İslam ve Araplık arasında Kuzey Afrika

1960 yılında üzerinde Cezayir Müslümandır yazan ve FLN amblemi bulunan bir pankart açan Cezayirli gençler (AFP)
1960 yılında üzerinde Cezayir Müslümandır yazan ve FLN amblemi bulunan bir pankart açan Cezayirli gençler (AFP)
TT

İslam ve Araplık arasında Kuzey Afrika

1960 yılında üzerinde Cezayir Müslümandır yazan ve FLN amblemi bulunan bir pankart açan Cezayirli gençler (AFP)
1960 yılında üzerinde Cezayir Müslümandır yazan ve FLN amblemi bulunan bir pankart açan Cezayirli gençler (AFP)

Mustafa el-Faki*
İslam, Arap Kuzey Afrika ülkelerinin ayrıca milliyeti olmak için din sınırlarını aştı. Bu ülkelerin insanları, Fransız karakterinin Arap varlığına aykırı olduğu bir dili konuşuyor. Bu durum, özellikle Cezayir’deki Araplaşma hareketinin başarısına yol açan ulusal uyanış öncesinde daha yoğun gözleniyordu. Daha sonra bu uyanışla söz konusu ülkelerin kimliğinde büyük bir kayma oldu.
Cezayir modelini doğrulamak istediklerimizi araştırmak için bir vaka çalışması olarak alırsak, bu cesur insanların, çirkinliği ve vahşiliği ile Fransız sömürgeciliğine direndiklerini hatırlarız. İki taraf neredeyse aynı dili konuşuyordu: Fransızca. Aralarındaki tek fark dindi. Böylece İslam, aynı anda din ve milliyet haline geldi. Cezayir Arapları ile yerleşik yabancıları birbirinden ayıran tek şey din faktörüydü. Bu nedenle Cezayir halkı dinine sıkıca tutunarak bağlı kaldı. Bu, Arap - Müslüman Afrika ülkesindeki İslami eğilimin gücünü büyük ölçüde açıklayabilir. Abdulhamid bin Bedis de bu konu hakkında şöyle der:
“Cezayir halkı Müslüman ve Araptır. Kim özünden saptığını veya yok olduğunu söylerse yalandır.”
Araplar ve Avrupalılar arasındaki anlaşmazlık, Kuzey Afrika ülkelerinin din unsuruna dayanıyor. Doğu Araplarında ise bundan farklı olarak Araplığın İslam dinine bağlı olmadığını görüyoruz. Ancak durum, Kuzey Afrika ve Batı Asya’da oldukça farklı. Kuzey Afrika'daki bazı halkların karakterini anlamada anahtar olan bu hassas konuyla ilgili birkaç noktaya değinmek istiyorum. Siyasal İslam fenomenine olan bağlılığının kapsamını açıklayacak noktalardan bazıları şunlardır:
Birinci: Ulusal düşünce ile ilgili son araştırmalar, kimliğin belirlenmesinde ve milliyetin oluşturulmasında temel ve bağımsız bir faktör olarak dilin ortaya çıkmasına işaret ediyor. Siyaset bilimciler artık dine, ulusal düşünceyi etkileyen faktörleri belirlerken sahip olduğu ağırlığı vermiyor. Dil, buna bağlı bütün faktörlerin başında geldi. Dil bir ifade, davranış ve kültürdür. Dil paylaşıldığı sürece kalan farklılıkların kaynaştığı toplumlarda homojen insan topluluğunu oluşturur. Bu nedenle mesela Tunus, Cezayir ve Fas’ın halk dili  (Fransızlaşmış) Arapçadır. Fakat Arap kimliğini İslam ruhuna birinci dereceden dayanan bir varlık kılmaktadır. Bütün Kuzey Afrika ülkelerinin sakinleri (Araplar ve Amazigler) İslam dinini benimsiyor. Benimsemeyenler ise ya yabancıdır yahut ona meyillidir.
İkinci: Hiçbiri, Arap milliyetçiliğinin Doğu Araplarının, özellikle de Büyük Şam bölgesinin meşru kızı olduğu konusunda ihtilaf etmiyor. Öyle ki milliyetçilik fikirleri Şamlıların eliyle kendi yurtlarında veya göç ettikleri yerlerde ortaya çıktı. İlginçtir ki vatanseverlik bayrağını taşıyanların büyük bir kısmı çeşitli mezheplerden Hristiyanlardı. Bu Şamlıların dini, milliyetçilikten ayırmada erken başarı elde ettikleri anlamına gelmektedir. Bu nedenle ulus-devletle ilişkili birlik ve yönelime dair fikirlere yer verdiler. Bu, dini bir devlete bağlı eğilim değildi ve bu durum Mağrib ülkelerine has değildi. İslam bu duruma göre daha önce de belirttiğimiz gibi bir din ve milliyetti. Kendileriyle sömürge altındaki kimliği dil faktörüne bağlı olmayanlarla aradaki ayırıcı unsur niteliğindedir. Fakat dini akideye yakın olan faktörlerdendi. Bu, Kuzey Afrika incelenirken ve genel olarak Doğu Araplarından ayırt edilmeleri açısından oldukça önemli bir durumdur.
Üçüncü: Kuzey Afrika’da Akdeniz kıyısında yer alan bir ülke olarak Mısır üzerinde çalışanlar, Mısır ulusal hareketinin Arap akımlarından daha çok İslami akımlardan etkilendiğini keşfetti. Mısır, ‘Abdunnasır’ dönemi istisna olmak üzere modern çağda siyasi Araplığı kabul etmiyor. Öte yandan Ahmed Arabi (Arabi Paşa) ve Mustafa Kamil Paşa’nın İslam şemsiyesi ve Osmanlı padişahı kaftanının altında bir ulusal mücadele veriyordu. Mısır, İngiliz sömürgesi, bir yandan Müslüman halk ile Hristiyan bir millet arasında çatışmalarla mücadele ediyordu. Bu, aynı dini paylaştıkları fakat farklı bir milliyete sahip oldukları Türklere karşı savaştıkları için Büyük Suriye Arapları için düşünülemezdi. Bu nedenle Şamlıların, Arap milliyetini benimsemiş olmaları, dini bağlılığın değerini ve ondan kaynaklanan anlaşmazlıkları yükseltmeden bu bağlılığı doğrulamaları oldukça doğaldı. Mısır’ın durumu, Kuzey Afrika’da olanlar açısından açıklayıcı bir örnek. Dini inanç, Tunus’taki Cerbe Adası ve Fas’ın bazı bölgelerinde olduğu gibi Yahudilerin sınırlı bir azınlığı oluşturduğu,Müslümanların ise ezici bir çoğunluğa sahip olduğu bölgelerde ayrım konusunda önemli bir rol oynadı. Büyük çoğunluk Müslüman iken onları bir araya getiren başka hiçbir ortak kimlik görünmüyor.
Dördüncü: Tarih boyunca din ile milliyet (İslam ve Araplık) arasında bir ilişki olup olmadığının belirlenmesi konusunda tartışmalar gerçekleştirildi. İslamcılar, Arap milliyetçiliğini bölge ülkelere taşıyanın hanif din olduğunu iddia etti. Hatta bazıları, İran ve Türkiye örneğinde olduğu gibi dini koruyarak kültürünü de koruyor. Öte yandan büyük çoğunluk kültürel birleşme ışığında veya hanif dinin şemsiyesi altında dini çoğulculuğa inanan modern bir kavramı benimsemiş durumda. Sonuç olarak - özellikle bu noktada – İslam dinini yeni ülkelere Araplığın getirdiğine inananlar var. Diğer tarafta milliyetçiliği Arap dünyasının geri kalanına İslam dininin taşıdığına, onsuz, Arapların farklılıklara, çatışmalara ve bazen de çelişen eğilimlere rağmen tek bir vizyon etrafında buluşamayacaklarına inananlar da mevcut.
Beşinci: Kuzey Afrika ülkeleri, birçok Müslüman ülke gibi İslam dini ve Arap milliyeti projeleri arasında gitti geldi. İki proje arasındaki çatışma yoğunlaştı. Nasıri, gelgiti uzun yıllar boyunca çeşitli siyasi hareketlerden etkilenen bir akım olarak milliyetçilikle bağlantılıydı. Siyasi İslam gerçekten Afrika Araplarının meşru çocuğuydu. Bu grup, dünyadaki Arap sayısının üçte ikisini temsil ediyor. İki projenin önemi belirli zaman aralıklarına göre değişiklik gösterdi. 1967 gerilemesinden sonra yapılan ulusal projenin düşüşü, İslami projenin sahnede öne çıkması için bir nedeni olarak bir grup Müslüman ülkenin temel yönelimi haline geldi. Bu, İslam dininde yönetim kavramına ve doğru öncülün öğretilerine uyma ihtiyacına dayanan iyi bilinen entelektüel akımlar tarafından beslendi ve desteklendi. Dolayısıyla Cezayir’in din adına terör dalgaları tarafından istila edilmesi şaşırtıcı değildi. Tıpkı daha sonraki dönemlerde diğer ülkelerde de benzer semptomlar görüldüğü gibi.
Kuzey Afrika’da din ve milliyet, İslam ve Araplık arasındaki durumların incelenmesi bizi dini bakış açısının üstesinden gelenleri uzaktan görmeye, dini inancı dikkate almadan ulusal düşünceye dayanan politik eylem gruplarına da bakmaya davet ediyor. Bu inceleme, inkar etmemesine rağmen İslam dininin ilerleyiş yönünün önemi üzerinde duruyor.
Independent Arabia'da yayınlanan makale*



Moskova Esed sonrası Suriye’de kaybetti mi? Rusya’nın Suriye’deki yeni oyun planı nasıl olacak?

Putin ve Esed, Aralık 2017'de Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim Hava Üssü’nde düzenlenen askerî geçit törenine katıldı. (AFP)
Putin ve Esed, Aralık 2017'de Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim Hava Üssü’nde düzenlenen askerî geçit törenine katıldı. (AFP)
TT

Moskova Esed sonrası Suriye’de kaybetti mi? Rusya’nın Suriye’deki yeni oyun planı nasıl olacak?

Putin ve Esed, Aralık 2017'de Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim Hava Üssü’nde düzenlenen askerî geçit törenine katıldı. (AFP)
Putin ve Esed, Aralık 2017'de Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim Hava Üssü’nde düzenlenen askerî geçit törenine katıldı. (AFP)

Suriye’de 8 Aralık sabahı yaşanan büyük dönüşümün hemen ardından, özellikle Batı’da Rusya’nın son on yılda ülke içinde elde ettiği kazanımları zayıflatacak ağır bir darbeyle karşı karşıya kaldığı yönünde yorumlar hızla çoğaldı. Analizlerde, Rusya’nın doğrudan askeri müdahalesiyle inşa ettiği etki alanının çökmeye başladığı ve bunun Moskova için ciddi sonuçlar doğurabileceği vurgulandı.

Değerlendirmeler; siyasi, askeri ve ekonomik birçok boyutu içerirken, bazı çevreler Rusya’nın Suriye projesinin ‘yenilgiyle sonuçlandığını’ öne sürerek olası etkilerini tartışmaya açtı.

Ekonomik açıdan bakıldığında, Rus yatırımlarının Suriye’de çok büyük bir ağırlığı bulunmuyor. Ülke uzun yıllar Kremlin’in önemli bir müttefiki olsa da hiçbir zaman Moskova için öncelikli bir yatırım merkezi olmadı. Sovyetler Birliği döneminden başlayarak Rusya’nın enerji gibi bazı sektörlerde altyapı katkısı bulunsa da bu yatırımlar sınırlı kaldı.

Siyasi açıdan ise Suriye’deki hızlı gelişmeler, Rusya’nın Ortadoğu’daki müttefikleriyle kurduğu ilişkiler modelinin zayıf noktalarını açığa çıkardı. Bu durum, Rusya'nın müttefiki İran'ın ağır darbeler alması ve Moskova'nın “Onu asla yalnız bırakmayacağız” demesine rağmen Beşşar Esed’den hızla vazgeçmek zorunda kalmasıyla ortaya çıkan kafa karışıklığı ve çaresizlikle sınırlı değil.

sdfvgrt
Hmeymim kasabasında Esed destekçilerine ait hasarlı bir askeri aracın yanında duran Suriye güvenlik güçleri (AFP)

Bu çerçevede Rusya’nın, Suriye projesinin başarısız olduğu değerlendiriliyor. Bu durum, Kremlin’in yıllardır Suriye’deki başarılarını ‘NATO’nun girdiği her yerde başarısız olduğu’ söylemiyle karşılaştırarak övünmesi açısından da ayrı bir önem taşıyor. 8 Aralık 2024 sabahı, Moskova’nın Suriye’ye sunduğu çözüm modelinin tıkandığı ve büyük bir yenilgiyle sonuçlandığı yönündeki kanaat pekişti.

Diğer yandan Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve Dışişleri Bakanı Esad Hasan eş-Şeybani’nin daha sonra yaptığı açıklamalar, Halep sürecinden sonraki askeri çözüm aşamasının en kritik bölümünün, Rusya’nın tarafsızlığını güvence altına almak amacıyla Moskova ile koordineli biçimde yürütüldüğünü ortaya koydu.

Esed'i terk etmek

Ukrayna’daki çatışmaya ağırlık veren ve Suriye’de riskleri azaltmaya yönelik planlarında Beşşar Esed’in oyalamasından defalarca rahatsızlığını dile getiren Moskova’nın, kritik bir anda Esed’i artık ‘yük’ olarak görerek sahneden çekilmesine karar verdiği anlaşılıyor. Bu tercihte, muhalefetin Şam’a ilerleyişi sırasında verdiği ve Dışişleri Bakanı Şeybani’nin açıkladığı ‘Esed’in gitmesinin Rusya’nın Suriye’den çıkması anlamına gelmediği’ yönündeki güvencelerin etkili olduğu belirtiliyor.

Bu durum, Rusya’nın Esed’i hızlı şekilde devre dışı bırakırken ona kişisel güvenceler vermesini, rejim güçlerinden çatışmaya girmemelerini ve silah bırakmalarını istemesini açıklıyor. Aynı zamanda yeni Suriye yönetiminin Rus üslerini ve askerlerini koruma taahhüdünde bulunması, Moskova’nın ilişkileri yeniden düzenlemesine ve kayıplarını asgariye indirmesine zemin hazırladı.

Askeri boyutta ise Rusya, Suriye’deki varlığını güvenceye almak amacıyla hem açık hem de kapalı kanallarda tartışmalar yürütüyor. Tartışmalar, özellikle Hmeymim ve Tartus üslerindeki konumun güçlendirilmesine ve Suriye’deki değişimlerden sonra Rusya’nın askeri merkezine dönüşen Kamışlı Havalimanı üzerindeki etkinliğin pekiştirilmesine odaklanıyor.

Ayrıca Rusya ile Suriye arasında, yeniden devriye faaliyetlerinin başlatılması için çeşitli bölgeler üzerinde yoğun görüşmeler yapıldığı biliniyor. Özellikle güneyde, İsrail’in sınıra yönelik operasyonlarını frenlemek amacıyla Rusya’nın yeniden arabuluculuk rolü üstlenmesi ve iki taraf için karşılıklı güvence mekanizmaları geliştirilmesi hedefleniyor. Bu çabalar, geçmişte Suriye’de uygulanan Rusya-İsrail koordinasyon modelinin yeni koşullara uyarlanmış bir versiyonu olarak değerlendiriliyor.

fgthy
Suriye'nin güneyinde ilerleyen bir Rus devriyesi (Arşiv)

İki ay önce Kamışlı’da Rusya ile Suriye makamlarının koordinasyonunda gerçekleştirilen ortak devriye, Moskova’nın ülkenin kuzeydoğusunda gerginliği azaltmada rol oynayabileceğine işaret etti. Bu adımın, hem Türkiye ile hem de bölgede sınırlı askeri varlığını sürdüren ABD ile uyumlu bir çerçevede gerçekleştiği değerlendiriliyor.

Rusya’nın kuzeydoğu ve güney bölgelerinde üstlenebileceği bu yeni faaliyet alanı, Şam’ın orduyu yeniden yapılandırma ve silahlandırma konusunda yardım talep ettiğine ilişkin yoğun raporlarla birlikte, taraflar arasında ilişkilerin yeniden düzenlenmesine yönelik pratik bir zemin oluşturuyor. Bu süreç, Moskova’nın Akdeniz’deki askeri varlığını korumasını güvence altına almayı hedefliyor. Rus tarafı için özel önem taşıyan bu varlığın kapsamı ve süresine ilişkin önceki anlaşmaların her iki tarafın çıkarlarına uygun biçimde revize edilmesi de gündemde.

Bu genel çerçeve belirginleşirken, Rusya’nın Suriye’de jeopolitik ya da askeri bir yenilgiye uğradığı yönündeki tahminlerin giderek zayıfladığı görülüyor.

Askeri kayıplar ve kazanımlar

Doğrudan askeri kayıplara ilişkin değerlendirmeler, Moskova’nın sahadan ‘hesaba değer’ bir kazançla çıktığını gösteren bir başka boyutu ortaya koyuyor. Resmi veriler ve Suriyeli kaynakların yaptığı bağımsız tespitlere göre, Rusya’nın son on yılda dünyanın en kanlı çatışmalarından birine sahne olan Suriye’deki askeri kayıpları son derece sınırlı kaldı. Çeşitli tahminler, toplam kaybın birkaç yüz asker ile onlarca tank, zırhlı araç ve bazı helikopterlerle sınırlı olduğunu ortaya koyuyor. Moskova, geleneksel olarak bu tür kayıpları resmen açıklamasa da, Rusya’daki bazı sivil kurumlar ve muhalif çevreler tarafından yayımlanan veriler de kayıpların büyük boyutlara ulaşmadığını doğruluyor. Kıyaslamak gerekirse, yalnızca 5 gün süren 2008 Gürcistan Savaşı, Rusya için çok daha ağır teçhizat kayıplarıyla sonuçlanmıştı. Yıllar önce yayımlanan bir rapor, kesin Rus zaferiyle sonuçlanan o savaşta dahi Rus ordusunun ciddi sürprizlerle karşılaştığını aktarıyordu. Rapora göre, nispeten eski bir Gürcü hava savunma sistemi, merkezi bir savunma ağı bulunmamasına rağmen, dokuz modern Su-25 savaş uçağını düşürmeyi başarmıştı. Bu durum, Rus pilotlarının yetersiz eğitimine ve bakım-hazırlık süreçlerindeki aksaklıklara işaret ediyordu. Zafiyetler bununla da sınırlı kalmadı. Gürcü güçleri bir Rus tank konvoyuna da zarar verebildi; bu ise istihbarat kapasitesindeki eksikliklerin altını çizdi. Genel olarak savaş, operasyon yönetimi, silah sistemlerinin performansı ve genel askeri etkinlik bakımından ciddi açıklar ortaya koymuş, Rusya’nın devasa savunma bütçeleri düşünüldüğünde büyük bir şok etkisi yaratmıştı.

Suriye tecrübe sahası

Suriye savaşı, Rus ordusunun sahadaki kapasitesini ilk kez bu denli kapsamlı ve doğrudan test etme imkânı sundu. Bu noktada, ordunun modernizasyon programını yöneten eski Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun 2018’de yaptığı açıklama dikkat çekiciydi. Şoygu, Suriye’deki doğrudan müdahalenin başlamasından üç yıl sonra ve aktif operasyonların büyük ölçüde tamamlanmasının ardından, Rusya’nın savaş boyunca 350’den fazla modern silah sistemini sahada test ettiğini duyurdu. Ayrıca Suriye operasyonu sayesinde saldırı helikopterlerinin silahlandırılması, erken uyarı sistemleri ve radarlar dâhil birçok alanda kritik hataların giderildiğini vurguladı.

sdfrgt
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 12 Aralık 2017'de Suriye'deki Hmeymim Hava Üssü’nü ziyaret etti. (Getty Images)

Hava-hava silahlarının geliştirilmesine ilişkin değerlendirmesinde ise Şoygu, özellikle helikopter ve diğer hava unsurlarının korunması için, menzili kara konuşlu savunma sistemlerini aşan yeni mühimmata ihtiyaç duyduklarını belirtti. Şoygu, “Bugün elimizde bu tür silahlar var; bu, tamamen Suriye operasyonu sayesinde mümkün oldu” dedi. Benzer şekilde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de birçok kez, gerçek çatışma koşullarında yapılan bu testlerin, Rusya’ya tatbikat alanlarında sağlanamayacak ölçekte benzersiz bir deneyim kazandırdığını ifade etti. Temmuz 2020’de Rusya’nın RIA Novosti haber ajansı tarafından yayımlanan kapsamlı bir rapor da bu değerlendirmeleri doğruladı. Rapora göre Moskova, Suriye’de ilk kez Kalibr tipi denizden fırlatılan seyir füzelerinin gerçek operasyonel kullanımını gerçekleştirdi. Şarku’l Avsat’ın RIA Novosti’den aktardığına göre o tarihten itibaren Rus donanması -denizaltılar dahil- seyir füzelerini düzenli olarak kullandı. Bu deneyimler, Suriye’nin Rusya için yalnızca bir dış politika müdahalesi değil, aynı zamanda ordunun modernizasyonu ve silah teknolojilerinin gerçek savaş ortamında doğrulanması açısından da stratejik bir laboratuvar işlevi gördüğünü ortaya koyuyor.

Rus haber ajansları, Rus Hava-Uzay Kuvvetleri envanterindeki neredeyse tüm uçak türlerinin Suriye savaşında görev aldığını bildirdi. Rusya, eski nesil taktik bombardıman uçakları ile taarruz helikopterlerinin yanı sıra, stratejik bombardıman uçaklarının kabiliyetlerini de sahada ilk kez bu ölçekte test etti.

Ayrıca Suriye, Rus ordusunun İsrail lisansı altında üretilen insansız hava araçlarını (İHA) geniş çapta kullandığı ilk savaş alanı oldu. Bu İHA’lar hem bombardıman görevlerinde, hem füze isabetlerinin tespitinde, hem de topçu atışlarının yönlendirilmesinde kritik rol oynadı.

Modern tank modelleri ile daha önce gerçek savaşta test edilmemiş olan Pantsir ve İskender tipi füze sistemleri de ilk kez Suriye’de kapsamlı biçimde denenmiş oldu. Moskova, bu sistemlerin bazı versiyonlarını Kaliningrad’da Avrupa sınırına yakın konuşlandırmış olsa da, fiilen savaş koşullarında kullanılmaları Suriye’de gerçekleşti.

Uzmanlar, Rusya’nın Suriye’deki askeri katılımının, ülkenin savunma sanayiini, üretim kapasitesini ve ordunun genel savaş hazırlığını yeniden inşa etmede belirleyici rol oynadığını belirtiyor. Bu tecrübenin, Rusya’nın 2022’de Ukrayna’da başlattığı operasyon için önceki dönemlere kıyasla çok daha yüksek hazırlık seviyesine ulaşmasında etkili olduğu değerlendiriliyor.


SDG lideri, Suriye hükümetiyle 10 Mart'ta varılan mutabakata bağlılığını teyit etti

SDG Lideri Mazlum Abdi (Reuters)
SDG Lideri Mazlum Abdi (Reuters)
TT

SDG lideri, Suriye hükümetiyle 10 Mart'ta varılan mutabakata bağlılığını teyit etti

SDG Lideri Mazlum Abdi (Reuters)
SDG Lideri Mazlum Abdi (Reuters)

Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Lideri Mazlum Abdi, dün yaptığı açıklamada, güçlerin 10 Mart anlaşmasına olan bağlılığını teyit ederek, bu anlaşmanın özgürlük, adalet ve eşitlikten yararlanan demokratik, ademi merkeziyetçi bir Suriye devleti inşa etmenin temeli olduğunu belirtti.

Esed rejiminin devrilmesinin yıldönümünde X platformunda açıklamada bulunan Abdi, mevcut sürecin herkese ortak bir sorumluluk yüklediğini ve Suriye halkının çıkarlarını her şeyin üstünde tuttuğunu ifade etti.

Abdi “Mevcut durum, herkese ortak bir ulusal sorumluluk ve Suriyelilerin çıkarlarını her şeyin üstünde tutan kapsamlı bir diyalog yüklemektedir. Halkın iradesiyle, özgürlük, adalet ve eşitlik değerleriyle güçlendirilmiş, demokratik ve ademi merkeziyetçi bir Suriye inşa etmenin temeli olarak 10 Mart Anlaşması'na olan sarsılmaz bağlılığımızı bir kez daha teyit ediyoruz" dedi.

SDG, geçen ay kendilerine bağlı bir askeri komitenin, Suriye hükümetinden bir heyeti, Suriye'nin kuzeyindeki Rakka iline bağlı Tabka kentinde kabul ettiğini bildirmişti.

SDG, yaptığı açıklamada, son dönemde farklı yerlerde tutuklanan Suriye hükümet güçlerine bağlı bazı tutukluları "iyi niyet göstergesi" olarak teslim ettiğini doğruladı.


BM, bağışçı fonlarında keskin düşüş yaşanması üzerine insani yardım çağrısını yarı yarıya azalttı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta yaşanan kıtlık sırasında, bir hayır kurumunun aşevinden yemek almayı bekleyen Filistinli bir kız çocuğu (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta yaşanan kıtlık sırasında, bir hayır kurumunun aşevinden yemek almayı bekleyen Filistinli bir kız çocuğu (Reuters)
TT

BM, bağışçı fonlarında keskin düşüş yaşanması üzerine insani yardım çağrısını yarı yarıya azalttı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta yaşanan kıtlık sırasında, bir hayır kurumunun aşevinden yemek almayı bekleyen Filistinli bir kız çocuğu (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta yaşanan kıtlık sırasında, bir hayır kurumunun aşevinden yemek almayı bekleyen Filistinli bir kız çocuğu (Reuters)

Birleşmiş Milletler (BM) bugün, önümüzdeki yıl için insani yardım çağrısını bu yılki hedefinin yaklaşık yarısına düşürdü. Bu adım, bağışçı finansmanının gerilediğinin ve insani ihtiyaçların benzeri görülmemiş biçimde arttığının açık bir itirafı olarak değerlendiriliyor.

Şarku’l Avsat’ın Reuters’tan aktardığına göre BM, 23 milyar dolarlık yardım çağrısının, fon yetersizliği nedeniyle yalnızca en acil durumlara odaklanmak zorunda kalacağı ve bu nedenle on milyonlarca en savunmasız kişinin destek dışında kalacağını açıkladı.

Bu gelişme, insani yardım kuruluşlarının, çatışma bölgelerindeki güvenlik koşullarının kötüleşmesi ve saha personelinin ihtiyaç sahiplerine ulaşmakta yaşadığı güçlükler gibi ek zorluklarla karşı karşıya olduğu bir dönemde geldi.

BM İnsani İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Tom Fletcher, düzenlediği basın toplantısında, “Finansman kesintileri, bizi bu zor ve acı verici kararları almaya zorluyor. Büyük bir yük altındayız, kaynaklarımız ciddi şekilde yetersiz ve saldırılara maruz kalıyoruz. Dünyayı temsilen yangının ortasına bir ambulans sürüyoruz ve aynı anda yangını söndürmemiz bekleniyor… ama su tankı boş” ifadelerini kullandı.

Geçen yıl BM, 2025 yılı için yaklaşık 47 milyar dolar toplamayı hedefliyordu. Ancak bu rakam, ABD Başkanı Donald Trump ve Almanya gibi diğer Batılı bağışçıların yardım kesintilerini açıklamasının ardından düşürüldü.

Kasım verilerine göre BM bugüne kadar yalnızca 12 milyar dolar topladı; bu, son on yılın en düşük insani yardım finansmanı seviyesini oluşturuyor ve bildirilen ihtiyaçların ancak dörtte birinden biraz fazlasını karşılıyor.

2026 yılı için belirlenen 23 milyar dolarlık yeni yardım çağrısı, öncelikli ve hayati tehdit altında olan 87 milyon kişiyi hedefliyor. Ancak BM, dünyada yaklaşık 250 milyon kişinin acil yardıma ihtiyaç duyduğunu ve teorik olarak 33 milyar dolarlık finansmanla 135 milyon kişiye ulaşılabileceğini belirtiyor.

En büyük tek seferlik yardım çağrısı 4 milyar dolar ile işgal altındaki Filistin topraklarına yönlendirilmiş durumda. Bunun büyük kısmı, son iki yıldır İsrail ile Hamas arasında süren çatışmalar nedeniyle yıkıma uğrayan Gazze Şeridi’ne ayrıldı. Gazze Şeridi’nde yaklaşık 2,3 milyon kişi, barınaksız ve neredeyse tamamen yardımlara bağımlı olarak ciddi bir insani çöküş içinde yaşıyor.

Gazze Şeridi’ni, insani yardım ihtiyacı açısından Sudan ve Suriye izliyor.

Fletcher, insani yardım kuruluşlarının karşı karşıya olduğu ‘karanlık tabloya’ dikkat çekerek, açlığın yayılması, hastalıkların artışı ve şiddet seviyelerinin benzeri görülmemiş biçimde yükselmesi gibi sorunlara işaret etti.

Fletcher, “Yardım çağrısı, savaşlar, iklim felaketleri, depremler, salgınlar ve mahsul kayıpları gibi en zorlu kriz bölgelerinde hayat kurtarmaya odaklanıyor” dedi.

BM insani yardım ajansları, çoğunluğu Batılı ülkelerden gelen gönüllü bağışlara dayanıyor ve ABD, en büyük bağışçı konumunda bulunuyor. BM verilerine göre ABD, 2025 yılına kadar yardımda lider konumunu koruyacak olsa da, katkısı büyük ölçüde azaldı.