Sudan İhvanı: Ömer el-Beşir yönetimi İslami değildi

Halk Kongresi partisi rejimi içeriden devirmeyi hedefliyordu

Ömer el-Beşir ve Hasan Turabi, arkalarında ise Selahaddin el-Atabani - 2014 (Getty İmages)
Ömer el-Beşir ve Hasan Turabi, arkalarında ise Selahaddin el-Atabani - 2014 (Getty İmages)
TT

Sudan İhvanı: Ömer el-Beşir yönetimi İslami değildi

Ömer el-Beşir ve Hasan Turabi, arkalarında ise Selahaddin el-Atabani - 2014 (Getty İmages)
Ömer el-Beşir ve Hasan Turabi, arkalarında ise Selahaddin el-Atabani - 2014 (Getty İmages)

Sudan’da yaklaşık 30 yıl hüküm süren Müslüman Kardeşler (İhvan) yönetiminin çökmesinin üstünden bir yıl geçmiş olmasına rağmen, halen birçok Sudanlı ‘İhvan rejiminin’ tamamıyla sona ermediğini düşünüyor.
İhvan örgütünün, kadroları aracılığıyla, devletin önemli ve stratejik kuruluşlarındaki yerlerini koruduğu ve kurumların çalışmasını engellediği iddia ediliyor.
Eski rejimin çözülmesi kararlarına ve Sudan halkı aleyhinde suça bulaşmış rejim yetkilileri hakkında çıkarılan yakalama kararlarına rağmen, hala birçok bürokrat dışarıda serbest dolaşıyor. Bazılarına göre eski rejim yetkilileri; yakıt, ekmek, trafik ve ülkenin stratejik ürünlerinin yurt dışına kaçırılması gibi birçok krizin sorumlusu.
Siyasi aktivist ve iş insanı Süleyman Bedevi, "Sudan’ın ürünlerinin komşu ülkelere kaçırıldığını" iddia ediyor.
"Koyun sürülerinin Mısır’a kaçırıldığını, buğday, şeker ve petrol ürünlerinin Çad, Orta Afrika ve Kamerun pazarlarında açıktan satıldığını" öne süren Bedevi, Sudan menşeli ürünlerin, eski rejim yetkilileri aracılığıyla, doğudaki Eritre ve Etiyopya’da toptan satışlarının gerçekleştiği iddia ediliyor.
Şarku’l Avsat’a açıklamalarda bulunan Özgürlük ve Değişim Partisi lideri Salah Menna: "Siyasal İslamcılar ülkede hala çok etkin konumdalar, yönetimin kritik noktalarında güçlerini koruyorlar, hatta tekrar başa geçmek için hazırlıklar yapıyorlar" dedi.
İslamcıların Geçiş Konseyi’nin planlarını bozmak için girişimlerde bulunduğunu savunan Menna, şunları söyledi: "Siyasal İslamcılar geçiş döneminin başarısız olması için ellerinden geleni yapıyor, gün geçmiyor ki yeni bir komplonun içinde yer almasınlar. Ancak şunu da belirtmeliyim; Geçiş Konseyi bu kumpasları boşa çıkaracak güçtedir, güç odakları dağıtılmaya ve Sudan devleti, bu çıkarcı çevrelerin elinden kurtarılmaya çalışılmaktadır. Otuz yıl boyunca işledikleri suçlar, ülkedeki siyasi geleceklerinin sonsuza dek bitmesine neden olmuştur, devlet artık asla dine sayalı partilerin kurulmasına izin vermeyecektir."
Bağımsızlıktan bu yana süregelen krizler
İslamcı düşünür ve teorisyen Dr. Hasan Turabi tarafından kurulan Sudan Halk Kongre Partisi'nin liderleri kendilerini savunuyor ve ülkedeki krizin arkasında oldukları yönündeki suçlamaları reddediyorlar. Yaşananların, Baas zihniyetli Sosyalistler tarafından yürütülen ‘sol hükümetin’ başarısızlığı olduğunu ve İslamcı akımlarla bir ilgisinin olmadığını belirtiyorlar.
Sudan Halk Kongre Partisi sözcüsü Adem Rahme, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: "Olanlarla bizim bir ilgimiz yok, sol tandanslı hükümetlerin politikaları bu krizlerin yaşanmasına neden oldu. Dış desteklerin kesilmesi onlar yüzündendir, eğer mutedil bir diyalog yolunu benimsemiş olsalardı, ülke bu kadar dışarıya kapanmazdı. Ülkeler yardım kuruluşları değildirler, mali desteklerinin yolsuzluğa gittiğini gördüklerinde elbette destek vermeyi keseceklerdir. İslamcıların yurt dışına mal kaçırdığı söyleniyor, öncelikle kaçakçılığın tarihi çok eskidir ve kronik sorunlardan kaynaklanmaktadır, çözümü de kolay değildir. Sudan’ın altın üretimi yıllık 10 milyar dolar civarındadır, ancak yine de bütçe açığı 6 milyar doları geçmektedir. Bağımsızlıktan bu yana bütün hükümetler, kaynakları doğru yönetmekte başarısız olmuştur."
Adem Rahme, partisinin eski rejimin içinde yer almasını da şöyle savundu: "Partimiz ‘ulusal diyalog’ çerçevesinde yönetimde kısmen yer aldı. O süreçte yozlaşmış yönetime karşı içeriden bir mücadele verdik. Başbakanlık ve mecliste yapılan yolsuzlukların açığa çıkmasını sağladık, bu hamlelerimiz, rejimin güvenirliğini sarstı ve Sudanlıların sokaklara dökülmesini teşvik etti. Sudan Halk Kongresi partisi, Ömer el-Beşir rejimini içeriden devirmeyi hedefliyordu ve bu uğurda çalıştık, ancak Beşir yönetiminden kurtulmak isteyen dış güçler, yönetimde yer almamızı fırsat bilerek, Beşir rejimiyle birlikte bizi de suçlayarak devirmek istedi. Böylelikle bir taşla iki kuş vurarak, Müslümanların siyaset dışına itilmesini hedeflediler."
Kurtuluş Cephesi yozlaşmıştı
Adem Rahme, partisinin 1989’da Kurtuluş Cephesi içinde yer almasının bir hata olduğunu belirterek şu ifadeleri kullandı: "1989 darbesine katıldığımız için defalarca özür diledik. Ömer el-Beşir rejimi İslami bir yönetim değildi, bu rejimin en büyük suçları, Darfur’da haksız yere insanların öldürülmesi ve yolsuzluğun benimsenmesidir. Bu eylemleri hiçbir zaman tasvip etmedik ve sürekli karşı çıktık."
Rahme, yönetimin toplumun bazı kesimlerini dışlamasının mazur görülebileceğini savunarak şunları söyledi: "Hangi parti iktidara gelirse, ilk başlarda yönetimini pekiştirmek isteyecektir. Kurtuluş Cephesi, ordu, polis ve güvenlik güçleri tarafından yönlendiriliyordu, demokratik bir sisteme geçişin mümkün olmadığını anladığımızda, desteğimizi tamamen çekerek, yönetimden ayrıldık. 1989’da Müslümanların demokratik yöntemlerle seçilen hükümete karşı yapılan darbeye iştirak etmesinin sorumluluğu yönetimindir. İslami akımların liderleri Sadık el-Mehdi’den Müslümanları dışlamamasını defalarca talep etti. Ancak o zamanki genelkurmay başkanının Mehdi’den İslamcı akımlara baskı uygulaması talebinin karşılık bulması üzerine, zorunlu olarak muhalefet saflarında yer aldık."
Sudan Halk Kongresi Partisi'nin ilkesel olarak askeri darbelerin karşısında olduğunu vurgulayan Rahme, "Bizler kısa bir süreliğine Kurtuluş Cephesi’ni desteklediğimiz için Sudan halkından onlarca kez özür diledik, eğer darbeciler yargılanacaksa, Sudan’daki tüm askeri darbelerden sorumlu olan kişilerin yargılanması gerekir. Parti olarak, halkın aleyhine faaliyette bulunanların yargılanmasına karşı değiliz. Denetimsiz otorite yozlaşmaya mahkûmdur, Kurtuluş Cephesi özgürlükleri kısıtladı, ötekileri dışladı, sivilleri öldürdü ve zorunlu göç politikaları uyguladı, bizim ilkelerimiz var ve bunları kabul etmemiz mümkün değildir. Zaten parti olarak biz de tüm bunlara fazlasıyla maruz kaldık" diye konuştu.
Halk Kongresi Partisinin Genel Sekreteri Ali Hac Muhammed'in Kurtuluş Cephesi’nin 1989’daki darbesine destek verdiği suçlamasıyla tutuklanmasını eleştiren Rahme: "Ali Hac Muhammed’in tutuklanması kararı tamamen siyasidir, kendisi darbe olduğu dönemde yurt dışında ikamet ediyordu. Özgürlükler dinin temelini oluşturur, özgürlükleri kısıtlayan hiçbir rejimi İslami olarak adlandıramayız. Dolayısıyla Kurtuluş Cephesi rejimi de İslami bir yönetim değildi. İçinde bulunduğumuz süre zarfında da iktidar olabilmiş değildik, yönetim biçimi tamamıyla militaristti" ifadelerini kullandı.
Parti sözcüsü Rahme, Ömer el-Beşir’in Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) teslim edilmesi hakkında ise şunları söyledi: "Partimizin liderleri geçmişte bunu talep ettiği için hapislerde yatmıştır. Sudan’da adil bir yargılama söz konusu değildi, Ömer el-Beşir döneminde, hiçbir yetkilinin Sudan mahkemelerinde yargılanmasına imkân yoktu. Dolayısıyla kerhen de olsa Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmalarını talep ediyorduk. Şimdi de bu yargımız geçerlidir. Son dönemlerdeki hükümetleri oluşturan koalisyonları incelerseniz, Komünistlerden, Baasçılara, Nasırcılardan Sosyalistlere, genel olarak sol iktidarın söz konusu olduğunu görürsünüz. Hali hazırda da Sudan yargısı güven telkin etmemektedir. Ancak eski rejimin Lahey’e teslim edilmesinde sorunlar çıkabilir. Feshedilen Ulusal Kongre’nin (Beşir’in partisi) destekçileri tepki gösterecektir, eski rejimde yer alan askerler, yeni bir darbe girişiminde bulunabilir, ya da ülkede bir kaos çıkarmak isteyebilir."
Şeytanlaştırmama uyarısı
Öte yandan İslamcı çizgideki Islah Hareketi lideri Gazi Selahaddin Atabani, eskiden danışmanlığını yaptığı Beşir’in Lahey’e teslim edilmesi hakkında çekimser bir tutum takındı. Atabani şunları söyledi:
"Doha müzakerelerindeyken, adaletin sağlanması ve bunun ulusal bir çerçevede gerçekleşmesi gerektiğini savunmuştum. Uluslararası kurumlar da bu formülü kabul edilebilir olarak değerlendirmişti. Tezim şu yöndeydi: Zarar gören herkes, başkan da dâhil olmak üzere, sorumlular hakkında şikâyette bulunabilir. Uluslararası gözetimde ulusal bir yargılama olur. Böylelikle hem adaletin tecellisi mümkün olur, hem de dış müdahale endişesi ortadan kalkmış olur. Kurtuluş Cephesi’nin hatalarını elbette görmezden gelemeyiz, ancak bu işi abartamadan, gelecek için yanlış eylemlerinden dersler çıkarma yoluna gitmeliyiz. Güney Afrika’daki ‘barış ve adalet’ deneyiminin bir benzerini Sudan’da uygulamamız mümkündür. Belirli şahısların yargılanması yeterli değildir, önemli olan demokratik deneyimdir."
Gazi Selahaddin Atabani’nin Başbakan Abdullah Hamduk’la gerçekleştirdiği görüşme tepkilere neden olmuştu. Atabani görüşme hakkında şunları söyledi: "Bu görüşmeye verilen tepkileri anlamakta zorluk çekiyorum, gayet başarılı bir görüşme gerçekleştirdik. Hamduk beni ulusal bazı konuları danışmak için davet etti, yaklaşık bir saat görüş alışverişinde bulunduk. Ülkenin sorunlarının çözümünde ‘diyalogun önemi’ üzerinde durduk. Bu görüşmeyi eleştirenler, demokrasi karşıtlarıdır. Kanunlara göre kimsenin kimseyle görüşmesi engellenemez, bu gerici yaklaşımların son bulması gerekir."
Siyasal İslamcı akımlara yönelik ‘nefret söylemlerini’ eleştiren Atabani, şu ifadeleri kullandı: "Evet İslamcıların da yönetimde yer aldıkları süreçte hataları oldu, bu hatalar fikri temelli değil daha çok siyasetten kaynaklanmaktadır. Bu bahane edilerek bazı grupların ‘şeytanlaştırılması’ kabul edilemez. Sudan tarihinde hiçbir grubun üzerine bu kadar gidilmemiştir. Ötekileri ‘şeytanlaştırmak’ doğru bir tutum değildir, bu tutumu benimsersek, yarın hepimiz bunun kurbanı oluruz. Bu söylemlerin önüne geçerek engel olmalıyız. Ruanda’daki nefret söylemleri iç savaşa ve katliamlara neden oldu. İslamcıların ‘şeytanlaştırılması’ sorumluluktan kaçmak için kullanılıyor. Sudanlılar da aslında bunun gayet iyi farkındadır. İnsanlar birbirinin kuyusunu kazmak için bahane arıyor, nefret söylemleri, özgür düşüncenin önünde de bir engel teşkil etmektedir. Bazıları konuşmamıza bile tahammül göstermiyor. Bu zihniyetle ilerlememiz ve büyü hedeflere ulaşmamız mümkün değildir. Geçiş dönemindeyiz ve öncelikli meselelerimizi henüz çözüme ulaştırmış değiliz"
Siyasal İslamcıların seçimlerden beklentileri
Atabani, bağımsız seçimler olması durumunda Siyasal İslamcı partilerin yüzde yirmilerde bir oy oranını yakalayacağını öngördü. İslamcıların yüzde 20-25 civarında ‘kemikleşmiş oyu’ olduğunu söyleyen Atabani, "Hem yönetimdeki hem de muhalefetteki İslamcılar yorumlarımdan rahatsız oluyor. Ben gerçekçi yaklaşıyorum, seçimlerde Siyasal İslamcılar başarılı da olabilir. Benim söylediğim şey şu: kimse askeri bir darbeye tevessül etmesin. Askeri darbe olursa, yönetimi askerler alır. Darbeciler ideolojiler arasında ayrım gözetmezler, yönetime geçmek için herkesi kullanabilirler. Ancak Sudan halkı askeri yönetimlerden bıkmış durumdadır, eğer darbe olursa halk buna karşı direnecektir. Çözüm: demokratik dönüşümün tamamlanmasıyla mümkündür. Hala darbe ihtimali kaimdir, dış güçlerin müdahalesiyle şiddet olaylarının yaşanması tehlikesi de bulunmaktadır" diye konuştu.
Eski siyasi ve İslamcı analist Ebu Zer Ali el-Emin, Siyasal İslam’ın yeniden iktidar olamayacağını savunarak şunları söyledi: "Otuz yıllık yönetim sürecinde İslamcılar kendi aralarında ayrıştı. Artık tek bir ideolojiden söz etmek mümkün değildir. İslamcıların ayrıca lider sorunu vardır, kısa ve uzun vadede ciddi sorunlar yaşamaktalar. Eskiden güçlü bir halk desteğine sahiptiler, ancak Ömer el-Beşir yönetiminde ayrıştılar. Halk aynı karakterleri görmekten bıktı, İslami Hareketlerin yeni söylemlere ihtiyacı var, yeni dönemde bu eski söylemlerin başarılı olma şansı bulunmuyor. Eğer kendilerini dönüştüremezlerse, yeni dönemde onlar için yer olmayacaktır." 



Rapor: Hizbullah lideri Ali Musa Dakduk, İsrail'in Suriye'deki saldırısında öldürüldü

Amerikalı subay Kevin Bergner, Bağdat'ta gazetecilere Ali Musa Dakduk'un gözaltına alındığını duyurdu, 2 Temmuz 2007. (AFP – Getty Images)
Amerikalı subay Kevin Bergner, Bağdat'ta gazetecilere Ali Musa Dakduk'un gözaltına alındığını duyurdu, 2 Temmuz 2007. (AFP – Getty Images)
TT

Rapor: Hizbullah lideri Ali Musa Dakduk, İsrail'in Suriye'deki saldırısında öldürüldü

Amerikalı subay Kevin Bergner, Bağdat'ta gazetecilere Ali Musa Dakduk'un gözaltına alındığını duyurdu, 2 Temmuz 2007. (AFP – Getty Images)
Amerikalı subay Kevin Bergner, Bağdat'ta gazetecilere Ali Musa Dakduk'un gözaltına alındığını duyurdu, 2 Temmuz 2007. (AFP – Getty Images)

ABD'li üst düzey bir savunma yetkilisi, Irak Savaşı sırasında ABD güçlerine karşı en cesur ve karmaşık saldırılardan birinin planlanmasına yardımcı olan Lübnanlı üst düzey Hizbullah komutanının, Suriye'de bir İsrail saldırısında öldürüldüğünü söyledi.

ABD güçleri Ali Musa Dakduk'u 2007 yılında ABD güvenlik ekibi kılığına giren ajanların beş Amerikan askerini öldürdüğü bir operasyonun ardından gözaltına almıştı. NBC'ye göre daha sonra Iraklı yetkililer tarafından serbest bırakıldı.

Şarku’l Avsat’ın NBC'den aktardığına göre ABD'li savunma yetkilisi, İsrail hava saldırısının ayrıntılarının, ne zaman gerçekleştiğinin, Suriye'nin neresinde yapıldığının ve özellikle Dakduk'u hedef alıp almadığının bilinmediğini ifade etti.

Dakduk'un planlanmasına yardım ettiği karmaşık saldırı, 20 Ocak 2007'de Kerbela'daki ABD-Irak ortak askeri yerleşkesinde gerçekleşti.

ABD askeri güvenlik ekibi kılığına girmiş, Amerikan silahları taşıyan ve bazıları İngilizce konuşan bir grup adam, ABD ve Irak askerlerinin bulunduğu bir binanın yakınına gelene kadar çeşitli kontrol noktalarından geçtiler.

Tesis, Irak'ta ‘Ortak Güvenlik İstasyonları’ olarak bilinen ve ABD askerlerinin Iraklı polis ve askerlerle birlikte yaşadığı, çalıştığı bir grup tesisin bir parçasıydı. Silahlı saldırganlar geldiğinde tesiste yirmiden fazla ABD askeri bulunuyordu.

Silahlı unsurlar binayı kuşattı, güvenliği aşmak için el bombaları ve patlayıcılar kullandı. El bombasının patlaması sonucu bir ABD askeri öldü. Militanlar içeri girdikten sonra iki ABD askerini binanın içinde, diğer ikisini de dışarıda esir aldı ve kendilerini bekleyen dört çeker araçlarla hızla kaçtı.

ABD saldırı helikopterlerinin konvoyu takip etmesi üzerine militanlar araçlarını terk ederek yaya olarak kaçmaya başladılar ve bu sırada dört ABD askerini vurdular.

Saldırının ardından ABD'li yetkililer, operasyonu gerçekleştirmek için gereken koordinasyon, eğitim ve istihbarat seviyesine dayanarak militanların İran'dan doğrudan destek aldığından şüphelendi.

Dakduk Mart 2007'de ABD güçleri tarafından yakalandı. NBC'nin bildirdiğine göre, Kerbela saldırısının planlanmasında Devrim Muhafızları Ordusu’na (DMO) bağlı Kudüs Gücü'nün yer aldığı kanıtlandı. Sorgulama sırasında Dakduk, operasyonun Kudüs Gücü'nün doğrudan desteği ve eğitimi sonucunda gerçekleştiğini itiraf etti.

ABD ordusu Dakduk'u Irak'ta birkaç yıl gözaltında tuttuktan sonra, Aralık 2011'de Iraklı yetkililere teslim etti.

ABD'li yetkili şunları söyledi: “Iraklı yetkililer Dakduk'u yargılayacaklarını söylediler ama ABD'li yetkilileri çok kızdıracak şekilde birkaç ay içinde serbest bırakıldı. Kısa bir süre sonra tekrar Hizbullah ile çalışmaya başladı.”