Eksileri ve artılarıyla Yüzyılın Anlaşması

Filistinli göstericiler, ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun fotoğraflarını yakarken. (AFP)
Filistinli göstericiler, ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun fotoğraflarını yakarken. (AFP)
TT

Eksileri ve artılarıyla Yüzyılın Anlaşması

Filistinli göstericiler, ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun fotoğraflarını yakarken. (AFP)
Filistinli göstericiler, ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun fotoğraflarını yakarken. (AFP)

Amerika Birleşik Devletleri yönetimi 28 Ocak Salı akşamı İsrail-Filistin meselesiyle ilgili "Yüzyılın Anlaşması" olarak adlandırdığı ‘barış planını’ İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun katıldığı büyük bir törenle duyurdu.
Bu planın duyurulmasının zamanlaması, ABD ve İsrail’deki iç politik nedenlerle ilişkilendirildi.
Başkan Donald Trump yaklaşan seçimlerde, gündemi, Demokrat Parti'nin ‘azil’ girişimlerinden uzağa taşımak için bu planı açıkladı. Aynı durum İsrail sahnesi için de geçerli: Herhangi bir Amerikan-İsrail yakınlaşması, yolsuzlukla suçlanan ve Mart ayında yeniden seçime girecek olan Başbakan Netanyahu'ya hizmet ediyor. Bu yüzden en önemli rakibi Benny Gantz, ‘barış girişiminin’ zamanlamasına karşı çıkmış, ancak Washington'un davetine de icabet etmek zorunda kalmıştı. Nitekim ABD ile arası kötü olan adayların İsrail’de seçilme şansı son derece azdır.
Manidar zamanlamaya ek olarak, ‘’barış planının’’ ilan edilmesinde izlenen yöntem de dikkat çekiciydi. ‘Yüzyılın Anlaşması’nın’ duyurulduğu törende sadece İsrail tarafının yer alması, ABD yönetiminin tarafgirliğini ve Filistin pozisyonuna kayıtsızlığını yansıttı. ABD geçmişte bu gibi planlarında Filistin tarafının da yer almasına özen gösteriyordu. 1973 savaşından sonra Filistin Kurtuluş Örgütü’nü tanımadığı zamanlarda dahi başta Mısır olmak üzere Arap ülkelerini muhatap almıştı. ABD ve İsrail’in tek başlarına aynı karede yer alması, açıklanan planın amacı hakkında şüphelerin oluşmasına ve haklı sorular sorulmasına neden oldu. ABD’nin İsrail yanlısı bu görüntüyü vermesi; Filistin tarafının, açıklanan ‘barış planını’ objektif bir şekilde değerlendirmesini adeta imkânsız hale getirdi. ABD ve İsrail gerçekten çözüm istiyor muydu? Yoksa ABD ve İsrail’deki sağ partilerin şiddetle muhalefet ettiği iki devletli çözüm çabalarına güçlü bir darbe vurmak için mi, böyle bir hikâye kurgulamıştılar? 
ABD’nin açıkladığı “Yüzyılın Anlaşması” adı verilen planın zamanlaması ve sunuluşundaki sorunları (önemlerine rağmen) bir kenara bırakırsak ki dünyada diplomatik ve politik kurallara uyulmayan bir dönemi yaşıyoruz. Öne sürülen planın içeriğine dair, eksileri ve artılarıyla bir değerlendirme yapmamız kaçınılmaz.
İlk olumlu nokta, ABD’nin Filistinliler için 50 milyar dolar tutarında destek sağlama niyetinin olmasıdır. Yabancı ya da Arap, kaynağı ne olursa olsun bu meblağın sağlanması nispeten olumludur.
İkinci olumlu nokta ise; İsrail’in yasadışı yerleşim yerlerini dört yıl boyunca genişletmeyeceği yönündeki taahhüdüdür. Ancak bu taahhüt çok da olumlu değildir zira Filistin tarafının geniş topraklardan feragat etmesini şart koşmaktadır. Bunun yanı sıra, ABD hiçbir İsrailli ya da Filistinlinin evini terk etmeyeceğini belirtmektedir ki bu da; İsrail’in Filistin topraklarındaki yasa dışı yerleşimlerinin devam edeceğini göstermektedir.  Filistinliler tarafından reddedilen, George W. Bush'un İsrail Başbakanı Şaron'a verdiği bölgeler de bu kapsamda değerlendirilmiştir. Şahsi kanaatim; bu şartlar ışığında hiçbir İsrailli yetkilinin uluslararası hukuka göre yasa dışı addedilen mevcut yerleşim yerlerini tahliye etmeye yanaşmayacağıdır.
Üçüncü olumlu varsayım ise, ABD ve İsrail tarafının prensipte bağımsız bir Filistin Devleti’ni tanıyacak olmasıdır. Burada da yeni bir şey yoktur zira daha önce Başkan George W. Bush, 2008’deki Annapolis Konferansı’nda bu hususu dile getirmişti. Başkan Clinton da görevi terk etmeden birkaç hafta önce şahsi görüşünün Filistin’in bağımsız bir devlet olmayı hak ettiği yönünde olduğunu açıklamıştı.  
Öyleyse asıl soru şudur: gerçekten de bağımsız bir Filistin devleti mi teklif edilmektedir? Filistin halkının vatan topraklarının kaynakları ve çıkarları üzerinde egemen haklara sahip olduğu, ulusal kimliklerini yaşayabilecekleri bir Filistin devleti mi önerilmektedir?
Devleti tanımlarken en önemli iki husus, toprağın mülkiyeti ve siyasi kararların bağımsızlığı olarak öne çıkmaktadır. Bu açıdan değerlendirirsek; ABD’nin önerisi daha çok son derece kısıtlanmış bir özerkliğe yakındır. Zira böyle bir devlet kurulursa; İsrail, girişleri ve çıkışları kontrol edecektir, üstelik güvenlikten de sorumlu olacağı için her istediği an müdahale etme hakkına sahip olacaktır.
Ekim Savaşı'ndan bu yana İsrail ile Filistin arasındaki müzakereler dört ana nokta etrafında gerçekleşmiştir.
İlk olarak; Filistin toprakları meselesi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararına göre; kimse kimsenin topraklarına zorla el koyamaz. Bu da Filistinlilerin 1967 sonrasında işgal edilen toprakları geri alma hakları olduğunu gösterir. Geçmişte coğrafi koşullar nedeniyle söz konusu toprakların % 3 ila % 6 oranında mübadele edilmesi ya da aynı büyüklük ve değerdeki köylerin birleştirilmesi hususları müzakere konusu olmuştu. Şu anda teklif edilen şey ise Batı Şeria’daki mevcut topraklarının % 30’undan fazlasının İsrail’e bırakılmasıdır.
Kudüs meselesi de geçmişteki müzakerelerde başlıca konular arasındaydı. Bilindiği üzere Kudüs sadece Filistinliler için değil, İslam ve Hristiyan dünyası için de son derece ehemmiyeti haizdir. Geçmişteki müzakerelerde şehrin yeniden planlanması ve genişletilmesi, egemenlik alanlarının belirlenmesi önerilmişti. En büyük ihtilaf ise eski Kudüs, özellikle kutsal bölgeler hakkındaydı. Şimdi önerilen ise, Filistin Devleti’nin Güvenlik Duvarı’nın arkasında kurulmasıdır. Ki bu bölgenin kutsal mekânlarla bir ilgisi bulunmamaktadır.
Mültecilerin geri dönüşü ve tazminatı konusu, insani ve zorunlu bir mesele olduğu için üzerinde uluslararası fikir birliğinin olduğu konulardandır. Filistinliler ve Arap dünyası bu konuda çeşitli tavizler vermiştiler. Arap barış girişimlerinde bu hususun ‘pratik ve adil’ bir şekilde çözülmesi öneriliyordu. Yani ya mülteciler geri dönecek ya da tazminat ödenecekti. Geri dönüş ise muammaydı, İsrail’e mi dönecektiler yoksa Filistin’e mi? ya da her ikisine birden mi. Geri dönecek mültecilerin sayısı ve tazminat rakamları üzerinde Filistin ve İsrail tarafları arasında en üst düzeyde müzakereler yapılıyordu.
Güvenliğin sağlanması, bu husus da geçmişteki müzakerelerde önemli bir konuydu. Her ne kadar BMGK’nın 242 sayılı kararı, işgalin sona ermesinin ardından toplumların kendi topraklarında özgürce yaşayabileceğini vurguluyor olsa da İsrail, komşuları olan Arap ülkeleriyle savaştığı için bu meseleyi farklı değerlendirmişti. Mısır ve Ürdün’le yaptığı barış anlaşmaları ve Filistinlilerle yaptığı Oslo Anlaşması uyarınca ‘güvenlik koordinasyonu’ başlığı altında birtakım imtiyazlar elde etti.
Tuhaf olan şey ise, Arapların İsrail’e yönelik güvenlik tehdidinin azalmasına paralel olarak İsrail’in güvenlik taleplerinin artmasıydı. İsrail Arap ülkelerinden kendisine karşıt olan koalisyonlarda yer almamalarını, sınır bölgelerindeki silahlarını sınırlandırmalarını istedi. Son olarak da tüm Filistin sınırlarını kontrol etme arzusunu ilan etti. Egemenlik sınırlarını Ürdün Vadisi’ne kadar genişletme istekleri, Filistin’i ekonomik ve askeri olarak kuşatarak, tam bir vesayet altına almayı hedeflemekteydi.
Şahsen İsrail'in bitmek tükenmek bilmeyen istekleri konusunda ikna olmamama rağmen, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Japonya ve Almanya’da olduğu gibi Filistinlilerin askeri olarak kısıtlanmasını anlıyor gibiydim. İsrail daha önce kendisiyle savaşan Ürdün ve Mısır’dan sınır bölgelerindeki askeri varlıklarını azaltmasını istiyordu, ancak Filistin’in askeri gücü hem İsrail’e zarar verme bakımından hem de bu ülkelerin güçlerine kıyasla zaten son derece kısıtlıydı. Anladım ki İsrail’in bu yaklaşımı Batı Şeria’ya tamamen egemen olmak için oluşturulmuş ideolojik, politik bir yaklaşımdır. Mesele güvenlik meselesi değildir, Filistinlilerin kimliklerini ve devletlerini yozlaştırma meselesidir.
Bu nedenlerden ötürü ‘Yüzyılın Anlaşması’ olarak adlandırılan ABD ‘barış planının’ İsrail ve Filistin taraflarını tatmin edecek bir çözüme ulaşmak için uygun bir platform sağladığını düşünmüyorum. Mübalağasız ve objektif olarak değerlendirdiğimde; planın risklerinin ve eksilerinin, olumlu taraflarına göre çok daha ağır bastığını gözlemliyorum. Müzakere en iyi yöntemdir, daha doğrusu Filistinliler için mümkün olan tek yöntemdir. Barışçıl çözüm iki taraf içinde en iyisidir. Eğer barış iradesi varsa önemli olan budur, müzakereler ise detaylar üzerine olur.
Eşit büyüklükte ve değere sahip bazı toprakların değişimi için müzakere yapılmasına kimsenin itiraz ettiği yok. İsrail ve Yeni Filistin’e döneceklerin sayısı müzakere edilebilir, dönmeyecekler için tazminat miktarının belirlenmesi için müzakere yapılabilir. İsrail ya da Filistin’in ani bir güvenlik sorunuyla karşılaşmaması için güvenlik koordinasyonu yapılmasına da kimsenin itiraz ettiği yok. Filistin devletinin belirli bir süreliğine silahlarını sınırlı tutması da konuşulabilir. Kadim Kudüs’teki dini alanlarda Yahudilerin ve Müslümanların serbestçe ibadet edebilmesine imkân tanıyan düzenlemeler üzerinde de müzakere edilebilir. İsrail'in Arap topraklarını işgali sona erdiğinde yeni kurulacak devletteki vatandaşlığın nasıl belirleneceği de tartışılabilir. Arap normalleşmesi biçiminde müzakere etmek için hiçbir itiraz yoktur.
Şimdi gereken şey; sırf dünyanın en güçlü ülkesi tarafından öne sürüldü diye başımızı eğip her şeyi kabul etmemiz değildir. Ancak sorunun çözümünde müzakerelerden kaçınmamaya da özen göstermeliyiz.
En iyisi, Batı Şeria ile Gazze Şeridi’ndeki Filistinlileri yeniden bir araya gelerek, birleşik bir Filistin hükümeti oluşturmasıdır. Arap Birliği’nin 2002 yılındaki barış planı çerçevesinde İsrail ile müzakerelere hazır olunduğu duyurulmalıdır. İsrail tarafının tutumundan bağımsız olarak da, 1967 sınırları içinde bağımsız bir Filistin devleti ilan edilmeli ve Filistin haklarını garanti eden uluslararası hukuka başvurulmalıdır. 
*Mısır Eski Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi'nin Şarku'l Avsat tarafından çevirisi yapılan makalesi Independent Arabia'da yayınlanmıştır.



Abu Dabi’de sürpriz temas: ABD ve Rusya barış müzakerelerini hızlandırıyor mu?

Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş sürerken bugün Kiev'e düzenlenen hava saldırısı sonrası binalarından üzerinden yükselen dumanlar (AFP)
Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş sürerken bugün Kiev'e düzenlenen hava saldırısı sonrası binalarından üzerinden yükselen dumanlar (AFP)
TT

Abu Dabi’de sürpriz temas: ABD ve Rusya barış müzakerelerini hızlandırıyor mu?

Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş sürerken bugün Kiev'e düzenlenen hava saldırısı sonrası binalarından üzerinden yükselen dumanlar (AFP)
Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş sürerken bugün Kiev'e düzenlenen hava saldırısı sonrası binalarından üzerinden yükselen dumanlar (AFP)

ABD merkezli haber kanalı CBS News bugün, ABD'li yetkililer ve diplomatik kaynaklara dayandığı haberde, ABD Kara Kuvvetleri Bakanı Dan Driscoll’un şu anda Rus yetkililerle görüşmek üzere Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) başkenti Abu Dabi'de bulunduğunu bildirdi.

CBS News’e konuşan ABD’li bir yetkili, Bakan Driscoll’un dün akşam Abu Dabi’de Rus heyetiyle birkaç saat süren bir görüşme gerçekleştirdiğini ve bugün de heyetle tekrar bir araya gelerek barış sürecini görüşmesi ve müzakereleri hızla ilerletmesinin beklendiğini söyledi.

Öte yandan İngiltere merkezli günlük gazete Financial Times, iki kaynağa dayandırdığı haberinde Driscoll'un Rus heyetinin yanı sıra Ukrayna Savunma Bakanlığı İstihbarat Başkanı Kirilo Budanov ile de Abu Dabi’de görüşmelerde bulunacağını bildirdi.

Bu toplantılar, ABD Başkanı Donald Trump'ın yaklaşık dört yıldır süren Rusya-Ukrayna savaşında ateşkes sağlanması için artan baskısı ve ABD’li yetkililerin her iki ülkenin temsilcileriyle yaptığı görüşmelerle eş zamanlı gerçekleşiyor.

Bakan Driscoll, geçtiğimiz hafta sonu ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Başkan Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner ile Ukrayna ve müttefiki Avrupa ülkelerinden diplomatlar arasında İsviçre'nin Cenevre kentinde düzenlenen görüşmelere katıldı. Driscoll, Rus yetkililerle görüşmesi öncesinde geçtiğimiz hafta Ukrayna'nın başkenti Kiev’i ziyaret etmişti.

CBS'nin pazar günü yayınladığı bir habere göre ABD’li ve Ukraynalı yetkililer, Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy’nin bu hafta ABD’yi ziyaret etme olasılığını görüştü, ancak henüz böyle bir ziyaret için kesinleşmiş bir plan yok. Rusya ve Ukrayna’nın bir anlaşmaya ne kadar yakın olduğu hala belirsizliğini koruyor.

Trump yönetiminin savaşı sona erdirmek için desteklediği taslak öneri, Zelenskiy'nin zaten reddettiği birkaç madde içeriyor. Bunlar arasında Ukrayna'nın Donetsk bölgesinin tamamını (Rusya’nın işgali altında olmayan kısımlar dahil) teslim etmesi ve ülkenin NATO'ya üye olma çabalarını durdurması da bulunuyor.

ABD’li ve Ukraynalı yetkililere göre güvenlik garantileriyle ilgili başka bir taslak metin daha var.

Ukrayna'nın Washington Büyükelçisi Olha Stefanishyna pazar günü bir televizyon kanalına verdiği röportajda, taslak metinin ABD'nin NATO tüzüğünün 5. maddesine benzer ‘güvenlik garantileri’ verme niyetinde olduğunu açıkça ortaya koyduğunu söyledi. Söz konusu 5. Madde, NATO üyelerine saldırıya uğrayan herhangi bir üye devleti savunma yükümlülüğü getiriyor.

Bazı NATO üyeleri ve diğer ABD müttefikleri, cumartesi günü, öneriyi ‘daha fazla çalışma gerektiren bir temel’ olarak nitelendiren ortak bir bildiri yayınlamışlardı.


Rosneft CEO'su: Batı'nın Rusya yaptırımları ekonomik kriz şeklinde geri tepebilir

Rosneft’e ait bir ham petrol tankeri İstanbul Boğazı’nı geçerken (Arşiv - Reuters)
Rosneft’e ait bir ham petrol tankeri İstanbul Boğazı’nı geçerken (Arşiv - Reuters)
TT

Rosneft CEO'su: Batı'nın Rusya yaptırımları ekonomik kriz şeklinde geri tepebilir

Rosneft’e ait bir ham petrol tankeri İstanbul Boğazı’nı geçerken (Arşiv - Reuters)
Rosneft’e ait bir ham petrol tankeri İstanbul Boğazı’nı geçerken (Arşiv - Reuters)

Rusya’nın petrol devi Rosneft'in CEO’su İgor İvanoviç Seçin salı günü yaptığı açıklamada, Batı'nın Rusya ve Çin'e uyguladığı yaptırımların Batı ülkelerini ekonomik krize sürükleyebileceğini söyledi.

Pekin'de düzenlenen Rusya-Çin Enerji İş Forumu'nda konuşan, Rusya’nın enerji sektörünün en etkili isimlerinden biri olan Seçin, Batı ülkelerindeki tüketicilerin enerji için zaten yüksek bir bedel ödediğini açıkladı. Batı'nın hem Rusya hem de Çin'e karşı düşmanca yaptırım politikasını sürdürmesinin, Batı ülkelerinde şüphesiz başka bir ekonomik krize yol açacağını belirten Seçin, Batılı politikacıların hepsi karşı karşıya oldukları risklerin farkında olmadıklarını öne sürdü.

Öte yandan Rusya Başbakan Yardımcısı Alexander Novak bugün yaptığı açıklamada, Moskova ve Pekin'in Rusya'nın Çin'e petrol ihracatını artırmanın yollarını görüştüğünü söyledi. Çin ve Hindistan, 2022 yılının şubat ayında Rusya'nın Ukrayna'da özel askeri harekât başlatmasından bu yana Rusya'nın petrolünün en büyük alıcıları haline geldiler. Çin, Rusya’dan deniz yoluyla günde yaklaşık 1,4 milyon varil, boru hatları yoluyla ise günlük yaklaşık 900 bin varil petrol ithal ediyor.

ABD geçtiğimiz ay Rusya'nın en büyük iki petrol üreticisi olan Rosneft ve Lukoil'e yaptırım uyguladı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, yaptırımları ‘dostça olmayan bir hareket’ olarak nitelendirirken bunların Rusya ekonomisini önemli ölçüde etkilemeyeceğini söyleyerek Rusya'nın küresel pazardaki önemini vurguladı. Rusya'nın Çin ve Hindistan'a petrol tedarikinin geleceği konusunda çelişkili haberler basında yer alırken, Rusya'nın toplam ham petrol ihracatı şu ana kadar nispeten istikrarlı seyretti.

Pekin'de düzenlenen forumda, Rusya'nın Çinli ortaklarıyla Çin'e petrol ihracatını artırma olasılığını görüştüğünü söyleyen Başbakan Yardımcısı Novak, hükümetler arasında yapılan anlaşmaların, Kazakistan üzerinden Çin'e petrol tedarikinin 2033 yılına kadar on yıl uzatılması olasılığını öngördüğünü belirtti.

Ukrayna’daki savaşı sona erdirmeyi amaçlayan müzakereleri bekleyen piyasalarda müzakerelerden kesin sonuç alınamaması nedeniyle Rusya'ya yönelik yaptırımların devam edeceği endişesinin hakim olmasından dolayı, gelecek yıl arzın talebi aşacağına dair kaygıları daha da tırmandırırken bugün petrol fiyatları düştü.

Brent ham petrol vadeli işlemleri, dünya saatiyle 05:00'da 27 sent yani yüzde 0,4 düşüşle varil başına 63,10 dolara, Batı Teksas Orta Kalite (WTI) ham petrolü ise 23 sent yani yüzde 0,4 düşüşle 58,61 dolara geriledi.

Rusya-Ukrayna savaşını sona erdirecek bir barış anlaşmasına ilişkin şüphelerin artması, Batı ülkeleri tarafından yaptırım uygulanan Rusya’nın ham petrol arzına ilişkin beklentileri zayıflatırken, hem brent hem de WTI ham petrolü fiyatı dün yüzde 1,3 artış gösterdi.

Piyasa katılımcıları Rusya’nın petrol sevkiyatları konusunda endişeli olsa da arz artışının gelecek yıl talep artışını geçeceği yönündeki tahminler nedeniyle 2026 yılındaki ham petrol arz ve talep dengesine ilişkin genel görünüm iyimser değil.

Phillip Nova kıdemli piyasa analisti Priyanka Sachdeva, bugün yaptığı değerlendirmede, “Kısa vadede başlıca risk arz fazlası ve mevcut fiyat seviyeleri kırılgan görünüyor” dedi.

Rusya’nın petrol devleri Rosneft ve Lukoil'e uygulanan yeni yaptırımlar ve Rusya'dan Avrupa'ya rafine petrol ürünleri satışına getirilen yasaklar nedeniyle, Hindistan’daki bazı rafineriler, özellikle de özel şirket Reliance, Rusya’dan hem petrol alımlarını azalttı.

Sınırlı satış seçenekleriyle Rusya, Çin'e ihracatını artırmayı hedefliyor. Ancak piyasa analistleri, arz ve talep dengesizliğinin artma olasılığına odaklanmaya devam ediyor.

Almanya merkezli Deutsche Bank (DB), 2026 yılında günlük en az 2 milyon varil ham petrol fazlası olacağını ve 2027 yılına kadar bu fazlanın azalacağına dair net bir işaret olmadığını açıkladı.

Mulholland Capital Advisors analisti Michael Hsu ise “2026'ya kadar olan süreçte düşüş eğilimi devam edecek” değerlendirmesinde bulundu.


Beyaz Saray: Amerika ve Ukrayna'nın barış anlaşması konusunda iki noktada anlaşamadığı belirtiliyor

Beyaz Saray sözcüsü Karoline Leavitt, gazetecilere yaptığı açıklamadan bir kare (EPA)
Beyaz Saray sözcüsü Karoline Leavitt, gazetecilere yaptığı açıklamadan bir kare (EPA)
TT

Beyaz Saray: Amerika ve Ukrayna'nın barış anlaşması konusunda iki noktada anlaşamadığı belirtiliyor

Beyaz Saray sözcüsü Karoline Leavitt, gazetecilere yaptığı açıklamadan bir kare (EPA)
Beyaz Saray sözcüsü Karoline Leavitt, gazetecilere yaptığı açıklamadan bir kare (EPA)

Beyaz Saray Sözcüsü Karolyn Leavitt, dün yaptığı açıklamada, ABD Başkanı Donald Trump ile Ukraynalı mevkidaşı Volodimir Zelenskiy arasında bu hafta herhangi bir görüşme planlanmadığını söyledi.

Reuters'a konuşan kaynaklar, Zelenskiy'nin bu hafta Trump ile Ukrayna'daki savaşı sona erdirme planının hassas yönlerini görüşmek üzere Amerika Birleşik Devletleri'ne gidebileceğini söyledi.

Leavitt, Washington ve Kiev'in Rusya'nın Ukrayna'daki savaşını sona erdirme amaçlı olası bir anlaşma konusunda verimli görüşmelerde bulunduğunu ve hâlâ "sadece iki anlaşmazlık noktası" olduğunu ifade etti.

Fox News'in The Story programına verdiği röportajda, ABD Başkanı Donald Trump'ın savaşı sona erdirmek için bir anlaşmaya varma olasılığı konusunda iyimser olduğunu belirtti.

Leavitt, özellikle Cumhuriyetçi Parti içinden Başkan Donald Trump'a yöneltilen, Trump'ın Ukrayna'daki çatışmayı sona erdirme çabalarında Rusya'ya karşı taraflı davrandığını eleştirilerine yanıt verdi.

Şarku'l Avsat'ın AFP'den aktardığına göre Beyaz Saray sözcüsü, "Amerika Birleşik Devletleri'nin bu savaşı sona erdirmek için her iki tarafla da eşit şartlarda çalışmadığı" fikrinin tamamen yanlış olduğunu belirtti.

Levitt, Trump'ın, Rusya'nın Ukrayna'yı işgaliyle başlayan savaşı sona erdirmek için bir plan üzerinde çalışma olasılığı konusunda "iyimserlik ve umut" ifade ettiğini söyledi.

Benzer bir bağlamda, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy dün yaptığı açıklamada, ABD ve Avrupa ile görüşülen önerilen barış planının "doğru" noktalar içerdiğini, ancak Amerikalı mevkidaşı Donald Trump ile görüşeceği hassas konular olduğunu söyledi.

Zelenskiy, dün akşam televizyonda yaptığı konuşmada, "Cenevre görüşmelerinin ardından, şu an itibarıyla daha az madde var- artık 28 değil- ve bu çerçeveye önemli sayıda doğru unsur dahil edildi" dedi.

Zelenskiy, "Ekibimiz bugün yeni taslak adımlar hakkında bir rapor sundu ve bu gerçekten doğru bir yaklaşım. Hassas konular ve en hassas noktalara gelince, bunları Başkan Trump ile görüşeceğim" ifadesini kullandı.

ABD yönetiminin önerdiği plana göre Moskova'nın hak iddia ettiği doğu Ukrayna'daki Donetsk ve Luhansk bölgeleri ile Rusya'nın 2014'te ilhak ettiği Kırım Yarımadası, ABD de dahil olmak üzere "fiilen Rus toprağı olarak tanınacak".

28 maddelik Amerikan planı, iki güney bölgesinin, Herson ve Zaporijya'nın bölünmesini öngörüyor. Kiev mevcut formülü kabul ederse, NATO'ya katılma hedefinden de vazgeçmeli ve bunu anayasasına dahil etmelidir.

Planda ayrıca Ukrayna ordusunun 600 bin askerle sınırlandırılması, NATO'nun Ukrayna'ya asker konuşlandırmaması, ancak Avrupa savaş uçaklarının Kiev'i korumak için Polonya'da konuşlandırılması öngörülüyor.