İyimserlik, karamsarlık ve yeni bir dünya düzeninin kaçınılmazlığı

Trump yönetiminin izlediği politikaların dışlanması ve dünya liderliği sorumluluğunu üstlenme konusundaki isteksizliği Batı ülkelerini karamsarlığa sürükledi (AFP)
Trump yönetiminin izlediği politikaların dışlanması ve dünya liderliği sorumluluğunu üstlenme konusundaki isteksizliği Batı ülkelerini karamsarlığa sürükledi (AFP)
TT

İyimserlik, karamsarlık ve yeni bir dünya düzeninin kaçınılmazlığı

Trump yönetiminin izlediği politikaların dışlanması ve dünya liderliği sorumluluğunu üstlenme konusundaki isteksizliği Batı ülkelerini karamsarlığa sürükledi (AFP)
Trump yönetiminin izlediği politikaların dışlanması ve dünya liderliği sorumluluğunu üstlenme konusundaki isteksizliği Batı ülkelerini karamsarlığa sürükledi (AFP)

Mısır eski Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi*
Modern dünya düzeni, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından geçen yüzyılın ortalarında kurulurken devletler arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallara ve ilkelere göre yasal bir referans olması ve Üçüncü Dünya Savaşı’ndan kaçınılması için Birleşmiş Milletler (BM) Antlaşması yapıldı.
Ancak üzerinden geçen 80 yılı aşkın bir sürenin ardından bugün dünya aşırı iyimserlik ve kasvetli karamsarlık arasında kaybolmuş durumda. Peki, gerçeğe en yakın ve en gerçekçi his hangisi? Geleceğe dair vizyonlar ve uluslararası toplumu daha iyi yerlere taşıyacak yollar nelerdir?
İyimserliğin sebeplerinden biri büyük güçlerin, Soğuk Savaş şeklinde dahi olsa doğrudan bir çatışma içinde olmamaları veya birbirleriyle savaşmamalarıdır. Ancak geçmişten bugüne aralarındaki silahlanma yarışı daha da kızışırken, yüzlerce yıldır buna benzer herhangi bir dönemden geçilmemesi sebebiyle hafife alınmaması gereken önemli gelişmeler yaşanmaktadır.
Diğer olumlu göstergeler ise ülkeler arasında veya içeride yaşanan savaşların yanı sıra terör kurbanları sayısının 1990’lı yıllara kıyasla yüzde 50, 1950’li yıllara kıyasla yüzde 75, İkinci Dünya Savaşı'na kıyasla ise yüzde 90 oranında azalmış olmasıdır.
Ekonomi açısından ise 1980'lerde yıllık yüzde 4'ün üzerinde büyüme gösteren ülke sayısı 60 iken bu sayı 2007 yılında ikiye katlandı. Uluslararası finans krizi sonrasında dahi aynı büyümeyi gösteren ülke sayısı 80’in üzerindeydi. Aynı şekilde BM verileri, dünyadaki yoksulluk oranının son 50 yılda geçtiğimiz 5 asrın en düşük seviyesine gerilediğine işaret etti.
Bununla birlikte daha önce benzeri görülmemiş hızlı teknolojik gelişmelere ve dönüşümlere tanık oluyoruz. Şu an elde taşınan iletişim araçları, aya giden uzay aracıyla iletişim kurabilecek bilgisayarların yeteneklerine sahipler. Bilim alanında tanık olduğumuz sanayi devrimi, iyi yatırım yapıldığında diğer radikal dönüşümlerin eşiğinde kalkınmanın ve refahın kapısını açıyor.
Tüm bu sebeplerden ötürü özellikle gelişmiş ülkelerde iyimserlik duygusu hakimdir.
Ancak özellikle gelişmekte olan ülkeler ve belirli coğrafi bölgelerdeki ülkelerde görülen karamsarlığın da birçok nedeni bulunuyor. Son tahminlere göre dünya nüfusunun yüzde 10'u, uluslararası yoksulluk sınırı olan günlük 1,90 dolarlık gelirin altında yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyor.
Veriler ve bilgiler, farklı coğrafi bölgelerin maddi refahtan ne ölçüde faydalandığı konusundaki geniş farklılığa işaret ediyor. Dünyadaki yoksulluk sınırında yaşayanların yarısından fazlasını Sahra Altı Afrika ülkelerinin sakinleri oluşturuyor. Bu bölgedeki yoksulların sayısı 9 milyon artarken dünyada 413 milyon insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Eğer bu durum böyle devam ederse bölgedeki yoksulluk sınırı altında yaşayanların sayısı 2030 yılına kadar daha da artacak. Bununla birlikte dünyadaki yoksulların yüzde 90'ını yine bu bölgede yaşıyor olacak. Öte yandan dünyada yoksulluk sınırı altında yaşayanların çoğunluğunu 18 yaşın altındakiler oluştururken büyük bir bölümü kırsal kesimlerde yaşıyor.
Diğer yandan dünyadaki su yetersizliği tüm kıtaları ve coğrafi bölgeleri etkiliyor. Bugün dünya nüfusunun beşte birine denk olan 1,2 milyar insan suyun yetersiz olduğu bölgelerde yaşıyor. Bu sayıya yakın gelecekte 500 milyon kişinin daha eklenmesi bekleniyor. Bununla birlikte akarsulardan su çekme ve toplama altyapısının olmadığı ülkelerde yaşayan 1,6 milyar insan daha susuzlukla karşı karşıya. Mevcut iklim değişikliği senaryosu devam ederken  2030 yılına kadar dünya nüfusunun yarısının susuzluk çekmesi bekleniyor. Aynı zamanda ülke içinde yerinden edilmiş kişilerin sayısının da 2030 yılında 25 milyon ila 700 milyon arasında artış göstereceği tahmin ediliyor.
Susuzluğun ayrıca 400 milyon insanın kullanılabilir su bulma imkanıyla bağlantılı olarak temel sağlık hizmetlerine erişimi kısıtlayan küresel sağlık sorunları yaratması bekleniyor. BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) dünya nüfusunun yüzde 10,7’sinin (815 milyon) kronik olarak yetersiz beslendiğini bununla birlikte Afrika Kıtası ve gelişmekte olan ülkelerde yetersiz beslenmenin oldukça yaygın olduğunu tahmin ediyor.
İklim değişikliğinin sonuçlarından biri de gıda üretimi ve sel felaketi riskini artıran deniz seviyesinin yükselmesine yönelik tehdittir. Bugün somut ve uluslararası bir adım atılmazsa, gelecekteki bu olası etkilere uyum sağlamak oldukça zor ve maliyetli olacaktır.
Geçtiğimiz iki hafta boyunca ABD’nin New York, İsviçre’nin Lozan ve BAE’nin Abu Dabi şehirleri arasında gelişmiş ülkelerdeki araştırma merkezleri tarafından düzenlenen ekonomi forumları ve büyük ekonomi kurumlarının yönetim kurulu toplantılarına katılmak üzere seyahat ettim. Abu Dabi’de Beyrut Enstitüsü Zirvesi tarafından düzenlenen ‘Şimdi ve Gelecek’ başlıklı konferansa katıldım. Konferans eski üst düzey yetkililer, analistler, siyasetçiler, teknoloji uzmanları ve genç girişimcilerden oluşan geniş bir katılımcı kitlesine sahipti.
Batı ülkelerindeki karamsarlık ise daha çok Trump yönetiminin izlediği politikaların dışlanması ve dünya liderliği sorumluluğunu üstlenme konusundaki isteksizliği, yani ABD’nin müttefikleri ve dostlarının yanında olmamasından kaynaklanıyor. ABD’nin müttefikleri ve dostları, bu duruma Washington’ın askerlerini Suriye’de Kürtlerin yoğun olarak bulunduğu kuzeydoğu bölgesinden çekerek Türkiye’nin bölgeye askeri operasyon başlatmasının önünü açması veya Suudi Arabistan’daki petrol tesislerini hedef alan saldırının ardından İran’la askeri olarak karşı karşıya gelme konusundaki isteksizliği gibi pek çok örnek veriyorlar.
Arap ülkelerindeki karamsarlığın nedeni de İran’ın uluslararası girişimlere kulak asmadan Ortadoğu’da sürdürdüğü bölgesel tacizleri ve İran’ı hatta Türkiye’yi caydırmak için güçlü bir Arap çözümü ya da mesajının ortaya koyulamamış olması. Bu durum, birçok Arap ülkesinin güçlü uluslararası dostlarına güvendiği anlamına geliyor. Ancak bu güçlü uluslararası dostlar, Arap ülkelerinin egemenlikleri, hakları ve ulusal güvenlikleri pahasına Türkiye, İran veya İsrail’in ihlallerinde dahi Arap olmayan aktörlerin bölgesel kaygıları ve önceliklerine odaklanıyorlar.
Özellikle sınıf ya da coğrafi temelde bazıları için iyimserlik yaratan politikalar, diğerleri için karamsarlık yaratabiliyor. Bu nedenle bu politikalar sonucunda ortaya çıkan iyimserlik veya kötümserlik bir seçim değildir.
Gelişmekte olan ülkelerin kalkınma ve gelişme imkanlarından uzak kalmaması ve sadece gelişmiş ülkelerin değil, daha fazla ülkenin mevcut fırsatlardan ve seçeneklerden daha iyi yararlanmasını sağlamak için farklı alanlarda elde ettiğimiz başarıları ilerletme zamanı geldi.
Bununla birlikte uluslararası güvenlik sistemini yeniden gözden geçirmenin, kolektif ve bölgesel güvenlik sistemleri ile uluslararası ilişkileri düzenleyen siyasi çerçeveleri düzenlemenin ve yoğunlaştırmanın da zamanı geldi.
Bunların bazı ülkelerin, komşularının çıkarlarına yasa dışı müdahalelerde bulunma teşebbüslerinden veya imkanlarından kaçınmak için yapılması gerekiyor.
Artık bununla yüzleşmenin, güç kavramını reddetmenin, uluslararası ilişkilerde hukukun ve yasaların gücünü artırmanın zamanı geldi.
Böylece bazı bölgeler, başkalarının hatalarının ve dünya servetinden faydalanmalarının bedelini ödemek zorunda kalmaz.
Gelişmekte olan ülkelerin yoksulluk, iklim değişikliği, çölleşme ve susuzluk gibi küresel tehditlerle başa çıkma imkanlarını desteklemenin zamanı da geldi.
Aynı şekilde artık toplumsal patlamaların ve istikrarsızlığın barutu olan ancak kalkınma, refah ve istikrar için yakıta dönüştürülebilecek gençlere odaklanmanın da zamanı geldi.
*Independent Arabia'da yayınlanan makale



Erdoğan, Trump ile SDG'nin Suriye ordusuna entegrasyonunu görüştü

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump'ın Lahey'deki NATO zirvesi çerçevesinde gerçekleştirdikleri görüşmeden (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump'ın Lahey'deki NATO zirvesi çerçevesinde gerçekleştirdikleri görüşmeden (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)
TT

Erdoğan, Trump ile SDG'nin Suriye ordusuna entegrasyonunu görüştü

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump'ın Lahey'deki NATO zirvesi çerçevesinde gerçekleştirdikleri görüşmeden (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump'ın Lahey'deki NATO zirvesi çerçevesinde gerçekleştirdikleri görüşmeden (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)

Türk kaynaklar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump'ın Lahey'deki Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) zirvesi kapsamında yaptıkları görüşmede, Suriye'deki gelişmeleri çeşitli boyutlarıyla ele aldıklarını açıkladı.

Kaynaklar, Erdoğan'ın Trump ile salıyı çarşambaya bağlayan gece gerçekleşen görüşmesinde, Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) yeni Suriye ordusuna entegrasyonunu ele aldığını söyledi. Erdoğan, Suriye yönetiminin DEAŞ dahil tüm terör örgütleriyle mücadelede kararlı olduğunu ve Türkiye'nin de bu konuda Suriye yönetimine desteğini sürdürdüğünü vurguladı.

thyu
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara geçtiğimiz mart ayında SDG'nin Suriye ordusuna entegre edilmesi için SDG lideri Mazlum Abdi ile anlaşma imzaladı. (EPA)

Şarku’l Avsat’ın Türk hükümetine yakın medya kuruluşlarından aktardığına göre Erdoğan, SDG'ye ABD desteği konusuna da değindi. Erdoğan, “Mart ayında Şam ile imzalanan anlaşma uyarınca SDG'nin Suriye ordusuna entegre edilmesinin ardından bu desteğin sürdürülmesine gerek kalmayacak… Suriye yönetimi, Türkiye'nin de desteğiyle, DEAŞ üyelerinin ve ailelerinin tutulduğu hapishanelerin kontrolünü ele geçirecek” ifadelerini kullandı.

SDG'ye yönelik suçlamalar

Erdoğan daha önce SDG'yi, lideri Mazlum Abdi ile Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara arasında imzalanan anlaşmayı geciktirmekle suçlamış, ‘SDG’nin anlaşmanın uygulanmamasının sonuçlarına katlanacağını ve Türkiye'nin bu konuyu yakından takip ettiğini’ belirtmişti.

Türkiye, ABD'nin ‘DEAŞ'a karşı savaşta yakın müttefik’ olarak gördüğü SDG'nin en büyük bileşeni olan YPG’nin dağıtılmasını, yabancı savaşçılarının Suriye'yi terk etmesini ve kalan savaşçıların yeni Suriye ordusuna entegre edilmesini talep ediyor. Washington ise ‘önemli bir müttefik’ olarak SDG'nin yanında durmaya devam edeceğini vurguluyor.

Kaynaklar, Erdoğan'ın Trump'la ayrıca, ‘ABD'nin Suriye'ye yönelik yaptırımlarının kaldırılması kararının uygulanması için atılan adımları ve ABD'nin Suriye'deki güçlerinin durumunu, İsrail'in Suriye topraklarına yönelik saldırılarını, bunların durdurulması ihtiyacını ve Suriye'nin birliği ve egemenliğinin desteklenmesi için yapılacak çalışmaları’ da ele aldığını söyledi.

dfrgthy
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer dün Lahey'de düzenlenen NATO zirvesi çerçevesinde görüşmelerde bulundu. (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)

Erdoğan dün NATO zirvesi çerçevesinde Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer ile yaptığı görüşmede, “Türkiye, Suriye'nin toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini koruyarak istikrarını desteklemeye devam edecektir” dedi.

Suriyeliler için kolaylıklar

Öte yandan Türkiye'deki Suriyeli sivil toplum aktivistleri, geçtiğimiz günlerde İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ve Göç İdaresi Başkanlığı yetkilileriyle görüştüklerini ve Suriyelilerin statülerine ilişkin güvence aldıklarını açıkladılar.

Aktivistler, ‘Türkiye'de kalmak isteyen hiçbir Suriyelinin ülkesine dönmeye zorlanmayacağı, dönüşün sadece gönüllülük esasına dayanacağı ve daha sonra Türkiye'ye giriş yasağı getirilmeyeceği’ yönünde güvence aldıklarını ifade ettiler.

Türk yetkililer, ‘giriş ve vize işlemlerinin kolaylaştırılacağını, 1 Temmuz itibariyle sınır kapılarının çifte vatandaşlık sahiplerine ve birinci derece akrabalarına açılacağını ve Suriyeli üniversite öğrencilerinin, geçici koruma kartına sahip üniversite öğrencileri de dahil olmak üzere, yılda dört kez kara kapılarından ülkelerine giriş yapmalarına izin verileceğini’ doğruladı.

Suriyeli aktivistler, Suriyelilerin ve Türklerin, Türkiye ve Suriye'de gayrimenkul sahibi olmalarının önündeki engellerin kaldırılması için de çalışmaların sürdüğünü kaydetti.

hyu
Okulların kapanmasının ardından ülkelerine dönen Suriyeli mültecilerin sayısı artmaya başladı. (AFP)

Türkiye'deki Suriyelilerin ülkelerine dönüşü, geçtiğimiz cuma günü okulların kapanmasının ardından gönüllü ve kalıcı dönüşler kapsamında gözle görülür bir artışa sahne olmaya başladı.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, geçtiğimiz cuma günü Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, Göç İdaresi Başkanlığı, Türk Kızılayı ve bazı sivil toplum kuruluşlarının iş birliği yaptığı bir proje kapsamında gönüllü geri dönüşleri desteklemek amacıyla kurulan merkezin açılışında, Beşşar Esed rejiminin 8 Aralık 2024'te devrilmesinden bu yana 273 binden fazla Suriyelinin gönüllü olarak ülkelerine döndüğünü açıkladı.