Eksileri ve artılarıyla Yüzyılın Anlaşması

Filistinli göstericiler, ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun fotoğraflarını yakarken. (AFP)
Filistinli göstericiler, ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun fotoğraflarını yakarken. (AFP)
TT

Eksileri ve artılarıyla Yüzyılın Anlaşması

Filistinli göstericiler, ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun fotoğraflarını yakarken. (AFP)
Filistinli göstericiler, ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun fotoğraflarını yakarken. (AFP)

Amerika Birleşik Devletleri yönetimi 28 Ocak Salı akşamı İsrail-Filistin meselesiyle ilgili "Yüzyılın Anlaşması" olarak adlandırdığı ‘barış planını’ İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun katıldığı büyük bir törenle duyurdu.
Bu planın duyurulmasının zamanlaması, ABD ve İsrail’deki iç politik nedenlerle ilişkilendirildi.
Başkan Donald Trump yaklaşan seçimlerde, gündemi, Demokrat Parti'nin ‘azil’ girişimlerinden uzağa taşımak için bu planı açıkladı. Aynı durum İsrail sahnesi için de geçerli: Herhangi bir Amerikan-İsrail yakınlaşması, yolsuzlukla suçlanan ve Mart ayında yeniden seçime girecek olan Başbakan Netanyahu'ya hizmet ediyor. Bu yüzden en önemli rakibi Benny Gantz, ‘barış girişiminin’ zamanlamasına karşı çıkmış, ancak Washington'un davetine de icabet etmek zorunda kalmıştı. Nitekim ABD ile arası kötü olan adayların İsrail’de seçilme şansı son derece azdır.
Manidar zamanlamaya ek olarak, ‘’barış planının’’ ilan edilmesinde izlenen yöntem de dikkat çekiciydi. ‘Yüzyılın Anlaşması’nın’ duyurulduğu törende sadece İsrail tarafının yer alması, ABD yönetiminin tarafgirliğini ve Filistin pozisyonuna kayıtsızlığını yansıttı. ABD geçmişte bu gibi planlarında Filistin tarafının da yer almasına özen gösteriyordu. 1973 savaşından sonra Filistin Kurtuluş Örgütü’nü tanımadığı zamanlarda dahi başta Mısır olmak üzere Arap ülkelerini muhatap almıştı. ABD ve İsrail’in tek başlarına aynı karede yer alması, açıklanan planın amacı hakkında şüphelerin oluşmasına ve haklı sorular sorulmasına neden oldu. ABD’nin İsrail yanlısı bu görüntüyü vermesi; Filistin tarafının, açıklanan ‘barış planını’ objektif bir şekilde değerlendirmesini adeta imkânsız hale getirdi. ABD ve İsrail gerçekten çözüm istiyor muydu? Yoksa ABD ve İsrail’deki sağ partilerin şiddetle muhalefet ettiği iki devletli çözüm çabalarına güçlü bir darbe vurmak için mi, böyle bir hikâye kurgulamıştılar? 
ABD’nin açıkladığı “Yüzyılın Anlaşması” adı verilen planın zamanlaması ve sunuluşundaki sorunları (önemlerine rağmen) bir kenara bırakırsak ki dünyada diplomatik ve politik kurallara uyulmayan bir dönemi yaşıyoruz. Öne sürülen planın içeriğine dair, eksileri ve artılarıyla bir değerlendirme yapmamız kaçınılmaz.
İlk olumlu nokta, ABD’nin Filistinliler için 50 milyar dolar tutarında destek sağlama niyetinin olmasıdır. Yabancı ya da Arap, kaynağı ne olursa olsun bu meblağın sağlanması nispeten olumludur.
İkinci olumlu nokta ise; İsrail’in yasadışı yerleşim yerlerini dört yıl boyunca genişletmeyeceği yönündeki taahhüdüdür. Ancak bu taahhüt çok da olumlu değildir zira Filistin tarafının geniş topraklardan feragat etmesini şart koşmaktadır. Bunun yanı sıra, ABD hiçbir İsrailli ya da Filistinlinin evini terk etmeyeceğini belirtmektedir ki bu da; İsrail’in Filistin topraklarındaki yasa dışı yerleşimlerinin devam edeceğini göstermektedir.  Filistinliler tarafından reddedilen, George W. Bush'un İsrail Başbakanı Şaron'a verdiği bölgeler de bu kapsamda değerlendirilmiştir. Şahsi kanaatim; bu şartlar ışığında hiçbir İsrailli yetkilinin uluslararası hukuka göre yasa dışı addedilen mevcut yerleşim yerlerini tahliye etmeye yanaşmayacağıdır.
Üçüncü olumlu varsayım ise, ABD ve İsrail tarafının prensipte bağımsız bir Filistin Devleti’ni tanıyacak olmasıdır. Burada da yeni bir şey yoktur zira daha önce Başkan George W. Bush, 2008’deki Annapolis Konferansı’nda bu hususu dile getirmişti. Başkan Clinton da görevi terk etmeden birkaç hafta önce şahsi görüşünün Filistin’in bağımsız bir devlet olmayı hak ettiği yönünde olduğunu açıklamıştı.  
Öyleyse asıl soru şudur: gerçekten de bağımsız bir Filistin devleti mi teklif edilmektedir? Filistin halkının vatan topraklarının kaynakları ve çıkarları üzerinde egemen haklara sahip olduğu, ulusal kimliklerini yaşayabilecekleri bir Filistin devleti mi önerilmektedir?
Devleti tanımlarken en önemli iki husus, toprağın mülkiyeti ve siyasi kararların bağımsızlığı olarak öne çıkmaktadır. Bu açıdan değerlendirirsek; ABD’nin önerisi daha çok son derece kısıtlanmış bir özerkliğe yakındır. Zira böyle bir devlet kurulursa; İsrail, girişleri ve çıkışları kontrol edecektir, üstelik güvenlikten de sorumlu olacağı için her istediği an müdahale etme hakkına sahip olacaktır.
Ekim Savaşı'ndan bu yana İsrail ile Filistin arasındaki müzakereler dört ana nokta etrafında gerçekleşmiştir.
İlk olarak; Filistin toprakları meselesi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararına göre; kimse kimsenin topraklarına zorla el koyamaz. Bu da Filistinlilerin 1967 sonrasında işgal edilen toprakları geri alma hakları olduğunu gösterir. Geçmişte coğrafi koşullar nedeniyle söz konusu toprakların % 3 ila % 6 oranında mübadele edilmesi ya da aynı büyüklük ve değerdeki köylerin birleştirilmesi hususları müzakere konusu olmuştu. Şu anda teklif edilen şey ise Batı Şeria’daki mevcut topraklarının % 30’undan fazlasının İsrail’e bırakılmasıdır.
Kudüs meselesi de geçmişteki müzakerelerde başlıca konular arasındaydı. Bilindiği üzere Kudüs sadece Filistinliler için değil, İslam ve Hristiyan dünyası için de son derece ehemmiyeti haizdir. Geçmişteki müzakerelerde şehrin yeniden planlanması ve genişletilmesi, egemenlik alanlarının belirlenmesi önerilmişti. En büyük ihtilaf ise eski Kudüs, özellikle kutsal bölgeler hakkındaydı. Şimdi önerilen ise, Filistin Devleti’nin Güvenlik Duvarı’nın arkasında kurulmasıdır. Ki bu bölgenin kutsal mekânlarla bir ilgisi bulunmamaktadır.
Mültecilerin geri dönüşü ve tazminatı konusu, insani ve zorunlu bir mesele olduğu için üzerinde uluslararası fikir birliğinin olduğu konulardandır. Filistinliler ve Arap dünyası bu konuda çeşitli tavizler vermiştiler. Arap barış girişimlerinde bu hususun ‘pratik ve adil’ bir şekilde çözülmesi öneriliyordu. Yani ya mülteciler geri dönecek ya da tazminat ödenecekti. Geri dönüş ise muammaydı, İsrail’e mi dönecektiler yoksa Filistin’e mi? ya da her ikisine birden mi. Geri dönecek mültecilerin sayısı ve tazminat rakamları üzerinde Filistin ve İsrail tarafları arasında en üst düzeyde müzakereler yapılıyordu.
Güvenliğin sağlanması, bu husus da geçmişteki müzakerelerde önemli bir konuydu. Her ne kadar BMGK’nın 242 sayılı kararı, işgalin sona ermesinin ardından toplumların kendi topraklarında özgürce yaşayabileceğini vurguluyor olsa da İsrail, komşuları olan Arap ülkeleriyle savaştığı için bu meseleyi farklı değerlendirmişti. Mısır ve Ürdün’le yaptığı barış anlaşmaları ve Filistinlilerle yaptığı Oslo Anlaşması uyarınca ‘güvenlik koordinasyonu’ başlığı altında birtakım imtiyazlar elde etti.
Tuhaf olan şey ise, Arapların İsrail’e yönelik güvenlik tehdidinin azalmasına paralel olarak İsrail’in güvenlik taleplerinin artmasıydı. İsrail Arap ülkelerinden kendisine karşıt olan koalisyonlarda yer almamalarını, sınır bölgelerindeki silahlarını sınırlandırmalarını istedi. Son olarak da tüm Filistin sınırlarını kontrol etme arzusunu ilan etti. Egemenlik sınırlarını Ürdün Vadisi’ne kadar genişletme istekleri, Filistin’i ekonomik ve askeri olarak kuşatarak, tam bir vesayet altına almayı hedeflemekteydi.
Şahsen İsrail'in bitmek tükenmek bilmeyen istekleri konusunda ikna olmamama rağmen, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Japonya ve Almanya’da olduğu gibi Filistinlilerin askeri olarak kısıtlanmasını anlıyor gibiydim. İsrail daha önce kendisiyle savaşan Ürdün ve Mısır’dan sınır bölgelerindeki askeri varlıklarını azaltmasını istiyordu, ancak Filistin’in askeri gücü hem İsrail’e zarar verme bakımından hem de bu ülkelerin güçlerine kıyasla zaten son derece kısıtlıydı. Anladım ki İsrail’in bu yaklaşımı Batı Şeria’ya tamamen egemen olmak için oluşturulmuş ideolojik, politik bir yaklaşımdır. Mesele güvenlik meselesi değildir, Filistinlilerin kimliklerini ve devletlerini yozlaştırma meselesidir.
Bu nedenlerden ötürü ‘Yüzyılın Anlaşması’ olarak adlandırılan ABD ‘barış planının’ İsrail ve Filistin taraflarını tatmin edecek bir çözüme ulaşmak için uygun bir platform sağladığını düşünmüyorum. Mübalağasız ve objektif olarak değerlendirdiğimde; planın risklerinin ve eksilerinin, olumlu taraflarına göre çok daha ağır bastığını gözlemliyorum. Müzakere en iyi yöntemdir, daha doğrusu Filistinliler için mümkün olan tek yöntemdir. Barışçıl çözüm iki taraf içinde en iyisidir. Eğer barış iradesi varsa önemli olan budur, müzakereler ise detaylar üzerine olur.
Eşit büyüklükte ve değere sahip bazı toprakların değişimi için müzakere yapılmasına kimsenin itiraz ettiği yok. İsrail ve Yeni Filistin’e döneceklerin sayısı müzakere edilebilir, dönmeyecekler için tazminat miktarının belirlenmesi için müzakere yapılabilir. İsrail ya da Filistin’in ani bir güvenlik sorunuyla karşılaşmaması için güvenlik koordinasyonu yapılmasına da kimsenin itiraz ettiği yok. Filistin devletinin belirli bir süreliğine silahlarını sınırlı tutması da konuşulabilir. Kadim Kudüs’teki dini alanlarda Yahudilerin ve Müslümanların serbestçe ibadet edebilmesine imkân tanıyan düzenlemeler üzerinde de müzakere edilebilir. İsrail'in Arap topraklarını işgali sona erdiğinde yeni kurulacak devletteki vatandaşlığın nasıl belirleneceği de tartışılabilir. Arap normalleşmesi biçiminde müzakere etmek için hiçbir itiraz yoktur.
Şimdi gereken şey; sırf dünyanın en güçlü ülkesi tarafından öne sürüldü diye başımızı eğip her şeyi kabul etmemiz değildir. Ancak sorunun çözümünde müzakerelerden kaçınmamaya da özen göstermeliyiz.
En iyisi, Batı Şeria ile Gazze Şeridi’ndeki Filistinlileri yeniden bir araya gelerek, birleşik bir Filistin hükümeti oluşturmasıdır. Arap Birliği’nin 2002 yılındaki barış planı çerçevesinde İsrail ile müzakerelere hazır olunduğu duyurulmalıdır. İsrail tarafının tutumundan bağımsız olarak da, 1967 sınırları içinde bağımsız bir Filistin devleti ilan edilmeli ve Filistin haklarını garanti eden uluslararası hukuka başvurulmalıdır. 
*Mısır Eski Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi'nin Şarku'l Avsat tarafından çevirisi yapılan makalesi Independent Arabia'da yayınlanmıştır.



Haaretz: Türkiye’nin Gazze’deki rolü ABD - İsrail hattında gerginlik yarattı

İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (Reuters)
İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (Reuters)
TT

Haaretz: Türkiye’nin Gazze’deki rolü ABD - İsrail hattında gerginlik yarattı

İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (Reuters)
İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (Reuters)

İsrail'in, Türkiye'nin Gazze'deki barış sürecinde oynayacağı rolle ilgili itirazları, Tel Aviv-Washington hattındaki gerilimleri göz önüne seriyor. 

ABD Merkez Komutanlığı'nın, Katar'ın başkenti Doha'da salı günü düzenlediği toplantıda ülkelerin Gazze'deki Uluslararası İstikrar Gücü'ne (ISF) çeşitli şekillerde destek verebileceği belirtilmişti.

Bunlar arasında asker gönderme, kolluk kuvvetlerinden görevlileri atama, lojistik destek sağlama, finansman ve Filistinli polis memurlarının eğitimini üstlenme gibi seçenekler yer alıyor.

Türkiye, ABD'nin barış planı kapsamında kurulacak güvenlik gücüne asker göndermeye hazır olduğunu açıklamış ancak İsrail yönetimi buna yanaşmayacağını söylemişti.

Haaretz'in analizinde, Doha'daki toplantıya Türk yetkililerin katılmadığına dikkat çekiliyor. 

Bu durumun, "Ankara'nın Gazze'de oynamak istediği role karşı Tel Aviv'in itirazlarının Washington tarafından kabul edildiği yönünde bir işaret olduğu" savunuluyor. 

Diğer yandan Liza Rozovsky'nin kaleme aldığı analizde, Gazze'ye insani yardım ve bölgenin yeniden inşasına destek sağlama da dahil Ankara'nın süreçte rol oynaması için ABD ve İsrail arasındaki görüşmelerin sürdüğü yazılıyor. 

Türkiye'yle ilgili meselenin, ABD ve İsrail ilişkilerindeki gerginlikleri ön plana taşıdığı belirtiliyor. 

Binyamin Netanyahu'nun "her şeyden önce radikal sağcı koalisyonunu korumayı" istediğine dikkat çekiliyor. ABD Başkanı Donald Trump'ın da Gazze planı etrafında kurduğu "kırılgan koalisyonu" korumaya çalıştığı ifade ediliyor. 

Washington'ın aynı anda Tel Aviv'i memnun etmek, Arap ve Müslüman ortaklarına istediklerini vermek ve Gazze'nin yeniden inşası için önemli miktarda finansman sağlamasını beklediği Avrupalı müttefiklerinin desteğini güvence altına almak istediği belirtiliyor. 

Diğer yandan Times of Israel'in dünkü haberinde de Trump'ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı Gazze'deki geçiş yönetiminin denetlenmesi amacıyla kurulacak Barış Kurulu'nda görmek istediği aktarılmıştı. 

Türkiye'nin hem Barış Kurulu'nda yer alması hem de ISF'ye asker göndermesi için ABD'nin gelecek haftalarda Tel Aviv'e baskıyı artırabileceği belirtilmişti. Washington'ın, Ankara'nın ISF'ye asker göndermese bile güvenlik gücünün komuta yapısında yer almasını istediği de yazılmıştı.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Plan kapsamında Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye ISF'nin konuşlandırılması öngörülüyor.

Anlaşmanın ilk aşamasında Hamas ve İsrail arasında rehine takası gerçekleştirilmişti. Ayrıca İsrail askerleri belirlenen "sarı hatta" geri çekilmişti. İsrail ordusu Gazze Şeridi'nin yaklaşık yüzde 53'ünü kontrol ediyor.

Independent Türkçe, Haaretz, Times of Israel, Reuters


Gazze’deki Barış Kurulu’na 6 ülkeden taahhüt geldi

İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (AP)
İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (AP)
TT

Gazze’deki Barış Kurulu’na 6 ülkeden taahhüt geldi

İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (AP)
İsrail ordusu savaşın başından bu yana Gazze'de çoğu kadın ve çocuk en az 70 bin kişiyi katletti (AP)

Gazze Şeridi'nde oluşturulacak Barış Kurulu'na Mısır, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Birleşik Krallık, İtalya ve Almanya'nın katılma taahhüdü verdiği aktarılıyor.

Kimliklerinin açıklanmaması şartıyla Times of Israel'e konuşan yetkililer, ABD Başkanı Donald Trump'ın 20 maddelik barış planı kapsamında kurulacak Barış Kurulu'na 6 ülkenin katılma taahhüdü verdiğini söylüyor.

Trump yönetimi, Barış Kurulu'na katılacak ülkeler sayesinde Gazze'de kurulacak yapının uluslararası meşruiyetinin artacağını düşünüyor.

Sözkonusu ülkelerin fon, asker veya diğer türden destekleri sağlama olasılığının da artacağı değerlendirmesi paylaşılıyor.

Diğer yandan ABD, İsrail ve Arap ülkelerinden diplomatlar, Barış Kurulu'na katılmanın Uluslararası İstikrar Gücü'ne (ISF) asker gönderme taahhüdü anlamına gelmediğini vurguluyor.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Plan kapsamında Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye ISF'nin konuşlandırılması öngörülüyor.

Türkiye de güvenlik gücüne asker göndermeye hazır olduğunu açıklamıştı ancak İsrail yönetimi buna yanaşmayacağını söylemişti.

Diplomatlar, Türkiye'nin hem Barış Kurulu'nda yer alması hem de ISF'ye asker göndermesi için ABD'nin gelecek haftalarda Tel Aviv'e baskıyı artırabileceğini belirtiyor.

Washington'ın, Ankara'nın ISF'ye asker göndermese bile güvenlik gücünün komuta yapısında yer almasını istediği aktarılıyor.

Trump'ın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yanı sıra Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ı da kurulda görmek istediği aktarılıyor.

Diğer yandan yetkililer, Riyad yönetiminin Gazze'deki durum netleşene kadar böyle bir karar almaktan kaçındığını söylüyor.

ABD Merkez Komutanlığı'nın, Katar'ın başkenti Doha'da salı günü düzenlediği toplantıda ülkelerin ISF'ye çeşitli şekillerde destek verebileceği belirtilmişti.

Bunlar arasında asker gönderme, kolluk kuvvetlerinden görevlileri atama, lojistik destek sağlama, finansman ve Filistinli polis memurlarının eğitimini üstlenme gibi seçenekler yer alıyor.

Ancak Arap yetkililer, ISF'nin Hamas'ı silahsızlandırma planıyla ilgili sorunların devam ettiğine dikkat çekiyor. Örgüt, bağımsız Filistin devletinin kurulmasına ilişkin bir süreç başlatılmadan silah bırakmaya yanaşmayacağını bildirmişti.

Anlaşmanın ilk aşamasında Hamas ve İsrail arasında rehine takası gerçekleştirilmişti. Ayrıca İsrail askerleri belirlenen "sarı hatta" geri çekilmişti. İsrail ordusu Gazze Şeridi'nin yaklaşık yüzde 53'ünü kontrol ediyor.

Independent Türkçe, Times of Israel, Reuters


Netanyahu ve Trump İran’a saldırıları çok önceden planlamış

Netanyahu, Trump'ı seçim zaferi için tebrik etmiş, ABD Başkanı'nın "tarihin en büyük dönüşünü yaptığını" savunmuştu (AP)
Netanyahu, Trump'ı seçim zaferi için tebrik etmiş, ABD Başkanı'nın "tarihin en büyük dönüşünü yaptığını" savunmuştu (AP)
TT

Netanyahu ve Trump İran’a saldırıları çok önceden planlamış

Netanyahu, Trump'ı seçim zaferi için tebrik etmiş, ABD Başkanı'nın "tarihin en büyük dönüşünü yaptığını" savunmuştu (AP)
Netanyahu, Trump'ı seçim zaferi için tebrik etmiş, ABD Başkanı'nın "tarihin en büyük dönüşünü yaptığını" savunmuştu (AP)

ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İran'a saldırıları çok daha önceden planlamış.

Washington Post'un aktardığına göre Trump ve Netanyahu, İran'ın nükleer tesislerine yönelik saldırıları şubatta yaptıkları ilk görüşmede planlamaya başladı.

Beyaz Saray'da gerçekleştirilen toplantıda Netanyahu'nun Trump'a 4 seçenek sunduğu belirtiliyor. Bunlar arasında İsrail ordusunun tek başına saldırı düzenlemesi, ABD'nin asgari yardımda bulunması, tam işbirliğiyle harekat yapılması ya da ABD'nin saldırıyı yönetmesi yer alıyordu.

Haberde, Trump'ın ilk etapta İran’ın nükleer programıyla ilgili diplomatik sürece şans vermeyi tercih ettiği belirtiliyor. Washington ve Tahran, nükleer program ve uranyum zenginleştirme konularıyla ilgili bu yıl birçok görüşme düzenlemişti.

Diğer yandan bu süreçte İsrail ve ABD'nin muhtemel saldırı planlarını gizlice hazırlamaya devam ettiğine dikkat çekiliyor.

ABD ve İsrail'in İran'ı hazırlıksız yakalamak için medyaya yanıltıcı bilgiler servis ettiği de ortaya çıktı.

Kimliğinin paylaşılmaması şartıyla konuşan bir yetkili şunları söylüyor:

Netanyahu'nun Witkoff veya Trump'la fikir ayrılığı yaşadığına dair haberlerin hiçbiri doğru değildi. Ancak böyle bir genel algının yaratılması iyi oldu. Bu sayede birçok kişi fark etmeden planlamalara devam ettik.

Haberde, Mossad'ın operasyon için 100'den fazla İranlıyı devşirip silahlandırdığı aktarılıyor. Bu kişilerin bir kısmı İsrail'de özel eğitimden geçirilmiş.

Ajanlara belirli görevler verildiği ancak bunların İran'ın nükleer ve balistik füze programına yönelik geniş çaplı bir operasyonun parçası olduğu söylenmedi.

İsrail Savunma Kuvvetleri'nin (IDF) "Narnia Operasyonu" adı verdiği harekatta Tahran'da Mossad'a ait drone rampaları ve çeşitli askeri düzenekler kurulduğu da ortaya çıkmıştı.

İran ve İsrail arasında Gazze savaşı nedeniyle tırmanan gerginlik haziranda sıcak çatışmaya dönüşmüştü. İsrail'in 13 Haziran'daki saldırısıyla başlayan çatışmalarda İran vakit kaybetmeden misilleme yapmıştı.

Washington Post, çatışmalar sürerken Trump yönetiminin Tahran'a gizli bir teklif götürdüğünü de yazıyor. 15 Haziran'da iletilen teklifte, İran'ın Ortadoğu'daki milislere desteğini kesmesi ve uranyum zenginleştirme tesislerini kapatması istendi. Bunun karşılığında Washington tüm yaptırımların kaldırılacağını söyledi.

Ancak kaynaklar, ABD'nin Katar aracılığıyla İran'a gönderdiği teklifin reddedildiğini söylüyor. Bunun ardından Trump'ın İsrail'in yanında savaşa katılmaya karar verdiği aktarılıyor.

Çatışmalarda ABD'ye ait bombardıman uçakları İran'daki İsfahan, Fordo ve Natanz tesislerine 22 Haziran'da hava saldırısı düzenlemiş, operasyonda 14 "sığınak delici" GBU-57 bombası kullanılmıştı.

İran, ABD'nin saldırısına cevap olarak 23 Haziran'da Amerikan ordusunun Katar'daki El-Udeyd Hava Üssü'ne saldırmıştı. Operasyonda Tahran'ın önceden Washington'a haber verdiği ve hiçbir can kaybı yaşanmadığı aktarılmıştı.

Washington operasyonun ardından 24 Haziran'da taraflar arasında ateşkes sağlandığını duyurmuştu.

Saldırılarda İran, İsrail'e 500 balistik füze ve binden fazla drone göndermişti. İsrail'de 32 kişi yaşamını kaybetmiş, 3 binden fazla kişi de yaralanmıştı. İran'da ise binden fazla kişi ölmüş, 4 bini aşkın kişi yaralanmıştı. 

İsrail ve ABD, İran'ın uranyum zenginleştirerek nükleer silah elde etmeye çalıştığını savunurken Tahran iddiaları reddediyor. 

Independent Türkçe, Washington Post, Times of Israel