Japonya ve Güney Kore arasında yeniden alevlenen krizin temelinde hangi sebepler yatıyor?

Tokyo’da bir kadın Japonya ve Güney Kore bayrakları önünde yürüdüğü esnada (Arşiv- AP)
Tokyo’da bir kadın Japonya ve Güney Kore bayrakları önünde yürüdüğü esnada (Arşiv- AP)
TT

Japonya ve Güney Kore arasında yeniden alevlenen krizin temelinde hangi sebepler yatıyor?

Tokyo’da bir kadın Japonya ve Güney Kore bayrakları önünde yürüdüğü esnada (Arşiv- AP)
Tokyo’da bir kadın Japonya ve Güney Kore bayrakları önünde yürüdüğü esnada (Arşiv- AP)

Güney Kore’nin, Uluslararası Olimpiyat Komitesine (IOC) gönderdiği mektupta, Japonya'nın imparatorluk dönemine ait Yükselen Güneş Bayrağı’nın 2020 Tokyo Olimpiyatları müsabakalarında kullanılmaması talebi, iki taraf arasındaki tarihi krizi yeniden alevlendirdi.
Güney Kore Kültür, Spor ve Turizm Bakanı Park Yang Woo, IOC’ye yazdığı mektupta, Avrupalılar için Nazilerin gamalı haç sembolü ne anlama geliyorsa, Yükselen Güneş Bayrağı'nın da Kore, Çin ve birçok Asya ülkesi aynı şeyleri çağrıştırdığını, tarihi acıları ve yaraları hatırlattığını ifade etti.
Japonya’nın 1910-1945 arasında Kore Yarımadası'nı sömürgeleştirmesi iki ülke ilişkilerine gölge düşürmüş, Güney Kore Yüksek Mahkemesi’nin geçen yılın sonuna doğru aldığı kararla iki ülke arasındaki kriz güvenlik ve ticari işbirliğine uzanmıştı. Söz konusu mahkeme kararında, İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon firmalarca zorunlu işçi olarak çalıştırılan Güney Koreliler’e tazminat ödenmesi yönünde hüküm verilmişti. Japonya karara itiraz ederek, bu meselenin 1965 yılında ilişkilerin normalleşmesi adına yapılan anlaşmalarda çözüme kavuştuğunu belirtti. Güney Kore makamları bunun üzerine geçen ay Japonya ile istihbarat paylaşımını öngören anlaşmadan tek taraflı çekildiğini ilan etmiş ardından Japonya da Güney Kore’yi imtiyazlı ticaret statüsündeki ülkeler listesinden çıkardığını açıklamıştı.
İlişkilerdeki kriz aynı zamanda iki taraf arasındaki seyahati de vurdu. Nitekim bir Japon havayolu şirketi geçen hafta Güney Kore'ye yapılan bazı uçuşları durduracağını duyurmuştu.
Bu ayın başında Güney Kore’nin Japonya büyükelçiliğine Korelileri avlamakla tehdit eden bir mektup gönderilmesi tansiyonu yine tırmandırdı. Mektubun içinde mermiye bezeyen bir cismin de bulunduğu ve mektupta, "Bir tüfek buldum ve Korelileri avlıyorum" ifadelerinin yazdığı belirtilmişti.
Güney Kore'nin, 2. Dünya Savaşı'nda Japon ordusunun seks kölesi yaptığı kadınları temsil eden bir heykeli Busan kentindeki Japonya Konsolosluğu önüne yerleştirmesi Japonya'yı kızdırmış, Tokyo yönetimi, Güney Kore Büyükelçisi ve Konsolosunu geri çağırmıştı.
Sömürgecilik yılları
İki ülke arasında gelişen tüm bu çatışmaların temeli 1910 yılında atıldı.
Güney Kore ve Japonya arasında imzalanan ve Kore İmparatoru’nun tüm yetkilerinden feragat ettiğini belirten anlaşmanın ardından Japonya, 29 Ağustos 1910 yılında Güney Kore’yi ilhak etti. Kore’nin işgali 35 yıl sürdü. 2. Dünya Savaşında Japon İmparatoru’nun düşüşüyle beraber Kore toprakları uluslararası güçlere teslim edildi. Japonya, 1910’da ilk olarak Güney Kore'nin Dokdo adasını işgal etti. Bu dönemde Japon yöneticileri sömürge altındaki Korelilerin kültürünü yok etme hamlesinde bulunarak Japoncanın öğretilmesini zorunlu hale getirdi.
‘Teselli kadınları’
İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon askerlerin seks kölesi haline getirdiği Güney Koreli kadınlar iki ülke arasında yıllardır süregelen krizin kaynağıdır.
AFP’de yer alan habere göre, birçok tarihçi, bu hususta çoğu Kore’den olmak üzere Çin, Endonezya ve diğer Asya ülkelerinden 200 bin kadının Japon ordusu tarafından istismar edildiğine işaret ediyor.
Aralık 2015’te Japonya bu konuda bir adım atarak Güney Kore’den özür diledi ve iki taraf arasında yapılan anlaşması uyarınca Japon tarafı kurbanlar için oluşturulan Güney Kore idaresindeki devlet fonuna 1 milyar yen (7.5 milyon Euro) ödemeyi kabul etti. Ancak daha önce görevden alınan Eski Güney Kore Devlet Başkanı Park Geun-hye döneminde imzalanan anlaşma birçok çevrenin tepkisine neden oldu.
Güney Kore’nin mevcut Kore Devlet Başkanı Moon Jae-in, seçim kampanyasında anlaşmayı yeniden gözden geçirecekleri vaadinde bulunmuş akabinde bu konunun incelemesi için özel bir ekip kurmuştu.
Ekibin daha sonra yayınladığı raporda, müzakerelerin kurbanların görüşlerine danışılmadan gerçekleştirildiği belirtildi.
Güney Kore Dışişleri Bakanlığı, anlaşmayı ‘incitici’ diye niteleyerek kurbanlardan özür diledi.
Güney Kore’nin yeni yönetimi Japonya ile anlaşmadan tahakkuk eden meblağın devamını istemediğini, bugüne dek alınanların olduğu gibi teslim edileceğini ve Japonların bu meseleyi maddi tazminatla çözdükleri fikrine kapılmamaları gerektiğini ifade etmişti.
Zorunlu işçi olarak çalıştırılan Güney Koreliler’in tazminatı
Güney Kore Yüksek Mahkemesi’nin geçen yılın sonuna doğru aldığı kararda, İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon firmalarca zorunlu işçi olarak çalıştırılan Güney Koreliler’e tazminat ödenmesi yönünde hüküm verildi. Japonya karara itiraz ederek, bu meselenin 1965 yılında ilişkilerin normalleşmesi adına yapılan anlaşmalarda çözüme kavuştuğunu belirtti. Bu konuda ABD’nin de desteğini alan Japonya tarafı, iki taraf arasında imzalanan San Francisco Barış Antlaşması'nın yürürlüğe girmesiyle ilişkilerin normalleştiğini ve tazminatların söz konusu olmadığını savunuyor.
Aralarında Japon hukukçularının da bulunduğu birçok hukuk insanı, devletlerarası imzalanan anlaşmaların bazı kişilerin tazminat talebini engelleyemeyeceğine dikkati çekiyor.
Güney Kore'deki iki mahkemenin verdiği karar da hukukçuların dediklerini teyit ediyor. Temmuz 2013’te Güney Kore'de bir alt mahkeme İkinci Dünya Savaşı döneminde 10 Güney Kore vatandaşını zorla çalıştırdığı gerekçesiyle Nippon Kok Kömürü ve Mühendislik Şirketi, Nippon Çelik Şirketi, Mitsubishi Ağır Sanayi Şirketi ve Sumitomo Metal Şirketi aleyhine tazminat davaları açtı. Güney Kore Yüksek Mahkemesi, 26 Temmuz tarihinde alt mahkemenin aldığı kararı onayarak 10 Güney Kore vatandaşını zorla çalıştırdığı gerekçesiyle söz konusu şirketleri tazminat ödemeye mahkum etti.
Güney Koreli tarihçilere göre, savaş döneminde yaklaşık yaklaşık 300 Japon şirketi 1.2 milyon Koreliyi işçi olarak çalışmaya zorladı.
Japonya Dışişleri Bakanı Taro Kono, Temmuz’da Güney Kore'ye iki ülke arasındaki ihtilafı çözmek üzere tarafsız bir ülkenin de dahil olacağı görüşme teklifinde bulunmuş, teklife cevap verilmesi için de bir gün süre tanımıştı. Seul hükümeti bu teklifi reddetti. Bunun üzerine Kono, Güney Kore'nin Tokyo Büyükelçisi Nam Gwan-pyo'yu Dışişleri Bakanlığına çağırdı.
Kono, Büyükelçi ile görüşmesinde Güney Kore ile 1965'te diplomatik ilişkilerin normalleşmesi için yürütülen görüşmelerin ardından imzalanan anlaşmayla, bu ülkeye aktarılan hibe, bağış ve kredilerin "savaş tazminatı" niteliğinde olduğunu ve anlaşmayla tazminat konusunun kapandığını ileri sürdü.
1965 anlaşması
Güney Kore’nin eski askeri lideri General Park Chung-hee döneminde imzalanan 1965 anlaşması, iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesini öngörüyor. Bu anlaşmanın en önemli şartı Japonya’nın Kore’yi işgal yıllarında yaptığı eylemlerden dolayı özür dilemesi ve mağdurlara zararlarının tazmin edilmesiydi. Japonya bu uzlaşmanın savaş zamanı uygulamalarına dair tüm ekonomik hak iddialarını düşürdüğünü savunuyor.
Anlaşmanın imzalandığı dönemde Kore halkı büyük tepki göstermiş ve protesto gösterileri düzenlemişti. 1990’lı yıllarda ülkede yapılan reformlar sonucu vatandaşlar bir kez daha bu konuyla ilgili eleştirilerini yüksek sesle dillendirme imkanına kavuştu. Bu çerçevede bir grup Koreli vatandaş 1992’de Japonya büyükelçiliği önünde haftalık protesto eylemleri düzenliyordu.
2015’te yapılan bir anlaşmayla Japonya 1 milyar yen tazminat ödemeyi kabul etti. 2017’de göreve gelen Moon Jae-in ise konuyu yeniden gözden geçireceğini açıklayarak iki taraf arasındaki tansiyonu tırmandırdı.
Ticaret anlaşmazlığı
İki taraf arasındaki diplomatik anlaşmazlıklar doğal olarak ticari ilişkileri de etkiledi.
Japonya, temmuz başında aldığı kararla, Güney Kore'den florlanmış polimid, hidrojen florid ve resist maddelerinin ithalatının, bireysel izne bağlı hale getirileceğini bildirdi. Tokyo bundan önce de Güney Kore'ye satılan yüksek teknoloji malzemelerinin ihracat kontrollerinin sıkılaştırma kararı aldı.
Güney Koreli yetkililer, kısıtlamanın uluslararası hukuku ihlal ettiğini belirterek, Japonya'yı Dünya Ticaret Örgütü'ne şikayet edeceklerini açıkladı.
Güney Kore Ticaret Bakanı Yoo Myunghee, Çarşamba günkü açıklamasında, Japonya'nın iletkenlerin ve dijital ekranların üretiminde kullanılan 3 maddenin Güney Kore'ye satışına kısıtlama getiren kararına karşı Dünya Ticaret Örgütüne (DTÖ) başvurduklarını duyurdu.
İki ülke de, Kore’nin kurtuluşunun 70’inci yıldönümü ve Japonya ile ilişkilerin normalleşmesinin 50’inci yıldönümünü olan 2015 yılında tarihi meseleleri çözüme kavuşturma fırsatını kaçırdı.
İhtilaflı Liancourt Kayalıkları
Günye Kore ve Japonya arasındaki bir diğer tartışma konusu ise “Liancourt Kayalıkları” olarak da bilinen Japon Denizi’nde bulunan takımadalar. Güney Kore’nin "Dokdo", Japonların ise "Takeşima" olarak adlandırdıkları takımadalar uzun zamandır iki ülke arasında egemenlik tartışmalarına konu oluyor.
Bu bölgede doğalgaz rezervlerinin olduğu biliniyor. Güney Kore’ye bağlı sınır koruma birlikleri 1954’ten bu yana adalarda bulunuyor.



Musk, DOGE’dan pişman: “Bir daha uğraşmam”

Ocak ayında Musk liderliğinde kurulan DOGE, kasımda kapatılmıştı (Reuters)
Ocak ayında Musk liderliğinde kurulan DOGE, kasımda kapatılmıştı (Reuters)
TT

Musk, DOGE’dan pişman: “Bir daha uğraşmam”

Ocak ayında Musk liderliğinde kurulan DOGE, kasımda kapatılmıştı (Reuters)
Ocak ayında Musk liderliğinde kurulan DOGE, kasımda kapatılmıştı (Reuters)

Elon Musk, Hükümet Verimliliği Bakanlığı'nda (DOGE) geçirdiği süreyi değerlendirdi.

Musk, 2017-2019'ta İç Güvenlik Bakanlığı'nda basın sözcüsü yardımcısı olarak görev yapan Katie Miller'ın podcast'ine katıldı.

Teknoloji milyarderi, ABD Başkanı Donald Trump'ın Beyaz Saray Özel Kalem Müdür Yardımcısı Stephen Miller'ın eşiyle yaptığı söyleşide, DOGE'un tartışmalı federal bütçe kesintilerine dair şunları söyledi:

Biraz başarılı olduk. Bir dereceye kadar başarılı olduk. Hiç mantıklı olmayan, tamamen israfa yol açan birçok fonlamayı durdurduk.

Trump'ın seçim kampanyasına yaptığı desteklerle gündeme gelen Musk, ABD Başkanı tarafından DOGE'un başına getirilmişti.

Yönetimin ilk 5 ayında federal kurumlarda gerçekleştirdiği kesintilerle tartışma yaratan Tesla CEO'su, nisanda yaptığı açıklamada elektrikli otomobil şirketiyle ilgilenmek için DOGE'da geçirdiği süreyi azaltacağını duyurmuş, mayısta da görevden ayrılmıştı.

DOGE'un kesintileri nedeniyle binlerce federal çalışanın işine son verilmesi ABD'de tepki çekmişti. ABD'nin yanı sıra bazı Avrupa şehirlerinde de Tesla'ların kundaklandığı bildirilmişti.

Salı günü yayımlanan podcast'te Musk, bir daha DOGE gibi bir projenin başına geçmek istemediğini belirtti:

DOGE'la uğraşmak yerine, esasen şirketlerim üzerinde çalışmalıydım. Böylece ürettiğimiz arabaları kundaklamazlardı.

Space X CEO'su, DOGE'un başına geçtikten sonra katıldığı bir konferansta Nazi selamı verdiği iddiasıyla da yoğun eleştirilerin hedefi olmuştu.

Analistlere göre Tesla'nın net kârının bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 71 oranında düşmesinde, Musk'ın DOGE’a odaklanması büyük rol oynamıştı.

Teknoloji milyarderiyle ABD Başkanı'nın arası, Trump'ın tartışmalı vergi indirimi tasarısı nedeniyle bozulmuştu. Sosyal medya üzerinden atışmaların ardından ikili daha sonra "dostluk mesajları" paylaşmıştı.

Independent Türkçe, Reuters, Axios


‘Tek bir tık bir ülkeyi yıkmaya yeter’... İsrailli bir yetkiliden ‘nadir’ uyarı

Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)
Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)
TT

‘Tek bir tık bir ülkeyi yıkmaya yeter’... İsrailli bir yetkiliden ‘nadir’ uyarı

Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)
Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)

İsrail Ulusal Siber Güvenlik Müdürlüğü Başkanı Yossi Karadi, nadir görülen bir uyarıda bulunarak, siber tehditlerin ülkeleri anında çökme noktasına getirebileceğini söyledi. Şarku’l Avsat’ın Yediot Ahronot’tan aktardığına göre Karadi, elektrik, su, trafik ışıkları ve hastane ağlarına yapılan siber saldırıların artık savaş aracı haline geldiğini ve bu saldırıların çoğunlukla saldırganın kimliğini gizlemek için vekil gruplar üzerinden gerçekleştirildiğini belirtti. Karadi dün Tel Aviv Üniversitesi’nde düzenlenen Siber Güvenlik Haftası konferansında yaptığı konuşmada, son altı ayda İsrail’in yürüttüğü savunma faaliyetlerinden bir kısmını paylaştı ve ‘ilk siber savaş’ olarak nitelendirdiği durumun endişe verici bir tablosunu çizdi.

Karadi, “Giderek savaşların dijital alanda başlayıp biteceği bir çağa doğru ilerliyoruz” dedi ve ‘dijital kuşatma’ terimini tanıttı. Karadi, bu senaryoda enerji santrallerinin duracağı, trafik ışıklarının çalışmayacağı, iletişim sistemlerinin çökeceği ve su kaynaklarının kirlenebileceğini vurgulayarak, “Bu hayali bir gelecek senaryosu değil, oldukça gerçekçi bir eğilim” ifadesini kullandı.

Karadi, dijital kuşatma kavramının sadece çekici bir ifade olmadığını, 15 yıl süren bir gelişimin sonucu olduğunu belirtti. Geçmişte devletler arasındaki siber savaşların çoğunlukla sessiz casusluk veya yalnızca askeri tesisleri hedef alan operasyonlar olduğunu söyleyen Karadi, son yıllarda durumun değiştiğini ve yeni düşmanın yalnızca sır çalmayı değil, sivil yaşamı kesintiye uğratmayı amaçladığını ifade etti.

Yediot Ahronot’a göre, siber savaşların başlangıç noktası olarak kabul edilen olay, 2010 yılında Stuxnet virüsünün ortaya çıkmasıydı. Yabancı raporlara göre virüs, İran’ın Natanz Nükleer Tesisi’ndeki santrifüjleri hedef almak için İsrail ve ABD tarafından kullanılmıştı ve yalnızca belirli endüstriyel kontrol birimlerini etkileyerek sivil bilgisayarlar veya alakasız altyapıya zarar vermekten kaçınıyordu.

Karadi, dönüm noktasının ise geçen on yılın ortalarında Doğu Avrupa’da yaşandığını belirtti. Rus hacker grubu Sandworm, teorik olarak mümkün görülmeyen bir adım atarak Ukrayna elektrik şebekesini hackledi ve yüz binlerce evi dondurucu soğukta karanlığa gömdü. Bu olaydan sonra siber operasyonlar, yalnızca askeri hedeflere yönelik silahlar olmaktan çıkarak, sivil nüfusu hem psikolojik hem fiziksel olarak etkileme aracına dönüştü. Ayrıca, 2017’de Kuzey Kore’ye atfedilen WannaCry fidye yazılımı saldırısının, siber silahların nasıl kontrolden çıkabileceğini gösterdiği ve dünya genelinde hastaneler ile acil servisleri rastgele etkileyerek felce uğrattığı ifade edildi.

Bir Amerikan siber güvenlik şirketi, Sandworm siber hack grubunun faaliyetlerini tespit etti. (Reuters)Bir Amerikan siber güvenlik şirketi, Sandworm siber hack grubunun faaliyetlerini tespit etti. (Reuters)

Tehlikeli bir artış

Karadi, İran’ın siber terör doktrinini benimsemiş olmasının tehlikeli bir örneğini paylaştı: 2020 yılında İsrail su şebekesindeki klor seviyesini değiştirmeye yönelik girişim, başarılı olsaydı kitlesel zehirlenmeye yol açabilirdi.

Karadi, o tarihten bu yana İran’ın siber saldırılarının İsrail’de sivil altyapıyı hedef aldığını, hastaneler, alarm sistemleri ve elektrik şebekesine yönelik tekrar eden girişimlerin bu kapsamda olduğunu belirtti.

Hastanelere yönelik saldırıların yeni bir boyut kazandığını vurgulayan Karadi, yakın zamanda Shamir Tıp Merkezi’ne yapılan siber saldırıyı örnek gösterdi. Saldırının arkasında, sıradan bir suç örgütü gibi görünen ‘Qilin’ adlı bir grup bulunuyordu. Karadi, bu durumun devletlerin, sorumluluğu gizlemek için vekil siber gruplar aracılığıyla saldırılar düzenlemesi trendini gösterdiğini ve bunun yalnızca İsrail’e özgü olmadığını aktardı. ABD ve Avrupa istihbarat raporları da benzer eğilimleri doğruluyor.

Çin’de de ‘Volt Typhoon’ gibi grupların, kâr amacı gütmeden ABD’nin kritik altyapısına sızmalar yaparak olası bir gelecekteki saldırıya hazırlık yaptıkları tespit edilmiş durumda.

Karadi, İran saldırılarında karma bir taktik gözlendiğini söyledi: Weizmann Enstitüsü’ne bir füze atılırken, aynı zamanda güvenlik kameralarına sızılarak çarpma anı gerçek zamanlı olarak kaydedildi ve psikolojik etkisi artırıldı. Aynı zamanda çalışanlara tehdit mesajları ve sızdırılmış kişisel bilgiler gönderildi.

Bu yöntem, Ukrayna savaşında görülen siber saldırılarla benzerlik taşıyor; Rus hackerlar, internet servis sağlayıcılarını hedef alarak bilgi akışını engelliyor ve korku yayıyordu.

Konuşmasını yapay zekâ çağının getirdiği fırsatlar ve risklerle tamamlayan Karadi, “Dijital sistemlere tamamen bağımlılık ve yapay zekâdaki hızlı gelişim, büyük fırsatlar sunuyor, ancak saldırganlara da sınırsız hareket alanı sağlıyor” uyarısında bulundu.

Yediot Ahronot gazetesi, Karadi’nin mesajını özetleyerek, “Gelecek savaşta klavye, roketten daha az öldürücü olmayacak” ifadeleriyle duyurdu.


İran'ın başkentinde aylardır ilk kez yağmur yağdı

Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)
Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)
TT

İran'ın başkentinde aylardır ilk kez yağmur yağdı

Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)
Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)

İran'ın başkentinde aylardır ilk kez bugün yağmur yağdı ve bu durum, yüzyılı aşkın süredir en kurak sonbaharını yaşayan ülke için rahatlama getirdi.

Şarku’l Avsat’ın AP’den aktardı habere göre kuraklık, Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın, başkent çevresindeki barajları dolduracak kadar şiddetli yağmur yağmazsa, İran'ın aralık ayı sonuna kadar hükümetini Tahran dışına taşıması gerekebileceği uyarısında bulunmasına yol açmıştı.

Meteorologlar bu sonbaharı ülke genelinde 50 yıldan fazla süredir yaşanan en kurak sonbahar olarak tanımladı; bu durum, 1979 İslam Devrimi'nden bile öncesine denk geliyor ve tarım için büyük miktarda suyu verimsiz bir şekilde tüketen sistemi daha da zorluyor. Ajans, su krizinin ülkede siyasi bir mesele haline geldiğini, özellikle de İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun, iki ülke arasında geçen haziran ayında 12 gün süren bir savaş yaşanmasına rağmen, İran'a bu konuda defalarca yardım teklifinde bulunmasının ardından bu durumun daha da belirginleştiğini belirtti.

20 Mayıs 2025'te Tahran dışındaki Lar Barajı'nın uydu görüntüsü (Planet Labs - AP)20 Mayıs 2025'te Tahran dışındaki Lar Barajı'nın uydu görüntüsü (Planet Labs - AP)

Netanyahu, 2018'de yayınlanan bir tanıtım videosunda İran halkına şahsen seslenerek, "milyonlarca insanın hayatını tehdit eden ciddi su kıtlığı" sorununu ele almak üzere Farsça bir internet sitesinin açılışını duyurdu. İranlıların su ihtiyaçlarına yardımcı olmayı amaçlayan yeni bir İsrail girişimi olan "İran Halkı İçin Yaşam"ı şahsen desteklemeye hazır olduğunu belirtti. Batı Kudüs'teki ofisinde çekilen video, Netanyahu'nun bir tuz arıtma tesisinden geldiğini iddia ettiği kaptan kendine bir bardak su doldurmasıyla başlıyor. Ardından İranlıların karşı karşıya olduğu vahim su krizinden bahsediyor.

Netanyahu, 12 günlük savaşın ardından geçen ağustos ayında İranlılara mesajını yineleyerek şunları söyledi: “Liderleriniz 12 günlük savaşı bize zorla dayattılar ve ezici bir yenilgiye uğradılar. Her zaman yalan söylüyorlar.” Sözlerine şöyle devam etti: “İran'da her şey çöküyor. Bu kavurucu yazda, çocuklarınız için temiz, soğuk su bile yok. Bu, İran halkına karşı gösterilen en büyük ikiyüzlülük ve saygısızlıktır. Bu durumu hak etmiyorsunuz.”