’ şeklinde iki seçenek arasında seçim yapmak zorunda bulabilir.

Alternatif yol

Askeri gerilim olasılıklarının yarattığı bu karanlık gerçeklik karşısında, İran rejimi en uygun seçeneğin savaş mantığından uzaklaşmak ve alternatif bir yol izlemek olduğunu düşünebilir. Başkan Trump'ın İran'ın nükleer programı ve Batı'yı endişelendiren diğer konuları kapsayan kalıcı bir anlaşma müzakere etmeyi amaçlayan ilk girişimini ciddiye alabilir ve Trump'ın ekonomik refah yoluna girme teklifinden yararlanmayı düşünebilir.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre ABD'nin İsrail'in İran'a yönelik saldırılarını onaylaması ve bu saldırılara doğrudan katılması, Tahran'da Başkan Trump'ın samimiyeti konusunda derin şüpheler uyandırdığına şüphe yok. Bu durum, önceki turlarda müzakereleri hedef almaktan çekinmeyen bir başkanla müzakerelerin yeniden başlatılmasının yararlılığı konusunda ciddi soruların sorulmasına neden oluyor.

Abbas Arakçi ile Trump'ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Stephen Witkoff arasında beş turluk nükleer konulu müzakereler yapıldıktan sonra Trump, İran tarafının kendisiyle oynadığını düşündü. Zaman geçtikçe, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun tavsiyeleri kararlarını etkilemeye başladı. Beşinci turdan sonra, İran'ın müzakere stratejisini destekleyenler ‘saldırgan diplomasi’ politikasıyla övünmeye başladılar. ABD’nin dayattığı herhangi bir anlaşmayı ‘reddetme’ ilkesine dayalı bir tutum benimsediklerini açıkladılar. Bu yüzden Trump'ın kasıtlı manevralar olarak gördüğü bu durum karşısında sinirlerine hakim olamaması şaşırtıcı değil.

İran’ın kalıcı bir anlaşmaya varmak için en iyi seçeneği, yeni arabuluculara kapılarını açmak olabilir. Umman, Tahran ile Washington arasındaki diyaloğu kolaylaştırmada önemli ve belirgin bir rol oynarken, Suudi Arabistan, sahip olduğu siyasi nüfuz ve bölgesel ağırlığıyla, müzakere sürecini kesin sonuçlara doğru itmek için daha etkili ve ciddi bir garantör olabilir. Riyad, Başkan Trump'ın yurt dışı gezilerinin ilk durağıydı. Bu bağlamda Trump ile İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ı bir araya getirecek yeni bir barış zirvesine ev sahipliği yapabilir ve belki de en önemlisi, çatışmayı sona erdirecek bir müzakere anlaşmasının temellerini atabilir.

İran’ın Dini Lideri Hamaney, ABD’nin İran’daki nükleer tesisleri hedef alan saldırılarından önce sert bir konuşma yaparak İran'ın ne dayatılan bir savaşa ne de dayatılan bir barışa teslim olacağını bir kez daha vurguladı. Hamaney, konuşmasında meydan okuyan bir ton kullansa da yüzünde yorgunluğun izleri vardı ve ülkesini büyük bir savaşa sürüklemeye hazırlanan bir lideri değil krizlerden yıpranmış bir lideri andırıyordu. Belki de artık bu yaşlı adamın uzun kariyerinin sonuna yaklaştığını kabul etmesinin zamanı gelmiştir. Mevcut seçenekler cazip olmasa da Hamaney kendini ‘dayatılan savaş ya da dayatılan barış’ şeklinde iki seçenek arasında seçim yapmak zorunda bulabilir.