Davos Forumu Başkanı: Bölgedeki fırsat ve zorlukları Riyad'da görüşmek için heyecanlıyız

Dünya Ekonomik Forumu (WEF) Başkanı Borge Brende
Dünya Ekonomik Forumu (WEF) Başkanı Borge Brende
TT

Davos Forumu Başkanı: Bölgedeki fırsat ve zorlukları Riyad'da görüşmek için heyecanlıyız

Dünya Ekonomik Forumu (WEF) Başkanı Borge Brende
Dünya Ekonomik Forumu (WEF) Başkanı Borge Brende

Dünya Ekonomik Forumu (WEF) Başkanı Borge Brende, ilk kez Nisan ayında Suudi Arabistan'da Ortadoğu (MENA) Bölgesel Forumu düzenleyecek olmaktan heyecan duyduğunu dile getirdi. Forumun odaklanacağı noktalar ise bölgedeki fırsat ve zorluklar ve bölge ekonomisini güçlendirmenin yolları olacak.  
Davos’ta Şarku’l Avsat’a konuşan eski Norveç Dışişleri Bakanı Brende, WEF’in 1971'deki kuruluşundan bu yana elde ettiği başarı ve sürekliliğin sırrından bahsetti. “Çok fazla çatışmaya, ancak oldukça az diyaloga” şahitlik eden bir dünyada Davos Forumu’nun önemini vurgulayan Brende, aynı zamanda tutucu ve milliyetçi politikaların gelişmesinin, uluslararası düzeyde tarafsız bir platforma duyulan ihtiyacı arttırdığını açıkladı.
Davos’un “elitlerin forumu” olduğunu reddeden Brende, aksine dünya liderleri ve halk temsilcilerini bir araya getirdiğini, ancak karar vericilerin önemli bir nüfuza sahip ekonomik şahsiyetler ya da etkili sivil liderler olduğunu belirtti.
Şarku’l Avsat'ın Brende ile gerçekleştirdiği röportajın tam metni:
- Davos Forumu bu yıl birçok küresel zorluk yaşandığı sırada düzenleniyor. En önemlileri ise Ortadoğu'daki askeri gerginlik, çevre felaketleri ve ticaret savaşları. Forumun tüm bunların ortasındaki mesajı nedir?

Tüm bu zorluklara dair ortak faktörün, kutuplaşmayı arttırmak yerine daha fazla uluslararası işbirliği ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Çevresel, jeopolitik veya Ortadoğu'daki yükselişle ilgili sıkıntılar ön planda olsa da, bugün karşılaştığımız asıl zorluk, bu zorluklarla oldukça “parçalanmış” bir şekilde muamele etmemizdir.
Davos'ta, yalnızca hükümet düzeyindekileri değil, aynı zamanda iş dünyası ve sivil toplumdaki başrolleri de bir araya getiriyoruz; bu da daha fazla işbirliği yapılmasına teşvik ediyor. Bence bugünün dünyasında çok fazla çatışma yaşanıyor; ancak oldukça az diyalog kuruluyor.
- Forumun yıllık raporu açıklandığı sırada, 2020’nin “İklim Değişikliği ile Mücadele” Yılı olduğunu söylediniz. Yani iklimi, bugün karşı karşıya olduğumuz en önemli zorluklardan biri olarak tanımladınız. Davos bu konunun pratiğe dökülmesi konusunda neler yapabilir?
Bu oldukça önemli bir soru. Daha önce de söylediğim gibi; bu sözleşme, sadece iklim değişikliğiyle mücadelede değil, okyanusların kurtarılması için de bir “eylem sözleşmesi” olmalıdır.
G20 2020’ye başkanlık edecek olan Suudi Arabistan'a baktığımızda, WEF ile işbirliği içinde bir trilyon ağaç dikmek gibi, bu yönde çeşitli girişimlerde bulunduğunu görüyoruz. Şayet bu girişim, başarı elde edilirse, karbon emisyonlarının azaltılmasında önemli bir rol oynayacak. İklim değişikliği söz konusu olduğunda, ekonomik büyümeyi yüksek karbon emisyonlarından ayrı tutmak zorundayız. Karbon emisyonlarını tutup depolayabilirsek yeni teknolojiler bu bağlamda oldukça etkili olabilir, böylece muazzam bir ilerleme kaydedebiliriz. Bugün bu teknoloji var; ancak avantajlı değil.  
Dolayısıyla ciddi zorluklar karşısında hem gerçekçi hem de olumlu olmalıyız ve önümüze bakmalıyız. Dördüncü Sanayi Devrimi, birçok olası teknolojinin varlığını ispatladı. Örneğin güneş enerjisi. Bugün bu teknoloji, 10 yıl önce mâl olduğu fiyatın 10’da birine mâl oluyor.
- Bu yıl bu foruma çeşitli çevre aktivistleri de dahil olmak üzere birçok genç davet edildi. Bunun altında yatan amaç nedir?
25 yaş altındaki nüfus, bugün birkaç kıtanın en az yüzde 50’lik bir dilimini temsil ediyor. Bu yüzden bu muazzam dilimi görmezden gelemez ve forumun hâricinde tutamayız. Aynı zamanda gezegeni miras bırakacağımız kişiler de onlar. Başka bir gezegenimizin daha olmadığının farkına varmamız gerekirken biz şu anda bu mantığa göre hareket etmiyoruz.
- Dünyada milliyetçi ve tutucu politikalar geliştiği bir vakitte, Davos Forumu’nun marjinalleştirileceğinden korkuyor musunuz?
Bence diyalog azalıp yüzleşme arttıkça Davos daha önemli hale gelecek. Çünkü forum, uluslararası oyuncuların buluştuğu tarafsız bir platform olarak kalacak. Ülkeler milliyetçi ve tutucu politikalar benimsese bile; sonuçta ihracat ve ithalat gibi konularda diğer ülkelere bağımlı halde. Uluslararası örgütlerin ve çok taraflı işbirliğinin bugün zor bir savaşla karşı karşıya olduğu doğru; bu da büyük bir çelişki doğuruyor. Küreselleşme çağında, aslında başkalarının yaşadığı sorunlar benim yaşadığım sorunlardır; yani işbirliği olmadan bu sorunların üstesinden nasıl gelebiliriz. Okyanus kirliliği bunun çok iyi bir örneği. Öyle ki, bir ülkenin denize döktüğü plastik, çevre ülkelere, daha sonra ise tüm okyanusa taşınır. Zirâ kirliliğinin pasaportu yoktur!
- Suudi Arabistan'ın ilk kez Nisan’da ev sahipliği yapacağı Ortadoğu bölgesel Dünya Ekonomik Forumu'ndan bahsettik. Peki bu forumun önemi ve önemli eksenleri nelerdir?
WEF’in kuruluşundan bu yana ilk defa Riyad’a gideceğimiz için heyecanlıyız. Forum, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve Suudi hükümetiyle işbirliği içinde Nisan ayında gerçekleştirilecek. Burada Dördüncü Sanayi Devrimi tekniklerinin Ortadoğu'da nasıl uygulanacağını tartışacağız.
Bugün Ortadoğu'nun içinde bulunduğu çelişkilerden biri, burada iki farklı gerçeğin olmasıdır. Birincisi; Irak, Suriye ve Yemen'de şahit olduğumuz savaş ve çatışmalar. İkincisi ise girişimcilik, büyüme ve reformlar açısından zengin bir başka gerçeklik. Örneğin Suudi kadınlarının bu doğrultudaki konumunun oldukça değiştiğini görüyoruz. Bu nedenle, Ortadoğu'da var olan bu iki paralel gerçekliği ele almalı ve bunların politik boyutları incelemeliyiz. Bu genç ülkelerde milyonlarca iş yaratmanın yollarını bulmalıyız. İşgücü konusunda da yapılacak çok şey var. Bu devrin “kadınların devri” olacağı düşüncesindeyim. Yani sadece zorluklara değil, Ortadoğu'daki fırsatlara da odaklanmaya çalışacağız.
- Biliyorsunuz ki Suudi Arabistan, “2030 Vizyonu” kapsamında iddialı bir reform paketi hazırladı. Davos bu atılımı nasıl destekliyor?
Suudi Arabistan’ın, gerçekleştirdiği ekonomik reformlar ve ülkenin genç kız ve kadınlar için yarattığı fırsatlar açısından doğru yolda olduğunu düşünüyorum. Bu geçiş biraz zaman alacak ancak Suudi Arabistan genç bir ülke. Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Suudi bakanlarla yaptığım görüşmelerdede, birçok önemli alandaki bu geçişlerde Suudi Arabistan’ın yanında durmaya hazır olduğumuzdan bahsetmiştim.    
- Davos forumu en önemli uluslararası toplantılardan biri haline geldi, bazıları ise bu forumun bir “elitler kulübüne” dönüşmesini eleştiriyor. Bu konudaki tepkiniz nedir?
Bu düşünceye katılmıyorum. Buraya dünya liderlerini ve halkların kendilerini temsil etmeleri için seçtiği ülke liderleri yer alıyor, bu doğru. Mesela Almanya Başbakanı Angela Merkel’i ele alalım. Merkel seçilmiş bir başkan ve ülkesini temsil ediyor. Dolayısıyla, mesele elitlik meselesi değil; önemli kararlar alan liderler meselesidir. İş dünyasında ise, dünyanın en büyük şirketlerinin toplamda 20 icra kurulu başkanından 18'i Davos'ta. Bu insanlar da yetkileri altındaki milyonlarca çalışanı temsil ediyorlar ve karar alımında etkili oluyorlar. Davos’ta aynı zamanda sivil toplum kuruluşlarının liderleri de var ki bu kişiler başrolde. Yani ben tüm bu katılımcılara elit demiyorum; aksine hükümetin, iş sektörünün ve sivil toplumun liderleri diyorum. Ve bu kişilerin hepsiyle el ele vererek büyük bir etki yaratabileceğimizi düşünüyorum.
- Davos’un 50. Dünya Ekonomik Forumu düzenlenirken, bu kuruluşun başarısının sırrı nedir?
Bence bu başarının sırrı, WEF’in Davos’un da ötesine geçmesidir. Elbette ki yıllık toplantımız olan Davos son derece önemli. Ancak Çin'de düzenlenen “Yaz Davos”u ve diğer önemli bölgesel toplantılarımız da mevcut. Cinsiyet Eşitliği Yıllık Raporu, Küresel Rekabet Endeksi ve Yıllık Risk Raporu gibi çalışmalarımız da var. San Francisco'da kurulan Sanayi 4.0 Merkezi, Dubai ile Riyad’da kurduğumuz bölge merkezleri Cenevre’de kurduğumuz siber güvenlik merkezi, bunların hepsi oldukça önemli adımlar.  
WEF’i benzersiz kılan ise, kar amacı gütmemesi ve özel-kamu sektörlerinin işbirliği konusunda uluslararası bir kuruluş olmasıdır.
Ayrıca BM’nin 2030’a kadar sürdürülebilir kalkınma amaçlarına  ulaşmak ve dünyadaki sefaleti ortadan kaldırmak için özel sektöre muhtacız. WEF’in bir diğer dikkat çekici yanı ise kurulduğu 1971 yılından beri çok taraflı bir yaklaşıma bağlı kalmasıdır.



AB’nin “iki devletli çözüm” yol haritası büyük engellerle karşı karşıya

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
TT

AB’nin “iki devletli çözüm” yol haritası büyük engellerle karşı karşıya

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)

Avrupa Birliği (AB), Gazze Savaşı'nın üzerinden 109 gün geçmesine rağmen, üyeleri arasında derinleşen anlaşmazlıklar ve kendi içinde her biri büyük ölçüde bağımsız bir çizgiyi takip eden üç bloğun oluşması nedeniyle ateşkes çağrısı yapan tek bir toplu bildiri yayınlamayı başaramadı.

Ancak Pazartesi günü geçekleştirilen Dışişleri Bakanları toplantısında Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün Dışişleri Bakanları ile Arap Birliği Genel Sekreteri’nin yanı sıra Filistin ve İsrail ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell tarafından Gazze savaşındaki gelişmeleri “ertesi gün” olarak adlandırılan gün konusunda bir paradoks görüldü. Buradaki ironi, Avrupalıların bölünmelerine rağmen AB, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Arap Birliği'nin düzenlediği "barışa hazırlık konferansı düzenlenmesi" çağrısına dayanan bir plan üzerinde anlaşması oldu. Filistinli ve İsrailli tarafların yokluğunda düzenlenebilecek konferansa ABD ve Birleşmiş Milletler (BM) de davet edildi. Amaç, “iki devletli çözümü” sahada gerçeğe dönüştürmek.

Avrupa planı, "barış için yol haritası" olarak adlandırılabilir. AB Ortadoğu Barış Süreci Özel Temsilcisi Sven Koopmans tarafından hazırlanan plan, Pazartesi günkü toplantıdan önce AB’nin 27 üyesine dağıtıldı. Hollanda, Danimarka ve Baltık Denizi ülkelerinin yanı sıra Almanya, Avusturya ve Çek Cumhuriyeti ağırlıklı olmak üzere AB içinde İsrail'e en yakın grubun buna karşı çıkmadı.

Onayın ana sinyali, bugüne kadar sadece diplomatik ve siyasi olarak değil, özellikle Alman ordusunun sahip olduğu en son silah ve teknolojileri sağlayarak kesinlikle İsrail'in yanında olmayı taahhüt eden Almanya'dan geldi. Berlin'in yaptığı son şey, Uluslararası Adalet Divanı önünde İsrail'e verdiği desteği teyit etmek ve İsrail'in Gazze'de “soykırım” yapmadığını tekrar tekrar iddia etmek oldu.

Paris'teki siyasi kaynaklar, Avrupalıların, yönelimleri ne olursa olsun, "Bugün Gazze savaşının İsrail'in sorunlarını çözmeyeceği ve bu başarılsa bile Hamas'ın ortadan kaldırılacağı kanaatine vardıklarını" ancak Hamas’ın yerini başka nesillerin alacağını ve bunun son olmayacağını söylüyor. Bu kaynaklar, Avrupalıların bugün İsrail'i kendisinden daha doğrusu onun yetkililerinden kurtarmaları gerektiğini düşündüklerini ve bunu başarmanın yolunun da İsrail'den geçtiğini aktarıyor.

srftbn
Netanyahu 18 Ocak'ta Tel Aviv'de basına konuşuyor (DPA)

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock yaptığı açıklamada, “Böyle bir çözüm duymak istemediklerini söyleyenler başka bir alternatif de sunmadı” diyerek, barışın bölgenin tüm sakinlerini kapsamadığı sürece sağlanamayacağını ifade etti. Borrell, "Akıllarında başka hangi çözümler var? Tüm Filistinlilerin ayrılmasını sağlamak mı? Ya da hepsini öldürmek mi? Amacın, Hamas'ı ortadan kaldırmak olduğunu söylemek tek taraflı. Çünkü bu, Hamas'ın ne zaman yeterince zayıf olduğuna karar vermenin İsrail'e bağlı olacağı anlamına geliyor. Bu şekilde çalışmaya devam edemeyiz” dedi.

Gerçek şu ki, Avrupalıların ortaya attığı şey yeni bir şey değil, çünkü “barışın belirleyicileri” yıllardır biliniyor ve iki devletli çözüm, John Kirby'nin başarısız olduğu 2014'ten bu yana tartışılmıyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın danışmanı olan Kirby, İsraillileri Batı Şeria'daki yerleşim hızını azaltmaya ikna edemedi. Ancak bugün yeni olan şey, AB’nin farklılıklarını ve bölünmelerini bir kenara bırakmayı başarması.

AB’nin 7 Ekim'den bu yana sağladığı sınırsız desteğe rağmen AB’nin yayınladığı her açıklamaya İsrail’de büyük şüpheyle bakılıyor. Bunun son kanıtı, Fransız gazetesi Le Monde'un, İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz'ın Avrupa Birliği dışişleri bakanlarıyla yaptığı toplantıda aktardığı haber. Haberde Katz, İsrail’in tek müttefiki olduğunu bunun da ABD olduğunu ifade etti. Bu da Tel Aviv’in Brüksel’in değil yalnızca Washington’un planını kabul edeceği anlamına geliyor. Katz planı tartışmayı reddetti ve bunun yerine iki video kaset yayınladı. Birincisi İsrail'in Gazze Şeridi'ne liman olarak istediği yapay adayı, diğeri ise İsrail'i Hindistan'a bağlayan tren hattının güzergahını gösteriyor.

sdcevr
ABD Başkanı Joe Biden, 19 Ocak'ta ABD belediye başkanlarının toplantısı vesilesiyle Beyaz Saray’da konuşuyor (Reuters)

Avrupa Birliği'nin aradığı çözümün, İsrail'i tüm uluslararası forumlarda savunan, ona silah, teçhizat ve her türlü desteği sağlayan ABD tarafından benimsenmeden gün ışığına çıkamayacağına dair köklü bir kanaat var. Dolayısıyla onları etkileyebilecek ve bu tür bir çözümü kabul etmeye itebilecek olan taraf da AB. Geçtiğimiz hafta ABD Başkanı Joe Biden ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında geçtiğimiz Pazar günü gerçekleşen son telefon görüşmesi, Netanyahu'nun reddettiği iki devletli çözüm konusunda aralarındaki derin anlaşmazlığı kamuoyuna ortaya çıkardı.

Pek çok analist, Netanyahu'nun cesaretini ve Biden'ı kızdırma isteğini iki devletli çözümü reddetmesini iki ana faktörle tekrarlayarak açıklıyor: Bunlardan biri, aşırı sağla olan siyasi ittifaka esir olması, iki devletli çözüme açılması durumunda bu ittifakın sürekli çökmesi ve Knesset'te sahip olduğu küçük çoğunluğu kaybetmesi tehdidi, ikinci ise Biden, başkanlık mücadelesinde İsrail'i desteklemek için Yahudi seslerine ve ABD'de İsrail adına çalışan dernek ve kuruluşların etkisine yöneldi. Ayrıca, Biden  İsrail Avrupalıların, Arapların ve dünya ülkeleri ve halklarının ezici çoğunluğunun istediği barışçıl çözümü kabul etmesi için İsrail'e ciddi baskı uygulayabilecek bir konumda.

Netanyahu iki devletli çözüme her zaman karşı çıktı ve bunu yalnızca bir kez ve gönülsüzce kabul etti. Burada, Avrupa'nın Washington'un tutumunun değişeceği yönündeki iddiası muhtemelen kaybedilecek ve eski Başkan Donald Trump'ın önümüzdeki Kasım ayında başkanlığı kazanması durumunda boşa çıkacak.

Soru şu, Avrupalıların elinde ne var? İsrail'in planlarına uymayı reddederek onlarla yüzleşmesi durumunda ellerindeki baskı araçlarına başvurmaya hazırlar mı? Bu soruları cevaplamak zor. Ancak bunun tersine, Tel Aviv'in geleneksel olarak Brüksel'de sahip olduğu siyasi ilişkiler ve diplomatik desteğe paralel olarak İsrail'in Birlik ile yakın ekonomik, ticari, bilimsel ve yatırım ilişkilerinin olduğu ve bu nedenle Avrupalıların İsrail üzerinde ciddi baskı kartlarının olduğu doğrulanabilir. Ancak İsrail'le daha önceki birleşme deneyimlerinden yararlanmak cesaret verici değil ve dolayısıyla buna güvenmek de garanti değil.