​Yunanistan’ın ‘Pontus soykırımı’ açıklamasına Dışişleri Bakanlığı’ndan tepki

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy (İHA)
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy (İHA)
TT

​Yunanistan’ın ‘Pontus soykırımı’ açıklamasına Dışişleri Bakanlığı’ndan tepki

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy (İHA)
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy (İHA)

Türkiye ve Fayiz es-Serrac liderliğindeki Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) arasında ‘güvenlik ve askeri işbirliği’ ile ‘deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına’ ilişkin iki mutabakat muhtırasının imzalanması, iki komşu ülke Türkiye ve Yunanistan arasındaki gerginliği daha da artırdı.
Türkiye ile anlaşma yapan Libya'nın Büyükelçisi'ni sınır dışı etme kararı alan Yunanistan, Osmanlı döneminde ‘Pontus soykırımı’ olduğu yönünde açıklamalar yaparak yeni bir krizin fitilini ateşledi.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis’in “Pontus soykırımını uluslararası kamuoyunun gündemine getireceğiz” ifadesini eleştirdi.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy, “Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis'in 'Uluslararası Soykırım Suçu Konferansı' adı altında, 6-8 Aralık 2019 tarihlerinde Atina’da yaptığı konuşmada tarihimize ve bugüne yönelik mesnetsiz, yalan ve iftira dolu hasmane iddiaları reddediyoruz” dedi.
Yunan liderliğinin, Kurtuluş Savaşı sırasında Yunan ordusunun Ege denizine döküldüğünü unutamadığına vurgu yapan Aksoy konuya ilişkin açıklamasını şu ifadelerle sürdürdü:
“Yunan liderliği, tarihiyle yüzleşmek istiyorsa, önce Yunan Ordusu'nun Anadolu'yu işgali sırasında işlediği savaş suçlarını tespit eden Müttefik ülkeler Tahkikat Komisyonu'nun raporu ile Türklere uyguladığı katliam ve mezalimlerden ötürü Yunanistan'ı tazminat ödemeye mahkum eden Lozan Antlaşması hükümlerine bakmalıdır. Yunan liderliğini işgalci Yunan ordularına karşı mücadele vererek, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Ulu Önder Atatürk'ü Nobel Barış Ödülü'ne aday gösteren Yunanistan Başbakanı Venizelos'un yolundan giderek, hayalperest ideolojileri bir kenara bırakıp, dostluk ve iyi komşuluk ilkelerine sahip çıkmaya davet ediyoruz.”
Erdoğan ve Davutoğlu arasında söz düellosu
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve eski Başbakan Ahmed Davutoğlu arasındaki, Halkbank tarafından tüm malvarlıklarına tedbir konulan ‘Şehir Üniversitesi’ tartışması alevlendi.
Erdoğan, AK Parti İstanbul İl Başkanlığı Genişletilmiş İl Danışma Meclisi Toplantısı’nda Davutoğlu'nun kurucuları arasında olduğu İstanbul Şehir Üniversitesi hakkında şu konuşmayı yaptı:
“Bunlar Halk Bankasını dolandırmaya çalışıyorlar. Halk Bankasından bunlar kredi talebinde bulunuyorlar. Halk Bankası bunlara ciddi bir kredi veriyor fakat ödeme planlarında maalesef bunlar Halk Bankasına ödemelerini yapmıyor. Şu anda Halk Bankasına olan borçları 417 milyon noktasında. Tabii bizi halef selef olduğumuz Cumhurbaşkanı (Abdullah Gül) aradı. 'Siz bu işi arzu ederseniz halledersiniz' dedi. Kendisine ‘Biz geçmişte bankaların nasıl iflas ettiğini biliyoruz’ dedim.”
Erdoğan ayrıca, “Her şeyden önce Şehir Üniversitesi’nin tahsisini Başbakanlığım döneminde yapan benim. Tahsisini yapan ben olduğuma göre, daha sonra malum zat Başbakan olunca bu tahsisi, Şehir Üniversitesine mülkiyet devrine dönüştürmüştür. Peki yanında kim var? Sayın Babacan var. Onun da imzası var bu işin altında. Mehmet Şimşek var. Başka kim var? O zaman Ulaştırma Bakanı olarak Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun içinde olan Feridun Bilgin var” şeklinde konuştu.
Cumhurbaşkanı’nın bu çıkışına Davutoğlu’nun yanıtı gecikmedi.
Ahmed Davutoğlu, “Şu anda görev yapanlar da dahil olmak üzere bütün Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, kamu bankalarının bağlı olduğu bakanlar ve özelleştirme yüksek kurulunda görev yapmış yetkililerin, onların birinci ve ikinci derece hısımlarının ve akrabalarının mal varlıklarını ve bu varlıklardaki değişimi, bu kişilerin siyasete girdikleri, devlet görevi üstlendikleri günden bugüne kadar araştırmak ve soruşturmak üzere TBMM’nde gerekli komisyonlar oluşturulmalı” dedi.
Davutoğlu ayrıca, “Ben şahsım adına artık üyesi olmadığım yüce TBMM’ne hesap vermekten bir an bile imtina etmem” vurgusunu da yaptı.
Cezaevlerindeki kişi sayısı yüzde 14 arttı
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ceza infaz kurumunda bulunan kişi sayısı 2018’de bir önceki yıla göre yüzde 14 artarak 264 bin 842'ye yükseldi.
Bu kişilerin yüzde 78,9'unun hükümlüler, yüzde 21,1'inin ise tutuklular olarak ifade edildiği verilere göre hükümlülerden yüzde 17'si hırsızlık, yüzde 12,4'ü yaralama, yüzde 6,7'si uyuşturucu madde imal ve ticareti, yüzde 5,8'i İcra İflas Kanunu'na muhalefet, yüzde 3,5'i ise öldürme suçu işledi.
36 üyeli Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'ne (OECD) göre Türkiye, nüfusuna oranla dünyada en fazla mahkuma sahip ülkeler listesinde ABD’nin ardından ikinci sırada yer aldı.



Anlaşmazlık ayrıntılarda değil, özde

Gazze Şeridi'nin merkezindeki Bureyc Mülteci Kampında havadan insani yardımların atılacağı noktaya yönelen yerinden edilmiş Filistinliler, 17 Ağustos 2025 (AFP)
Gazze Şeridi'nin merkezindeki Bureyc Mülteci Kampında havadan insani yardımların atılacağı noktaya yönelen yerinden edilmiş Filistinliler, 17 Ağustos 2025 (AFP)
TT

Anlaşmazlık ayrıntılarda değil, özde

Gazze Şeridi'nin merkezindeki Bureyc Mülteci Kampında havadan insani yardımların atılacağı noktaya yönelen yerinden edilmiş Filistinliler, 17 Ağustos 2025 (AFP)
Gazze Şeridi'nin merkezindeki Bureyc Mülteci Kampında havadan insani yardımların atılacağı noktaya yönelen yerinden edilmiş Filistinliler, 17 Ağustos 2025 (AFP)

Nebil Fehmi

BBC kanalında yakın zamanda katıldığım bir programda, sunucu Gazze ile ilgili devam eden müzakereleri ve bazı ayrıntılar sebebiyle tekrar tekrar çıkmaza girmelerinin nedenlerini sormuştu. Cevabım açık ve netti; anlaşmazlık ayrıntılarda değil, çatışmanın özü konusunda.

Birkaç gün sonra, İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri'nin kapsamlı ve eksiksiz bir çözüm lehine kısmi ve geçici çözümler fikrini yeniden değerlendirdiklerine dair haberleri takip ettim. İlk bakışta bunu olumlu bir işaret olarak gördüm. Bu haberler, bir dizi Batılı ülkenin Filistin Devleti'ni sonbaharda tanıma niyetini açıklaması ve Suudi Arabistan ile Fransa’nın himayesinde BM’de düzenlenen “iki devletli çözüm” konferansının sona ermesiyle birlikte geldi.

Ancak, uzun müzakere deneyimim beni temkinli olmaya ve haberleri yakından takip etmeye yöneltti. Nitekim “kapsamlı” teriminin, bazı Filistinli tutuklular karşılığında tüm rehinelerin iadesini, Gazze'deki savaşın sona erdirilmesini içeren bir anlaşma anlamına geldiği ortaya çıktı. Dahası İsrail hemen Hamas liderlerinin, Gazze Şeridi dışında da her yerde hedef alınacaklarını vurguladı. Savaşın durmasının Gazze’den çekilmesi anlamına geldiği düşüncesine bağlı kalmaktan veya daha önceki önemli bir talebinden, yani İsrail'in Gazze'de güvenliği kontrol etmeye devam etmesi talebinden geri adım atmaktan kaçındı. Filistin-İsrail çatışmasının çözümünden, Batı Şeria ile Gazze Şeridi'ndeki işgalin sona erdirilmesinden ise kesinlikle bahsetmedi. Tam aksine, Knesset Batı Şeria'yı ilhak eden bir yasa çıkardı ve Başbakan tüm Gazze'yi işgal etme niyetini açıkladı.

Basitçe ve tüm samimiyetimle ifade etmem gerekirse, Gazze ve Batı Şeria'daki Filistin-İsrail sorunu hem günümüzde hem de geçmişte, her iki alandaki siyasi merkezler ile barışçıl müzakere sürecini destekleyenler arasında tartışmalar yaşansa bile, ayrıntılar üzerindeki anlaşmazlıklar nedeniyle sekteye uğramadı. Sorun daha ziyade çatışmanın özü, yani işgalin sona erdirilmesi konusundaki anlaşmazlıkta yatıyor. Bir diğer neden de iki bağımsız devletin kuruluşuna dayalı barışçıl bir çözümle bağdaşmayan ideolojik pozisyonlar benimseyen sağın siyasi yönelimlerine karşı, siyasi merkez içinde daha ağır basması gereken siyasi ağırlık ve güvenilirliğin eksikliğidir. Bunun en açık kanıtı, İsrail'in kuruluşundan bu yana en radikal hükümet tarafından yönetiliyor olması ve Hamas ile diğer örgütlerin Filistin'deki Gazze müzakerelerine hakim olmasıdır. Burada işgalci devletin sorumluluğunu asla işgal altındaki bir halkın sorumluluğuyla eş tutmadığım bilinmeli.

Çözüm sürecinin sekteye uğramasının ardındaki temel engel, İsrail'deki büyük çoğunluğun bir Filistin devletinin kuruluşunu desteklememesi ve zorla göç ettirme, soykırım ve aç bırakma uygulamalarının benimsenmesi ile siyasi dümenin sağa çevrilmesidir. Buna karşılık daha ılımlı siyasi hareketler tereddüt etmiş ve İsrail arenasını “iki devletli çözüme” doğru taşımada başarısız olmuştur. Dahası devletin kuruluşundan bu yana hiçbir İsrail başbakanının Filistin devletinin kurulmasına destek veren tek bir açıklaması bile olmamıştır. Başka bir deyişle, İsrail'in tutumu, en iyi haliyle bile, meselenin özüne ilişkin yetersiz kalmış ve siyasi merkez, İsrail arenasını bir çözüme çekmeyi başaramamıştır. Dahası, radikal akımların uygulamaları Büyük İsrail'i kurmayı amaçlamıştır.

İsrail, bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını desteklemiyor ve şu anda hem halk hem de toprak olarak Filistin davasını tutkuyla ve şiddetle ortadan kaldırmak için çalışıyor. İşte temel ikilem budur.

Buna karşılık hem İsrail solunu hem de sağını birleştiren temel talep, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde İsrail’in çekileceği topraklardan kendisine yönelik tehditleri önleyecek düzenlemeler üzerinde anlaşmaya varılması gerekliliğidir. Bu talep ek olarak, komşu Arap devletlerinden gelebilecek tehditleri önlemek için Ürdün Nehri üzerinde İsrail güvenlik gücünün varlığını da içeriyor. Buna ilaveten, Filistin Otoritesi’nin savunma ile ilgilendiğini vurgulamasına, taraflara ani saldırılara karşı teminat olarak güvenlik düzenlemeleri üzerinde anlaşmaya varma fikrini reddetmemesine rağmen, İsrail şu anda Gazze içindeki askeri varlığını sürdürme konusunda da ısrarcı. Ne var ki, Filistin Otoritesi’nin bu tutumuna karşılık, haritanın sağındaki Filistinli direniş örgütleri, “iki devletli çözüm” konusunda bir anlaşmaya varılmadığı sürece, somut düzenlemeler veya silahsızlanma konusunda herhangi bir taahhütte bulunmadılar.

Ardından 7 Ekim 2023 hadisesine ve onu takip eden Gazze Şeridi'nde masum insanların ölümüne tanık olduk. Durum her iki tarafta da giderek gergin ve karmaşık bir hale geldi. Bu noktada önümüzdeki ikilemi bir dizi sonuçla özetlemek istiyorum:

- İsrailliler, bir Filistin devleti kurulup çatışma sona ermedikçe güven ve emniyete kavuşamayacaklardır.

- Filistinliler, sınırlı toprak takası ile birlikte 1967 sınırlarına dayanan, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir ulusal devlet hayalini, İsrail kendini güvende ve emniyette hissetmediği sürece gerçekleştiremeyeceklerdir.

- Ne İsrail ne de Filistin siyasi çevreleri, dengeyi düzeltip çatışmayı çözecek tarihi kararlar için siyasi ivme yaratamazlar. Bunun için hem İsrail hem de Filistin çevrelerine baskı yapacak ve onları canlandıracak geniş kapsamlı uluslararası siyasi aktivizm gerekmektedir.

Gazze'nin istikrara kavuşturulması ve yeniden inşası meselesi, uzun yıllar alacak ve muazzam kaynaklar gerektirecektir. Ayrıca, Mısır-Arap Girişimi'nde önerildiği gibi, Gazze'yi geçici olarak yönetmek ve güvence altına almak için Filistinlilerin onayıyla bir idari organ, bölgesel ve uluslararası güvenlik mekanizmaları oluşturulmalıdır. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu meseleler ancak çatışmaya kapsamlı ve kalıcı bir çözüm çerçevesinde başarılabilir, çünkü ülkeler çatışmanın sona erdirilmesi bağlamı dışında Gazze Şeridi'ndeki mali veya idari ve güvenlik düzenlemelerine katkıda bulunmakta isteksiz olacaklardır.

Uluslararası toplum, özellikle de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi daha etkili bir rol oynamalıdır. Genel Kurul, “İki Devletli Çözüm” konferansı hakkında takip kararları yayınlamalı ve kararlarının belirli bir süre içinde yürürlüğe girmesini sağlamalıdır. Ayrıca, sona eren konferansın ardından, özellikle Batı Şeria'nın ilhakı ve Gazze'de yayılma konusunda İsrail'in uzlaşmaz tutumu nedeniyle, önlemler alınmalıdır.

Güvenlik Konseyi, gerekli siyasi ağırlığı sağlamak ve Batı-Rusya hassasiyetlerinden kaçınmak için tüm üye devletler tarafından kabul edilebilecek bir karar almalıdır. Karar şunları içermelidir:

A- Gazze'nin yeniden inşası ve Gazze Şeridi'nin yönetimi ve güvenliği için ayrıntılı bir plan hazırlamak.

B- Filistinlilerin 1967 sınırlarına dayalı, başkenti Doğu Kudüs olan egemen bir devlet kurma yönündeki ulusal taleplerini karşılamak için çatışmayı uluslararası meşruiyet temelinde çözmek üzere kapsamlı ve bütünleşik bir plan hazırlamak, ibadethanelerin yönetimi ve güvenliği için özel düzenlemeler ve Filistinli mültecilerin geri dönmesi veya zararlarının tazminatı için özel bir teklif hazırlamak.

C- Ani güvenlik tehditlerinden kaçınmak için İsrail ve Filistin’in güvenlik ihtiyaçlarına yanıt verecek kurallar ve düzenlemeler belirlemek.

D- İsrail ve Filistinli taraflar arasında güven tesis edilene kadar uzayabilecek bu çeşitli unsurların ilk uygulama dönemini izlemek ve takip etmek için uluslararası bir mekanizma kurmak.

Çözüm, sonsuz ayrıntı ve talep tuzağından kaçınmak, çatışmanın özüne kararlı bir şekilde odaklanmak ve tüm tarafların eşit haklara sahip olmasını sağlamakta gizlidir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.