İdlib ve Halep kırsalından kaçan Suriyeliler bilinmeze doğru yürüyor

Şarku’l Avsat evlerini terk etmek zorunda kalan Suriyelilerin trajedisine tanıklık etti

İdlib’in güneydoğusunda yerlerinden edilmiş çocuklar (Şarku’l Avsat)
İdlib’in güneydoğusunda yerlerinden edilmiş çocuklar (Şarku’l Avsat)
TT

İdlib ve Halep kırsalından kaçan Suriyeliler bilinmeze doğru yürüyor

İdlib’in güneydoğusunda yerlerinden edilmiş çocuklar (Şarku’l Avsat)
İdlib’in güneydoğusunda yerlerinden edilmiş çocuklar (Şarku’l Avsat)

Suriye rejimi ve müttefiklerinin, ülkenin kuzeybatısındaki İdlib ve Halep’in batı kırsalındaki saldırılarını artırması nedeniyle ölümden bilinmezliğe doğru kaçan Suriyelilerin acısı da her geçen gün artıyor.
İdlib'in güneydoğu kırsalındaki evlerinden kaçarak, güvenliğe erişme umuduyla sınırlı eşyalarını yanlarına alıp Türkiye sınırına doğru yönelen Suriyelilerin çoğu “Bilinmeyene doğru yürüyoruz” diyerek, çaresizliklerini dile getirdi.
Şarku’l Avsat, yaşadıkları acıların bir kısmını yansıtabilmek için İdlib’in güneydoğu kırsalı ve Halep’in batısından kaçan halka eşlik ederek, sınır boyunca kurulmuş temel ihtiyaçlardan yoksun kamplarda yaşamak zorunda oldukları yeni hayatları gözlemledi.
Serakib’deki evinden bir hafta önce kaçmak zorunda kalan Ebu Munzer yaşadıklarını şu ifadelerle anlattı:
“Çocuk ve kadınların ağlama ve çığlık sesi, Rus savaş uçaklarının düzenlediği hava saldırılarının sesi, rejimin top ve füze atışlarının sesi ile karanlığın örtüsü altında yürüyoruz. Yaşadığımız korku nedeniyle ailem ve torunlarımla birlikte evden kaçtık. O gece hayatımın zor gecesiydi. Yaya olarak evden kaçtık. Bizim ve şehirdeki yüzlerce ailenin tek endişesi, ölüm korkusuyla, rejim ve Rusların her türlü silahının doğrudan hedefi haline gelen binalardan uzaklaşmaktı. Şehrin eteklerinde bazı boş arabalar bekliyordu. Türkiye sınırına yakın Dana bölgesine doğru gittik. Halep'in güney kırsalında yerlerinden edilmiş bir ailenin ev sahipliği yaptığı dağlık bölgedeki bir çadıra sığındık. Onların yanında üç gün kaldık. Daha sonra bir insani yardım kuruluşu bize iki çadır, yatak ve battaniye temin etti. Başka bir yardım kuruluşu da bize yemek yardımında bulundu.”
Ebu Munzer, altmış yılını geçirdiği evi ve şehrine mümkün olan en kısa sürede dönmek istediğini söylese de, “Fakat ülke Esed rejimi tarafından yönetilmediği zaman” diye ekledi.
Ebu Munzer’in çadırının yakınlarında bulunan bir diğer çadırda çocuklarıyla yaşayan Ümmü İbrahim, rejimin saldırıları nedeniyle İdlib’in doğusundaki Tel Tukan’daki köyünden kaçarak buraya sığınan Suriyelilerden biri.
Bir yıl önce köyüne düzenlenen saldırıda eşini kaybeden Ümmü İbrahim, hayatın yükünü tek başına taşıması nedeniyle üzüntüsünü gizlemeden yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Allah’a yaşadığımız bu sıkıntıları gidermesi için dua ediyorum. Bir yardım kuruluşundan gelen gıda yardımının dışında para ve yemeğimiz yok. Ayda bir kez gelen gıda yardımı da bizim için pek yeterli değil. Bu koşullarda, on yaşın altındaki beş çocuğum için kışlık kıyafetler bile bulamıyorum. Çocuklarım eğitim alması gerekirken, geceleri ısınmak için her gün tahta bulmak için dışarı çıkıyor.”
Dana civarındaki Hazra dağına sığınanlardan olan Ebu Memduh ise, “İlk kez 3 yıl önce ailem ve ben Halep'in güney kırsalındaki köyümüzden ayrıldık. Bir koyun sürüsü ile Halep'in batı kırsalındaki Kefr Halep köyüne sığındık. Burada koyunlarımı yetiştiriyorum. Şu anda, dağlık alanda mera yok ve bakım maliyetini azaltmak için sürünün bir kısmını satmayı düşünüyorum” dedi.
Dağların arasında kurulan çadırlar
İdlib kırsalı ile Halep’in batı kırsalından kaçan Suriyeliler için Türkiye sınırı yakınında bulunan dağlar güvenli bir sığınak ve son çareleri haline geldi.
İnsani yardım alanında aktivist olan Samir Hüseyin, Türkiye sınırına yakın bölgelere kurulmuş çadırların daha güvenli bir alanda olmaları nedeniyle yerlerinden edilmiş insanlar için son seçenek olduğunu söyledi.
Samir, evlerini terk etmek zorunda kalan Suriyeliler için Darat İzza, Hazra, Dana, Deir Hasan, Akrabat, Kefr Lusin, Babiska ve Bab el Hava bölgelerinde 30’a yakın yeni kamp kurulduğunu söyledi.
Aktivist, bu dağlık bölgelere sığınarak çadır kuranların ilk başlarda çok zor koşullarda yaşadığını ancak daha sonra bazı insani yardım kuruluşları tarafından yiyecek ve su gibi temel ihtiyaçlarının karşılandığını da belirtti.
Maarat el-Numan’dan kaçarak, Türkiye sınırı yakındaki kurulan yeni kampa sığınan Ebu Halid dağlık alandaki zor yaşam şartları için şöyle konuştu:
“Bu dağlık alandaki zor koşulları ilk başta dikkate almamıştık. Son zamanlarda aşırı yağışlar nedeniyle kampı sel bastı. Biz de çadırı bu düzlük alanda kurduk. Herhangi bir alt yapı olmadan dağlara ve sokaklara çadır kurulması, içme suyu ve diğer temel ihtiyaçların sağlanması açısından bizlere büyük zorluk oluşturuyor. Çadırımıza yüzlerce metre uzaklıktan suları bidonlarla taşıyoruz. Kayalar nedeniyle bu çok büyük sıkıntı oluyor. Evde kullanmak için bazı kaplar ile yağmur suyu toplamaya başladık. Birçok kuruluşa yol yapımında bize yardımcı olmaları için başvurmuştuk. Finansal maliyetin mevcut olmaması bahanesiyle cevap olumsuz oldu.”
Zor kış koşulları
Kefr Lusin kampındaki Tıp Merkezi’nden sorumlu olan Musab el-Kasım, sıfırın altında 7 dereceye kadar düşen sert soğuk hava dalgasının bastırdığı bir dönemde, binlerce göçmenin aniden Suriye’nin kuzeyine akın ettiğini söyledi.
El-Kasım, soğuk havanın yanı sıra sağlıksız beslenme, eski elbise ve ayakkabılar, çadırların içinde zehirli duman solunumu gibi şartlar yüzünden evlerini terk eden kişilerin çok sık hastalandığını, özellikle de bebek ve çocukların bronşit ve nefes darlığı gibi hastalıklara maruz kaldığını söyledi.
Musab el-Kasım, “Her gün onlarca hasta çocuk kabul ediyoruz. İlk tedavilerini yaparak önleyici ilaçlar veriyoruz. Ancak hasta oranının yükselmesinden ve tedavileri karşılayamayacak olmaktan endişe ediyoruz” dedi.
Yerel aktivistlere göre eldeki son istatistikler, Şam kırsalı, Hama, Dera, Humus, İdlib kırsalı ve Halep’den kaçıp Suriye'nin kuzeyine gelen insanların iki milyonu aştığını gösteriyor. Bunlar farklı sınır bölgelerindeki kamplara dağılıyor. Çok sayıda yerinden edilmiş kişi okullarda, camilerde ve yaşamanın mümkün olmadığı binalarda barınıyor.
Birleşmiş Milletler’e (BM) göre Suriye’de yaşanan çatışma, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana dünyadaki en büyük mülteci krizine neden oldu. 5.5 milyon Suriyeli ülkeden kaçtı, 6.6 milyondan fazla kişi ise ülke içinde göç etmek zorunda kaldı.
Rejim şiddetini artırdığı askeri operasyonlar kapsamında, Serakib ile Maarat en-Numan şehirlerinin yanı sıra Halep ve Şam'ı birbirine bağlayan M5 karayolunda kontrolü sağladı. İdlib ve Halep’in batı kırsalının büyük bölümlerini de kontrol etmeye çalışıyor.
Bu nedenle yakında zamanda, 700 binden fazla sivil Carcanaz, Maarat en-Numan, Serakib, Afes, Sarmin, Talmenes, Tel Turkan ve İdlib kırsalının yanı sıra Hama kırsalındaki Şahşabo köyü, Kefr Numan köyü, Kefr Halep, Kefr Hamra gibi bölgelerde bulunan evlerini terk etti.



PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Rüstem Mahmud

Bir gün içinde PKK militanları Türkiye topraklarından çekiliyor veya Güvenlik Konseyi Hamas'ı silahsızlandırma kararı aldı ya da Lübnan hükümeti ordunun Hizbullah'ı silahsızlandırma planını bekliyor yahut Irak'taki Haşdi Şabi ile Suriye, Yemen ve Libya’daki diğer örgütler hakkında benzer haberler ve raporlar duyabiliyoruz. Yıllardır, bu savaşçı örgütler, üyeleri ve davranışları bölgemizdeki en önemli ve çoğu zaman tek haber oldular. Dış gözlemciler artık siyasi, sosyal ve kültürel sahnemizi çok çeşitli örgütlerin ve savaşçılarının yuvasından ibaret sanmaya başladılar.

Bu örgütler yalnızca silahlı eylem konumunu işgal etmiyorlar, aynı zamanda siyasi rollere, etkinliğe ve üretkenliğe de sahipler. Yaşadıkları toplumların geniş kesimleri için prestijli ve sembolik değere sahip bir konuma sahipler. Savaşçıları, en azından toplumun belirli bir kesimi için, bir kutsallık halesiyle çevrililer.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre 1970'lerin başından itibaren, bu örgütler bölgemizdeki olağanüstü siyasi gerçeklikler ve bağlamların bir sonucu olarak ortaya çıktılar. Filistin ve Kürt meselelerine, birçok devletin, kendilerini baskı altında hisseden, yalnızca siyasi eylem ve mücadeleyle asgari düzeyde bile uzlaşıya varamayan milyonlarca insandan oluşan topluluklara yönelik bir tür “sıfır toplamlı” yaklaşımı damga vurmuştu. Nasırcılığın 1967’deki savaşta uğradığı yenilgi, devletin ve düzenli orduların sahip oldukları güç ve nüfuzu kaybetmelerine neden oldu. İran rejimi, dış politikasının bir dayanağı olarak hizipçiliğe dayanan uzun vadeli bir strateji uygulayarak, bu iki temele mezhepsel bir boyut ve yük ekledi. Ancak, bu örgütlerin türediği ülkelerde ekonomik, siyasi, güvenlik, anayasal, eğitim ve sağlık yapıları tamamen başarısız olmasaydı, bu çeşitli koşullar ve araçlar etkili olmazdı. Söz konusu örgütler bu başarısızlık sayesinde kendilerini kurtarıcılar ve devlet adına hareket ederek tüm ulusu koruyan araçlar olarak sundular.

Yarım asırdan fazla bir süre boyunca, bu örgütlerin üyeleri ve liderleri, toplumlarımızın geniş kesimleri arasında sahip oldukları “sembolik hegemonya” sayesinde, kamusal alana bir değerler, söylemler ve normatif araçlar cephanesi dayatmayı başardılar. Bunlar arasında şunlar sayılabilir: “Şiddet, değişimin özü ve tek aracıdır”, “sembolik lider tarihsel bir zorunluluktur”, “mevcut koşullar ucu açık bir olağanüstü hal gerektirmektedir”, “toplumsal ilerleme ve statü, bu örgütlere sadakat ve bağlılıkla bağlantılıdır”, “bu sınıfın üyeleri eleştirinin ötesindedir ve şehitler aziz statüsüne sahiptir”, “servet, eğitim, incelikli eylemler, entelektüel üretim ve sanatsal çalışma gibi şeyler, bu örgütlerle bağlantılı olmadıkları sürece anlamsızdır”. Bunlar ve benzeri birçok söylem kamusal alanda sürekli bir korku duygusu yaratıyor ve mevcut koşullarımızın “istisnai” olduğu yönünde derin bir hissi besliyordu. Tüm bunlar, toplumların geleceği ve güvenliği ve bu “savaşçı sınıf” örgütlerinin varlığını sürdürmesiyle sıkı sıkıya bağlantılıydı.

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu

Bir bakıma, bu sınıfın üyeleri, başlangıçta üyeleri İmparatorluk Muhafızları'nda asker olan, daha sonra zamanla, toplumsal güvenliği ve kaos dönemlerinde imparatorluk gücünün bütünlüğünü korumada oynadıklarını söyledikleri olağanüstü roller sayesinde kamusal bir rol, bir tür kontrol, otoriter konum ve sembolik statü üstlenen geleneksel Japon samuraylarına benzer hale geldiler. Davanın koruyucularından “davanın kendisine” dönüştüler. Kamu düzenini korumaya adanmış savaşçılar konumundan, her türlü kamusal erdemin sembolü haline geldikleri için, yerel topluluklara kendilerine ayrıcalıklı bir şekilde davranmayı dayatan, mali, idari, ticari, sembolik ve kültürel derebeyliklerin liderleri ve sahipleri konumuna geçiş yaptılar.

Tıpkı Japon samuraylarının tarihsel anlatısında olduğu gibi, bölgemizdeki bu savaşçılar ve örgütleri de, farklı derecelerde de olsa oldukça karmaşık ve istisnai tarihsel koşullardan sonra ortaya çıktılar. Ancak kendilerini “davanın kendisine” dönüştürmekten çekinmediler. Bu çeşitli örgütler, varoluşlarının asıl nedeni ortadan kalkmış olsa bile, askeri ve sembolik genel egemen statülerini her zaman farklı derecelerde de olsa korumaya gayret ettiler. Nitekim Lübnan Hizbullahı, İsrail'in bir kısmını yeniden işgal etmesinden önce tüm Lübnan topraklarından çekilmesinden çeyrek asır sonra bile silahlarını elinde tutmaya kararlı. Filistinli Hamas hareketi, silahını, Filistin'in tek kurtarılmış bölgesi olan Gazze Şeridi'ndeki tüm yaşam biçimlerinin sürekliliğinden ve devamından daha kutsal, gerekli ve kaçınılmaz görüyor.

Ancak, savaşçı sınıf ve silahlı örgütleri içindeki tüm bu otoriter özelliklerin bölgemizde yerleşik olmasına, toplumlarımızdaki genel modernleşme süreçleri bağlamında oynayabilecekleri gerici rollerin açıkça kabul edilmesine rağmen, temel soru hâlâ ortada duruyor: Bu örgütleri, bu istisnai sınıfı, ortaya çıktıkları koşulların, iklimlerin ve şartların yapısında köklü dönüşümler yaratmadan rollerini ve egemenliklerini ortadan kaldırmak mümkün müdür? Mevcut Hamas dağılsa bile, milyonlarca Filistinli, nesnel bir barışı asgari koşullarda da olsa karşılayan bağımsız bir devlete sahip olmadığı sürece, farklı isimler, sloganlar ve mekanizmalarla yeni bir Hamas'ın ortaya çıkmayacağının garantisi var mı? Türkiye'deki Kürt sorunu, Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) ve 40 yıllık silahlı mücadelesinin doğuşuna mı sebep oldu, yoksa PKK mı Kürt sorununu doğurdu? Dolayısıyla “Kürt mazlumiyeti gölü” varlığını ve etkinliğini koruduğu sürece, oradaki “Kürt mücadelesi balığı”nın yok olacağının bir garantisi var mı?

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu. Ama öncelikle Japonya, “hakkı” olduğuna inandığı şey uğruna komşu ülkeleri işgal edip milyonlarca masum insanı tekrar öldüremeyecek üretken bir ülke. Japonya artık birçok şeyi başarabilen bir ülke, bunların başında da geçmişte yaptıklarından dolayı özür dileyebilmesi geliyor.


Suriye Savunma Bakanlığı: SDG ile çıkan çatışmada iki asker hayatını kaybetti

Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
TT

Suriye Savunma Bakanlığı: SDG ile çıkan çatışmada iki asker hayatını kaybetti

Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)

Suriye Savunma Bakanlığı bugün yaptığı açıklamada, dün akşam Rakka kırsalında Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile çıkan çatışmalarda iki askerin öldürüldüğünü duyurdu.

Suriye devlet televizyonu dün akşam, SDG'nin bölgedeki Suriye ordusu mevzilerine sürpriz bir saldırı düzenlemesinin ardından Rakka'nın doğusundaki Ma'adan şehri civarında şiddetli çatışmaların çıktığını bildirdi. Kanal, SDG'nin bölgedeki ordu mevzilerini hedef almasının ardından ordu topçularının SDG'nin ateşine karşılık verdiğini de ekledi. SDG ise güçlerinin DEAŞ unsurlarının Rakka'nın doğusundaki Ganem el-Ali çölünde bulunan mevzilerine insansız hava araçları (İHA) fırlatmak için kullandıkları bir dizi mevziyle mücadele ettiğini söyledi. SDG tarafından yapılan açıklamada, “Bölge, bu hafta Şam hükümetine bağlı gruplar tarafından bir dizi saldırıya maruz kaldı. Bu saldırılar, terörist saldırılarını gerçekleştirmek için bu bölgeleri kullanan DEAŞ unsurlarının faaliyetleriyle paralel olarak gerçekleşti” denildi. SDG, ‘Suriye'nin kuzey ve doğusunu meşru bir şekilde savunmaya ve sivilleri hedef alan her türlü terörist tehdidi önlemeye’ kararlı olduğunu vurguladı.

Bu hafta başında SDG, doğu Rakka'da Suriye hükümeti gruplarının saldırısını engellediğini duyurmuş ve çatışmanın tırmanmasını önlemek için orantılı bir yanıt verildiğini belirtmişti.

SDG, Suriye'nin kuzey ve doğusunun büyük bir bölümünü kontrol ediyor.

Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra geçen ay, başkent Şam'da SDG lideri Mazlum Abdi ile görüştüğünü ve ülkenin kuzey ve kuzeydoğusundaki tüm cephelerde ve askeri konuşlanma noktalarında derhal kapsamlı bir ateşkes üzerinde anlaştıklarını söyledi.


İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği hava saldırısı sonucu 3 kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
TT

İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği hava saldırısı sonucu 3 kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)

İsrail savaş uçakları, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'un doğusuna hava saldırısı düzenlerken, sivil savunma ekipleri kanlı bir günün ardından bölgeden üç ceset çıkardı ve 15 yaralıyı tahliye etti.

Filistin Enformasyon Merkezi, ‘işgal uçaklarının bu sabah erken saatlerde Han Yunus'un doğusunda, ağır topçu bombardımanı ile eşzamanlı olarak birkaç hava saldırısı düzenlediğini’ bildirdi.

Gazze Şeridi'ndeki Sivil Savunma Müdürlüğü, ‘işgal güçlerinin Han Yunus'un doğusundaki Beni Suheyla bölgesinde bir evi bombalamasının ardından üç şehit çıkarıldığını ve 15 yaralı tahliye edildiğini’ duyurdu.

Gazze Şeridi'ndeki hastanelerin sağlık kaynakları dün, ‘İsrail ordusunun 10 Ekim'de yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasını açıkça ihlal ederek, Gazze ve Han Yunus şehirlerinde 17'si çocuk ve kadın olmak üzere 28 kişiyi öldürdüğünü’ bildirdi.

Hamas Sözcüsü Hazım Kasım bugün yaptığı açıklamada, İsrail’i Gazze anlaşmasını ihlal etmekle suçladı. Kasım, İsrail’in aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu çok sayıda kişiyi öldürdüğünü ve yaraladığını belirterek, Mısır, Katar, Türkiye ve ABD’yi bu ‘ihlalleri’ derhal durdurmak için harekete geçmeye çağırdı.

Kasım, İsrail ordusunun ‘anlaşmanın varlığına rağmen Gazze’de büyük bir katliam gerçekleştirdiğini’ ve bu tutumun, İsrail hükümetinin arabulucular ve garantör ülkeler nezdindeki açık saygısızlığını yansıttığını söyledi. Kasım ayrıca, bu ülkelerin işgalci güçlerin Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurmakta yetersiz kaldığını ifade etti.

dwef
İsrail'in düzenlediği hava saldırısının gerçekleştiği bölgeyi inceleyen Filistinliler (Reuters)

Kasım, “Şarm eş-Şeyh'te anlaşmayı imzalayan tüm tarafları, özellikle Mısır, Katar, Türkiye ve ABD'yi, sorumluluklarını yerine getirmeye ve işgalin saldırganlığını ve Gazze'deki savaşı sona erdirmek için yapılan anlaşmanın ihlallerini durdurmak için acil önlemler almaya çağırıyoruz” dedi.