İki güç arasında Irak

Yunan mitolojisindeki Medusa’nın heykeli (Getty İmages)
Yunan mitolojisindeki Medusa’nın heykeli (Getty İmages)
TT

İki güç arasında Irak

Yunan mitolojisindeki Medusa’nın heykeli (Getty İmages)
Yunan mitolojisindeki Medusa’nın heykeli (Getty İmages)

Luay Abdulilah
Yunan mitolojisindeki Medusa’nın yılan saçları ve bakanı taşa çevirdiğine inanılan gözleri vardır. Bugün Irak’taki ‘kota sistemi’ de tıpkı Medusa’ya benziyor...
Aklımı bir süredir şu soru meşgul ediyor:
“Romalılar yaklaşık bin yıl boyunca Avrupa’nın, Kuzey Afrika’nın, Levant (Bilâdu'ş-Şam) ve Irak’ın dahil olduğu Asya bölgelerinin büyük çoğunu nasıl ele geçirdi?”
Hiyerarşik bir temel üzerine kurulan bir orduda soyun, dinin veya milliyetçiliğin yeri olmadığını öğrendiğimde şaşırmıştım. Roma İmparatorluğu’nun üzerinde büyüdüğü temel de buydu. Kimin kime itaat edeceğini sadece askeri rütbeler belirliyordu.
Bu esas çerçevesinde Roma toplumundaki çeşitli birleşenlerin üyelerince oluşturulan lejyondan (temel askeri birlik) başlayarak askeri birlikler oluşturuldu ve toplumdaki bölünme sona erdi. Hem gönüllü hem de zorunlu askerlik hizmeti verilirken gönüllü askerlik süresi 25 yılla sınırlandırıldı. Roma İmparatorluğu’nda gazilere bir arsa verilir ve ayrıcalıklı bir sosyal ve siyasi statüyle gelirleri vergiden muaf tutulurdu.
Beni şaşırtan ikinci şey ise Avrupa’daki tüm orduların Orta Çağ boyunca ihmal ettikleri Roma modelini 18'inci yüzyılla birlikte örnek almaya başlamalarıydı. Aynı durum Asya ve Afrika'da gelişmekte olan ülkelerin orduları için de geçerliydi.
Irak gibi çok uluslu, çok kültürlü ve çok dinli olmasının yanı sıra 6 yüzyılı aşkın bir süre şehirleri ve bölgeleri arasında kültürel ve sosyal iletişimin olmadığı bir ülkede Roma tarzı bir ordunun kurulmasına bugün her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç var. Irak’ta Moğol istilasından bu yana asfalt yolların, köprülerin ve güçlü bir merkezi devletin olmayışı genel olarak ülkenin gettolaşmasının ve Bağdat, Musul ve Basra gibi büyük şehirler arasında Dicle Nehri üzerinden ilkel ulaşım araçlarıyla ya da günler, haftalar süren tehlikeli yolculuklarla ticaret yapılmasının en büyük nedenlerindendir.
Irak ordusu, Osmanlı ordusunda görevli üst düzey Iraklı subaylardan olan Cafer el-Askeri tarafından kuruldu. Ordu, 1921'de Irak devletinin kurulmasına ve modern Irak'ın oluşumunda atılmış önemli bir adım oldu. Cafer el-Askeri hem Türkiye hem de Almanya’daki önemli askeri akademilerden mezun bir subaydı.
Gönüllü ve zorunlu askerlik hizmeti sistemi sayesinde yüzyıllar boyu köylerindeki ve çevre köylerdeki insanlar dışındakilerle iletişim kurmayan sosyal gruplar arasındaki psikolojik ve kültürel ‘getto’ kırıldı.
Ordunun kurulması ayrıca bir asrı aşkın bir süre boyunca askerleri ve subayların sıhhi tesisat, inşaat, dikiş, araba tamiri, araba kullanma, elektrik, mekanik, demircilik ve diğer birçok el sanatını öğrenmeleri için olanaklar sağladı. Böylece ordu, onlarca yıl boyunca askerlik görevini tamamlayanları kalifiye işçiler olarak topluma kazandırdı. Üstelik ordu nesiller boyu gençlerin birbirleriyle kaynaşma ve mahallelerinin, köylerinin ve sokaklarının dışındaki insanların edindiği tecrübeleri ve özellikleri kazanmaları imkânı sundu. Daha da önemlisi ordu dini, mezhebi ve etnik kökeninden bağımsız olarak her askere rütbesine göre itaat edilmesini sağladı.
Üst rütbeli subaylardan bazı maceraperestlerin bu ideolojiyi askeri komplolar ve darbeler yoluyla (Roma İmparatorluğu döneminde olduğu gibi) iktidarı ele geçirmek için kullandıkları doğrudur. Fakat bu olumsuzluk, Irak ordusunun çeşitli ayrılıkçı unsurlarının modern Irak toplumunun çekirdeği olarak adlandırılabilecek potada eritilmesinde temel rol oynayan tek kurum olduğu gerçeğini değiştirmedi.
Ordu, 1968’deki tek partili yönetim ve devlet kurumlarının kontrolüne kadar kendisi için adeta parçalarını birbirine tutturan tutkala benzeyen bu ideolojinin çözülmesini istemedi. Irak’ın askeri kurumu olan Cumhuriyet Muhafızları (Saddam Hüseyin'in aldığı feci kararları saymazsak) profesyonel bir yapı olarak varlığını sürdürdü. Bu yapının içindeki Şii subayların sayısının ABD’li gazetelerin yıllardır söylediklerinin aksine yüzde 65 civarında olduğu tahmin ediliyor. Ancak askerin dini, mezhebi ve etnik kökeninden bağımsız olarak rütbesine itaate dayanan bu sistem sayesinde askerler birer silah arkadaşına dönüşmüştür.
Paul Bremer’in 12 Mayıs 2003 tarihinde ‘Geçici Koalisyon Otoritesi’ başkanlığına getirilmesi öncesinde ABD askeri kurumları içinde Irak ordusunun elde tutulup askerlere maaş ödenmesi ve üst düzey subaylara ordunun geleceğiyle ilgili roller verilmesi yönünde bir eğilim vardı. Ancak ABD’li yetkili Bağdat’a geldiğinde bu eğilim tamamen değişti. İlk kararı, yarım milyonluk güçlü Irak ordusunu dağıtmak oldu. İşgalci güç bununla da kalmayarak çok sayıdaki ordu personelinin maaşlarını ödemeyi de reddetti.
Irak ordusunun din, mezhep ve etnik köken gözetilmeksizin rütbeye dayalı itaat ideolojisi parçalanmıştı. Askerler, eski silah arkadaşlarının dağılmasının arka planında kendilerini ve ailelerini doyurabilme derdine düştüler. Irak ordusunun en iyi subayları, mezhep liderlerinin eğilimleri doğrultusunda askeri birlikleri milis gruplara çevirdi. İtaat ise askeri lider haline gelen sahte din adamlarına ait bir olguya dönüştü. Sonunda eski silah arkadaşları birbirleriyle savaşan düşman kardeşler oldular.
Irak’ta 2006-2007 yıllarında mezhep fitnesinin patlak verdiği dönemde Time dergisinde yayınlanan bir makalede yazar, milis gruplar arasında yaşanan silahlı çatışmaların ardında Cumhuriyet Muhafızları’nın tecrübeli subayları olduğunu ve ABD onları ordudaki eski görevlerine iade etse bu yıkıcı çatışmaların sona erebileceğini itiraf etti.
Ancak bu öneriyi görmezden gelen Beyaz Saray hızını alamayıp ordu, polis ve bakanlıklar da dahil olmak üzere ülkelerine hizmet etme yeteneğini kaybetmiş tüm bu kurumların formüle edildiği kotaları kurumsallaşmış bir yaklaşıma dönüştürerek daha da ileri gitti. Irak ordusunun dağılmasından sonra kurulan yeni ordunun, az sayıdaki DEAŞ’lı teröristin Musul gibi büyük şehirleri kısa sürede, ordu birliklerinin direnişiyle karşılaşmadan işgal etmeyi başarmasıyla ne kadar zayıf olduğu ortaya çıktı.
Yarım milyondan fazla personeli olan, inşaat ve çeşitli hizmet sektörlerinde çok sayıda uzman kadrosu bulunan bir kurumun dağılması, güvenliği sağlama ve devlet kurumlarını korumanın yanı sıra savaş sırasında ve sonrasında zarar gören okulları, hastaneleri ve diğer hizmet binalarını yeniden inşa edebilme fırsatının kaçırılmasına neden oldu.
Bunun yerine şehirler, kasabalar ve bölgelerdeki mezhep bölünmelerini derinleştiren, ülkenin petrolünü çalıp uluslararası karaborsalarda satan iş adamlarına peşkeş çeken zorba liderlere ve devlet kurumlarında yandaşların kayırıldığı bir yapıya kapı açan, ancak düzenli olarak maaş alan ordudan devşirilmiş milis gruplar ortaya çıktı.
Böylece topluluk liderleri, herhangi bir üniversitede ilahiyat okumamış sarıklılarla birlikte statülerini yeniden kazanmış aşiret büyükleri haline geldi. Irak, 14 Temmuz 1958 Devrimi'nin öncesine gitmiş gibi. O dönem İngiltere ve ABD’den uzmanlar gelip ülkenin politikalarını, kentleşmesini ve kalkınmasını planlamışlardı. Sonra onların yerine subaylar geldi. Ardından Baasçılar ve tek partili yönetim...
ABD ve İngiltere’nin 21 Mart 2003'te Irak'ı işgal etmelerinin ardından din adamları, sarıklılar ve aşiret büyükleri toplumun dinamiği haline geldi. Sonrasında mezhep-etnik kota sistemi, siyasal elitlerin yapıcı olmayan bir şekilde yararlandığı kurumsal bir mekanizmaya dönüştü.
Sadece efsanevi bir kahraman, Medusa’nın kötülüklerinden insanlığını kurtarabilirdi. O da Perseus’tu. Bugün Irak'ın ‘Medusa’sı, sadece sebep-sonuç ilişkisiyle yönetilmeyen bir dönemde ortaya konulan ‘kota sistemi’dir. Ve onun başını almak için dışarıdan gelen bir kahramanın tarihte yeri yoktur.



Babu’l Mendeb mücadelesi: İsrail, ABD için önemini güvence altına almaya mı çalışıyor?

Son yıllarda Kızıldeniz, dünyanın en önemli ticaret yolu haline geldi (AFP)
Son yıllarda Kızıldeniz, dünyanın en önemli ticaret yolu haline geldi (AFP)
TT

Babu’l Mendeb mücadelesi: İsrail, ABD için önemini güvence altına almaya mı çalışıyor?

Son yıllarda Kızıldeniz, dünyanın en önemli ticaret yolu haline geldi (AFP)
Son yıllarda Kızıldeniz, dünyanın en önemli ticaret yolu haline geldi (AFP)

Enes bin Faysal el-Hacci

İsrail'in 26 Aralık'ta Somaliland’ı bağımsız bir oluşum olarak resmen tanıması ve bu adımı atan ilk BM üyesi devlet olması ışığında, bu gelişme Kızıldeniz ve Babu’l Mendeb'deki hayati öneme sahip deniz yolları için verilen mücadelenin bir parçası olarak öne çıkıyor. Bunun küresel ticaret ve bölge ülkelerine yönelik casusluk faydalarının yanı sıra, İsrail'in Babu’l Mendeb'deki varlığından elde edeceği en önemli kazanım, Amerikan politikasının Körfez ülkelerine doğru kaydığını ve İsrail'den uzaklaştığını gösteren son gelişmelerin ışığında, ABD için önemli ve etkili bir müttefik olarak kalmasıdır. Başka bir deyişle, İsrail şimdi, özellikle Cumhuriyetçiler ve Trump destekçileri arasında ünlü sunucu Tucker Carlson ve diğerlerinin önderliğindeki düşmanlık dalgasının gölgesinde, gelecekteki Amerikan yönetimlerinin kendisini terk etmemesi için ABD'ye baskı yapmanın yollarını arıyor.

Somaliland, Kızıldeniz'i Hint Okyanusu'na bağlayan Babu’l Mendeb Boğazı'na bitişik, Aden Körfezi kıyısında yer alıyor. Bu durum, ABD'nin önemli bir müttefiki olan İsrail'e, bu hassas bölgede seyrüseferi denetleme ve güvenliğini sağlama konusunda stratejik bir konum kazandırıyor. Teorik olarak, Somali ve Afrika Birliği de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki başkentlerden gelen geniş çaplı bir uluslararası kınamaya yol açan bu tanıma, Husi saldırıları gibi tehditlerle mücadelede ABD-İsrail ittifakının etkisini güçlendiriyor. Aynı zamanda, ortak üslerin kurulması veya boğazın ortak bir şekilde denetlenmesi de dahil olmak üzere potansiyel askeri iş birliğine kapıyı açarak, özellikle ham petrol, petrol ürünleri, sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG), kömür, rüzgar ve güneş enerjisi santralleri için Çin'in Avrupa ve diğer ülkelere ihraç ettiği gerekli tüm ekipmanları içeren enerji ticareti başta olmak üzere küresel ticaret üzerindeki kontrolünü derinleştiriyor. Yeni gelişme, İsrail'in kendisini ABD'nin ve belki de Avrupa Birliği'nin stratejik bir müttefiki olarak konumlandırmasıdır; zira Filistin'deki mevcut konumu, Somali ve Yemen gibi diğer bölgelere kıyasla stratejik olarak o kadar önemli değil. Bu bağlamda, daha önce bu köşede Kızıldeniz ve Babu’l-Mendeb Boğazı'nın önemi hakkında yazdıklarımı tekrarlıyor ve meselenin Husilerden çok daha büyük olduğunu vurguluyorum. Ve bugün gerçekten de buna şahit oluyoruz. Daha önce yazdıklarımı tekrarlamadan önce, son günlerde sıkça sorulan bir soruyu yanıtlamak gerekiyor: Somaliland önemli petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip mi? Bu konu, “İsrail'in Somaliland'ı tanımasının ardından Somaliland'daki petrol ve doğalgaz hakkında ne biliyorsunuz?” başlıklı bir rapor ile uzman bir enerji platformu tarafından ele alındı.

Son yıllarda, özellikle geleneksel enerji kaynakları ve enerji geçişi ile iklim değişikliği politikaları için gereken her şey göz önüne alındığında, Kızıldeniz dünyanın en önemli ticaret yolu haline geldi. Tarihsel olarak, Kızıldeniz'de, Akdeniz'deki Süveyş Kanalı yakınlarında, Aden Körfezi'ndeki Babu’l Mendeb Boğazı'nda ve Hint Okyanusu'nda konuşlandırılmış savaş gemisi ve uçak gemisi sayısı sınırlıydı ve bir elin parmaklarıyla sayılabilecek kadar azdı. Husi saldırılarından sonra, çeşitli ülkelere ait savaş gemisi ve uçak gemisi sayısı önemli ölçüde arttı. Ancak, Husilerin saldırılarına karşı seyrüseferi koruma bahanesiyle Kızıldeniz'deki Amerikan varlığı, dramatik bir şekilde arttı, öyle ki bu savaş gemisi ve uçak gemilerinin ateş gücü tüm ülkeleri yakıp yıkmaya yetecek bir kerteye vardı. Bu, Husi meselesinin ikincil bir mesele olduğunu ve olmaya devam ettiğini gösteriyor. Kızıldeniz ve Yemen'deki son gelişmeler de bunu destekliyor. Gerçek şu ki, gemileri, petrol ve LNG tankerlerini Kızıldeniz'den uzaklaştırıp Afrika kıtasının etrafından dolaştırmak sadece tek bir ülkeye fayda sağlıyor: ABD. Burada ne bir komplo teorisinden bahsediyorum, ne de Husilerin Amerikalılar ile bu komploya katıldıklarını söylüyorum. Sadece şunu söylüyorum: Amerikalılar Kızıldeniz'in önemini fark ettiler ve onu kontrol etmeye karar verdiler, ancak bir bahaneye ihtiyaçları vardı ve Husiler bu bahaneyi sağladılar. İsrail'in Somaliland’ı tanımasıyla, bu kontrol daha kapsamlı hale geliyor, çünkü İsrail, Amerikan desteğiyle bölgedeki askeri varlığını güçlendirebilir. Bu da Mısır ve komşu ülkelerin güvenliğini tehdit ediyor ve İsrail’in ticaret yolları üzerindeki kontrolünü güçlendiriyor. Yahut İsrail bu sayede Amerikalıları, bölgedeki en önemli stratejik müttefikleri olarak kendisini terk edemeyeceklerine ikna edebilir.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Kızıldeniz'i kontrol eden, Çin, Hindistan, Japonya, Rusya, Avrupa ve Ortadoğu'nun ticaretini kontrol eder. Kızıldeniz'i kontrol eden aynı zamanda BRICS ülkelerinin ticaretinin büyük bir bölümünü de kontrol eder. Dolayısıyla, ABD sadece Kızıldeniz'i kontrol ederek pazarlarını korumak, ekonomik ve stratejik kazanımlar elde etmekle kalmıyor, aynı zamanda ABD dolarını gelecek on yıllar boyunca diğer para birimlerinin rekabetinden de koruyor. Burada İsrail, özellikle Çin ile ilgili yeni gelişmeler karşısında Amerikan çıkarlarını koruduğunu Amerikalılara kanıtlamaya çalışıyor.

Kızıldeniz'in kontrolü, bir tarafta ABD, diğer tarafta Çin, Rusya ve Avrupa arasındaki ticaret savaşlarının bir parçası. Birçok Çin ürününe uygulanan ticari kısıtlamalar ve yüksek gümrük tarifeleri, Çin'in ekonomik ve ticari genişlemesini engellemek ve onu kuşatmak için yapılan girişimlerden başka bir şey değil. Bunun kanıtı, Çin hükümetinin ülke ekonomisini canlandırmak için yakın zamanda sunduğu büyük mali teşviklerin zayıf etkisi. Çünkü Çin'de ekonomik büyümeyi sağlayabilecek sektörler ihracat odaklı ve bu sektörler ticaret savaşlarından ve yüksek gümrük tarifelerinden en çok etkilenen sektörler. Bu nedenle Çin, mali teşvikleri büyümeye katkısı daha az olan diğer sektörlere yönlendirdi. İsrail, Amerikalılara Amerikan çıkarlarını koruduğunu göstermek isterken, aynı zamanda kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için Çin'e baskı uygulayabilme olanağına da sahip olmak istiyor.

Kızıldeniz'deki küresel ticaretteki gelişmeler

Kızıldeniz'deki gemi trafiğinin büyük kısmı Süveyş Kanalı'ndan geçtiği için, verileri son yıllardaki gelişmeleri doğru bir şekilde yansıtıyor. Süveyş Kanalı'nın genişletilmesi ve iki yeni gemi geçiş yolunun eklenmesi, geçiş yapan gemi sayısında önemli bir artışa katkıda bulunarak kanalın gelirlerinin 2023 yılında rekor seviyelere ulaşmasına yardımcı oldu. Kovid-19 karantinalarının sona ermesinin ardından yaşanan ekonomik toparlanma, küresel ticareti ve dolayısıyla kanal ile Kızıldeniz'deki gemi trafiğini artırdı. Ancak burada diğer gelişmeler de bir rol oynadı:

Birincisi, iklim değişikliği politikaları, enerji geçişi ve Çin'in bu sektörlerdeki artan etkisi, Çin'in güneş panelleri, rüzgar türbinleri ve elektrikli araç bataryaları üretmek için gerekli minerallere olan bağımlılığını artırdı. Afrika ve Latin Amerika'daki yoksul ülkelerden çıkarılan bu minerallerin çoğu Çin'de işleniyor. Bu durum, bu minerallerin küresel ticarette yükselişinin, büyük kısmı Süveyş Kanalı, Kızıldeniz ve Babu’l Mendeb Boğazı'ndan geçen deniz taşımacılığı faaliyetlerinde artışın önünü açtı.

 İkincisi, Çin dünyanın en büyük güneş paneli, elektrikli araç bataryası ve elektrikli araç üreticisi ve ihracatçısıdır. Özellikle Avrupa'ya ve önemli bir kısmı ABD’ye yapılan bu ihracat, Babu’l Mendeb Boğazı, Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı’ndan geçiyor ve bu da bölgedeki deniz trafiğinin artmasını sağlıyor.

Üçüncüsü, Kovid-19 karantinalarının ardından Avrupa ve Asya ekonomilerinin toparlanmasıyla birlikte petrol ve petrol ürünlerine olan talep arttı ve bu da her iki yönde de petrol ve petrol ürünleri taşıyan tankerlerin sayısında bir yükselişe neden oldu.

Dördüncüsü, daha önce büyük ölçüde Süveyş Kanalı, Kızıldeniz ve Babu’l Mendeb Boğazı üzerinden gerçekleşen Çin, Hindistan ve diğer Asya ülkelerinin ABD petrolü ve LNG ithalatı arttı. Bu durum, bu su yollarında deniz trafiğinin artmasını ve ABD'nin ham petrol, petrol ürünleri ve LNG üretiminde önemli bir artışı sağladı.

Beşincisi, Ukrayna ve Gazze'deki olaylardan ve Husilerin gemilere yönelik saldırılarından önce, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Umman'da üç büyük rafinerinin inşa edildiği ve BAE'deki bir rafinerinin genişletildiği herkes tarafından biliniyordu. Bu gelişmeler, özellikle Avrupa rafinerilerinin kapanması ve kalanların kapasitelerinin azalması göz önüne alındığında, söz konusu ülkelerin rafine ettikleri ürünlerin bir kısmını Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı üzerinden Avrupa'ya ihraç edecekleri anlamına geliyordu.

Altıncısı, Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı ve G7 ile Avrupa Birliği tarafından uygulanan yaptırımlar, Rus petrolünün Avrupa'dan Asya pazarlarına kaymasına neden oldu. Bu, Süveyş Kanalı, Kızıldeniz ve Babu’l Mendeb Boğazı'ndan geçen Rus petrolünün hacmini üç kattan fazla artırdı. Bununla birlikte, Avrupa'nın Rus petrolünü kaybetmesi, Körfez ülkelerinden Avrupa'ya yapılan ve yine Kızıldeniz'den geçen ihracatın artması anlamına geliyordu ve bu da Kızıldeniz'in petrol sektöründeki önemini önemli ölçüde artırdı.

Yedincisi, Rusya'nın Avrupa'ya doğalgaz ihracatındaki düşüş nedeniyle, Katar gibi bazı ülkeler, Avrupa'ya yönelik yine Kızıldeniz'den geçen LNG ihracatını artırmaya başladı.

Yukarıdakileri kanıtlamak istersek, Süveyş Kanalı İdaresi verileri, 2016 yılında kanaldan 16.833 geminin geçtiğini, bu sayının 2023 yılında yüzde 57 artarak 26.434'e yükseldiğini gösteriyor. 2019 yılının ilk dokuz ayında Süveyş Kanalı'ndan geçen petrol tankerlerinin sayısı 3.645 iken, bu sayı 2023 yılının ilk dokuz ayında yüzde 70 artarak 6.383'e yükseldi. Bu rakamlar, Süveyş Kanalı'na girmeden Kızıldeniz'de seyreden ve Ayn Sukhna Limanı’na petrol taşıyan Suudi petrol tankerlerini kapsamıyor ki bu tankerlerin sayısında da artış yaşandı. Ayrıca, Batı limanlarından Asya'ya petrol ve petrol ürünleri taşıyan tankerleri de kapsamıyor. Deniz taşımacılığı takibi konusunda uzman en büyük şirket olan Kpler'in verilerine göre, Suudi Arabistan'ın Batı limanlarından ihracatı 2019'da günde 1,3 milyon varilden 2022'de günde 1,6 milyon varile yükseldi; bu da yüzde 23'lük bir artış anlamına geliyor. Peki karşılaştırma için neden 2019 yılını seçtim? Çünkü Kovid-19 karantinalarından önceydi. Peki neden sadece ilk dokuz ayı seçtim? Hamas'ın 7 Ekim 2023'te İsrail'e düzenlediği saldırı ile başlayan Gazze'deki savaşın etkilerinden kaçınmak için, çünkü ekim 10’uncu ay. Peki Suudi Arabistan’ın ihracatını karşılaştırmak için neden 2023 yerine 2022'yi seçtim? Çünkü OPEC+ üretim kesintileri nedeniyle Suudi Arabistan'ın üretimi ve ihracatı 2023 yılında önemli ölçüde azaldı. Rus petrol ihracatına gelince, kanaldan geçiş yapan Rus petrolü 2016 yılında günde ortalama 130 bin varil iken, 2023 yılında günde yaklaşık 3,5 milyon varile yükseldi.

Özetle mesele küresel ticaret yollarının kontrolüdür ve Husiler Amerikalılara bu gerekçeyi sunmuştur. Husileri ve İran'ı bahane ederek, İsrail şimdi bölge devletleri ve ABD üzerinde baskı kurmaya çalışıyor. İsrail'in Somaliland'ı tanımasıyla bu kontrol daha da pekişiyor, çünkü İsrail Babu’l Mendeb Boğazı üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırmak ve ABD için hayati önem taşımaya devam etmek için Somaliland'ın stratejik konumundan faydalanabilir.


Pekin, Panama Kanalı girişindeki Çin anıtının yıkılmasını kınadı

Panama Kanalı girişindeki Çin ile dostluğu simgeleyen anıt (AP)
Panama Kanalı girişindeki Çin ile dostluğu simgeleyen anıt (AP)
TT

Pekin, Panama Kanalı girişindeki Çin anıtının yıkılmasını kınadı

Panama Kanalı girişindeki Çin ile dostluğu simgeleyen anıt (AP)
Panama Kanalı girişindeki Çin ile dostluğu simgeleyen anıt (AP)

Çin hükümeti dün, iki ülke arasındaki dostluğu simgeleyen Panama Kanalı girişindeki anıtın yıkılmasını kınadı ve Panama hükümetinden yıkımla ilgili "tüm gerçeğin ortaya çıkarılmasını" talep etti.

ABD'nin kanal çevresindeki Çin varlığını azaltma yönündeki baskısı altında, kanalın doğu girişinde bulunan Arakan belediyesi, su yolunu geçen devasa metal bir yapı olan Amerika Köprüsü üzerine dikilen geleneksel bir Çin kapısının cumartesi günü yıkılması emrini verdi. Belediyeden yapılan açıklamaya göre, 2004 yılında inşa edilen ve iki ülke arasındaki dostluğu simgeleyen Çin anıtı, "tehlike" oluşturan yapısal hasar görmüştü.

Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü dün yaptığı açıklamada, “Çin, yerel yetkililer tarafından (...) Çin'in Panama Kanalı'na yaptığı katkıları anmak için dikilen anıtın zorla yıkılmasını kınıyor” dedi. Sözcü, “Bu anıt, Çin ile Panama arasındaki uzun soluklu dostluğun yanı sıra, 19. yüzyılda Panama Kanalı'nın inşasına katılmak için okyanusları aşan Çinli işçilerin muazzam katkılarının bir kanıtı ve anısıydı (...) Bu işçilerden bazıları çalışırken hayatlarını kaybetti” diye ekledi. Sözcü, “Bu anıt aynı zamanda Çinlilerin yerel topluluğun kalbine entegre olduklarının da bir kanıtıdır” diye devam etti.

Anıtın yıkılmasını izleyen Çin'in Panama Büyükelçisi Şue Yiyuan, 300 bin Çinli Panamalı için “kara bir gün” olduğunu belirterek üzüntüsünü dile getirdi. İki ülke arasındaki “dostluğa duyduğu derin üzüntüyü” ifade eden Büyükelçi, “tarih bunu hatırlayacak” diye vurguladı.

Çin Dışişleri Bakanlığı açıklamasında, “Çin, Panama'ya resmi bir protesto notası gönderdi (...) ve konuyu açıklığa kavuşturmasını, yerel yönetimin hatalarını düzeltmesini ve sonuçları bir an önce ele almasını talep etti” denildi.

Panama Cumhurbaşkanı José Raúl Molino pazar günü olayla ilgili yaptığı açıklamada, bunu “haklı gösterilemez bir barbarlık” ve “mantıksız ve affedilemez bir eylem” olarak nitelendirerek, anıtın derhal eski yerine yeniden inşa edilmesini talep etti.

Son aylarda ABD Başkanı Donald Trump, stratejik öneme sahip Panama Kanalı'nın kontrolünü geri almayla tehdit ederek, Hong Kong merkezli Hutchison Holdings'in Pasifik ve Atlantik okyanuslarında iki limanı imtiyazlı olarak işlettiği için kanalın Pekin'in kontrolü altında olduğunu iddia etti.

Amerika Birleşik Devletleri ve Çin, küresel deniz ticaretinin %5'inin geçtiği 80 kilometre uzunluğundaki kanalın başlıca kullanıcılarıdır. Şarku’l Avsat’ın aladığı bilgiye göre kanal, 1914 ile 1999 yılları arasında ABD yönetimi altında idi ve daha sonra Panama'ya devredildi.


Moskova, Oreşnik füzelerinin aktif hizmete girdiğini duyurdu

Rusya Savunma Bakanlığı, Belarus'ta yeri açıklanmayan bir bölgede gerçekleştirilen eğitim tatbikatı sırasında Rus yapımı "Oreşnik" füze sistemini gösteren bir fotoğraf yayınladı (AP)
Rusya Savunma Bakanlığı, Belarus'ta yeri açıklanmayan bir bölgede gerçekleştirilen eğitim tatbikatı sırasında Rus yapımı "Oreşnik" füze sistemini gösteren bir fotoğraf yayınladı (AP)
TT

Moskova, Oreşnik füzelerinin aktif hizmete girdiğini duyurdu

Rusya Savunma Bakanlığı, Belarus'ta yeri açıklanmayan bir bölgede gerçekleştirilen eğitim tatbikatı sırasında Rus yapımı "Oreşnik" füze sistemini gösteren bir fotoğraf yayınladı (AP)
Rusya Savunma Bakanlığı, Belarus'ta yeri açıklanmayan bir bölgede gerçekleştirilen eğitim tatbikatı sırasında Rus yapımı "Oreşnik" füze sistemini gösteren bir fotoğraf yayınladı (AP)

Rusya Savunma Bakanlığı bugün yaptığı açıklamada, nükleer savaş başlığı taşıma kapasitesine sahip Oreşnik (Oreshnik) füze sisteminin aktif hizmete girdiğini duyurdu. Bu açıklama, Ukrayna'daki savaşı sona erdirmek için devam eden barış görüşmelerinde müzakerecilerin bir atılım sağlamaya yönelik çabalarının sürdüğü bir dönemde geldi.

Bakanlık, füzelerin konuşlandırıldığı komşu Belarus'ta bu olayı kutlamak için kısa bir tören düzenlendiğini duyurdu.

Bakanlık, konuşlandırılan füze sayısı veya diğer ayrıntıları açıklamadı.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bu ayın başlarında Oreşnik füze sisteminin bu ay muharebe hizmetine gireceğini söylemişti.

Binlerce kilometrelik menzil

Şarku'l Avsat'ın AFP'den aktardığına göre geçen aya kadar bu yeni silah bilinmiyordu ve Putin, bu nedenle 3 bin ila 5 bin 500 kilometre arasındaki hedeflere ulaşabilen "orta menzilli" bir balistik füze olarak tanımladı.

Cenevre'deki Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Araştırma Enstitüsü'nde (UNIDIR) araştırmacı olan Pavel Podwig, Ostroznosti haber kuruluşuna verdiği demeçte, Oreşnik füzesinin neredeyse tüm Avrupa için de bir tehdit oluşturabileceğini söyledi.

2019 yılına kadar, Soğuk Savaş sırasında 1987'de imzalanan Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması (INF Anlaşması) uyarınca, Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri'nin bu tür füzeleri konuşlandırması yasaktı.

Ancak 2019'da ABD Başkanı Donald Trump, Moskova'yı anlaşmayı ihlal etmekle suçlayarak Washington'u anlaşmadan çekti ve böylece yeni bir silahlanma yarışının önünü açtı.

Devlet haber ajansı TASS'a göre, ilk başarılı testi 2012'de gerçekleştirilen RS-26 Roubej silah programı, dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir hedefi vurabilmesi beklenen yeni nesil süpersonik Avangard sistemlerinin geliştirilmesiyle "eş zamanlı" olarak bu projeyi hayata geçirecek kaynakların bulunmaması nedeniyle 2018'de donduruldu.