Arap dünyası ile Dünya arasında 'edebiyat elçileri' Mütercimler

Mütercimler, tercümenin profesyonelliğini tartışıyor (Youtube)
Mütercimler, tercümenin profesyonelliğini tartışıyor (Youtube)
TT

Arap dünyası ile Dünya arasında 'edebiyat elçileri' Mütercimler

Mütercimler, tercümenin profesyonelliğini tartışıyor (Youtube)
Mütercimler, tercümenin profesyonelliğini tartışıyor (Youtube)

Maya el-Hac
Bir Arap okura, hafızasına kazınan kitapları soracak olursanız size Arap edebiyatında klasik eserlerinden adeta geçit töreni yapar.
Bu tören Cahiliye dönemindeki Muallakatu's-Seb'a/Yedi Askı (Kâbe duvarına asılan klasik şiirler) ile başlayıp Mütenebbi’nin Divan'ı ile devam eder ve Necib Mahfuz’un romanları ve Mahmud Derviş’in şiirlerine dek uzanır.
Peki, bununla biteceğini düşünebilir misiniz?
Tetikteki cevap: Asla!
Arap kitaplığı, karşı dile tercüme edilen dünya eserleri dahil edilmeksizin kurulmaz.
Roman zevki, Dostoyevski, Tolstoy, Victor Hugo ve diğerleri olmadan eksiktir.
Şiir zevki, Homeros, Ovidius, Baudelaire, Pablo Neruda ve daha nicelerine ait şiirler olmadan olgun meyve tadı vermez.
Tiyatro okuması ise Shakespeare, Lorca ve Samuel Beckett’in çalışmaları yoksa tamam olmaz.
Dünya çapında birçok edebiyatçı, bizde büyük bir etki bırakarak hayatımızı daha derinlikli ve üretken hale getirdi. İçimizde bir ışık yaktılar ve insanlığa ışıltısını verdiler. Bununla birlikte "edebiyat elçileri" mütercimler olmasaydı onların bu yaratıcılığı bize ulaşamazdı. Mütercimler, edebiyat hikâyesinin bir parçası değildir. Birçokları onların aydınlanma düşüncesinin yayılması ve her nerede olursa bu düşüncenin olmazsa olmaz parçalarının oturtulmasındaki rolünü bilmiyor ya da bilmezden geliyorsa da onlar, hikâyenin aslıdır.
Birbirinden uzak medeniyetler arasında iletişim köprüleri kurmada tercüme faaliyeti önemli olmakla birlikte bizim Arap dünyasında tercüme, halen nankör bir meslektir.
Esasında yabancı dilden ikinci dile (Arapçaya) iki yönlü aktarım şeklindeki bu zorlu iş, işi yapana çoğu zaman maddi veya manevi hakkını tam anlamıyla vermez. Tercüme sahibinin adı genellikle kitabın isminin ardında gizli kalır. Çabasının maddi karşılığı ise oldukça azdır. Mütercimlerin birçoğu bu gerçekle yüzleşir.
Peki, büyük bir Arap finansmanına sahip yayınevinde de mütercim bu sıkıntıyla boğuşmaya devam eder mi?
Ödüller, mütercimin durumunu iyileştirmesine katkı sağlayıp onu teşvik eder mi? Tercüme işinin söylendiği kadar zorlu ve nankör olduğu doğru mu? Arapçadan veya Arapçaya tercüme meselesine ilişkin bunlar ve daha başka sorulara cevap bulmak için hâlihazırda Arap kültür sahasının önde gelen birkaç mütercimi ile bir araya geldik.
Bu araştırmaya katkı sağlayan mütercimler şunlar: Salih Almani (İspanyolca mütercimi), Saad el-Bazei (İngilizce mütercimi), Halid el-Cubeyli (İngilizce), Samir Grees (Almanca), Mari Tavk (Fransızca), Muaviye Abdulmecid (İtalyanca).
Saad el-Bazei: Tercüme, bir nevi yazarlıktır
Tercüme ile yazarlık arasında pek fark görmeyen Suudi Arabistanlı akademisyen, yazar ve mütercim Saad el-Bazei, konuya ilişkin düşüncelerini şu şekilde ifade ediyor: “Benim tercüme faaliyetine bakışım, yazarlık da dahil olmak üzere yaptığım herhangi bir kültürel faaliyete yönelik bakışımdan neredeyse farksız. Nihayetinde tercüme, bana göre bir nevi yazarlıktır. Ya böyle kabul edilir ya da ben olaya böyle bakıyorum”.
Bazei, metin seçiminin, mütercimin okunmaya ve yayınlanmaya değer gördüğü konuya göre yapılmasını uygun görerek ekliyor: “Bazen, fırsatım olsa ilgilenebileceğim bir konu seçildiği oluyor.”
Böylece tercüme, bir metnin benimsenmesi veya mütercimin başka bir dilde ‘söylenmesi’ gereğine ve önemine inandığı bir çalışma gibi oluyor. Tercüme edilen metnin, önce yazarın, sonra da mütercimin görüşünü ifade ettiğini düşünen el-Bazei, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Doğrudur, yazarın metinle olan ilişkisi, mütercimin ilişkisi ile aynı değildir. Ancak bu ilişki, bir nevi metinle zorunlu uyum taşır. Öncelikle başarılı bir tercüme ortaya koymak, sonra da mütercimin, önemli görmediği bir şeyin sadece aktarıcısı konumunda olmaması için. Bunu, tercüme tarihinin, profesyonel görevlendirme durumunda olduğu gibi metin ile mütercimi arasındaki mesafeye dayalı olarak gerçekleşen tercümelerle dolu olmasına rağmen söylüyorum. Mütercim ile aktarmayı seçtiği metin arasındaki bu samimi ilişki, Arap kültürünün, başka herhangi bir kültürün ve tercümenin altın çağını yaşadığı (Halife) Memun döneminin ihtiyacı olan şeydir. Ama elbette ki bu, bizi tercümenin altın çağına taşımak için yeterli değildir.”
Independent Arabia’dan Maya el-Hac’ın haberine göre Bazei, bunun gerçekleşmesi için daha fazla desteğe ihtiyaç duyulduğunu belirtiyor. Burada kastedilen yalnızca -oldukça önemli olmakla birlikte- ödüller ve maddî hediyeler yoluyla sunulan maddi destek değildir. Bu destek, aynı zamanda düzenli ve stratejik bir çalışma konusunda da geçerlidir. Mütercim, bu konudaki görüşünü şöyle açıklıyor: “Tercümenin, sadece bireysel değil kitlesel ihtiyacı da göz önünde bulunduran kıstaslar ve planlardan hareket eden daha kurumsal çalışmalara ihtiyacı var. Ancak Arap mütercim bugün, orada burada (Mısır, BAE, Kuveyt, Lübnan vd.) yapılan tercüme projelerinde bunun bir kısmını görebiliyor. Bununla birlikte halen, tercümeyi medeni bir harekete dönüştüren ve paylarını yükseltmek ve ürettiklerinin önemini pekiştirmek konusunda mütercimleri destekleyen çalışmaların artırılmasına dönük acil bir ihtiyaç söz konusu.”
Bazei, tercüme projelerine yönelik ihtiyacın birkaç sebepten kaynaklandığını düşünüyor. Arap kültürünün, daha yoğun bir şekilde bilgi ve yaratıcılık ortaya koyan diğer kültürlerle arasındaki boşluğun doldurulması konusunda belirlenen hedefin halen uzağında olması bu sebeplerden biridir. Bunun edebiyat için olduğu kadar insani, bilimsel ve teknik yönleriyle bilim için de geçerli olduğunu söyleyen el-Bazei, sözlerini şöyle noktalıyor: “Son on yılda elde edilen şey, sevindirici. Ancak desteğin artırılması için teşvik edici de olması gerekir. Özellikle de gördüğüm kadarıyla tercüme eserlere olan ilgi, kitap fuarlarında ve daha başka yerlerde satılanlara gösterilenden daha fazlayken.”
Arapların Elif Şafak rekabeti
“Tercüme, zorlu bir süreçtir ve bunun sıkıntısını ancak çekenler anlar. Yakın zamanda dünyaca ünlü psikanalist Prof. Irvin Yalom’un felsefi romanları olarak adlandırabileceğimiz şu üç romanını tercüme ettim: Nietzsche Ağladığında, Schopenhauer’in Tedavisi ve Spinoza Meselesi. Sanırım bunlar, gerçekleştirdiğim en zorlu tercüme çalışmalarıydı. Çünkü bu filozofların çalışmalarına dair bir araştırma ve derinlikli bir okuma gerektiriyordu. Üstelik kavramlara da dikkat etmeliydim. Ama genel olarak kendim ve okur için bir zevk ve fayda gördüğüm metinleri tercüme etmeyi seviyorum.”
Yaptığı en zor tercümelere dair bu ifadeleri dile getiren Halid Cubeyli’nin en ünlü tercümesi, Türk yazar Elif Şafak’a ait olan kitabın tercümesi. Cubeyli, bunun hakkında da şunları söylüyor: “Elif Şafak’ın romanları, hemen elden ele yayılıyor. Sanırım onu okurlarca cazip kılan ve dünyaca ünlü yazarlar listesine yerleştiren şey, yazarın eserlerindeki konu çeşitliliği ve geçmiş ile şimdi arasındaki bağlantıdır. Özellikle Arap okuyucu nazarında önemli bir yere sahip olduğundan onun eserlerini Arapçaya tercüme ettiğim için mutluyum”.
Cubeyli, aracı bir dil aracılığıyla tercümeye dair soruyu şöyle yanıtlıyor: “Aracı bir dil aracılığıyla birkaç eser tercüme etmiştim. Daha önce tercüme edilmiş olsalar da edebi ve dilsel bir boyut kazandıklarını gördüğüm için bunları tercüme etme isteği duydum. Böylesi tercümelere bazen ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Hele de bu çalışmaları orijinal dillerinden aktaracak mütercimler yoksa.”
Mütercimlere verilmeye başlanan ya da yazar ile mütercim arasında adil bir şekilde pay edilen ödüller meselesine değindikten sonra Halid Cubeyli’ye, Arap mütercimin halen haksızlığa uğrayıp uğramadığını sorduk.
Cubeyli sorumuzu şu şekilde yanıtladı: “Evet, mütercime Arap dünyasında hiçbir şekilde adil davranılmadığına inanıyorum. Mütercim, kültürün zenginleştirilmesi için oldukça önemli bir iş yapıyor ve Arap okuru, Arapça kitapların genelde ele almadığı konular hakkında bilgilendirmek üzere dünya edebiyatının aktarılmasına katkı sağlıyor. Ancak yine de hak ettiği karşılığı alamıyor. Ben mütercimin ayrıca, yeni ifadeler ve kavramlar ile Arapçanın zenginleşmesine de katkıda bulunduğunu düşünüyorum.”
Cubeyli, mütercimin defalarca edebi ihanet suçlamasına maruz kalmasına yönelik şu yorumuyla konuşmasını sonlandırdı: “Bu bana Jorge Luis Borges’in şu sorgulamasını hatırlatıyor: ‘Mütercimin işi, bizzat yazarın işinden daha ustalıklı ve medeni değil mi?’
Fransız eleştirmen-roman yazarı Maurice Blanchot da mütercimleri şöyle görüyordu: ‘Ender rastlanan, benzersiz yazarlar.’ Bu ihanetle şu ünlü İtalyanca deyiş kastediliyorsa bu doğrudur: ‘Mütercim, orijinal metni kendi diline olduğunu gibi aktaramaz’; zira her dil kendine özgüdür. Yok, eğer mütercimin anlatıyı bozması, ekleme yapması veya toplumunun düşünceleri ve anlayışıyla uyumlu olmadığı gerekçesiyle hoşuna gitmeyen ifadeleri silmesi kastediliyorsa bunu hem yazara hem de tercümenin aktarıldığı okura büyük bir ihanet sayarım. Ben mütercimin, orijinal metin üzerinde tasarrufta bulunma veya kendisinin veya toplumunun hoşuna gitmediği için metinde yer alan bazı kavramları ya da görüşleri değiştirme özgürlüğüne sahip olduğunu düşünmüyorum. Mütercim, mütercime tam olarak güvenen okuru aldatmamak için metni olduğu gibi tercümeden sakınmakta özgürdür.”
Samir Grees: Tercüme, neredeyse dilenciliktir
Almanya’da yaşayan Mısırlı mütercim Samir Grees ile tercüme faaliyetine değinmeden önce Arap okurun Alman edebiyatına ne kadar ilgi gösterdiğini sormamız gerekiyordu. Mütercim bu sorumuza şu cevabı verdi: “Bu soruyu genelleme yapmadan cevaplamak zor. Kişisel tercüme tecrübemden yola çıkarak, evet, Alman edebiyatına göreceli bir ilgi var. Ancak bu ilgi, Latin Amerika, Rus ya da ABD, İngiliz yahut Fransız edebiyatına yönelik ilgi kadar büyük değil. Alman edebiyatı gerçekten çeşitlilik sahibi, pek çok ilgi alanı ve ekol barındırıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sadece Almanya’nın meseleleri, Nazi geçmişi ile yüzleşme ve olanların sorumlusunu araştırmaya ilişkin meselelerle yoğun bir şekilde ilgilenen bir akım egemen oldu. Bu dönem, yaygın manasıyla bir ‘hikâye’ ya da göz alıcı bir ‘öykü’ sunumu ile ilgilenmekten ziyade ele aldığı meseleler ve içerikle ilgilenen eserler ortaya kondu. Bu da Alman edebiyatına, ‘akılcı/zihinsel edebiyat’, yani zorlu ve bazı zamanlarda sıkıcı bir edebiyat olduğu yönünde dünya çapında kötü bir ün verdi. Bu kalıplaşmış hüküm, bazı çalışmalarla da doğrulandı tabii. Bununla beraber ‘Koku’ kitabının yazarı Patrick Süskind gibi dünyada çok satanlar listesinde yer edinen isimler de var. Söylediğim gibi Alman edebiyatı, özellikle son yıllarda oldukça çeşitlendi. Genel anlamda yaptığım tercümelerin ikinci baskılarının çıkmasını ben, Arap okurun Alman edebiyatına yönelik ilgisinin bir göstergesi olarak kabul ediyorum. Delius’un "Bir Yıllık Katil", Norbert Gstrein’in "Öldürme Sanatı", Dürrenmatt’ın "Söz" ve Thomas Bernhard’ın "Dostluk" adlı romanı ilgi gören kitaplara örnek gösterilebilir.
Grees, Alman okurun Arap edebiyatına yönelik merakı hakkında ise şu ifadeleri dile getiriyor: “Arap edebiyatına sınırlı ve mevsimlik bir ilgi var. Mesela Arap dünyası, 2004 yılında Frankfurt Kitap Fuarı’na konuk olduğunda Almancaya tercüme hareketi etkindi. Aynı şekilde siyasi koşullar da bazı eserlerin tercüme edilmesinde katkı sahibi oluyor. ‘Arap Baharı’ ülkelerinin edebiyatına yönelik göreceli bir ilgi söz konusu. Özellikle de yüz binlerce Suriyeli mültecinin Almanya’ya gelmesinden sonra Suriye edebiyatına ilgi gösterildi”. Grees, Almancadan Arapçaya tercüme faaliyetinin kesinlikle yeterli olmadığını ve Almancadan çok az tercüme yapıldığını düşünüyor. Ona göre bu azlık da Litrix projesi gibi Alman kültür merkezlerinin desteği ya da Alman Goethe Enstitüsü veya İsviçre Pro Helvetia Kurumu’ndan gelen destek programlarının girişimleri ile mümkün olabildi. Bu destek programları da olmasa Almanya’dan tercüme edilen kitapların sayısı şimdi olduğundan daha az olacaktı.
Grees’in, Arap dünyamızda tercümenin halen haksızlığa uğrayan bir meslek olup olmadığına dair sorumuza yanıtı ise şöyle oldu: “Tabii ki uğruyor. Tercüme faaliyetini destekleyen bazı büyük kurumları istisna tutarsak tercüme neredeyse bir dilencilik işidir. Yayıncı, kitabın maliyetli olduğunu, hızlı bir şekilde korsan yayıncıların eline düştüğünü, Arap okur sayısının düştüğünü söyler ve maliyeti düşürmeye çalışır. Tabii tercüme maliyeti de buna dahildir. Sonucu okuyucunun anlamak için başka tercümelere ihtiyaç duyduğu tercümelerde görebilirsiniz.”
Salih Almani: Maddi ve manevi dönüşümler
Mütercim Salih Almani, son on yılda tercümede bazı değişimler yaşandığına dair düşüncelerini şu sözlerle dile getiriyor: “Son on yılda değişiklikler, kamusal ve mesleki hayatımızın büyük kısmında etkisini gösterdi. Pek çok toplumsal, ekonomik ve entelektüel kabuller ve kıstaslar değişti ve başta edebiyat alanında olmak üzere tercüme de bu değişimden nasibini aldı. Artık mütercimin seçimlerini belirleyen güdüleri ve istekleri yok. Aksine onun için tercih yapan birileri var. Yayıncı kitapları seçiyor, tercüme haklarını satın alıyor ve mütercime sunuyor. Yani mütercim, kendisini tercüme ile yükümlü kılan yayıncıya bağlı hale geldi. Mütercimin tercihleri de ikiye indi: Ya kendisine sunulan teklifi kabul etmek ya da etmemek. Mütercimin sevdiği bir kitabı seçtiği ve tutku ve hevesle çevirdiği zamanlar geride kaldı. Maddi bakımdansa daha iyiye doğru önemli değişiklikler yaşandı. Bununla birlikte kitap çarşısı hâlen Arap dünyamızla sınırlı. Doğru, göreceli olarak yüksek satış yapan bazı kitaplar var. Ancak yine de istenen düzeyde değil.”
Almani, konuşmasını, ödüller ve bunların Arapça tercüme sürecindeki önemine dair şu sözleri ile sonlandırıyor: “Ödül meselesi çok önemli. Ancak son birkaç yılda kazandığı yaygınlığa rağmen halen sınırlı. Nitekim bunlardan ancak sınırlı sayıda mütercim faydalanıyor. Öte yandan mütercimlerin ahlaki ve yasal ayrıcalıkları oldukça arttı. Fikrî mülkiyet yasalarına göre mütercim, ‘tercümenin yazarıdır’ ve yazarla aynı ayrıcalıklara ve ihlal edildiği takdirde hukuken cezalandırılan haklara sahiptir. Tercümenin maddi hakları, varisleri için mütercim öldükten sonra yetmiş yıl geçerli olurken tercümesinin ebedi mülkiyeti sonsuza dek sürer. Bununla birlikte tercümelerin kesin satışına ilişkin sözleşmeler yasal olarak geçersiz, hatta hukuken cezalandırılan bir suç haline geldi”.
Marie Tavk: Tercüme metnin geleceğidir
Fransızcadan yaklaşık kırk kitap tercüme eden Mariee Tavk, bugün önde gelen mütercimler arasında. Bununla beraber kendi tabiriyle o tercüme faaliyetini değil, tercüme faaliyeti onu seçti. “Tesadüfen başladım ve o zaman bu işe devam edeceğimi bilmiyordum. Bu dünyaya dalmadan önce dil yeterliliği dışında üstün bir dikkat, sürekli bir kültür ve günlük bir uygulama gerektirdiğini bilmiyordum. En önemlisi mütercimin, ilgilendiği kitaba karşı sahip olması gereken ahlaki ve kültürel sorumluluktur. Çeviri bir mizaç meselesi iken teknik sözlükler ve dev dijital araçlar yoluyla teknik hale gelen bir mesleğe ve mütercim ile yayıncı arasındaki sözleşme bağlamında belirli bir süreye bağlılık haline geldi”. Tercümeyi haksızlığa uğrayan bir iş olarak görüp görmediği konusunda ise Tavk, şunları söylüyor: “Tercüme hiç şüphe yok ki sinir bozucu bir iş. Zira size sadece yazar ile okurlar arasında bir arabulucu olduğunuz hissini veriyor. Ama bu daimî sinir bozuculuğa rağmen yine de yeni yetenekleri Arap okuyucuya ruhunuz ve üslubunuzla tanıtmak üzere sunduğunuz yeni bir metin keşfetmek oldukça zevkli. Unutmadan söyleyelim ki tercüme sizi kendinizden ve yalnızlığınızdan çekip alarak başka, gürültülü bir dünyanın içine sokar. İçinizde biraz korku ve çokça tahrik doğurur. Maddi bakımdansa mütercimin çabaları, halen aldığı karşılıktan çok daha fazla”. Tavk, iletişim, etkileşim ve başka düşünce ürünlerine açıklık değerlerinin yerleşmesindeki önemli rolüne bakarak mütercimin daha fazla değeri hak ettiğini düşünüyor.
Marie Tavk, tercümenin iletişimin kökleşmesi ve bilginin zenginleşmesinde pay sahibi olduğuna inanıyor ve mütercime anlamın ufuk hizasından çıkma hakkı tanıyor. Zira Derrida’nın da dediği gibi “metin, çokça okunması ve tercüme edilmesi nedeniyle açık kalır. Tercüme, metnin geleceğidir ve ona başka bir dilde gelişme imkânı verir. Böylece ona, yazarın imkânlarının da ötesinde daha uzun ve kaliteli bir hayat yaşatır.”
Muaviye Abdulmecid: Edebiyatımız, soyluluğunu kaybetti
Suriyeli genç mütercim Muaviye Abdulmecid, edebiyatçılar ve edebi temalar arasında değişiklik yapmayı tercih ediyor. Çünkü o, mütercimlere sınır çizilmesinden ve onun belirli hanelere yerleştirilmesinden hoşlanmıyor. Bununla beraber özellikle tercüme esnasında çokça yoran ve tüm çaba ve enerjisini harcatan bir romancı olduğu için ‘Elene Ferrante mütercimi’ olarak anılmaktan da rahatsız olmuyor.  
Abdulmecid, herhangi bir metnin tercümesi esnasında odaklandığı temel noktaları şöyle tarif ediyor: “Kitabın veya ele aldığı konunun önemi gibi pek çok temel nokta var. Ancak benim için her şey, yazarın ortaya attığı meseleyi ele almadaki ustalığında bitiyor.”
Aracı bir dil yoluyla tercüme tecrübesine dair görüşlerini ise şu ifadelerle belirtiyor: “Ben karşılaştırmalı edebiyat tercümesi alanında uzmanlık eğitimi aldım. Bana göre mütercim, eğer yapabiliyorsa tercüme etmek istediği kitabın diğer tercümeleri hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Söz konusu tercümelerde, yüzleştiği sorunlar ve engellere dair çözümler bulabilir. Carlos Zafon’un ‘Unutulan Kitaplar Mezarlığı’ adlı kitabı, İspanyolca’dan, İtalyanca tercümeye dayanarak ve Fransızcası hakkında bilgi sahibi olunarak tercüme edildi. Bu zorlu bir iş ancak verimli sonuçlar elde ediliyor.”
Kısa bir süre içerisinde iki ödül almaya hak kazanan bir mütercim olarak Abdulmecid, mütercimin değerlendirilmesinde ödüllerin rolüne dair sorunun yöneltilmesi gereken kişiydi. Sorumuzu şöyle yanıtladı: “Arap mütercim, maddi bakımdan haksızlığa uğruyor. Ancak manevi bakımdan durumu diğer dillerdeki mütercimlerden çok daha iyi. Bazen eksik değer görüyor, bazen görmezden geliniyor. Bununla beraber Arap okur, Sami ed-Derubi, Salih Almani vd. gibi isimleri unutamaz. Arap mütercim, her yıl bir ödül alsa bile hakkını elde etmiş olmayacak zira harcanan çabanın bir ücret karşılığı yok. Temennim odur ki bu ödüllerin tüm yetkin mütercimleri içerecek şekilde devam etmesi ve kapsamını genişletmesi için birlikte çalışalım.”
Abdulmecid’in, Batı edebiyatından bol sayıda tercümeye karşılık Arap edebiyatımıza yönelik zayıf ilgiye dair düşüncesi ise şu şekilde: “Edebiyatımızın, Batı edebiyatının Araplaştırılmış hali olmasında kararlı olduğumuz sürece Batı, bu edebiyatı kendi diline tercüme etme gereği görmeyecektir. Bana öyle geliyor ki biz, modernliği tam olarak benimsemeden köklerimizi de yitirdik. Tek derdimiz diğer milletlerin bize, toplumlarımızın yapısına, beklentilerimize, dinimize ve kültürümüze dair sorularına cevap üretmek oldu. Batı'nın seçici arzuları olduğunu inkâr etmiyorum. İtalyan kitaplığı Arapça kitaplardan yoksun evet, ama Arap kitaplığı da İtalya’nın en azından edebiyatta ürettiklerinin yüzden onundan fazlasını barındırmıyor.”



Daniel Craig, James Bond rolünü neden ilk önce reddettiğini anlattı

Daniel Craig, 1962'den beri devam eden film serisinde en uzun süre rol alan oyuncu (MGM)
Daniel Craig, 1962'den beri devam eden film serisinde en uzun süre rol alan oyuncu (MGM)
TT

Daniel Craig, James Bond rolünü neden ilk önce reddettiğini anlattı

Daniel Craig, 1962'den beri devam eden film serisinde en uzun süre rol alan oyuncu (MGM)
Daniel Craig, 1962'den beri devam eden film serisinde en uzun süre rol alan oyuncu (MGM)

Daniel Craig, James Bond'u oynamayı başlangıçta reddettiğini çünkü bunun sinema sektöründeki diğer fırsatları sınırlayabileceğinden korktuğunu açıkladı.

56 yaşındaki aktör, 2006 yapımı Casino Royale'den 2021 yapımı Ölmek İçin Zaman Yok'a (No Time To Die) kadar 5 filmde 007'yi canlandırdı. Ancak efsanevi casus rolünü üstlenme konusunda çekinceleri olduğunu itiraf etti.

Hollywood Reporter'ın Awards Chatter Podcast'ine konuk olan Craig'e, Bond rolünü kabul ederken gergin olup olmadığı soruldu. 

Britanyalı aktör, "Evet, kesinlikle. Bu yüzden geri çevirdim" diye açıkladı. 

Yani, 'Hayır' dedim. O sırada ortada bir senaryo yoktu. 'Senaryoyu görmeden bir karar vermem mümkün değil' diyordum.

Rolün hayatını nasıl değiştireceğinden korktuğunu itiraf eden Craig, "O zamanlar epey iyi kazanıyordum, yani hayatımı o zamanlar yaptığım şeyi yaparak geçirseydim, çok daha mutlu olurdum" diye ekledi.

Ama bu gerçekten de öyle bir şeydi ki... Yani sürekli James Bond'u oynamak mı?

Craig, Bond filmleri arasında Direniş (Defiance) ve Kovboylar ve Uzaylılar (Cowboys and Aliens) gibi yapımlarda da rol aldı. Ama bir oyuncu olarak çok yönlülüğünü sergileme çabasının onu tükettiğini de ifade etti.

"Bond sizin hayatınız"

"Sanırım kendimi kanıtlamak zorunda olduğumu hissettim" diyen Craig, ekledi: 

Bir süre sonra bunu yapacak enerjiye sahip olmadığımı fark ettim. Bunu Diriliş gibi filmleri eleştirmek için söylemedim çünkü onlarla gurur duyuyorum. Ama Bond sizin hayatınız. Her bir film hayatınızdan yaklaşık iki yıl çalıyor. 6 aydan fazla bir süre evden uzak kalıyorsunuz. Ve dünyaya çeşitli rolleri oynayabiliyor olduğumu kanıtlama ihtiyacı yüzünden başka filmleri araya sıkıştırma fikri biraz saçma, bu yüzden bunu yapmayı bıraktım.

Craig, son olarak Beni Adınla Çağır'ın (Call me By Your Name) İtalyan yönetmeni Luca Guadagnino'nun yeni filmi Queer'de oynadı.

William S. Burroughs'un 1985 tarihli romanından uyarlanan film, küçük Amerikan topluluğunun diğer üyeleriyle birkaç temas dışında günlerini neredeyse tamamen yalnız geçiren Amerikalı göçmen Lee'yi merkeze alıyor.  

Geçen hafta, filmin ABD'deki sınırlı gösteriminin tanıtımı sırasında New Yorker'a konuşan Craig, Bond'u oynamakla ilgili en büyük çekincelerinden birinin serideki erkeklik anlatısı olduğunu söylemişti.

Queer, bu yıl ikinci kez düzenlenmesi ve 7 Kasım'da başlaması planlanan MUBI FEST'in açılış filmi olacaktı. 

İki eşcinsel erkeğin aşkını anlatan filmin gösterimi, "toplum barışını tehlikeye atacak provokatif içerik taşıdığı" gerekçesiyle Kadıköy Kaymakamlığı tarafından yasaklanmıştı.

Independent Türkçe, Deadline, New Yorker, Daily Mail, Hollywood Reporter