Libya Ulusal Geçiş Konseyi eski Başkanı Abdülcelil Şarku'l Avsat'a konuştu: Seyfülislam’ın reform çabaları ‘semiz kediler’ tarafından engellendi

Libya Ulusal Geçiş Konseyi eski Başkanı Mustafa Abdülcelil
Libya Ulusal Geçiş Konseyi eski Başkanı Mustafa Abdülcelil
TT

Libya Ulusal Geçiş Konseyi eski Başkanı Abdülcelil Şarku'l Avsat'a konuştu: Seyfülislam’ın reform çabaları ‘semiz kediler’ tarafından engellendi

Libya Ulusal Geçiş Konseyi eski Başkanı Mustafa Abdülcelil
Libya Ulusal Geçiş Konseyi eski Başkanı Mustafa Abdülcelil

Libya Ulusal Geçiş Konseyi’nin eski başkanı Mustafa Abdülcelil, 2011’de Muammer Kaddafi’yi deviren halk ayaklanması öncesinde ülkedeki koşulları ve sonraki süreci değerlendirdi. Şarku’l Avsat’a konuşan Abdülcelil, Kaddafi’ye karşı yapılan ‘devrimin’ zaruri olduğunu belirterek Libyalıların dünyadaki tüm özgürlük hareketlerini destekleyerek halkını baskı altında tutan yozlaşmış sistemden kurtulmak için başkaldırmış olmalarını onurlu bir tutum olarak nitelendirdi.
Kaddafi yönetimine son veren 17 Şubat Devrimi’nin ardından Libya’nın geçici başkanlığını üstlenen Mustafa Abdülcelil, 2007-2011 yılları arasında Kaddafi rejiminde Adalet Bakanı olarak görev almıştı. Dolayısıyla Libya’nın yakın tarihinde önemli bir dönemin şahidiydi.
Abdülcelil, Libya intifadasının üzerinden geçen sekiz yıla yakın sürenin ardından yaptığı değerlendirmede şunları söyledi:
“Kaddafi, devrimi engelleyebileceğini düşünüyordu. Libya dışında da milyonlarca destekçisi olduğunu ve ‘bozgunculara’ karşı yanında yer alacağını söylüyordu. Ancak oğlu Hamis’e bağlı bir grup milis ve bazı eski devrim unsurları dışında kimse Kaddafi’nin bu çağrısına yanıt vermedi. Yani paralı askerleri onu yalnız bıraktı.”
Abdülcelil, Kaddafi’yi deviren halk hareketinin haklılığına dikkat çekti:
“Her kurumunun yozlaştığı bu rejimin gerçek bir reform yapamayacağı açıktı. Seyfülislam Kaddafi’nin reform çabaları ise Kaddafi’nin kendisi ve yakınındaki bir grup tarafından sürekli engelleniyordu. Seyfülislam ne pahasına olursa olsun kendi çıkarlarını gözeten bu gruba ‘semiz kediler’ diyordu. Seyfülislam o zamanlar Kaddafi Kalkınma Kurumu’nun başkanlığını yapıyordu. Birçok söyleminde ülkenin iç siyasetine eleştiriler yöneltiyordu. Semiz kedilerin ülkedeki reform sürecinin önünde durduğunu defalarca dillendirdi. Hatırlıyorum, Seyfülislam şöyle söylüyordu: Gümrük vergilerini kaldırmak istediğimizde Libya’nın egemenliğini sattığımızı söylediler. Genel af çıkarıp mahkûmları serbest bırakmak istediğimizde ülkeyi tahrip edeceğimizi öne sürdüler. Bu reformları engelleyenler, kendi çıkarlarına sıkı sıkıya bağlı olan semirmiş  kediler ve devlet içindeki bürokratlardır. Bu iki grup, meşru olmayan bir şekilde bir araya gelerek ortak çıkarları uğruna ülkenin gelişimini engellemektedir.’’
Abdülcelil açıklamasında 40 yılı aşkın süren Muammer Kaddafi dönemine karşıtlığın yeni olmadığının altını çizdi:
“Muammer Kaddafi, 1969 yılında başa geçtiğinde kendisine karşı olan kişiler ya da gruplar tarafından defalarca darbe yapılmaya çalışıldı. 1969 yılı bitmeden savunma ve içişleri bakanlarının başını çektiği bir grup Kaddafi’yi devirmeye çalıştı ama başarısız oldu. Bir yıl sonra Zeviye kabilesi, Evlad Süleyman kabilesi ve Kral Senusi’nin bazı taraftarlarıyla birlikte bir başka darbe girişiminde bulundu. Devrim Konseyi üyesi Ömer Muheyşi ve Beşir Hevadi de Kaddafi’yi devirmeye çalıştı. 1984 yılında Libya Kurtuluş Hareketi Bab Aziziye’deki karargâhına kadar ulaştılarsa da bir süre sonra bastırıldılar. 1990’lı yıllarda Verfele kabilesinden bir grup subay darbe girişiminde bulundu. Buna ek olarak Bingazi ve Trablus’ta da suikast girişimleri oldu.”
Abdülcelil, 2011 devriminin temeli olarak 17 Şubat 2006’da yaşananlara işaret etti:
“Bingazi Müftüsü vatandaşları Cuma Namazı’ndan sonra peygamberimize yönelik karikatürlerin protesto edilmesi amacıyla Şehitler piri Ömer Muhtar Meydanı’nda toplanmaya davet etti. Buradaki gösterinin ardından kalabalıklar İtalya Konsolosluğu’nun önüne yürüdü. Göstericilere müdahale eden polis güçleri 11 kişinin ölümüne neden oldu. Halkın öfkesine neden olan bu olay karşısında devlet yetkilileri Bingazi’ye gelerek maktul yakınlarına tazminat ödedi ve polis müdürünün görevden alınacağını duyurdu. Bu olaydan sonra her yıl aynı zamanda bölge halkı protesto düzenlemeyi alışkanlık haline getirdi. Libya halkının genelini asıl öfkelendiren olay ise 2011 yılında protesto eylemlerinin başında Kaddafi’nin Kurban Bayramı’nın hacıların Arafat’ta olduğu günden farklı bir günde kutlanmasının talimatını vermesiydi.”
Abdülcelil, Kaddafi rejiminin 1996 yılında Ebu Selim Hapishanesi’nde bin 269 tutukluyu öldürmesinin, rejim karşıtı ayaklanmaların fitilini ateşlediğini kaydetti:
“Ebu Selim Hapishanesi’nde ölenlerin yakınları, oğullarının öldürülme nedenlerini, nerede defnedildiğini ve sorumluların kimler olduğunu öğrenmek istiyordu. Düzenledikleri gösteriler ‘devrimin’ temelini oluşturmuştur. Libya’daki halk hareketinin o dönemlerde başlayan Arap Baharı ya da dış güçlerle bir ilgisi yoktur. Gençler onurlu bir yaşam için gösteri düzenliyordu ve Kaddafi onları ‘sıçan’ olarak niteleyerek her yerde takip edilmelerini istedi.”
Ebu Selim Katliamı
Ebu Selim Katliamı, 29 Haziran 1996’da Trablus’un güneyindeki Ebu Selim Hapishanesi’nde gerçekleşti. Bu hapishanede ‘güvenlik güçlerine karşı gelmek ve komplo kurmakla’ suçlanan bin 269 kişi infaz edildi. Çoğu İslami akıma mensup tutukluların toplu halde infaz edildiği biliniyor. Ancak Kaddafi rejimi katliamın gerçekleştiğini yalanlıyordu. 2011 yılında ise kurbanların yakınlarına tutukluların öldüğü bildirildi. Rejim tazminat için müzakere etmek istese de tutuklu yakınları bunu reddetti ve 2007 yılında yargıya başvurarak cenazelerin kabir yerlerinin tespitini istedi. Bir yıl sonra Bingazi Mahkemesi adalet ve içişleri bakanlıklarının kabir yerlerini açıklamalarına yönelik sessiz kalınmasını istedi. Sorumluların yargılanması meselesi ise sürüncemede kaldı. 2019’da Trablus’taki bir mahkeme de zaman aşımı dolayısıyla davayı kapattı.
“Libya çok kısa süre içinde toparlanacaktır”
Abdülcelil, Libya'daki mevcut duruma ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu:
 “Bugün, parti çıkarlarını ülke çıkarlarının önüne koyan siyasilere ve fırsat düşkünü ideologlara rağmen Libya’nın çok kısa zaman içinde toparlanacağına ve eşi görülmemiş bir refah düzeyini yakalayacağına olan inancım tamdır. Libya bölgede ve Akdeniz ülkeleri arasında öne çıkacaktır.”
Mustafa Abdülcelil, başkanı olduğu Ulusal Geçiş Konseyi’ndeki görevini kötüye kullandığı suçlamalarına da yanıt verdi:
“Konsey zor zamanlarda görevini başarıyla yerine getirmiştir. 1964 yılından beri ilk defa seçimle başa gelen siyasilere erki teslim ettik. Konsey üyeleri 18 ay boyunca ne bir maaş aldı ne de kendi çıkarlarına yönelik bir kazanım elde etti. Dışarıdan, yani Avrupa’dan gelen muhaliflere karşı iyi niyetli davrandık. Sorumluluklarımızı yerine getirdiğimizi düşünüyorum. Bu süreçte ayrıca aşırılık yanlısı akımlar, ordu yetkilileri ve yargı mensuplarına yönelik suikastlar düzenlendi. İlk başta General Abdülfettah Yunus’u öldürdüler, sonra 50’ye yakın subay suikastlarda öldü. Ardından başsavcı ve altı yargı mensubu ve 10’dan fazla gazeteci suikasta uğradı. Tüm bunlarda bizim dahlimiz yoktur.”
Açıklamalarında Libya Ulusal Ordusu’nun Trablus operasyonunu olumlu bir adım olarak gördüğünü belirten Abdülcelil ayrıca Trablus’taki hükümetin bölgenin zenginliklerine el koymasının kabul edilemeyeceğini vurguladı. 

 


HDK, Kadugli'deki BM merkezine saldırdı

Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
TT

HDK, Kadugli'deki BM merkezine saldırdı

Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)

Sudan’da Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) dün, kuşatma altındaki Güney Kordofan eyaletinin yönetim şehri Kadugli’ye insansız hava aracı (İHA) saldırısı düzenleyerek Birleşmiş Milletler (BM) karargahını hedef aldı. Bu saldırı sonucunda Bangladeşli altı asker hayatını kaybetti. Şehirdeki bazı insani yardım kuruluşları ve BM ajansları, personelini tahliye etmeye başladı. Şehir ayrıca sakinlerinin toplu göçüne tanık oluyor.

Sudan Geçici Egemenlik Konseyi, saldırıyı ‘uluslararası insani hukukun ciddi bir ihlali ve açık bir ihlali’ olarak nitelendirdi.

Konsey tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Korunan bir BM tesisini hedef almak, organize terörizme eşdeğer tehlikeli bir tırmanış ve suç teşkil eden bir davranıştır ve uluslararası hukuku kasıtlı olarak hiçe saymayı ve insani yardım ve uluslararası misyonların çalışmalarını doğrudan tehdit etmeyi amaçlamaktadır.”

Açıklamada, BM ile uluslararası topluma BM tesislerinin korunmasını sağlamak için ‘kararlı tutumlar ve caydırıcı önlemler’ alınması çağrısı yapıldı.

Bu gelişme, BM Genel Sekreteri António Guterres'in HDK’yı ‘kötü aktörler’ olmakla suçlamasından iki gün sonra yaşandı. Buna karşın HDK, BM'yi ‘çifte standart’ uygulamakla suçladı.


İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
TT

İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)

İsrail Times gazetesine göre, İsrailli bir yetkili bugün, Hamas'ın üst düzey lideri Raid Saad'ın Gazze şehrinde düzenlenen bir hava saldırısında öldürüldüğünü doğruladı. Bu da İsrail'in ateşkes anlaşmasını ihlal etmesi anlamına geliyor.

Alman Basın Ajansı'na (DPA) göre görgü tanıkları ve sağlık kaynakları bugün, Gazze şehrinin güneybatısındaki Raşid Caddesi üzerindeki Nablusi kavşağı yakınlarında bir araca düzenlenen İsrail hava saldırısında dört Filistinlinin öldüğünü ve birçok kişinin de yaralandığını bildirdi.

Görgü tanıkları, İsrail uçağının Nablusi Meydanı yakınlarında bir araca birkaç füze ateşlediğini, aracı imha ettiğini ve can kayıplarına yol açtığını söyledi. Ambulans ekipleri, ölü ve yaralıları hastanelere taşımak için acilen olay yerine gitti.

İsrail askeri sözcüsü Avichay Adraee ise yaptığı açıklamada, ordu ve Şin Bet'in (İsrail Güvenlik Teşkilatı) Gazze Şehrinde üst düzey bir Hamas komutanını hedef alan bir saldırı düzenlediğini ve onu son zamanlarda hareket için silah üretimi ve yeniden yapılanma çalışmaları yapmakla suçladığını belirtti.

İsrail Ordu Radyosu, saldrırının hedefinin, İzzeddin el-Haddad'dan sonra "Hamas'ın ikinci adamı" ve askeri üretim dosyasından sorumlu kişi olarak tanımladığı Raid Saad olduğunu bildirdi. İsrail'in bugünkü operasyonu gerçekleştirmeden önce son haftalarda kendisine birkaç kez suikast girişiminde bulunduğunu belirtti.

Şarku’l Avsat’ın İbranice yayın yapan Ynet internet sitesinden aktardığına göre Raid Saad Hamas'ın askeri kanadı olan Kassam Tugayları'nın liderlerinden biri.

Hamas'tan hava saldırısının hedefinin kimliğiyle ilgili resmi bir açıklama yapılmadı.

Axios haber sitesi, İsrail'in saldırıdan önce Amerika Birleşik Devletleri'ni önceden bilgilendirmediğini ifade etti.


Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
TT

Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)

Macid Kıyali

Suriye’de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından geçiş dönemi liderliği ile muhalifleri arasında yaşanan iç çatışma, siyasi sistemin niteliği, özellikle de merkeziyetçilik mi yoksa ademi merkeziyetçilik mi, merkezi bir devlet mi yoksa federal bir devlet mi tartışmaları üzerine yoğunlaşıyor.

Bu konu meşru olmasına rağmen, tartışmaya katkı sağlamak amacıyla bazı temel gözlemler aşağıda sunuyorum.

İlk gözleme göre ademi merkeziyetçilik ya da federalizm meselesini gündeme getirmek, bu konuda kutuplaşmanın temel nedeninin Suriye’deki iç çatışmada kimlik, etnik, mezhepsel ve bölgesel özelliklerin baskın olması olduğu gerçeğini görmeyi zorlaştırdı.

Çatışmanın önde gelen tarafları, siyasi veya sınıfsal güçleri ya da tarafları temsil etmekten ziyade kimlik temelli yahut mezhepsel, etnik ve bölgesel kimliği vurgulayan taraflar olduklarından, bu konunun siyasi niteliği göz ardı ediliyor.

Dikkati çeken ikinci gözleme göre ise federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet için mücadele eden güçler, bunu demokrasi meselesinden daha öncelikli tutuyorlar. Bunun nedeni, söz konusu güçlerin (SDG, Suveyda'daki Hicri Hareketi ve kıyı şeridinde Esed rejiminin çöküşünden etkilenen güçler) demokratik olmayan güçler olmaları. Prensipte pozisyonları, politikaları ve tercihleri ve temsil ettiklerini iddia ettikleri gruplarla olan ilişkileri göz önüne alındığında bu güçlerin Esed rejimi altında kendilerini ifade etmedikleri ve bu konuyu bu kadar yoğun bir şekilde gündeme getirmedikleri unutulmamalı.

Üçüncü ve belki de en önemli gözleme göre federal bir devlette kimlik statüsü konusundaki çatışmaya öncelik verilmesi, devletin kurulması ve vatandaşlık taleplerini ya gölgeliyor ya da ön plana çıkarıyor. Bunların, 54 yıllık Esed döneminde eksik olan iki temel unsur olduğu ve özellikle mevcut koşullarda, yani devletin kurumlar ve hukuk devleti olarak yeniden kurulması ve vatandaşların güçlendirilmesi, böylece Suriyelilerin gerçek anlamda özgür ve eşit vatandaşlar olarak bir halk haline gelmeleri için ülke genelinde Suriyelilerin en çok ihtiyaç duyduğu unsurlar olduğu unutulmamalı.

Bu yüzden iki temel sorunla karşı karşıyayız. Bunlardan birincisi, artık var olmayan Esed rejiminin Suriye'nin birliğini zayıflatıp bozmayı başarması, Suriyelileri mezhep, din, etnik köken, bölge ve aşiret aidiyetlerine göre sınıflandırması ve ‘böl ve yönet’ politikası uyarınca onları birbirlerine düşürmesinden kaynaklanıyor.

İkinci sorun, Suriyelilerin kendi koşullarını kontrol edememeleri. Bu durum, Suriye’nin geleceğinin, Suriye halkının aleyhine, uluslararası güçlerin, özellikle ABD ve bölgesel tarafların meselesi haline gelmesine neden oldu. Bu durum, kimlik çatışmaları, özellikle de silahlı çatışma veya silahlı milisler şeklinde ortaya çıkan çatışmalar için de geçerli.

Federalizm, bir ülkeyi bölmek değil, aksine ülkenin birliğini organize etmek ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevre bölgelere müdahale etmesini önlemek için daha uygun bir yöntem. Böylelikle karşılıklı güven temelinde hükümete daha geniş katılım sağlanır.

Suriye geçiş dönemi yönetimi ve Suriye muhalefetinin geri kalanı, gelecekteki siyasi sistemin nasıl olacağı ve otoriterliğin ve marjinalleşmenin geri dönüşünü önlemeye katkıda bulunanlar da dahil olmak üzere yeni konsensüsler oluşturmak için neyin uygun olduğu konusunda kafa karışıklığı ya da netlik sağlanamaması ortaya çıkan federalizm ve ademi merkeziyetçilik konusundaki tartışmalardan sorumlu.

Aslında, yeni yönetime bağlı olanlar ve geleneksel Suriye muhalefeti tarafından federalizmin reddedilmesinin sebebi, aceleci davranışlar, duygusal ve milliyetçi coşku ve önyargılar.

Söz konusu tartışmayı kapatmak yerine açmalı, tüm soruları sormalı. Çünkü Suriye’nin geleceği tartışmaya açık. Tüm Suriyeliler bu tartışmayla ilgileniyor ve bu konuda cevaplar bulmaya katkıda bulunuyor.

Daha spesifik olarak, federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet tartışmasıyla ilgili olarak, federalizmin herhangi bir ülkenin bölünmesi anlamına gelmediği, aksine birliğin daha uygun bir şekilde örgütlenmesi ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevreyi kötü yönde etkilemesini önlemek için, karşılıklı güvene dayalı yönetişime daha geniş katılımı garanti eden bir sistem olduğunun anlaşılması gerekiyor.

Toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlik çözümleri getirilemedi. Çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyaya, topluma, egemenliğe ve devlete sadece bölünmeler getirir.

Tüm bunlar bölünmek değil, federalizm gücün paylaşılması anlamına gelir. Dışişleri, savunma ve genel ekonomi yönetimi gibi devlet egemenliği ile ilgili konularda merkezileşme söz konusu. Bunların tümü birleşik parlamento ve merkezi hükümetin sorumluluğunda. Öte yandan iç güvenlik, eğitim, sağlık ve yerel kalkınma konularının yönetimi eyaletlerin veya yerel yönetimlerin yetki alanına girer.

Burada bazılarının endişelerini hafifletebilecek en önemli nokta, federalizmin etnik köken/milliyet veya din/mezhep yerine coğrafyaya dayalı olmasıdır. Çünkü herhangi bir kimlik meselesi, demokratik karakterini zayıflatır ve eşit vatandaşlık haklarının ve vatandaşların devletinin güçlenmesini engeller. Tıpkı Lübnan'da ve Irak'ta olduğu gibi.

Elbette, birçok alanda idari meselelerle ilgili olan ademi merkeziyetçi bir devleti, anayasaya göre yetkileri paylaşan federal bir devletle karıştırmak bir sorundur. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre federal devleti ayrılıkçı bir devlet olarak görmek de bir tür karışıklık veya yanılgı olarak adlandırılabilir, ancak bu doğru değil, çünkü merkezi devletler, yönetim, temsil ve kaynak dağıtımında esnekliğe sahip federal devletlere göre ayrılmaya çok daha yatkındır, zira günümüzün en büyük, en güçlü ve en zengin devletleri federal devletlerdir.

Bu yüzden herhangi bir kimlik grubuyla anlaşmazlık, kavramların karışmasına veya çarpıtılmasına yol açmamalı. Örneğin, İsrail'in siyasi sistem olarak demokrasiyi benimsemesi, demokrasiye karşı düşmanlığı teşvik etmemeli. Ayrıca, belirli bir önermeye elverişli olmayan koşullar olduğunu gözlemlememiz, bu kavramın tartışmaya açılmaması, geliştirilmemesi ve belirli bir ülkede devlet kurulması için ulusal birliği oluşturmaya hizmet eden bağlamlara yerleştirilmemesi gerektiği anlamına gelmez.

Son olarak, bu alanda, özellikle Suriye bağlamında, dikkate alınması gereken iki konu var. Öncelikle ülkenin toprakları üzerinde devlet egemenliğinden söz edilmesi için bunun halkın birliği gerçeğine dayanması gerekiyor. İkinci olarak ise toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlikle ilgili bir çözüm bulunmuyor, çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyanın, toplumun, egemenliğin ve devletin bölünmesine yol açar.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir