DEAŞ, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyine yönelik operasyonundan nasıl faydalanacak?

(AFP)
(AFP)
TT

DEAŞ, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyine yönelik operasyonundan nasıl faydalanacak?

(AFP)
(AFP)

Tarık eş-Şami
ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’nin kuzeyinden geri çekilme kararı sonrasında Kongre’deki Cumhuriyetçiler ve Demokratların yaşadığı şok, Türkiye’nin Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) karşı operasyonuyla etkisini daha da artırdı. Bunun sebebi ise Trump’ın bu kararının yönetimdeki uzmanlarla istişare yapılmadan alınmış olması.
Demokratlar ve Cumhuriyetçilerin yaşadığı şokun asıl sebebi ise ABD’nin birçok cephede üstünlüğünü kaybedebilme ihtimali. Zira Suriye’deki nüfuzunun büyük bir kısmını kaybedecek ve bölgedeki durum kötüleşip, DEAŞ’ın geri dönmesine zemin hazırlanacak. Aynı şekilde karar, Ortadoğu’daki müttefiklerini, dünyanın en büyük devletiyle ittifakın güvenilirliğinden şüphe duyar bir hale getirecek.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia kaynaklı haberine göre Trump, Türkiye’ye yeşil ışık yakmadığını söyleyerek, bu şoku hafifletmeye çalışıyor. Bununla birlikte ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), Washington’ın Suriye’nin kuzeyinde herhangi bir askeri operasyona destek vermediğini ve duruma karışmayacağını açıklamasına rağmen ABD’deki herkes bu operasyonların sonuçlarını yakınan takip ediyor. Ayrıca akıllarda da Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolündeki bölgelere ne olacağı sorusu oluştu.
ABD’nin kaybı
ABD’deki birçok analist, araştırmacı ve eski yetkili, Trump ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki bir anlaşmayla ABD’nin geri çekilmesinin, Washington açısından ciddi sonuçlara yol açacağı konusunda hem fikir. Suriye’nin kuzeyinde bir ABD varlığının olmaması, ABD’nin üzerine yoğunlaştığı üç hedefi kontrol edemeyeceği ve başaramayacağı anlamına geliyor. Söz konusu hedeflerin ise ‘DEAŞ’ın hezimete uğradığından emin olmak, Suriye’deki İran ve müttefik güçleriyle mücadele etmek, Suriye’de siyasi bir çözüm oluşturmak’ olduğu biliniyor.
ABD, yaptırımları artırma kabiliyeti veya Suriye’nin yeniden yapılanmasını finanse etmeyi reddetme hususlarında ekonomik rolü dışında, bölgede etkisini kaybedecek. Geri çekilme kararı, ABD’nin gelecekte savaş taraflarıyla herhangi bir işbirliği ve ortaklık çabasını da engelleyecek. Nitekim SDG, söz konusu geri çekilme kararını ‘ihanet’ olarak nitelendirdi.
ABD’liler Trump’ın bölgeden geri çekilerek seçim vaatlerine uyma arzusunu anlasa da Washington’daki yönetimi ve siyasi elitlerle ile koordinasyon olmadan bunu hızlı şekilde uygulamakta ısrar etmesini şaşkınlıkla karşılıyor. Trump, daha önce de böyle bir karar vermiş ve ardından kararından geri adım atmıştı.
Türkiye’nin gerçekleştirdiği operasyonun sonuçları
Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi tarafından sunulan bir raporda, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yönelik operasyonunun, Türk kuvvetleri ve ABD tarafından eğitilen SDG arasındaki muhtemel çatışmalar sırasında yakın vadede çok sayıda kişinin ölmesine ve yaralanmasına yol açacağı ifade edildi. Raporda, bu durumun uzun vadede önemli istikrarsızlığa neden olacağı belirtildi.
Türkiye’nin gerçekleştirdiği operasyon, büyük bir insani kriz ortaya çıkaracak. Birleşmiş Milletler (BM), Suriye’nin Türkiye sınırında şu an 758 binden fazla kişinin yaşadığını belirtiyor.
New York Times’ın haberine göre Ankara’nın askeri stratejisi, Türkiye topraklarındaki en az 1 milyon Suriyeli mültecinin (demografik yapı bozulup ve Kürtlerin bir devlet kurma planı engellenip) sınırda güvenli bir bölgeye yerleştirilerek, Suriye’ye dönmelerini sağlamak.
ABD’li bir gazeteci, Türkiye’nin planının, operasyonların sona ermesi sonrasında devam eden bir huzursuzluk ortamı oluşturacak tehlikeli bir plandan başka bir şey olmadığını belirtti. Çünkü bu plan, kendi topraklarını Türk manipülasyonlarına alet etmeyi reddeden etnik bir karışımla karşı karşıya kalacak. Zorla yeniden yerleştirme ise nadir şekilde başarıyla sonuçlanır. Zira Türkiye’deki birçok Suriyeli mülteci, Suriye’nin kuzeybatısında yaşamıyordu. Bu durum ise bölgedeki yerel nüfusa entegre olmalarını ve orada yaşamaya devam etmelerini pek olası kılmıyor.
Ankara’nın kazançları ve kayıpları
Ankara, SDG’yi varoluşsal bir tehdit olarak kabul ettiği sürece, ABD’nin tamamen geri çekilmesi hiç şüphesiz ki Suriye topraklarının bir başka bölgesini kontrol etmesi için ona daha fazla özgürlük verecek. Türkiye, Suriye içerisinde daha geniş bölgelerin kontrolünü sağlayarak, Suriye’nin geleceği hususunda daha büyük söz sahibi olacak.
Ama en büyük avantaj, Türkiye’deki Suriyeli mülteci karşıtı söylemlerin geçtiğimiz aylarda çarpıcı biçimde artması nedeniyle iç meselelerde görülecek. Bir milyon Suriyeli mülteciyi Suriye içerisindeki güvenli bölgeye geri dönmeye zorlamak, aynı zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın popülaritesinin artmasına da katkı sağlayacak.
Türkiye’nin askeri operasyonu, hem askeri hem de ekonomik açısından maliyetli olacak. Türkiye’nin bölgede hala var olan DEAŞ hücrelerinin karşısında olduğu gibi bölgeyi Kürt savaşçılarına karşı korumak için mücadele etmesi de bekleniyor. ABD Başkanı’nın birkaç defa belirttiği gibi Türkiye, binlerce DEAŞ’lı tutuklunun da sorumluluğunu üstlendi. Aynı şekilde Batılı ülkelerin DEAŞ’a mensup vatandaşlarını geri alma isteksizliğine paralel olarak, toplama kamplarında kötü yaşam koşulları göz önüne alındığında, uzun vadeli bir mücadele ortaya çıkacak.
Aynı zamanda Türkiye’nin operasyonlarına yönelik uluslararası kınama ve Trump’ın ‘Sınırları aşması halinde Türkiye’yi ekonomik olarak bitirme’ tehdidi, uluslararası camianın bu operasyonlara daha fazla odaklanmasına yol açacak.
Şam, Moskova ve Tahran
Washington’daki Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi’nin raporuna göre Suriye rejimi, Rusya ve İran, Suriye’nin akıbetini belirleme yetenekleri açısından kazanım elde edecek. Çünkü ABD, Suriye rejimi ve müttefikleri karşısında hiçbir imtiyaz sağlamadan, Suriye’deki güç ve varlığının bir kısmından vazgeçti.
Rusya’nın Suriye rejimiyle bir anlaşma sağlamak için SDG ile olan ilişkisini güçlendirmesi ve Washington’ın geri çekilmesi sonrasında SDG’nin yeni müttefikler bulma arzusundan yararlanması bekleniyor. Türkiye’nin operasyonlarının başlamasından sonra SDG’nin Rusya’ya yönelmesi de bunu gösterdi.
Söz konusu anlaşma ise tamamlandıktan sonra, Suriye rejiminin daha fazla alanı kontrol etmesine olanak tanıyacak. Bu kontrol ise petrol sahaları ve birçok ekonomik kaynağı içerecek şekilde genişleyebilir.
DEAŞ’ın dirilişi
En büyük endişe, Suriye’deki DEAŞ’ın dirilişi, terör ve paniğe yol açması ve şehirleri kontrol etmesi sonucu olarak kaos ve çatışmaların ortasında devletini ilan etmesi hususlarında yaşanıyor. Aynı şekilde SDG, kuzeye odaklanmasının yanı sıra Türkiye’nin operasyonlarına karşı koymak için enerjilerini ve unsurlarını harekete geçirmeye çalışacak, Fırat’ın doğusunda DEAŞ hücrelerinin saldırılarına maruz kalan bazı bölgelere ek güç gönderecek. Söz konusu bu bölgeler, aynı zamanda, son aylarda bazı yerel Arap kabileleri ve SDG arasındaki çatışmalara da tanık oldu.
Bu çerçevede Savaş Araştırmaları Enstitüsü’nde araştırma direktörü Jennifer Cafarella, “SDG, cezaevlerini ve kampları koruyan güvenlik unsurlarını geri çekebilir, onları daha az yetenekli personellerle değiştirebilir. Bu ise ciddi bir tehlike oluşturacaktır” açıklamasında bulundu.
ABD’de askeri alanda uzmanlaşmış gazeteler de Türkiye’nin operasyonlarının, durumu körükleyebileceği ve Suriye’nin kuzeyindeki 30 gözaltı merkezinde bulunan 11 bin DEAŞ militanını serbest bırakılabilme ihtimali sağlayabileceği uyarısında bulundu. Özellikle Suriye’nin kuzeyindeki kırsal alanlarda ve çöl bölgelerinde kaybolan DEAŞ unsurlarına, yaklaşık 70 bin kişiyi barındıran, Hasake bölgesindeki el-Hol Mülteci Kampı’nda olmak üzere binlerce DEAŞ militanını ve 30 bin DEAŞ’lı aileyi kurtarma fırsatı sağlayabilir.
Pentagon Genel Müfettişi de SDG’nin bu devasa kampta yalnızca az bir güvenlik sağlayabileceğini ve bu durumun da DEAŞ’ın ideolojisinin kamp içerisinde daha geniş alanlara yayılmasına neden olabileceğini söyledi. Müfettiş, ayrıca Suriye’deki ABD birliklerinin sayısındaki düşüş, kamptaki durumun takibini engelleyebileceğini belirtti.
DEAŞ militanları, herkes için sorun
DEAŞ militanlarının serbest kalmayacağını varsaysak bile DEAŞ sorunu hala devam ediyor. Beyaz Saray, Türkiye’nin SDG’nin elinde olan DEAŞ militanlarından sorumlu olacağını belirtirken, bunun pratiğe yansımayacağına ilişkin şüpheler mevcut. Zira Türkiye, on binlerce tutukluyu, mülteciyi ve radikalizm yanlısını kontrol etme kapasitesine ve isteğine sahip değil.
ABD'nin DEAŞ'la Mücadele eski Özel Temsilcisi Brett McGurk, DEAŞ militanlarının örgütün yeniden dirilme potansiyelinin çekirdeğini oluşturduğunu vurguladı.
Beyaz Saray’dan yapılan yazılı açıklamada, Trump yönetiminin Fransa, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerine, ‘Avrupa vatandaşı olan 2 bin DEAŞ mensubunu ülkelerine geri almak için baskı yaptığı ama ret cevabı aldığı’ belirtildi.
Suriye Çalışma Grubu tarafından yayınlanan bir rapora göre Avrupa ülkeleri, militanları Avrupa mahkemelerinde mahkum edecek yeterli kanıtlara sahip olmamaları dolayısıyla, DEAŞ mensuplarının vatandaşlıklarını iptal etmeyi tercih etti.
SDG’ye ait cezaevlerinde bulunan binlerce DEAŞ’lı tutuklunun durumu, Avrupa, ABD ve küresel ulusal güvenlik açısından büyük bir endişe kaynağı.



Musk, DOGE’dan pişman: “Bir daha uğraşmam”

Ocak ayında Musk liderliğinde kurulan DOGE, kasımda kapatılmıştı (Reuters)
Ocak ayında Musk liderliğinde kurulan DOGE, kasımda kapatılmıştı (Reuters)
TT

Musk, DOGE’dan pişman: “Bir daha uğraşmam”

Ocak ayında Musk liderliğinde kurulan DOGE, kasımda kapatılmıştı (Reuters)
Ocak ayında Musk liderliğinde kurulan DOGE, kasımda kapatılmıştı (Reuters)

Elon Musk, Hükümet Verimliliği Bakanlığı'nda (DOGE) geçirdiği süreyi değerlendirdi.

Musk, 2017-2019'ta İç Güvenlik Bakanlığı'nda basın sözcüsü yardımcısı olarak görev yapan Katie Miller'ın podcast'ine katıldı.

Teknoloji milyarderi, ABD Başkanı Donald Trump'ın Beyaz Saray Özel Kalem Müdür Yardımcısı Stephen Miller'ın eşiyle yaptığı söyleşide, DOGE'un tartışmalı federal bütçe kesintilerine dair şunları söyledi:

Biraz başarılı olduk. Bir dereceye kadar başarılı olduk. Hiç mantıklı olmayan, tamamen israfa yol açan birçok fonlamayı durdurduk.

Trump'ın seçim kampanyasına yaptığı desteklerle gündeme gelen Musk, ABD Başkanı tarafından DOGE'un başına getirilmişti.

Yönetimin ilk 5 ayında federal kurumlarda gerçekleştirdiği kesintilerle tartışma yaratan Tesla CEO'su, nisanda yaptığı açıklamada elektrikli otomobil şirketiyle ilgilenmek için DOGE'da geçirdiği süreyi azaltacağını duyurmuş, mayısta da görevden ayrılmıştı.

DOGE'un kesintileri nedeniyle binlerce federal çalışanın işine son verilmesi ABD'de tepki çekmişti. ABD'nin yanı sıra bazı Avrupa şehirlerinde de Tesla'ların kundaklandığı bildirilmişti.

Salı günü yayımlanan podcast'te Musk, bir daha DOGE gibi bir projenin başına geçmek istemediğini belirtti:

DOGE'la uğraşmak yerine, esasen şirketlerim üzerinde çalışmalıydım. Böylece ürettiğimiz arabaları kundaklamazlardı.

Space X CEO'su, DOGE'un başına geçtikten sonra katıldığı bir konferansta Nazi selamı verdiği iddiasıyla da yoğun eleştirilerin hedefi olmuştu.

Analistlere göre Tesla'nın net kârının bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 71 oranında düşmesinde, Musk'ın DOGE’a odaklanması büyük rol oynamıştı.

Teknoloji milyarderiyle ABD Başkanı'nın arası, Trump'ın tartışmalı vergi indirimi tasarısı nedeniyle bozulmuştu. Sosyal medya üzerinden atışmaların ardından ikili daha sonra "dostluk mesajları" paylaşmıştı.

Independent Türkçe, Reuters, Axios


‘Tek bir tık bir ülkeyi yıkmaya yeter’... İsrailli bir yetkiliden ‘nadir’ uyarı

Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)
Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)
TT

‘Tek bir tık bir ülkeyi yıkmaya yeter’... İsrailli bir yetkiliden ‘nadir’ uyarı

Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)
Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)

İsrail Ulusal Siber Güvenlik Müdürlüğü Başkanı Yossi Karadi, nadir görülen bir uyarıda bulunarak, siber tehditlerin ülkeleri anında çökme noktasına getirebileceğini söyledi. Şarku’l Avsat’ın Yediot Ahronot’tan aktardığına göre Karadi, elektrik, su, trafik ışıkları ve hastane ağlarına yapılan siber saldırıların artık savaş aracı haline geldiğini ve bu saldırıların çoğunlukla saldırganın kimliğini gizlemek için vekil gruplar üzerinden gerçekleştirildiğini belirtti. Karadi dün Tel Aviv Üniversitesi’nde düzenlenen Siber Güvenlik Haftası konferansında yaptığı konuşmada, son altı ayda İsrail’in yürüttüğü savunma faaliyetlerinden bir kısmını paylaştı ve ‘ilk siber savaş’ olarak nitelendirdiği durumun endişe verici bir tablosunu çizdi.

Karadi, “Giderek savaşların dijital alanda başlayıp biteceği bir çağa doğru ilerliyoruz” dedi ve ‘dijital kuşatma’ terimini tanıttı. Karadi, bu senaryoda enerji santrallerinin duracağı, trafik ışıklarının çalışmayacağı, iletişim sistemlerinin çökeceği ve su kaynaklarının kirlenebileceğini vurgulayarak, “Bu hayali bir gelecek senaryosu değil, oldukça gerçekçi bir eğilim” ifadesini kullandı.

Karadi, dijital kuşatma kavramının sadece çekici bir ifade olmadığını, 15 yıl süren bir gelişimin sonucu olduğunu belirtti. Geçmişte devletler arasındaki siber savaşların çoğunlukla sessiz casusluk veya yalnızca askeri tesisleri hedef alan operasyonlar olduğunu söyleyen Karadi, son yıllarda durumun değiştiğini ve yeni düşmanın yalnızca sır çalmayı değil, sivil yaşamı kesintiye uğratmayı amaçladığını ifade etti.

Yediot Ahronot’a göre, siber savaşların başlangıç noktası olarak kabul edilen olay, 2010 yılında Stuxnet virüsünün ortaya çıkmasıydı. Yabancı raporlara göre virüs, İran’ın Natanz Nükleer Tesisi’ndeki santrifüjleri hedef almak için İsrail ve ABD tarafından kullanılmıştı ve yalnızca belirli endüstriyel kontrol birimlerini etkileyerek sivil bilgisayarlar veya alakasız altyapıya zarar vermekten kaçınıyordu.

Karadi, dönüm noktasının ise geçen on yılın ortalarında Doğu Avrupa’da yaşandığını belirtti. Rus hacker grubu Sandworm, teorik olarak mümkün görülmeyen bir adım atarak Ukrayna elektrik şebekesini hackledi ve yüz binlerce evi dondurucu soğukta karanlığa gömdü. Bu olaydan sonra siber operasyonlar, yalnızca askeri hedeflere yönelik silahlar olmaktan çıkarak, sivil nüfusu hem psikolojik hem fiziksel olarak etkileme aracına dönüştü. Ayrıca, 2017’de Kuzey Kore’ye atfedilen WannaCry fidye yazılımı saldırısının, siber silahların nasıl kontrolden çıkabileceğini gösterdiği ve dünya genelinde hastaneler ile acil servisleri rastgele etkileyerek felce uğrattığı ifade edildi.

Bir Amerikan siber güvenlik şirketi, Sandworm siber hack grubunun faaliyetlerini tespit etti. (Reuters)Bir Amerikan siber güvenlik şirketi, Sandworm siber hack grubunun faaliyetlerini tespit etti. (Reuters)

Tehlikeli bir artış

Karadi, İran’ın siber terör doktrinini benimsemiş olmasının tehlikeli bir örneğini paylaştı: 2020 yılında İsrail su şebekesindeki klor seviyesini değiştirmeye yönelik girişim, başarılı olsaydı kitlesel zehirlenmeye yol açabilirdi.

Karadi, o tarihten bu yana İran’ın siber saldırılarının İsrail’de sivil altyapıyı hedef aldığını, hastaneler, alarm sistemleri ve elektrik şebekesine yönelik tekrar eden girişimlerin bu kapsamda olduğunu belirtti.

Hastanelere yönelik saldırıların yeni bir boyut kazandığını vurgulayan Karadi, yakın zamanda Shamir Tıp Merkezi’ne yapılan siber saldırıyı örnek gösterdi. Saldırının arkasında, sıradan bir suç örgütü gibi görünen ‘Qilin’ adlı bir grup bulunuyordu. Karadi, bu durumun devletlerin, sorumluluğu gizlemek için vekil siber gruplar aracılığıyla saldırılar düzenlemesi trendini gösterdiğini ve bunun yalnızca İsrail’e özgü olmadığını aktardı. ABD ve Avrupa istihbarat raporları da benzer eğilimleri doğruluyor.

Çin’de de ‘Volt Typhoon’ gibi grupların, kâr amacı gütmeden ABD’nin kritik altyapısına sızmalar yaparak olası bir gelecekteki saldırıya hazırlık yaptıkları tespit edilmiş durumda.

Karadi, İran saldırılarında karma bir taktik gözlendiğini söyledi: Weizmann Enstitüsü’ne bir füze atılırken, aynı zamanda güvenlik kameralarına sızılarak çarpma anı gerçek zamanlı olarak kaydedildi ve psikolojik etkisi artırıldı. Aynı zamanda çalışanlara tehdit mesajları ve sızdırılmış kişisel bilgiler gönderildi.

Bu yöntem, Ukrayna savaşında görülen siber saldırılarla benzerlik taşıyor; Rus hackerlar, internet servis sağlayıcılarını hedef alarak bilgi akışını engelliyor ve korku yayıyordu.

Konuşmasını yapay zekâ çağının getirdiği fırsatlar ve risklerle tamamlayan Karadi, “Dijital sistemlere tamamen bağımlılık ve yapay zekâdaki hızlı gelişim, büyük fırsatlar sunuyor, ancak saldırganlara da sınırsız hareket alanı sağlıyor” uyarısında bulundu.

Yediot Ahronot gazetesi, Karadi’nin mesajını özetleyerek, “Gelecek savaşta klavye, roketten daha az öldürücü olmayacak” ifadeleriyle duyurdu.


İran'ın başkentinde aylardır ilk kez yağmur yağdı

Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)
Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)
TT

İran'ın başkentinde aylardır ilk kez yağmur yağdı

Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)
Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)

İran'ın başkentinde aylardır ilk kez bugün yağmur yağdı ve bu durum, yüzyılı aşkın süredir en kurak sonbaharını yaşayan ülke için rahatlama getirdi.

Şarku’l Avsat’ın AP’den aktardı habere göre kuraklık, Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın, başkent çevresindeki barajları dolduracak kadar şiddetli yağmur yağmazsa, İran'ın aralık ayı sonuna kadar hükümetini Tahran dışına taşıması gerekebileceği uyarısında bulunmasına yol açmıştı.

Meteorologlar bu sonbaharı ülke genelinde 50 yıldan fazla süredir yaşanan en kurak sonbahar olarak tanımladı; bu durum, 1979 İslam Devrimi'nden bile öncesine denk geliyor ve tarım için büyük miktarda suyu verimsiz bir şekilde tüketen sistemi daha da zorluyor. Ajans, su krizinin ülkede siyasi bir mesele haline geldiğini, özellikle de İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun, iki ülke arasında geçen haziran ayında 12 gün süren bir savaş yaşanmasına rağmen, İran'a bu konuda defalarca yardım teklifinde bulunmasının ardından bu durumun daha da belirginleştiğini belirtti.

20 Mayıs 2025'te Tahran dışındaki Lar Barajı'nın uydu görüntüsü (Planet Labs - AP)20 Mayıs 2025'te Tahran dışındaki Lar Barajı'nın uydu görüntüsü (Planet Labs - AP)

Netanyahu, 2018'de yayınlanan bir tanıtım videosunda İran halkına şahsen seslenerek, "milyonlarca insanın hayatını tehdit eden ciddi su kıtlığı" sorununu ele almak üzere Farsça bir internet sitesinin açılışını duyurdu. İranlıların su ihtiyaçlarına yardımcı olmayı amaçlayan yeni bir İsrail girişimi olan "İran Halkı İçin Yaşam"ı şahsen desteklemeye hazır olduğunu belirtti. Batı Kudüs'teki ofisinde çekilen video, Netanyahu'nun bir tuz arıtma tesisinden geldiğini iddia ettiği kaptan kendine bir bardak su doldurmasıyla başlıyor. Ardından İranlıların karşı karşıya olduğu vahim su krizinden bahsediyor.

Netanyahu, 12 günlük savaşın ardından geçen ağustos ayında İranlılara mesajını yineleyerek şunları söyledi: “Liderleriniz 12 günlük savaşı bize zorla dayattılar ve ezici bir yenilgiye uğradılar. Her zaman yalan söylüyorlar.” Sözlerine şöyle devam etti: “İran'da her şey çöküyor. Bu kavurucu yazda, çocuklarınız için temiz, soğuk su bile yok. Bu, İran halkına karşı gösterilen en büyük ikiyüzlülük ve saygısızlıktır. Bu durumu hak etmiyorsunuz.”