Erdoğan: İran'dan gelen açıklamalar bende üzüntüye sebep oldu

Erdoğan: İran'dan gelen açıklamalar bende üzüntüye sebep oldu
TT

Erdoğan: İran'dan gelen açıklamalar bende üzüntüye sebep oldu

Erdoğan: İran'dan gelen açıklamalar bende üzüntüye sebep oldu

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Bu gece saat 22.00 itibariyle süre bitiyor. İlgili birimlerimiz süreci sahada takip ediyor. Amerika’nın ülkemize verdiği sözler tutulmazsa harekatımızı kaldığı yerden bu sefer çok daha büyük kararlılıkla devam ettireceğiz” dedi.
Soçi ziyareti öncesinde Ankara Esenboğa Havaalanı’nda kameraların karşısına geçen Cumhurbaşkanı Erdoğan, ziyaretin ana gündemini Suriye’deki gelişmelerin oluşturduğunu söyledi.
“Sözler tutulmazsa harekatımızı kaldığı yerden devam ettireceğiz”
9 Ekim’den bu yana 775 teröristin etkisiz hale getirildiğini açıklayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “9 Ekim’de başlattığımız Barış Pınarı Harekatı ile Suriye sınırımız boyunca bir terör koridoruna izin vermeyeceğimizi çok açık ve net ortaya koymuş bulunuyoruz. Daha önce ifade ettiğimiz gibi harekatın iki temel hedefi bulunuyor. Bunlardan ilki 32 kilometre derinliğinde, 444 kilometre Irak sınırından Cerablus’a olan bu bölgede tamamıyla terör örgütlerinden temizlenmesidir. Şimdiye kadar 2 bin 200 kilometrekarelik alan teröristlerden arındırılmış, toplam 160 yerleşim biriminde kontrol sağlanmıştır. 9 Ekimden bu yana 775 terörist etkisiz hale getirilmiştir. 7 kahraman askerimiz, 79 Suriye Milli Ordusu mensubu kardeşimiz ve 20 sivil vatandaşımız terör örgütünün saldırısında şehit olmuştur” diye konuştu.
Amerika ile varılan mutabakata göre bölgeden tüm teröristlerin çıkartılması için bugün son gün olduğunu hatırlatan Erdoğan, “Bu gece saat 22.00 itibariyle süre bitiyor. İlgili birimlerimiz süreci sahada takip ediyor. Amerika’nın ülkemize verdiği sözler tutulmazsa harekatımızı kaldığı yerden bu sefer çok daha büyük kararlılıkla devam ettireceğiz. Harekatın ikinci hedefi ise 8 yıldır ülkemizde misafir ettiğimiz Suriyeli kardeşlerimizin kendi topraklarına gönüllü geri dönüşlerini sağlamaktır” şeklinde konuştu.
Barış Pınarı Harekatı ile güvenli hale getirilecek bölgeye 2 milyona yakın insanın gönüllülük esasına dayalı olarak yerleştirilebileceğini söyleyen Erdoğan, “Bütün bunlarla ilgili maliyetleri çıkarttık, projeleri yaptık. Harekatın bitmesini müteakip gerekli adımları atacağız. Vicdan ve vizyon sahibi tüm ülkelerin milyonlarca Suriyelinin vatan hasretini bitirecek bu projeye destek olmalarını bekliyoruz. Diğer türlü Türkiye 8 yıldır tek başına taşıdığı yükü daha fazla taşıyamaz. Komşuda yangın varken ‘dumanı bize gelmesin’ demek gerçekçi bir yaklaşım değildir” ifadelerini kullandı.
Suriye’nin içinden geçtiği kritik dönemde Rusya ile Türkiye arasında tesis edilen yakın işbirliğinin daha da artırılmasını arzu ettiklerini söyleyen Erdoğan, Türkiye, Rusya ve İran’ın Suriye’de sükûnetin tekrar sağlanması için yaptığı çalışmaları hatırlattı. Erdoğan, “Türkiye ve Rusya terörün her türlüsü ile mücadele noktasında hemfikirdir. Barış Pınarı Harekatı Türkiye'nin güvenliği yanında Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi bütünlüğünü de garanti altına alacaktır. Harekatla Suriye’nin kuzeyinde bir terör koridoru kurma planları boşa çıkartılmıştır. Suriye’nin geleceğinde PKK-YPG gibi terör örgütlerine yer yoktur, olmamalıdır. Rusya Federasyonu ile işbirliği içinde bölgemizi ayrılıkçı terör belasından kurtarmayı ümit ediyoruz. Sayın Putin ile başta Fırat’ın doğusu olmak üzere Suriye’nin kuzeyindeki güncel durumu istişare edeceğiz. Rejim unsurlarının bulunduğu alanlardaki PKK-YPG-PYD varlığının sonlandırılması için atılacak adımları da görüşme fırsatını bulacağız. Ayrıca Anayasa Komitesinin sağlıklı şekilde faaliyet göstermesi ve somut çalışmalar ortaya koyması için neler yapabileceğimizi de görüşeceğiz. Görüşmelerimizde İdlib Muhtırasına riayetin sağlanmasına ve İdlib’te sükûnetin sağlanmasına verdiğimiz önemi de gündeme getireceğim. Soçi’de gerçekleştireceğimiz temasların bizleri Suriye ihtilafının kalıcı bir çözümüne bir adım daha yaklaştıracağına inanıyorum” dedi.
“Macron zaten bu tür şeyleri daha çok teröristlerle görüşüyor”
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un PKK-YPG’nin çekilme sürecinin daha da uzatılması yönündeki teklifinin sorulması üzerine Erdoğan, “Macron’dan şahsıma gelmiş böyle bir teklif yok. Macron zaten bu tür şeyleri daha çok teröristlerle görüşüyor. Herhalde teröristlerin ona yaptığı teklifi dolaylı yoldan bize aktarma yolunu seçmiştir. Bu süreçte bizim muhatabımız Fransa olmamıştır, biz görüşmelerimizi Amerika ile yürüttük. O da kendine göre bir şeyler çıkartmanın gayreti içinde” diye konuştu.
“Tamamı çıkacak, çıkmadan bu süreç bitmez”
Sahadaki son duruma ilişkin soruya cevap veren Erdoğan, “Samimiyetiniz varsa, dürüstseniz, yapacağınız bir şey var, biz 8 yıldır Suriye’den kaçmak zorunda kalan bu mültecileri ülkemizde ağırlıyoruz. 40 milyar doların üzerinde harcama yaptık. AB verdiği sözü tutmadı. 2015 ve şuana kadar verilen, o da bizim milli bütçemize değil, uluslararası STK’lar vasıtasıyla Kızılay’a, AFAD’a gelen rakam 3 milyar Euro gibi. Şimdi atılacak adımda biz bir plan proje çalışması yaptık. Eğer dürüstseniz, dünyanın hiçbir ülkesinde aynı anda 4 milyon mülteciyi koruyan başka bir ülke yok. Bunu sadece Türkiye yapıyor. Hani sizin insanlığınız? Bu iş lafla olmuyor. Eğer dürüstseniz, samimiyseniz buraya 30 bini aşkın tır ile araç gereç, silah getirdiniz. Biz bu silahların depolandığı yerleri de tespit ettik. Bu silahlar son görüşmeyi yaptığımız Amerika tarafından gönderildi. Daha kim bilir nerelerden neler çıkacak. Binlerce kargo uçağı ile silah mühimmat var. Daha şurada iki hafta önce 400 tır ile gönderilmiş silah, mühimmat var. Burada bir terör devleti kurulacak. Böyle bir terör devletinin kurulmasına biz müsaade mi edelim? Bu atılan adımların tamamı Suriye’nin bölünmesine yönelik, biz buna müsaade mi edelim? Biz Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyoruz ama diğerlerinin böyle bir durumu yok. Şu anda çekilme devam ediyor, az önce Savunma Bakanımdan aldığım son bilgilere göre, şuan itibariyle 700-800 kadar çekilme söz konusu. Kalan bin 200-bin 300 kadar olanı sür'atle çıkmaya devam ettiği, çıkacakları söyleniyor. Biz bunların izini sürüyoruz. Tamamı çıkacak, çıkmadan bu süreç bitmez” şeklinde konuştu.
“Biz Sayın Putin ile bunu ayrıca masaya yatıracağız”
Şuana kadar Rusya’nın, Amerika ile Türkiye arasında varılan mutabakata ilişkin yaptığı açıklamaların olumlu olduğunu belirten Erdoğan, “Biz Sayın Putin ile bunu ayrıca masaya yatıracağız. Bu süreçte en batıdan en doğuya doğru, Mümbiç, Ayn Al Arab, Kamışlı’ya kadar bu bölgede Rusya ve rejimin ortaklaşa attığı adımlar var. Bunları da masaya yatırarak çalışmaları sürdüreceğiz. Temennim odur ki, bu görüşmemizde İnşallah arzu ettiğimiz mutabakatı da sağlarız” ifadelerini kullandı.
“Bunları başta Sayın Ruhani olmak üzere susturmaları gerekirdi”
Güvenli bölge ile ilgili İran’dan gelen olumsuz açıklamaların hatırlatılması üzerine Erdoğan, “İran’dan gelen bazı açıklamalar gerçekten ben de ciddi manada üzüntüye sebep olmuştur. 15-20 yıl öncesine varıncaya kadar bir geçmişine varırsa, nükleer başlıklı silahlar konusunda Erdoğan’ın İran ile ilgili takındığı tavırları tüm dünya bilir. Biz bütün bu tavrı her şeye rağmen yaptık ama İran’dan maalesef bazı çatlak sesler çıkıyor. Sayın Ruhani’den değil, yanındaki mesai arkadaşlarından bazı çatlak sesler çıkıyor. Bunları başta Sayın Ruhani olmak üzere susturmaları gerekirdi. Başta şahsım olmak üzere tüm mesai arkadaşlarımı ciddi manada rahatsız etmektedir. Biz şuanda Soçi Mutabakatının üç taraf ülkesiyiz. Biz bu süreci o zaman nasıl yürüteceğiz? Buna ortaklık mı dersiniz, dayanışma mı dersiniz ne derseniz deyin, birbirine bu şekilde ihanet eder mi? Maalesef bu yapılanlar yanlıştır, bu süreçli ilgile olarak ben kendilerine ciddi manada kınıyorum” açıklamasında bulundu.
“Buraya getirmek kolay da buradan çıkartmak o kadar kolay değil”
Teröristlerin çekilme sürecinde silahları götürüp götürmediklerine ilişkin soruya cevap veren Erdoğan, “Nasıl götürsünler, taşıyabildiklerini taşıyorlar, taşıyamadıkları depolarda kalıyor. Bunlarla ilgili her türlü hazırlığımızı yaptık, yapıyoruz. Buraya getirmek kolay da buradan çıkartmak o kadar kolay değil. Silahlı Kuvvetlerimizin mensuplarıyla yapılan görüşmeler var, burada ağır silahlar var, hafifler var. Ankara’da yaptığımız görüşmelerde bütün bunlar görüşüldü. Kararlılığımız devam ediyor. Götürebildiklerini götürecekler o ayrı bir konu, kalanlarla da bizler bu yaptığımız taramada bunları toparlayacağız” dedi.
“Görüşme İstanbul’da olabilir veya Şanlıurfa veya Gaziantep’te olabilir dedim”
Macron, Merkel ve Johnson’un bir görüşme taleplerinin olup olmadığı sorusuna cevap veren Erdoğan, “Böyle bir planlama yok. Evvelsi gün Sayın Boris Johnson ile bir görüşmemiz oldu, bu teklifi bana iletti, ben de kendilerine böyle bir görüşme yapılabilir, bunun için benim bir şartım var, bu görüşme İstanbul’da olabilir veya Şanlıurfa veya Gaziantep’te olabilir dedim. ‘O zaman ben kendileri ile görüşeyim, sonra tekrar döneyim’ dedi. Alternatif bir şey istiyorsan 3-4 Aralık tarihlerinde Londra’da NATO liderler zirvesinde böyle bir toplantıyı yapabiliriz dedik. Bu şekilde virgülü koyduk” dedi.



ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara
TT

ABD'nin Ortadoğu'daki politikasını çeyrek yüzyıl boyunca böyle takip ettim

Andre Kojokara
Andre Kojokara

Robert Ford

2000 yılında, Bill Clinton'ın başkanlığının ikinci dönemi sona eriyordu ve İsrail Başbakanı Ehud Barak ile Filistin Ulusal Otoritesi Başkanı Yaser Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamak için hummalı bir şekilde çalışıyordu. Clinton ekibi önceki yönetimler gibi, iki devletli çözümün İsrail ile Arap devletleri arasında kapsamlı bir anlaşmanın önünü açacağına ve bölgede kalıcı istikrarı sağlayacağına inanıyordu. Son Camp David zirvelerinde Clinton, haritalar ve sınırlarla ilgili ayrıntılara bizzat daldı, Kudüs'teki belirli mahalleleri ve sokakları inceledi, Barak ve Arafat arasında nihai bir anlaşma sağlamaya çalıştı. Daha sonra Clinton, başarısızlığın sorumluluğunu Arafat'a yükledi, ancak yardımcısı Robert Malley'nin yeni bir kitabı bu değerlendirmeyi sorguluyor.

Bill Clinton iki devletli çözüm için çabalıyor

Clinton, iki devletli çözüm için çabalarken aynı zamanda Saddam Hüseyin'e Irak'ın kitle imha silahları programına ilişkin BM soruşturmalarıyla iş birliği yapması için baskı yapıyordu. Birkaç füze saldırısı düzenledi ancak bölgeye yönelik herhangi bir ABD kara müdahalesinden kaçındı. Selefi Başkan baba George Bush gibi, Clinton da bir rejim değişikliğine veya Irak'ın iç siyasetine müdahale etmeye istekli değildi. Bunun yerine, Bağdat'ın iş birliği yapmasını sağlamak için füze saldırıları ve sert yaptırımları tercih etti. Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, Iraklı siviller, özellikle de çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisine rağmen, Irak'a uygulanan yaptırımları savundu.

11 Eylül 2001 saldırılarının ardından Başkan oğul George Bush, Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi

Bu arada, Clinton ve Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, İran'a karşı uzun süredir devam eden Amerikan düşmanlığını sürdürdüler. Bu düşmanlık, İran'ın Hizbullah ve Filistinli muhalif fraksiyonlara verdiği destek ile Tahran'ın kitle imha silahları programlarına olan ilgisine dair endişelerden kaynaklanıyordu. Bu nedenle Clinton, 1995 yılında İran ile Amerikan petrol şirketi Conoco arasında imzalanması planlanan 1 milyar dolarlık anlaşmayı engelledi; dönemin İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani bu anlaşmanın ikili ilişkileri geliştireceğini umuyordu. Bunun yerine, Clinton yönetimi hem Irak hem de İran'a karşı “çift yönlü çevreleme” politikası kapsamında İran'a yönelik yaptırımları sıkılaştırdı.

ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)ABD Başkanı Bill Clinton, Camp David'de İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyor, 11 Temmuz 2000 (Reuters)

Clinton, bölge ülkelerinde siyasi reformu desteklemekle ilgilenmiyordu. Nitekim 1994-1997 yılları arasında Cezayir'deki ABD Büyükelçiliği'nde çalışırken, teröristlerin ve güvenlik güçlerinin katliamlar işlediği dehşetli iç savaşın ortasında, Washington'daki hiçbir üst düzey yetkili Cezayirli yetkililerle temaslarında hükümetin suistimalleri konusunu gündeme getirmedi. Aynı durum Saddam Hüseyin'in Irakı gibi baskıcı rejimler için de geçerliydi. Daha sonra, ABD Başkan Yardımcısı Al Gore ile Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek arasındaki özel ikili girişimi yöneten Amerikan ekibinin bir parçası olduğumda da ABD’nin odak noktası insan hakları değil, Mısır ekonomisinin liberalleştirilmesiydi. Washington'daki hakim görüş, bölgede kapsamlı bir barışın, sivil ve insan haklarına saygıdan ziyade ekonomik büyümeye bağlı olduğu ve bunun istenen istikrarı sağlayacağı yönündeydi.

11 Eylül her şeyi değiştiriyor

11 Eylül 2001'de yaklaşık 3 bin kişinin ölümüne yol açan terör saldırılarından sonra, Başkan George W. Bush Afganistan ve Irak'a karşı tam ölçekli bir işgal harekatı başlattı. İki devletli çözüm çalışmaları, terörle savaş lehine süresiz olarak ertelendi. Beyaz Saray'ın Saddam Hüseyin'in el-Kaide ile ilişkisine dair güçlü bir kanıtı olmamasına rağmen, Saddam'ın bir gün el-Kaide ile iş birliği yapabileceği gerekçesiyle işgali haklı çıkarması dikkat çekicidir. Ortadoğu konusunda uzman iki kıdemli Amerikalı diplomat, William Burns ve Ryan Crocker, Dışişleri Bakanı Colin Powell'ı Irak'ı işgal etmenin tehlikeleri konusunda ikna etmeyi başardılar, ancak Powell Bush'u ikna edemedi. Bush'un Amerikan askeri üstünlüğü sayesinde Irak ve Afganistan'da beklediği hızlı zafer ise bir yanılsamaydı.

Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi

Daha geniş bir bölgesel ölçekte, Bush yönetimi, baskıcı ve yolsuz hükümetlere karşı Arap sokaklarına hakim olan hayal kırıklığını terörün kaynağı olarak görüyordu. Clinton yönetiminin yaklaşımından önemli bir sapmayla Bush yönetimi, uzun süredir müttefik olanlar da dahil olmak üzere birçok hükümet üzerinde siyasi baskıyı yoğunlaştırdı. 2005 yılında, Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in Kahire'de bir insan hakları konferansına ev sahipliği yapmayı reddetmesi ve siyasi muhalif Eyman Nur'u tutuklamasının ardından Mısır ziyaretini iptal etti. 2002 yılında Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bürosu bünyesinde Ortadoğu Ortaklık Girişimi'ni başlattı ve bölgede insan haklarını teşvik etme amacıyla başına Cumhuriyetçi Parti’ye sadık bir kişiyi atadı.

 ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)ABD 2. Tabur askerleri, Bağdat'ta devriye gezmeden önce üstlerinden direktif alıyor, 14 Ağustos 2007 (Reuters)

2006 yılında büyükelçi olarak Cezayir'e döndüğümde, Washington ilk görevimden farklı olarak, Cezayirli yetkililerle temaslarında insan hakları ve sivil özgürlükler konularını gündeme getirmeye hazırdı. Bu girişim ayrıca, bağımsız gazeteler gibi Cezayir sivil toplum üyelerine işletme yönetimi ve örgütlenme konusunda eğitim verilmesini de sağladı. Ardından, 2008'de Bağdat'taki ABD Büyükelçiliğine döndüğümde, Irak'ta insan haklarını ve sivil toplumu teşvik etmeye yönelik yıllık bütçemiz 70 milyon dolara ulaşmıştı ve bu şaşırtıcı bir rakamdı. Ama ne yazık ki, bu paranın büyük bir kısmı bu konuda asla ciddi olmayan gruplara harcandı.

Obama, Bush'un politikasını değiştirdi

Barack Obama, Beyaz Saray’a girdiğinde Ortadoğu'daki savaşları sona erdirmeye kararlıydı. Bölgenin, ABD'nin yeniden şekillendiremeyeceği bölünmüş toplumlardan ibaret olduğu inancıyla hareket etti. Selefi Demokrat Başkan Bill Clinton'ın aksine, Obama İsrail-Filistin çatışmasını çözmekle pek ilgilenmedi. 2013 yılında ikinci Dışişleri Bakanı John Kerry'nin başlattığı girişime hiçbir destek sunmadı.

 Eski ABD Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters) ABD Eski Başkanı Barack Obama, Florida, 26 Haziran 2012 (Reuters)

Buna karşılık, Obama ve ilk Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, bölgedeki zayıf yönetimi doğrudan istikrarsızlıkla ilişkilendirdiler. 12 Ocak 2011'de Clinton, Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali'nin ülkeyi terk etmesinden bir gün sonra ve Mısır ordusunun Kahire’deki ayaklanma sırasında Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'i devirmesinden bir ay önce, Doha'da hükümet yolsuzluğunu ve baskısını eleştiren sert bir konuşma yaptı. Arap Baharı'nın başlangıcında Obama, askeri müdahalede bulunma niyeti olmamasına rağmen, Oval Ofis'ten gösterileri alenen güçlü bir şekilde destekledi. Yıllar sonra, Oval Ofis'te onunla, bir ABD başkanının askeri müdahale niyeti olmamasına rağmen bir liderin istifa etmesini kamuoyu önünde talep etmesinin ne kadar akıllıca olduğu konusunu tartışmış, istifası istenen liderin böyle bir talebi görmezden gelmesinin başkanı nasıl zayıf göstereceğini ve iç muhalefete sahte bir umut vereceğini söylemiştim. Ancak Obama, bir ABD başkanının müdahale sözü vermeden insan haklarına saygı gösterilmesini kamuoyu önünde talep etmesi gerektiğinde ısrar etti. Ocak 2011'de Mübarek'ten istifa etmesini istemişti, ancak onu deviren Washington değil, Mısır sokağı ve Mısır ordusuydu.

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor

Arap Baharı Libya'ya uzandığında, Obama Mart 2011'de Muammer Kaddafi'ye karşı uluslararası müdahaleyi destekleyen bir lojistik ve istihbari rol oynamayı isteksizce kabul etti. Obama yönetimi yetkililerinden biri, ABD'nin Avrupalıları ve Arap müttefiklerini perde arkasından yönlendirdiğini söyledi. Hillary Clinton da 2012'de bana, askeri uzmanların Libya ordusunun birkaç hafta içinde çökeceğini tahmin ettiğini, ancak Kaddafi'nin isyancılar tarafından öldürülmesine kadar yedi ay süren bir mücadele yaşandığını söylemişti. Libya’da durumun yanlış yorumlanması, Irak Savaşı'nın anıları ve Beşşar Esed'e karşı herhangi bir müdahaleye yönelik iç siyasi desteğin yokluğu, Obama'yı 2013'te Esed'in kimyasal silah kullanımına karşı çizdiği kırmızı çizgiyi savunmaktan kaçınmaya yöneltti.

Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)Sınırın İsrail tarafından görüldüğü gibi, Kuzey Gazze üzerinde gün batımı, 28 Temmuz 2025 (Reuters)

Obama, sadece DEAŞ’a karşı güçlü bir şekilde müdahale etme konusunda istekli görünüyordu. Ancak yanlış yönlendirilmiş bir Amerikan politikasının örgüte ilk aşamalarında yardımcı olduğunu hatırlamakta fayda var. Başkan Yardımcısı Joe Biden, 2010 seçimlerinden sonra Washington'un Irak Başbakanı Nuri el-Maliki'yi yeni bir dönem için güçlü bir şekilde desteklemesi gerektiğine karar verdi, çünkü Biden ve danışmanları, yalnızca Maliki'nin hızlı bir şekilde hükümeti kurabileceğine, istikrarı sağlayabileceğine ve Irak'taki Amerikan güçlerinin geleceği hakkında Washington ile müzakerelere olanak tanıyabileceğine inanıyordu. Ancak Maliki'nin Irak'taki Sünni topluluklara yönelik yenilenen baskısı, DEAŞ'ın üye kazanmasına ve 2013 ve 2014 yılları arasında batı Irak ve doğu Suriye'yi ele geçirmesine yardımcı oldu. 2014 ve 2016 yılları arasındaki Paris ve Brüksel saldırıları, Washington ve Avrupa başkentlerinde endişeyi artırdı. Libya'nın aksine, Obama, DEAŞ'a karşı uluslararası bir koalisyonu ön saflardan yönetmeye hazırdı.

Clinton'ın Doha konuşmasından ve Washington'un Libya'daki “arka plandan liderlik etme” yaklaşımından dört yıl sonra, Obama otoriter rejimlerle iş birliğine daha meyilli hale geldi ve Washington'dan gelen ciddi reform talepleri sona erdi. Yine de Obama, bu savaşta büyük kara birliklerini kullanma konusunda tereddüt ediyordu. Bu sebeple bu birlikler yerine, Amerikalılar Suriye'de Kürt liderliğinde kurulan bir milis gücüne ve Irak'taki Şii milislerle dolaylı koordinasyona güvendiler. Bu iş birliği, her iki ülkede de daha sonraki siyasi ve güvenlik sorunlarının doğrudan sebebi oldu.

Trump'ın politikası, Clinton'ın yaklaşımını yeniden şekillendiriyor

Trump, küçük ABD özel operasyon güçlerine güvenmeyi tercih ediyor, ancak Ortadoğu'da başka bir büyük ölçekli kara savaşına girmekten kaçınıyor. Bu konuda Clinton, Obama ve Biden'a benziyor. Haziran ayında İran nükleer hedeflerine yönelik saldırıları güçlü ve hızlıydı ve hemen ardından müzakerelere geri dönmeye hazır olduğunu açıkladı. Trump, askeri güç dengesi zayıf bir devlet aleyhine olduğunda, anlaşmayı güvence altına almak için önemli tavizler vermek zorunda kalacağına inanıyor. Bu algı, Ukrayna'nın yanı sıra nükleer mesele konusunda İran için de geçerli. Ancak Trump'ın kavrayamadığı şey, daha zayıf tarafın dış destek arayışıyla veya rakiplerinin zayıflaması umuduyla beklemeyi tercih edebileceğidir. İran rejimi devrilmedikçe, Trump ne İran ile nükleer bir anlaşma imzalayacak ne de çok istediği Nobel Ödülü'nü kazanacaktır.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok

Aynı zamanda Trump, özellikle Körfez ülkeleri başta olmak üzere, bölgedeki ülkelerle ticaret anlaşmaları yapmaya büyük bir gayret gösteriyor. Kendi girişimleri ve ortak ticari çıkarlar vizyonu, kalkınmaya odaklanan Gore-Mübarek Girişimi gibi ekonomik programların yerini aldı.

Ticari kazançlara odaklanma, küresel ölçekte insan haklarına yönelik sözlü desteği bile bir kenara itti. 2019'da Trump, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'yi en sevdiği cumhurbaşkanı olarak tanımladı ki bu, ne George Bush, ne Obama, ne de Biden'ın yapacağı bir açıklama değildi.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da düzenlenen ABD-Suudi Yatırım Forumu'nda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektiriyor, 19 Kasım 2025 (Reuters)

Geçen yıl Riyad'da düzenlenen bir konferansta Trump, bölgedeki ilerlemenin arkasında Batı müdahalesi, devlet kurucular veya Amerikalı neo-muhafazakarlar değil, bölge halkları olduğunu söyledi.

Trump yönetimi altında Washington, İsrail ve Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varma çabalarına yeniden başladı, ancak bu çabalar Gazze ile sınırlı kaldı. İki devletli çözüme inandığına dair hiçbir işaret yok. Bunun yerine, Gazze'de ateşkesin, dış denetim altında bir Filistin yönetimine doğru atılan küçük adımların ve oradaki yabancı ticari kalkınmanın Arap devletlerini İbrahim Anlaşmalarına katılmaya ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye ikna edeceğini umuyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Trump, diğer Arap devletlerinin, özellikle Körfez'dekilerin, hızla Suudi Arabistan'ın izinden gideceğini ve böylece kendisine Nobel Ödülü kazandıracağını varsayarak yanlış düşünüyor. Zira on yıllardır devam eden Amerikan mali ve askeri desteğinden sonra, İsrail bölgedeki baskın askeri güç haline geldi ve 1979'da olduğu gibi kendisini barış karşılığında toprak vermeye teşvik edecek hiçbir şey olmadığını düşünüyor. Keza bazı Arap devletlerinin İsrail'in askeri tehditlerinden İran'dan korktukları kadar korktuğunu gösteren işaretler var. Yine de Trump ve ekibi, Arap devletlerinin İsrail ile normalleşme karşılığında toprak tavizlerini kabul edeceğine inanıyor. Bu, iyi düşünülmüş bir analiz değil, sadece bir umuttur.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Netanyahu, Trump’ın ekibinin desteğini kaybediyor

Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
TT

Netanyahu, Trump’ın ekibinin desteğini kaybediyor

Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)
Trump, Gazze'deki ateşkes sürecinde ikinci aşamaya yakında geçileceğini söylemişti (AFP)

ABD Başkanı Donald Trump'ın ekibi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun barış sürecini sabote etmek istediğini düşünüyor.

Kimliğinin açıklanmaması şartıyla Axios'a konuşan ABD'li yetkililer, Gazze'deki ateşkes anlaşmasının gidişatının Trump ve Netanyahu arasında pazartesi günü yapılacak görüşmeyle belirleneceğini söylüyor.

Trump'ın ekibinin Netanyahu'nun süreçte atılması gereken adımları geciktirdiğini ve Gazze'ye yönelik askeri operasyonları tekrar başlatabileceğini düşündüğü aktarılıyor.

Adının gizli tutulmasını isteyen İsrailli bir yetkili de Netanyahu'nun ABD Başkan Yardımcısı JD Vance ve Dışişleri Bakanı Marco Rubio dahil Trump yönetimindeki üst düzey isimlerin desteğini kaybettiğini söylüyor.

Kaynaklar, Washington'ın bir an evvel anlaşmanın ikinci aşamasına geçilmesini istediğini belirtiyor.

Trump'ın damadı Jared Kushner'la ABD Başkanı'nın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un ikinci aşamaya geçiş için Türkiye, Mısır ve Katar'la yakın çalıştığı aktarılıyor. Ancak Netanyahu'nun planla ilgili Kushner ve Witkoff'la anlaşmazlık yaşadığı ifade ediliyor.

Öte yandan İsrail Savunma Kuvvetleri'nin (IDF) ateşkes ve rehine takası anlaşmasına rağmen Gazze'de saldırıları sürdürmesinin Washington'da olumlu karışlanmadığı belirtiliyor.

Kimliğinin paylaşılmamasını isteyen Beyaz Saray'dan bir yetkili, "Bazen sahadaki IDF komutanlarının önüne gelene ateş etmeye meraklı olduğunu düşünüyoruz" diyor.

Witkoff ve Kushner, geçen hafta Miami'de düzenlenen toplantıda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ve Mısır Dışişleri Bakanı Bedir Abdulati'yle bir araya gelmişti.

Axios'un aktardığına göre taraflar, Trump - Netanyahu toplantısı öncesi ele alınacak konuları belirledi. Bunlar arasında İsrail'e ateşkese uyma ve sivil kayıpları önleme çağrısı yapılmasının yanı sıra Gazze'nin Mısır sınırındaki Refah kapısının açılmasının sağlanması da yer alıyor. Ayrıca ABD Başkanı'nın Batı Şeria'daki yasadışı yerleşimlerle ilgili endişelerini dile getirmesi bekleniyor.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Anlaşmanın ilk aşamasında Hamas ve İsrail arasında rehine takası gerçekleştirilmişti. Ayrıca İsrail askerleri belirlenen "sarı hatta" geri çekilmişti. İsrail ordusu Gazze Şeridi'nin yaklaşık yüzde 53'ünü kontrol ediyor.

İkinci aşamadaysa Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye Uluslararası İstikrar Gücü'nün (ISF) konuşlandırılması öngörülüyor.

Independent Türkçe, Axios, Times of Israel


Guatemala'da bir otobüsün uçuruma yuvarlanması sonucu 15 kişi hayatını kaybetti

Olay yerindeki polis memurları (AFP)
Olay yerindeki polis memurları (AFP)
TT

Guatemala'da bir otobüsün uçuruma yuvarlanması sonucu 15 kişi hayatını kaybetti

Olay yerindeki polis memurları (AFP)
Olay yerindeki polis memurları (AFP)

Kurtarma ekiplerinin açıklamasına göre dün, Guatemala'nın batısındaki bir otoyolda yolcu otobüsünün uçuruma yuvarlanması sonucu en az 15 kişi hayatını kaybetti.

Gönüllü itfaiye sözcüsü Leandro Amado gazetecilere yaptığı açıklamada, "Bu trafik kazasında 15 kişi hayatını kaybetti" dedi. Yaklaşık 20 yaralının yakındaki hastanelere kaldırıldığını belirten Amado, ölenler arasında 11 erkek, üç kadın ve bir çocuğun bulunduğunu belirtti.

Otobüs, henüz bilinmeyen bir nedenle yaklaşık 75 metre derinliğindeki uçuruma yuvarlandı.

Guatemala'da ölümcül trafik kazaları sık sık yaşanıyor. Şarkul Avsat’ın edindiği bilgiye göre şubat ayında, Guatemala şehrinin kuzey eteklerinde bir yolcu otobüsü uçuruma yuvarlanmış ve 54 kişi hayatını kaybetmişti.