Erdoğan NATO'nun Baltık ülkeleri savunma planını veto etme ısrarından vazgeçti

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
TT

Erdoğan NATO'nun Baltık ülkeleri savunma planını veto etme ısrarından vazgeçti

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump (AFP)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, NATO’daki ortakları tarafından ‘YPG terör örgütü olarak kabul edilmedikçe’ NATO’nun Baltık ülkeleri savunma planını veto etme ısrarından vazgeçti.
Bu durum, coğrafi konumu ve askeri rolünden vazgeçilemeyecek olması nedeniyle ‘şantaj’ olarak nitelendirilen davranışlarından şikayet edilen Ankara’nın yalnızca NATO’yla değil aynı zamanda bölgenin sıkıntılı meseleleriyle olan ilişkisine olumlu yansıyabilir.  
Son zamanlarda Libya’ya ulaşan Ankara, Doğu ve Güney Akdeniz ülkeleriyle arasındaki gaz yatırımı konusundaki fikir ayrılıklarını artırdı. Rus S-400 hava savunma sistemlerini satın alması da müttefikleriyle ilişkilerini etkiledi.
Ortadoğu Enstitüsü (Middle East Institute) tarafından Washington’da 10 yıldır düzenlenen yıllık Türkiye Konferansı’na, Alman Federal Meclis (Bundestag) Dış İlişkiler Komitesi üyesi Nils Schmid ve geçtiğimiz baharda emekli olan ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Joseph Votel başta olmak üzere çok sayıda önemli isim katıldı.
Türkiye Konferansı’nda, Ankara'nın Moskova ile artan ilişkileri, ekonomik, askeri ve güvenlik alanında iki ülke arasında imzalanacak projeler başta olmak üzere İstanbul’da yapılan son belediye seçim sonuçlarının getirdiği birçok iç değişimler katılımcılar tarafından tartışılan ana konular arasında yer aldı.
Londra’daki NATO Zirvesi’ne de, bölgesel rolü ve özellikle S-400 olmak üzere Rusya ile işbirliği konularında Türkiye ile olan anlaşmazlıklar damgasını vurdu.
Türkiye Konferansı’nda söz alan konuşmacıların birçoğunda, Türkiye'nin NATO üyeliği ve bölgedeki rolü ve geleceği konusunda bir hayal kırıklığı ile belirsizlik atmosferi hakimdi.
Emekli general Joseph Votel, “Türkiye'ye hala güvenilir bir ortak gibi bakabilir miyiz bilmiyorum” diyerek, Türkiye'nin S-400 satın alarak sadece Rusya ile ortaklığı geliştirme amacı taşıyıp taşımadığını bilmediğini söyledi.
Votel, ABD'nin S-400 yüzünden Türkiye’ye karşı sağlam bir duruş sergilememesi ve ciddi yaptırımlar getirmemesinin, Washington’un NATO’yu liderlik etmesi nedeniyle NATO’nun konumunu zayıf ve belirsiz hale getirdiğini öne sürdü.
Türk gazeteci Aydın Selcen ise Erdoğan’ın S400 satın alma konusundaki ısrarının, 2016’da yaşanan darbe girişiminin tekrarından korkarak, özellikle başkanlık sarayı olmak üzere herhangi bir hava saldırısından korunma amacı taşıdığına inananlar olduğunu söyledi.
Selcen, bir diğer sorunun, Türkiye ile ABD arasındaki diplomatik ilişkilerin ‘diplomatsız diplomasiye’ dayandığını öne sürerek, Trump ve Erdoğan arasındaki kişisel ilişkiye dikkat çekti.
ABD Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Cumhuriyetçi Jim Risch, Türkiye’ye yaptırım yasasının önümüzdeki hafta oylanacağını bildirdi.
ABD Kongresi'ne araştırma hizmeti sunan Kongre Araştırmalar Merkezi'nden Ortadoğu ve Türkiye uzmanı Jim Zanotti ise başkanın vetosunu aşmak için Kongre’de salt çoğunluk oyu sağlanmaması halinde yeni oylamanın hiçbir etkisi olmayacağını ve yaptırımlara yol açmayacağını savundu.
Zanotti, Ankara ve Moskova’nın S400 füze anlaşmasıyla ilgili müzakerelerin başladığını 2017’de açıklamasından iki ay sonra ABD'nin Düşmanlarına Yaptırımlarla Karşı Koyma Yasası’nın (CAATSA) kabul edildiğini hatırlatarak, “Sorun şu ki, bu yasa yaptırımların uygulanma tarihi hakkında detay vermiyor. Eğer ABD idaresi onu uygulamak için harekete geçmezse Kongre harekete geçecek mi? Ne zaman geçecek?” dedi.
Buna karşılık, Ortadoğu Enstitüsü'nün Türkiye Araştırmaları Merkezi Direktörü Gönül Tol, Türkiye’nin NATO’daki geleceğinin dönüşü olmayan bir noktaya ulaşmayacağını söyledi.
Tol, Ankara'nın Moskova ile ilişkilerinin gelişmesi karşısında ilişkide benzeri görülmemiş gerilemeye rağmen, Rusya ile ilişkilerinin karmaşıklığı göz önüne alındığında Türkiye’nin hala NATO şemsiyesinden vazgeçemediğini dile getirdi.
Gönül Tol konuya ilişkin, “Türkiye Soğuk Savaş’tan sonra kendisini Karadeniz’in kilit bir oyuncusu olarak gördü ve eski Sovyetler Birliği’nin birçok ülkesi ile yakın ilişkiler kurdu” yorumunda da bulundu.
Gazeteci Ruşen Çakır,  AK Parti’nin son yerel seçimlerde İstanbul, Ankara ve diğer bazı büyük şehirlerde başarısız olmasına rağmen, Erdoğan ve AK Parti'nin siyasi geleceğinin henüz tehlikede olmadığını dile getirdi.
Washington’daki Demokrasileri Savunma Enstitüsü’nde araştırmacı olan Aykan Erdemir de, her ne kadar Türk toplumu Müslüman olsa da, her şey bir anda değişmese de, ülkenin işlerini yürüten İslamcı bir partiyi desteklemeye devam etmeyebileceklerine dikkat çekti.
Erdemir, AK Parti’yi etkileyen dönüşümleri, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eski Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve eski bakanlardan Ali Babacan örneğinde olduğu gibi giderek artan ‘bölünme’ fenomeni ışığında izleme ihtiyacını vurguladı.



Hükümete güvenin sarsılması ile uluslararası koruma talebi arasında Suriye Dürzileri

Suriye'deki Dürziler bölgelerini korumaya çalışıyor ve devlet yönetiminin ademi merkeziyetçi olmasında ısrar ediyorlar (Independent Arabia)
Suriye'deki Dürziler bölgelerini korumaya çalışıyor ve devlet yönetiminin ademi merkeziyetçi olmasında ısrar ediyorlar (Independent Arabia)
TT

Hükümete güvenin sarsılması ile uluslararası koruma talebi arasında Suriye Dürzileri

Suriye'deki Dürziler bölgelerini korumaya çalışıyor ve devlet yönetiminin ademi merkeziyetçi olmasında ısrar ediyorlar (Independent Arabia)
Suriye'deki Dürziler bölgelerini korumaya çalışıyor ve devlet yönetiminin ademi merkeziyetçi olmasında ısrar ediyorlar (Independent Arabia)

Abdulhalim Süleyman

Son günlerde Suriye'yi sarsan kanlı olayların ardından, Dürzi ileri gelenleri ve din adamları ile Şam hükümeti tarafından atanan Suveyda valisi dahil olmak üzere hükümet yetkilileri arasında toplantılar yapıldı. Kaynaklara göre, toplantıya katılanlar arasında Şam Kırsalı Valisi Amir el-Şeyh, Suveyda Valisi Dr. Mustafa el-Bakur, Kuneytra Valisi Ahmed el-Dalatî, Şeyh Yahya el-Haccar Şeyh Latif el-Bal’us, Şeyh Hammud el-Hanavi ve Şeyh Yusuf Carbu vardı. Toplantıda, Ceramana'daki Genel Güvenlik Dairesi dışında hiçbir tarafın silah taşımasına izin verilmemesinin yanı sıra, sadece Suveyda sakinlerinden oluşan bir Genel Güvenlik Dairesi'nin aktif hale getirilmesi kararları alındı.

 

Toplantıda alınan bir diğer karar, Dürzi grupların ağır silahları Şara hükümetine teslim etmelerini ve bunların Suveyda dışına taşınmasını, orta ve hafif silahlarınsa Şeyh Yusuf Carbu ve Şeyh Hammud Hanavi'ye teslim edilmesini öngörüyordu. Anlaşma ayrıca, şehir sakinlerinden oluşan bir yürütme ofisinin aktif hale getirilmesini ve katılmak isteyen sakinler için Genel Güvenlik Kuvvetleri ve orduya katılım kapısının açık olmasını da şart koşuyordu.

El-Hicri'nin pozisyonu

Bunun ardından, Muvahhid Dürzi Cemaati Şeyhliği ile Suveyda ileri gelenleri ve dini mercileri, bölünmeyi, Suriye'den ayrılmayı veya kopmayı reddettiklerini vurgulayan bir bildiri yayınladılar. Ayrıca, Suveyda ilinde İçişleri Bakanlığı ve il sakinlerinden oluşan adli polisin aktifleştirilmesi, Suveyda-Şam yolunun güvence altına alınması, ayrıca Suriye genelinde güvenlik ve emniyetin sağlanması çağrısında bulundular. Buna ek olarak, Dürzi topluluğunun ruhani lideri Şeyh Hikmet Selman el-Hicri ayrı bir açıklama yaparak, Dürzilere karşı savaşan grupları “tekfirci teröristler” olarak nitelendirdi. Hicri, “hükümet, kendisine bağlı tekfirci çetelerle kendi halkını öldürüp, katliamlardan sonra bunların kontrolü dışındaki unsurlar olduğunu iddia edemeyeceği” için, Dürzilerin hükümete olan güvenlerinin sarsıldığına işaret etti. Hicri bu nedenle “katliamlara uğrayan bir halk için meşru bir hak” olarak uluslararası koruma çağrısında bulundu. “Durum, barışı korumak, bu suçların devam etmesini önlemek ve derhal durdurmak için uluslararası güçlerin müdahalesini gerektiriyor” diye ekledi. Suriye’nin sahil bölgesinde yaşananları örnek göstererek, kendilerinin de aynı şeyi deneyimlediklerini vurguladı.

Hükümet müdahaleyi reddediyor

Suriye hükümeti ise Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani aracılığıyla Şeyh Hicri'nin uluslararası koruma talep eden çağrısını reddetti. Şeybani, X hesabından yaptığı paylaşımda, herhangi bir bahane veya slogan altında yapılan herhangi bir yabancı müdahale çağrısının yalnızca daha fazla çöküş ve bölünmeye yol açacağını belirtti. “Bölge ve dünyadaki deneyimler, genellikle ulusal çıkarların aleyhine olan, Suriye halkının beklenti ve özlemleriyle ilgisi olmayan ajandalara hizmet eden yabancı müdahaleler sonucunda halkların ödediği ağır maliyete tanıklık etmektedir” dedi. “Böyle bir müdahale çağrısında bulunanlar, Suriyeliler ve tarih önünde tarihi, ahlaki ve siyasi bir sorumluluk taşımaktadır, çünkü bu çağrıların sonuçları sadece anlık yıkımla sınırlı kalmaz, onlarca yıllık parçalanma, zayıflık ve bölünmeye kadar uzanır” diye ekledi. Şeybani sözlerini Suriyeli gruplar arasında diyalog çağrısında bulunarak tamamladı.

Buna karşılık, Suveyda Askeri Konseyi, hükümet güçlerini “mezhepçi bahaneler, keyfi tutuklamalar, Dürzi din adamlarını, sembollerini ve kutsallarını aşağılama yoluyla masum, savunmasız sivilleri ayrım gözetmeksizin öldürerek, Sahnaya şehrinde Dürzi sivillere karşı sistematik savaş suçları” işlemekle suçlayıp, Şeyh Hicri’nin açıklamasını tamamen benimsediğini duyurdu. Suveyda Askeri Konseyi açıklamasına göre Konsey ayrıca “BM Güvenlik Konseyi'ni, dökülen kanı durdurmak için tarafsız uluslararası güçlerin gözetimi altında, Suveyda ve çevresinde güvenli bir bölge kurmaya” çağırdı.

Koruma konusunda ısrar

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı hbaere göre, Suveyda Askeri Konseyi Komutanı Tarık el-Şuvey, “Konsey güçleri ile oluşumlarının mevcut durum nedeniyle tam anlamıyla seferber ve hazır olduğunu” söyledi. İsrail’in Suveyda şehrine havadan bir indirme yaptığı veya herhangi bir taraftan herhangi bir askeri yardım veya ekipman geldiği haberlerini reddetti. Bu açıklama, İsrail uçaklarının başkent Şam yakınlarındaki birkaç bölge de dahil olmak üzere Suriye'deki birçok bölgede kapsamlı hava saldırıları gerçekleştirdiği bir sırada, İsrail helikopterlerinin bölgede uçtuğuna ve iniş yaptığına dair haberlerin ardından geldi. İsrail saldırıları, İsrail hükümetinin, Kasiyun Dağı'ndaki boş alanlar ile Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara'nın heyetleri ve ziyaretçileri kabul ettiği Halk Sarayı'nın dış duvarına bitişik noktaları hedef alan uyarıcı hava saldırılarının ardından daha fazla hava saldırısı düzenleme kararının akabinde gerçekleşti.

İsrail saldırıları Arap ve uluslararası toplum tarafından kınandı. Ancak Dürzi bölgelerindeki askeri olaylar ABD Dışişleri Bakanlığı'nı Suriye'deki Dürzi topluluğu üyelerine yönelik şiddet eylemlerini ve provokatif söylemi kınamaya yöneltti. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tammy Bruce, “Geçiş süreci makamları devam eden çatışmaları durdurma, şiddete başvuranlardan ve sivillere zarar verenlerden hesap sorma, tüm Suriyelilerin güvenliğini sağlama sorumluluğunu taşımaktadır” dedi. Bruce, “Mezhepçilik Suriye'yi ve bölgeyi kaosa ve daha fazla şiddete sürüklemekten başka bir işe yaramayacaktır” diye ekledi. Yine Bruce, “Suriyeliler farklılıklarını barışçıl bir şekilde ve müzakereler yoluyla çözme yeteneğine sahiptir. Bu nedenle, gelecekte etnik ve dini azınlıklar da dahil olmak üzere tüm Suriyeli grupları koruyan ve bütünleştiren, onları temsil eden bir hükümet çağrısında bulunuyoruz” dedi. Ülkedeki Dürzi krizini kontrol altına alma yönünde çeşitli tarafların girişimleri oldu ve bunların en önemlisi Dürzi lider ve Lübnanlı İlerici Sosyalist Parti Başkanı Velid Canbolat'ın girişimi ve Suriye Cumhurbaşkanı ile görüşmesiydi. Canbolat’ın görüşmenin çok verimli olduğu açıklamasına rağmen, gerginlik hakim olmayı sürdürüyor. İlerici Sosyalist Parti'nin toplantıyla ilgili yaptığı açıklamada, her iki tarafın da can kaybından duyduğu üzüntünün dile getirildiği, Suriye devletinin anavatanın ve vatandaşların güvenliğini koruma sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğinin vurgulandığı belirtildi.

Hz. Muhammed hakkında aşağılayıcı ifadeler içeren ve çeyrek saatten kısa bir ses kaydı, Nisan ayı sonlarında yeni Suriye makamları ile Dürzi topluluğu arasında huzursuzluğa ve gerginliğe yol açtı. Mesele daha sonra askeri çatışmalara ve İsrail'in askeri müdahalesine sahne olan bölgesel bir krize dönüştü. Gerilim, 28 Nisan'da başkent Şam'ın güneydoğusundaki Ceramana banliyösünde hükümet yanlısı gruplar ile Dürzi gruplar arasında başladı. Daha sonra Sahnaya ve Eşrefiye Sahnaya'ya yayıldı. Bu banliyölerde Hristiyan ve Müslümanlar ile birlikte Dürzi bir çoğunluk yaşıyor. Birkaç saat içinde gerginlik silahlı çatışmalara ve çarpışmalara dönüştü. Çatışmalar, saatler sonra Suriye Savunma Bakanlığı ve Genel Güvenlik güçlerinin iki gün boyunca olayların ve çatışmaların odak noktası haline geldiği Eşrefiye Sahnaya'ya girmesiyle sona erdi. Bu sürede sakinleştirme çabaları da görüldü ve bunlar gerginliği hükümet güçleri lehine sonlandıran bir anlaşmayla sonuçlandı.

İsrail'in Suriye'deki Dürzileri korumaya yönelik önceki açıklamalarına paralel olarak, İsrail Hava Kuvvetleri, Şam'ın bir banliyösüne üç hava saldırısı düzenledi ve bunların burada toplanan gruplar ile Suriye hükümetine bağlı Genel Güvenlik güçlerine karşı bir uyarı olduğunu söyledi. Hükümet yetkililerine göre, bu hava saldırıları, söz konusu güçlerden bir unsurun ve bir sivilin ölümüne ve birkaç kişinin yaralanmasına neden oldu. Aynı zamanda Suveyda şehrinde konuşlanmış Dürzi gruplar da Sahnaya'ya doğru ilerlemeye çalıştılar ancak hükümet yanlısı gruplar ve İçişleri Bakanlığı'na bağlı Genel Güvenlik güçleri tarafından engellendiler. Çatışmalar, çoğunluğu Dürzi grupların üyeleri olan yaklaşık 24 kişinin ölümüyle sonuçlandı. Kaynaklar, çatışmaların patlak vermesinden bu yana ölü sayısının, çok sayıda sivil ve çok sayıda yaralı dahil olmak üzere 70'i geçtiğini bildirdi. El-Sura el-Kubra kasabası da dahil olmak üzere Suveyda’nın kuzey kırsalındaki Dürzi köyleri, hükümet yanlısı grupların ilerleyişi sırasında havan topu atışlarına maruz kaldı. Bu da Genel Güvenlik güçlerinin daha sonra kontrolünü ele geçirdiği bölgelerde sivillerin evlerini terk etmesine neden oldu.