İsrail neden Ürdün Vadisi’ni ilhak ediyor?

Ürdün Vadisi (Şarku'l Avsat)
Ürdün Vadisi (Şarku'l Avsat)
TT

İsrail neden Ürdün Vadisi’ni ilhak ediyor?

Ürdün Vadisi (Şarku'l Avsat)
Ürdün Vadisi (Şarku'l Avsat)

Batı Şeria’nın doğusunda, Filistin-Ürdün sınırı boyunca ilerlediğimizde, Ürdün Vadisi'ndeki çatışmanın neden farklı boyutlara evirildiğini anlıyoruz. İsrail’in bu bölgeyi ilhak etmesinin ardında, siyasi, güvenlik, ekonomik, coğrafi ve zengin su kaynakları ile ilgili nedenler yatıyor.
İsrail yönetiminin, deniz seviyesinin en aşağı noktasında yer alan Ürdün Vadisi’ni ilhak edeceğini açıklaması Filistinliler arasında öfkeye neden oldu. Şarku’l Avsat ekibi olarak, İsrail’in ‘ilhak tehdidinin’ en üst seviyeye çıktığı bir zaman diliminde bu bölgeyi ziyaret ettik. Bölgede Batı Şeria’da rastlamayacağınız türden bir sessizlik hâkimdi. Bunun sebebi, işgalci güç karşısında çaresiz kalınması mıydı yoksa fırtına öncesi sessizlik miydi bilemiyoruz.
ABD yönetimi İsrail’in ‘Ürdün Vadisi’ni ilhak etmesini, bu ay gerçekleşecek seçimlerden sonra olması şartıyla destekliyor. Dolayısıyla, bölgenin İsrail’in egemenliğine girmesi sadece an meselesi. 
Batı Şeria’nın doğusunda yer alan Eriha’ya, Güney Beytüllahim’den yola çıkıp, ara yollardan ve çok sayıda İsrail kontrol noktasından geçerek, 50 kilometrelik bir yolu kat ettikten sonra ulaşabildik. Yolda çok sayıda ‘yasadışı yerleşim yerleri’ gördük, Kudüs’e yakın tepelerin üstü yerleşim yerleriyle dolmuştu. Eriha’dan Ürdün Vadisi’ne ulaşmak için 90 kilometrelik bir yolculuk daha yapmamız gerekti. Ürdün Krallığı ile Batı Şeria’yı ayıran bölgede İsrail askerleri tarafından saatlerce durdurulduk. Ürdün Vadisi’ne girebilmek için soruşturmadan geçerken, burada epey vakit kaybettik.
Ürdün bir taş atımı mesafede
Ürdün bir taş atımı mesafedeydi, Ürdünlülerin evleri, çiftlikleri ve sokaklarıyla aramızda sadece dikenli teller vardı. Ara bölgede çok sayıda mayın olduğuna yönelik uyarı tabelaları asılmıştı. Bu sınırlar bölge halkı için anlaşılabilir değil çünkü İsrail işgalinden önce Ürdün tarafındaki akrabalarında akşam yemeklerini yiyip sonra evlerine dönüyordular. O zamanlar iki ülke arasında sınır söz konusu değildi.
Husam Daragime adındaki bir Filistinliyi ailesi ile birlikte sınır hattı boyunca yürürken gördük. Husam, buraya gelerek hayatını tehlikeye attığını belirtiyor ve ‘’İsraillilere bu toprakların bizim olduğunu göstermek istiyorum, daha önce bu sınır bölgesinde 37 dönüm toprağımıza güvenlik bahanesiyle el koydular. Burada sürekli askeri tatbikat yapıyorlar ve ateş açıyorlar, buralara gelmememiz için bizi korkutmak istiyorlar ama ben korkmuyorum’’ diyor.
Dedelerinin şimdi Ürdün tarafında yer alan bölgeye günübirlik gittiğini belirten Daragime: ‘’Bizler hep buradaydık, işgalden önce, bu mayınlardan, tel örgüler ve sınırlardan önce buradaydık. Artık bunlarla da yetinmiyorlar. Amerikalılar bölgeyi İsrail’e bedava vermek istiyor’’ diye konuşuyor.
Daragime, Ürdün Vadisi, Kudüs ve ‘yerleşim yerleri’ konularında İsrail lehine karar veren Yüzyılın Anlaşması’na tepki gösteren milyonlarca Filistinliden sadece biri. ABD, bu ‘anlaşma’ doğrultusunda İsrail’in Ürdün Vadisi ve Batı Şeria’daki yerleşim yerlerini ilhak etmesini destekliyor. Seçimlerden sonra İsrail, resmi olarak Ürdün Vadisi’ni kendi sınırları içine aldığını ilan etmeye hazırlanıyor. 
Bilindiği üzere İsrail’e giriş yapmak isteyen Filistinliler özel bir izne gereksinim duyuyor. İsrail’in Ürdün Vadisi’ni ilhak etmesi durumunda, bu bölgede yaşayan Filistinliler de aynı izinlere ihtiyaç duyacak. Ürdün Vadisi, Batı Şeria’nın % 28’ini oluşturuyor (2070 km kare) Batı Şeria’nın doğusundaki Ayn Cedi bölgesinden güneydeki Ölü Deniz’e, kuzeyde Yeşil Hat dâhilinde Tel Makhuz olarak bilinen Bisan’a, doğuda Ürdün Nehri’nden Batı Şeria’nın uç noktalarına kadar uzanıyor.
Bu bölge Afro-Asyatik çöller kuşağının bir parçası olarak addediliyor. Dünyanın deniz seviyesinin en altındaki kara parçalarını barındırıyor. Deniz yüzeyinden yaklaşık 380 metre aşağıda yer alıyor. Batı Şeria’nın diğer bölümleri gibi Ürdün Vadisi de, Oslo Anlaşması uyarınca: ‘a’,’b’ ve ‘c’ noktalarına bölünmüş durumda. Ürdün Vadisi’ndeki çoğu bölgeler ‘c’ kısmında yer alıyor ve İsrail tarafından askeri alan olarak görülüyor. 
Netenyahu: Bu konunun Filistinlilerin kararıyla ilgisi yok
İsrail yönetimi, Ürdün Vadisi’nin tümünü ilhak etmek istemiyor. Eriha ve Tubas şehirleri ile bazı bölgelerin ilhak edilmeyeceği kaydediliyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 800 kilometrelik bir araziyi ilhak edeceklerini açıkladı. Bu açıklamayı yaparken Filistinlilerin sanki konuyla hiç ilgileri yokmuş ya da onayları anlamsızmış gibi bir tavır takındı. Netanyahu ilhakın, Beyaz Saray’daki ABD yönetimiyle koordinasyon içinde yapılacağını, bu kararın Filistinlilerle ilgisinin olmadığını vurguladı. Ürdün Vadisi ziyaretinde ağaç dikerken konuşan Netanyahu, ‘’Trump’tan onay geldi, Ölü Deniz’in kuzeyi ve Ürdün Vadisi’ne, Yahuda ve Samire’deki (Batı Şeria) tüm yerleşim yerlerindeki egemenliğimizi destekliyorlar. Bu konunun Filistinlilerin kararıyla bir ilgisi yok, bunu Amerikalılarla anlaşarak yapacağız’’ diye konuştu.
Netanyahu, Ürdün Vadisi'yle ilgili harita çalışmalarının yapıldığını gizlemezken, İçişleri Bakanı Aryeh Deri de: ‘’Ürdün Vadisi’ndeki egemenlik kararından sonra, belediyecilik ve imarla ilgili yasal süreçleri başlatacağız’’ dedi.
Bizi dışarı mı çıkaracaklar? 
İsrail planı, içinde 9 bin kişinin yaşadığı bölgedeki 36 ‘yerleşim yerinin’ ilhak edilmesini içeriyor. Bu yerleşim yerlerinin en eskileri olan ‘Gafout’ ve ‘Bennett’, 1972'de yasadışı olarak kurulmuş. Ayrıca bölgede, ‘Rotem’, ‘Manjoun’, ‘Tironot’, ‘Rawai’, ‘Şadman’ ve ‘Mongolo’ adındaki Yahudi yerleşim yerlerine ek olarak, yaklaşık 5 bin Filistinlinin yaşadığı, Malih, Hırbet Humsa, Kerdele, Berdele, Hırbet R’as Ahmer, Ayn el-Beyda, Hadidiye, Farisiye, Humme, Akabe ve Merc Nace adındaki yerleşim yerleri bulunuyor.
Yahudi yerleşim yerlerine kıyasla son derece mütevazı ve bakımsız görünen Merc Nace’de yaşayan Ahmed Ayidi, İsrail kurulmadan önce bu topraklarda yaşadıklarını ve şimdi gelecekleri hakkında kaygılı olduklarını söyledi. 
‘’Bizi buradan çıkaracaklar mı bilmiyoruz’’ diyen Ayidi, ekibimize: ‘’siz konu hakkında ne biliyorsunuz? diye sordu. Biz de Trump’ın söylediğine göre kimse evini terk etmek zorunda kalmayacak diye yanıtladık. Bunun üzerine: ‘ne yani bize İsrail vatandaşlığı mı verecekler? Öyle bir şey yapmalarına imkân yok’’ dedi. Sebze satmasına yardımcı olan kuzeni müdahil olarak, ‘’herhalde bize özel izinler vereceklerdir’’ yorumunda bulundu.
Ayidi’nin ailesi gibi birçok Arap, Filistin’in ‘gıda sepeti’ addedilen bölgede ektikleri ürünleri satarak hayatlarını idame ettiriyor. Eriha’nın aksine burada, gözün görebildiği yere kadar uzanan yeşil alanlara şahit oluyorsunuz. Ürdün nehrinde çok sayıda çiftlik ve binlerce dönümde dikili hurma ağaçları dikkati çekiyor. Ürdün’e yakın olan Ayn Beyda’daki çiftliklerden birinde çalışan Ali adında bir Filistinli, tarlada ekim yaparken: ‘’Hiçbir şey bilmiyoruz, bize ne olacağını bilmiyoruz. Ama burada durmaya devam edeceğiz, burası bizim toprağımız ve terk etmeye niyetimiz yok. Oturup bekliyoruz ama hiçbir yere gidecek değiliz’’ diyor.
Ekibimizin karşılaştığı herkeste bir şaşkınlık ve umutsuzluğun hâkim olduğunu da söylemeliyiz. Umutsuzlukları, Filistin Otoritesi’nin, İsrail’e karşı durma gücünün olmadığına inanmalarından kaynaklanıyor.  Filistin yönetiminden beklentilerinin ne olduğunu sorduğumuzda, acı bir tebessümle karşılık vermekle yetiniyorlar.
Filistin ekonomisinin can damarıFilistin Otoritesi, İsrail’in Ürdün Vadisi’nin ilhakına şiddetle karşı çıkıyor. Batı Şeria'nın üçte birini oluşturan Ürdün Vadisi, Filistin’in tatlı su kaynaklarının da % 47’sini barındırıyor. Filistin Otoritesi, başkenti Doğu Kudüs olması planlanan bağımsız devlet sürecinde, Filistin ekonomisinin bu bölgede yapılacak tarımın üzerine inşa edilmesini hedefliyordu. Ayrıca Filistin Devleti’ndeki yerleşim yerlerinin bu bölgeye doğru genişlemesi söz konusuydu. Dolayısıyla Ürdün Vadisi Filistin ekonomisinin en önemli ‘can damarlarından’ birini teşkil ediyor.
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) İcra Komitesi Sekreteri Saib Ureykat, ‘’Ölü Deniz’e 37 kilometre ve Ürdün Nehri’ne 97 kilometrelik bölgeler bizimdir. Ürdün Nehri’nde su haklarımız bulunmaktadır. Bunlar sağlanmadan barış imkânsızdır’’ dedi.
Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olduğunu vurgulayan Ureykat şöyle devam etti: ‘’Batı Şeria ve Gazze Şeridi arasında bizim egemenliğimizde olan güvenli geçiş bölgesi istiyoruz. Kudüs’teki ‘kutsal bölgede’ hakkımız var, Latrun’da 46 km’lik hakkımız var (Kudüs’ün kuzeyinde yer alan bölge) Gazze denizinde karasularımız ve mültecilerin dönüş hakkı var. Bu konular müzakere dahi edilemez.’’
Öte yandan Filistin yönetiminin bu tutumunun, reel politikte nasıl karşılık bulacağı merak konusu. İsrail yönetimi, Ürdün Vadisi’ndeki Filistin nüfusunu azaltmak için sistematik uygulamalara başvuruyor. İsrail 1967’den bu yana Ürdün Vadisi’nde egemenlik kurmak için çok sayıda girişimde bulundu.
İsrail artezyen kuyularının kullanılmasına izin vermiyor
Bölgede yaşayan birçok bedevi, İsrail’in şiddet içeren eylemleri sonucu çadırlarını terk etmek zorunda kaldı. Bazıları da suya erişimlerinin engellenmesi üzerine göç etmeyi tercih etti. Bölgede onlarca büyük artezyen kuyusu olmasına rağmen, İsrailliler izin vermediği için, Filistinliler içme suyunu başka bölgelerden traktörler aracılığıyla taşıyor. Bedeviler, çölde susuz kalmış gibi kuyulara uzaktan bakmakla yetiniyor ve yapabilecekleri hiçbir şey yok. Ürdün Vadisi’nde 170 adet derin artezyen kuyu bulunmakta, yerleşim yerleri bünyesinde açılan bu kuyuların büyük çoğunluğu İsrail hâkimiyetinde. Filistin Otoritesi Su İşleri müdürlüğünün bir çalışmasına göre, burada yaşayan 11 bin Yahudi, Batı Şeria’daki 2.5 milyon Filistinlinin kullandığından daha fazla su sarf ediyor.
Ürdün Vadisi’nde yaşayan bedevilerden biri olan Faysal: ‘’Ailemiz bazen içme suyu bulmakta zorluk çekiyor, İsrailli yerleşimcilerin toprakları ise yemyeşil ve refah içinde yaşıyorlar’’ diyor.
Su sadece insan yaşamı için değil, bedevilerin koyunları için de son derece elzem. Suya erişimleri kısıtlanan bedeviler, umutsuzca hayata tutunmaya çalışıyor. Öte yandan Yahudi yerleşim yerlerinde yaşayanlar, su kaynaklarını müsrif bir şekilde tüketiyor.  
90. cadde olarak bilinen yol boyunca ilerlediğinizde, Tomer, Naran, Niran ve Cilcal yerleşim yerlerinin etrafında onlarca fabrikaya şahit oluyoruz.  Göz alabildiğince uzanan on binlerce hurma ağacı, üzüm bağları ve hindi üretim çiftliklerine rastlıyoruz. Deniz kuyusu olarak addedilen derin artezyenlerle çıkarılan su ile sulanan bu bölgelere Arapların yaklaşması ise yasaklanmış durumda.
İlhak’ın sebebi güvenlik değil, ekonomik
İsrail’in Ürdün Nehri’ni ilhak etmesinin ardında, iddia edildiği gibi sadece güvenlik meselesi yok. Burada devasa bir ekonomik imkân söz konusu. Nitekim İsrail egemenliğini sadece ‘doğu kapısı’ ile sınırlı tutmayıp, Ürdün Vadisi’nin neredeyse tümünü ilhak etmeye hazırlanıyor.
Filistinliler, Netanyahu’nun ‘’Ürdün Vadisi’ni istiyoruz, çünkü vatandaşlarımızın güvenliği için doğu kapısında bu derinliğe ihtiyacımız var’’ sözlerini reddediyor. ABD Başkanı Donald Trump’ı ‘güvenlik kaygısı’ gerekçesiyle ikna eden Netanyahu, Filistinlilerin öfkesine neden oluyor. Netanyahu Ürdün Vadisi’nin ilhakı konusunda şunları söylemişti: ‘’Ürdün Vadisi sadece İsrail’in doğu kapısı değildir, aynı zamanda doğudan gelecek her saldırıya karşı doğal bir duvar özelliği taşımaktadır. Bu bölgede egemenliğimizi ilan ederek ilhak etmemiz, askerlerimizin sonsuza dek burada kalmasını garantileyecektir. Buraların İsrail toprağı olması, askeri olarak bize stratejik bir derinlik kazandırır.’’
Öte yandan FKÖ Sekreteri Saib Ureykat: ‘’Netanyahu’nun bu bölgeyi istemesinin başlıca nedeni ekonomiktir. İsrail bu bölgeden yılda 620 milyon dolar elde ediyor’’ demişti.
Yerleşim yeri yatırımı 
Filistinliler İsrail’in Ürdün Vadisi'ndeki yaklaşımını ‘yerleşim’ yatırımı olarak niteliyor. İstatistikler ve sahadaki gerçeklikler de Filistinlilerin yargılarında haklı olduğunu gösteriyor. İsrail ülkedeki en büyük hurma bahçelerini bu bölgede kurmuş (yaklaşık bir milyon hurma ağacı) gül çiftlikleri, sebze yetiştirilen seralar, ayrıca devasa tavuk, hindi ve inek çiftlikleri inşa edilmiş durumda. Yapay göllerde ayakkabı ve çanta imalatında kullanılmak üzere timsah yetiştiriliyor.
ABD’nin ilan ettiği Yüzyılın Anlaşması, İsrail’in bu bölgede kalıcı olmasına imkân sağlıyor. Oysa daha kısa bir süre öncesine kadar Ürdün Vadisi müzakere konularından birini teşkil ediyordu.  Konu hakkında Şarku’l Avsat’a açıklamada bulunan Filistinli bir yetkili şöyle söyledi: ‘’ABD’liler İsraillilere hayal edemeyecekleri bir şey verdiler. İsrailliler 2013 müzakerelerinde, Ürdün Vadisi’nin kiralanmasını talep etmiş, ancak bu talebi reddetmiştik. Şimdi ise ABD kalıcı olarak bu toprakları işgal etmelerine izin veriyor.’’
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Başkan Barack Obama yönetiminde İsrail-Filistin arasındaki sınır sorunlarının çözümü müzakerelerinde, Ürün Vadisi’nde ABD garantörlüğünde ortak bir yönetim önermişti. Ancak İsrail tarafı Kerry’nin önerisini reddederek bu bölgeyi uzun süreli kiralamayı teklif etmiş, bu teklifte Filistin Otoritesi tarafından reddedilmişti.
 Filistin Otoritesi, Ürdün’le barış anlaşması yapıldığı için, İsrail’e yönelik doğu hattından herhangi bir güvenlik tehdidi olmadığını savunuyor. İsrailli bazı üst düzey askerler de Filistinlilerin bu tezini destekliyor. Ancak meselenin güvenlikle sınırlı olmadığı ve daha çok ‘yeni yerleşim yerlerinin’ ekonomiye katkısıyla ilgili olduğu süreç içinde anlaşıldı.
Barış ve Güvenlik Konseyi raporu: Vadisi savunmada stratejik derinlik sağlamıyor
İçinde çok sayıda üst düzey asker ve güvenlik görevlisini barındıran, Barış ve Güvenlik Konseyi’nin yayınladığı stratejik rapora göre, Ürdün Vadisi savunma noktasında, stratejik bir derinlik sağlamıyor. Rapora göre; İsrail egemen olduğu tepelerde, alçak konumda olan Ürdün Vadisi’nden gelebilecek herhangi bir kara saldırısını kolaylıkla engelleyebilir. Dahası vadide konuşlanacak olan İsrail askerlerinin zorunlu olarak sınırlı sayıda olması ve mevkilerinin alçak pozisyonda bulunacak olması dolayısıyla, İsrail’in ‘savunma amaçlı derinlik stratejisinin’ gerçekleri yansıtmadığına işaret ediliyor.
Raporda Ürdün Nehri’nin güvenlik gözlemleri için önem teşkil ettiği yer alırken, Ürdün Vadisi’nin savunma için elverişli olmadığı belirtiliyor.
Teamire Arapları
Teamire Araplarının yaşadığı tepelere çıktığımızda, bölgenin İsrail yerleşim yerlerine kıyasla harabeye dönüştüğünü gördük. Bazı yerliler, İsrail’in yıktığı evlerini yeniden inşa etmekle meşguldü. İsrail, Filistinlileri caydırmak ve bölgeden uzaklaştırmak için sistematik olarak yıkımlara başvuruyor. Ancak Teamire Arapları bölgeyi terk etmeyi reddederek sürekli olarak evlerini yeniden inşa ediyor.
İsrail İnsan Hakları Bilgi Merkezi B’Tselem: İsrail yönetiminin Ürdün Vadisi’ndeki Filistin varlığını sonlandırmak ve bu bölgedeki gelişimini engellemek için çeşitli uygulamalarda bulunduğunu kaydetti. Bu uygulamaların başında, Filistinlilerin bölgenin birçok yerine girmelerine izin verilmemesi ve su kaynaklarına ulaşımlarının engellenmesi geliyor. Ayrıca Filistinlilerin ev inşa etmesine ve yerleşim yerlerini geliştirmelerine de izin verilmiyor. İsrail yönetimi, Filistinliler üzerinde ekonomik baskı uygulayarak, topraklarını terk etmeye zorluyor. İsrail yönetiminin bu baskı politikasının amacı, Arapların bölgeden uzaklaştırılması ve İsrail’in boşaltılan bölgeyi ‘de facto’ olarak ilhak etmesidir. İsrail bölgedeki kaynakları aktif bir şekilde kullanırken, Filistinlilerin temel ihtiyaçlarına dahi müdahale ediyor.
İsrail 2006-2017 arasında, Filistinlilere ait 698 evi yıktı.
B’Tselem’in yayınladığı rapora göre, İsrail yönetimi Ürdün Vadisi’nde 2006-2017 arasında, Filistinlilere ait olan en az 698 evi yıktı. İsrail’in bu gayrı meşru uygulamaları dolayısıyla 1334’ü çocuk olan 2984 kişi evsiz kaldı. Ayrıca 386 kişinin yeniden yaptığı evler de yıkıma uğradı. İsrail’in Ürdün Vadisi’ni işgalinden bu yana, en az 50 bin Filistinli göç etmek zorunda kaldı. Geride kalanlar ise kaygılı bekleyişlerini sürdürüyorlar. 
Geç saatlerde Batı Şeria’ya dönerken, sınır noktasındaki askerlere Yüzyılın Anlaşması çerçevesinde yeni uygulamaların olup olmayacağını sorduğumuzda, bizimle tartışmaya girmek istemediklerini açıkça gösterdiler. Subaylardan biri, ‘’ sınır bölgesine hiçbir Filistinlinin ulaşmaması için kesin talimat aldık, ister gazeteci ister yetkili, isterse turist olsun, burası askeri bir bölge ve kimsenin geçişine izin veremeyiz’’ dedi.
‘’Burada Filistin topraklarındayız ve herhangi bir güvenlik tehdidi oluşturmuyoruz’’ dedik. Yirmili yaşlarındaki bir kadın asker kibirli bir şekilde gülümseyerek, ‘’daha fazla tartışırsanız, Filistin toprağı dediğiniz yerde sizi istediğim kadar alıkoyarım’’ dedi. Sanki hükümetinin mantığıyla konuşuyor gibiydi, anladık ki: burada hak değil güç karar veriyor. 



İsrail, Hizbullah'ı sınırdan uzak tutmak için güç kullanmakla tehdit ediyor

İsrail'in Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilcisi Danny Danon, BM Güvenlik Konseyi'nde konuşuyor. (BM)
İsrail'in Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilcisi Danny Danon, BM Güvenlik Konseyi'nde konuşuyor. (BM)
TT

İsrail, Hizbullah'ı sınırdan uzak tutmak için güç kullanmakla tehdit ediyor

İsrail'in Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilcisi Danny Danon, BM Güvenlik Konseyi'nde konuşuyor. (BM)
İsrail'in Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilcisi Danny Danon, BM Güvenlik Konseyi'nde konuşuyor. (BM)

Üst düzey Birleşmiş Milletler (BM) yetkilileri, uluslararası toplumun Lübnan-İsrail sınırındaki tehlikeli gerilimi durdurmaması halinde Ortadoğu'da bir ‘yangın’ çıkacağı uyarısında bulunarak, Lübnan'da binlerce çağrı cihazının patlatılmasını uluslararası yasaların ihlali olarak nitelendirdi. Yetkililer ayrıca, söz konusu olayın soruşturulmasını ve sorumluların hesap vermesi gerektiğini ifade etti. Lübnan İsrail'i ‘terörizmle’ suçlarken, İsrail de Hizbullah'ı Litani Nehri'nin kuzeyindeki Mavi Hat'tan geri püskürtmek için ‘elindeki tüm imkânları kullanma’ tehdidinde bulundu.

Birleşmiş Milletler (BM) Siyasi İşler ve Barışın İnşasından Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Rosemary DiCarlo, Lübnan ve İsrail arasındaki gerilimin ele alındığı BM Güvenlik Konseyi toplantısında konuşuyor. (BM)Birleşmiş Milletler (BM) Siyasi İşler ve Barışın İnşasından Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Rosemary DiCarlo, Lübnan ve İsrail arasındaki gerilimin ele alındığı BM Güvenlik Konseyi toplantısında konuşuyor. (BM)

BM Siyasi İşler ve Barışın İnşasından Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Rosemary DiCarlo, Cezayir'in talebi üzerine dün (Cuma) Lübnan Dışişleri Bakanı Abdullah Buhabib'in de katılımıyla düzenlenen acil toplantının başında verdiği brifingde, Lübnan ve İsrail arasındaki mevcut durumu ‘çatışmaların durdurulmasının tekrar tekrar ihlal edilmesi ve 1701 sayılı kararın çiğnenmesi’ nedeniyle ‘endişe verici’ olarak nitelendirdi. ‘Bu şiddet döngüsünün genişleme riskinin çok ciddi olduğunu ve Lübnan, İsrail ve tüm bölgenin istikrarı için tehdit oluşturduğunu’ vurgulayan DiCarlo, özellikle Hizbullah üyeleri tarafından kullanılan çağrı cihazlarının patlatılmasının ‘genciyle yaşlısıyla Lübnan toplumunu ciddi şekilde travmatize ettiğini ve paniğe sevk ettiğini’ kaydetti. Tüm tarafları ‘gerilimin daha da artmasını önlemek için azami itidal göstermeye’ çağıran DiCarlo, ‘olayların bu şekilde devam etmesi halinde, şu ana kadar gördüğümüz yıkım ve acıyı bile gölgede bırakabilecek bir yangın görme riskiyle karşı karşıya olduğumuz’ uyarısında bulundu. DiCarlo, “Böyle bir çılgınlıktan kaçınmak için henüz çok geç değil. Diplomasi için halen fırsat var. Bu fırsat gecikmeden kullanılmalıdır” ifadelerini kullandı.

Faillerin sorumlu tutulması

BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk, 17-18 Eylül tarihlerinde Lübnan'da çağrı cihazlarının patlatılmasıyla meydana gelen ve savaşta yeni bir gelişmeyi temsil eden, iletişim araçlarının silaha dönüştüğü, pazarlarda, sokak köşelerinde ve evlerde eş zamanlı olarak vuku bulan saldırılar karşısında ‘siviller adına duyduğu dehşeti’ dile getirdi. ‘Savaşın da kuralları olduğunu’ hatırlatan Türk, ‘uluslararası insancıl hukukun görünüşte zararsız taşınabilir nesneler şeklindeki patlayıcı cihazların kullanımını yasakladığını’ belirtti. Söz konusu patlamaların koşullarına ilişkin bağımsız, kapsamlı ve şeffaf bir soruşturma yürütülmesi çağrısında bulunan Türk, ‘bu saldırıların emrini veren ve gerçekleştirenlerin sorumlu tutulması gerektiğini’ ifade etti.

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk (BM)Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk (BM)

Cezayir'in BM Daimî Temsilcisi Amar Bendjama, İsrail'in eylemlerinin, ‘BM Güvenlik Konseyi kararlarının, uluslararası hukukun ve Lübnan egemenliğinin aleni ihlalini temsil ettiğini’ söyledi ve çağrı cihazlarının patlatılmasını ‘savaş suçuyla eşdeğer’ olarak niteledi. Bendjama, İsrail'i ‘barışla ilgilenmemekle’ suçladı.

Batı'nın tutumu

Daha sonra söz alan ABD'nin BM Daimî Temsilci Yardımcısı Robert Wood, Ortadoğu'da daha geniş çaplı bir çatışmanın ‘ne arzu edilir ne de kaçınılmaz’ olduğunu savundu. ABD'nin Lübnan'daki son olaylarda ‘hiçbir rol oynamadığını’ vurgulayan Wood, “Önümüzdeki günlerde çeşitli tarafların atacağı adımlar durumun nasıl gelişeceğini bir kez daha belirleyecek” dedi. Tüm tarafların bölgeyi ‘yıkıcı bir savaşa’ sürükleyebilecek her türlü eylemden kaçınması gerektiğini ifade eden Wood, BM Güvenlik Konseyi'nin İsrail ile Hizbullah arasındaki çatışmanın kökenini ‘görmezden gelemeyeceğini’ belirtti. Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'e yönelik saldırılarından önce, 1701 sayılı kararın kabulünden bu yana 18 yıldır Mavi Hat boyunca büyük ölçüde sükunetin hâkim olduğunu, ancak Lübnan'dan devlet dışı silahlı grupların ‘provokasyon olmaksızın’ İsrail'e saldırmasıyla ‘istikrarın bozulduğunu’ hatırlattı. Wood, 1701 ve 1559 sayılı kararların uygulanması talebini yineledi.

ABD'nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilci Yardımcısı Robert Wood, Lübnan ile İsrail arasındaki gerilimin ele alındığı BM Güvenlik Konseyi toplantısında (BM)ABD'nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilci Yardımcısı Robert Wood, Lübnan ile İsrail arasındaki gerilimin ele alındığı BM Güvenlik Konseyi toplantısında (BM)

İngiltere'nin BM Daimî Temsilci Yardımcısı James Kariuki de 8 Ekim'den bu yana İsrail ile ‘provokasyon olmaksızın’ savaşan Hizbullah'ı hedef alarak, ülkesinin ‘1701 sayılı kararın tam olarak uygulanmasında üzerine düşen rolü oynamaya hazır olduğunu’ belirtti. Kariuki, “Uluslararası hukuk tam olarak uygulanmalıdır. Şimdi gerilimi azaltma ve derhal ateşkes zamanı” şeklinde konuştu.

Fransa'nın BM Daimî Temsilcisi Nicolas de Riviere ise ‘potansiyel olarak trajik sonuçları olabilecek açık savaş riskinin her geçen gün arttığı’ uyarısında bulundu. “Bu her ne pahasına olursa olsun kaçınılması gereken bir olasılıktır” diyen de Riviere, BM Güvenlik Konseyi tarafından 28 Ağustos'ta kabul edilen ve Lübnan'daki BM Geçici Barış Gücü'nün (UNIFIL) görev süresini uzatan 2749 sayılı kararı uygulayarak ‘tüm tarafların gerilimi azaltma yönünde acilen çalışması gerektiğini’ belirtti. İsrailli yetkilileri Lübnan'da ‘azami itidal göstermeye’ çağıran de Riviere, ‘Hizbullah'a, İsrail topraklarına yönelik saldırılarını derhal durdurması çağrısını’ yineledi.

Rusya ve Çin

Diğer yandan Rusya’nın BM Daimî Temsilcisi Vasiliy Nebenzia, İsrail'in yaklaşık bir yıldır sürdürdüğü yıkıcı bombalama, hava saldırıları ve ‘acımasız temizlik’ operasyonunun Ortadoğu'da ‘korkunç bir gerçeklik’ haline geldiğini vurguladı. Nebenzia, “Uluslararası toplumun protestolarına rağmen, hedefli tasfiyenin iğrenç uygulaması genişliyor. Görünen o ki, bu şiddet kazanında artık hepimizin burada defalarca kınamadığı hiçbir eylem kalmadı” ifadelerini kullandı. Lübnan ve Suriye'de elektronik cihazlarla yapılan saldırıların ‘yüksek teknolojinin yeni bir boyutunu’ oluşturduğunu ve bunun ‘Rusya'nın kesin bir dille kınadığı tehlikeli bir değişim’ olduğunu ifade eden Nebenzia, “Bunu uluslararası barış ve güvenliğe tehdit oluşturan ve tüm Ortadoğu için öngörülemez sonuçları olan bir terör eylemi olarak değerlendiriyoruz” dedi.

Çin'in BM Daimî Temsilcisi Fu Cong ise ülkesinin Lübnan sokaklarında yaşanan ‘korkunç’ olaylar karşısında ‘derin bir şok’ yaşadığını belirterek, “Sokaklarda oynayan çocuklar gözlerini kaybetti, süpermarketlerde alışveriş yapan anneler uzuvlarının kesildiğini gördü” dedi. Saldırıları, ‘Lübnan'ın ulusal egemenliğinin ve uluslararası hukukun açık bir ihlali’ olarak nitelendiren Cong, İsrail'e ‘güç kullanma saplantısından vazgeçmesi ve Gazze Şeridi'ndeki askeri operasyonlarını gecikmeksizin durdurması’ çağrısında bulundu.

Lübnan ve İsrail

Lübnan Dışişleri Bakanı Abdullah Buhabib, Lübnan'da binlerce çağrı cihazının patlatılmasını ‘terörist’ bir saldırı olarak nitelendirdi ve bundan İsrail'i sorumlu tuttu. Bunun ‘vahşet ve terörizm açısından eşi benzeri görülmemiş bir savaş yöntemi’ olduğunu belirten Buhabib, “Evlerinde, sokaklarda, işlerinde, alışveriş merkezlerinde işlerini yapan her yaştan binlerce insanı hedef almak, tek kelimeyle terörizmdir” dedi. Buhabib, ‘İsrail'in bize vaat ettiği yeni maceranın, Ortadoğu'daki coğrafi kapsamı bakımından öncekilerden farklı olan ezici bir bölgesel savaşa yol açabileceği’ uyarısında bulundu.

Lübnan Dışişleri Bakanı Abdullah Buhabib, BM Güvenlik Konseyi toplantısında konuşuyor. (BM)Lübnan Dışişleri Bakanı Abdullah Buhabib, BM Güvenlik Konseyi toplantısında konuşuyor. (BM)

İsrail'in BM Daimî Temsilcisi Danny Danon, ülkesinin ‘Hizbullah'ın provokasyonlarına devam etmesine izin vermeyeceğini’ belirterek, ‘daha geniş bir çatışma istemediklerini’ iddia etti. “Halkımızın sürekli tehdit altında yaşamasına izin vermeyeceğiz. Hizbullah'ın Lübnan topraklarını şiddet uygulamak için bir platform olarak kullanmasına izin vermeyeceğiz” ifadelerini kullanan Danon, Hizbullah’ın Litani Nehri'nin kuzeyine çekilmemesi halinde ‘İsrail'in halkını korumak için elindeki tüm araçları kullanacağı’ tehdidinde bulundu.