İdib bölgesindeki çatışmalar için ideal çözüm: BM müdahalesi

Yüz binlerce Suriyeli kendi topraklarında mülteci konumuna düştü (Getty Images)
Yüz binlerce Suriyeli kendi topraklarında mülteci konumuna düştü (Getty Images)
TT

İdib bölgesindeki çatışmalar için ideal çözüm: BM müdahalesi

Yüz binlerce Suriyeli kendi topraklarında mülteci konumuna düştü (Getty Images)
Yüz binlerce Suriyeli kendi topraklarında mülteci konumuna düştü (Getty Images)

Velid Faris*
Suriye’nin kuzeyindeki tehlikeli çatışmalar, genel olarak Suriyelilerin perişan olmasına, özelde de demografik değişime neden oluyor. Çatışmalar kuzeydoğuda Türkiye ve PYD arasında, kuzeybatıda da Türkiye destekli güçler ile rejim, İran ve Hizbullah destekli milisler arasında yaşanıyor.
Türk ordusu ve bölgedeki müttefiklerinin kuzeydoğudaki sınır bölgelerinin tahliye edilmesinin ardından sağladığı ilerleme, on binlerce Kürt, Sünni Arap ve Hıristiyan vatandaşın Suriye’nin iç bölgelerine çekilmesine neden oldu. Şimdi kuzeydoğuda da benzer bir durumun yaşandığına şahit oluyoruz. Suriye ordusu, Rus hava güçlerinin ve İran milis güçlerinin desteğiyle İdlib’e doğru ilerliyor. Yıkımdan ve ölümden kaçan on binlerce Suriyeli bir kez daha kendi topraklarında mülteci olmaya zorlanıyor. İdlib’ten kaçmak isteyen halkın gidebileceği güvenli bölgeler ise son derece sınırlı. Bölge halkı güneyden gelen Suriye ordusu ile kuzeydeki aşırılık yanlısı örgütlerin arasına sıkışmış durumda. Yıllar içinde muhaliflerin sığınağı haline gelen İdlib, aşırılık yanlısı örgütlerin hâkimiyetine girdi.
Ankara hükümeti, Türkiye’deki milyonlarca Suriyeli mültecinin bir kısmını İdlib ve çevresine yerleştirmeyi planlıyordu. Dolayısıyla topraklarındaki mülteci sayısının artmasından endişe duyan Türkiye, Suriye rejimi saldırılarından kaçmak isteyen geniş halk kitlelerinin sınırdan geçişine yönelik uygulamaları sıkılaştırdı. Sonuç olarak İdlib’de yakın zamanda benzerine rastlamadığımız büyük bir insani dram yaşanıyor. Koca bir toplum önce kendi devletinden, sonra da aşırılık yanlısı örgütlerden korkuyor. Ayrıca halkın kuzeye kaçmasına da engel olunmaya çalışılıyor. İnsani olarak şunu sormamız gerekiyor: Söz konusu milyonlarca insanı bu döngüden nasıl kurtarabiliriz?
İran ekseni, söz konusu insanların İdlib'de demografik değişimin yolunu açması umuduyla Türk topraklarına sığınmasını istiyor. Bunu açıkça ilan etmeseler de; Suriye rejimi ve İran ikilisi, rejimin devamlılığını garanti altına almak için Suriye’nin çeşitli bölgelerinde dini ve etnik kimliğin değişimi üzerinde uzun süredir planlar uyguluyor. Bu planların Alevilerin yoğun olduğu sahil bölgesinin etrafında yoğunlaştırıldığı da biliniyor.

Ankara yönetimi ise Türkiye’nin güneyindeki demografik durumun daha fazla değişmemesini istiyor. Nitekim Türk-Kürt denklemi açısından da bu değişimin tehlikeleri üzerinde duruluyor. Ankara’nın siyaseti, Suriyeli mültecilerin Suriye topraklarına döndürülerek Afrin’de olduğu gibi Kürt bölgelerine yerleştirilmesini kapsıyor. Böylelikle öngörülebilir bir gelecekte Kürtler ve Araplar arasında bir çatışma yaşanmasını, kendi güvenliğinin tehdit edilmesi önünde bir önlem olarak değerlendiriyor.
Yani tüm taraflar Suriye’de demografik değişim üzerinde çalışıyor. Tüm bunların bedelini de tabi ki Suriye halkı ödüyor. Kürtler topraklarının bir kısmından çıkarıldı. Şimdi de Sünni Araplar ellerinde tuttukları son bölgelerden ayrılmaya zorlanıyor. Zaten azınlıkların varlığı daha önce Suriye rejimi tarafından zayıflatılmıştı.
Bu insanlık trajedisini sona erdirmek için yapılabilecek tek şey, bir an önce kalıcı olarak ateşkes ilan edilmesidir. Uluslararası toplum ve Washington ile Avrupa ülkelerinin yapmaya çalıştığı, Suriye-Suriye diyalogunun ülke dışında gerçekleşmesi ve ardından da ülkeye yansımasıdır. Ancak sahadaki dramatik değişimler, nihai bir çözüm önerilmeden önce savaşa müdahale edilerek bir an önce ateşkesin sağlanmasını zorunlu kılıyor.
Geçen yıl ABD yönetimine ve ABD Kongresi’ne Kürtleri ve Türkleri ayıran ve sınır boyunca barışı sağlayacak bir güvenli bölgenin inşasını teklif etmiştik. ABD yönetimi bu öneriye sıcak yaklaşarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’la konuyla ilgili görüşmelere başlamıştı. Ancak bölgede yaşanan gelişmeler, Türk ordusunun bölgeye ilerlemesine ve PYD güçlerinin çekilmesine neden oldu.
Suriye’deki çatışma sürecinde birçok Kürt, Hristiyan ve Sünni Arap öldü. Demek istediğim, bu krizin önümüzdeki aylarda acil bir şekilde çözülmesi gerekiyor. Aksi takdirde şimdilik kül altında kalan közler açığa çıkarak yeni çatışmaların patlak vermesine neden olabilir. Bu hafta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) Suriye’nin kuzeydoğusunda demografik değişimler yaşanmasına engel olunması için bir öneri sunduk. Bu öneriye göre BMGK derhal müdahil olarak Afrin ve İdlib bölgelerindeki ihtilafları çözüme kavuşturmalıdır. Nitekim bu iki şehir, Türkiye ile İran ekseni arasındaki ihtilafın derinleştiği alanlarda yer alıyor.
Bu öneriye göre İdlib bölgesinde savaşan tüm taraflar çatışmayı bırakarak şehirden çekilmelidir. Bu da Türk ordusu ve desteklediği milis güçlerle, Suriye ordusu ile İran destekli milislerin geri çekilmesi anlamına geliyor. İdlib’in silahsızlandırılması, 7’inci madde kapsamında BM güçlerinin İdlib - Türkiye sınırında ve İdlib’le Suriye rejiminin arasında konuşlanmasını içeriyor.
İdlib’in silahlardan arındırılmasının da BM’ye bağlı bir komisyon tarafından denetlenmesi, bu komisyonun ayrıca İdlib tarafından Türkiye’ye yönelik herhangi bir tehdidi önlemesi öngörülüyor. Ayrıca Rusya’nın da herhangi bir operasyon yapmasının önüne geçilmesi amaçlanıyor. Böylelikle İdlib’in, Türk etki alanı ile Rus-İran etki alanı arasında bir tampon bölgeye dönüşmesi ve insanların köylerine, kasabalarına geri dönmesi planlanıyor.
Suriye’de nihai çözüm öncesinde görece bir barış ortamının tesis edilmesi son derece önemlidir. Bu öneriye aynı ilkelerin Afrin bölgesinde de uygulanmasını içeren bir bölüm ekledim. Yani Türk ordusu, Suriye ordusu ve PYD güçlerinin ilerlememesinin garanti altına alınarak bu bölgeden çekilmesini teklif ettim. BM barış gücünün bu bölgeye konuşlanarak iki taraf arasındaki çatışmaların önüne geçmesini ve bu arada insani yardım kuruluşlarının yardımlarının yoğunlaştırılması fikrini de sundum.
Bu çözüm önerisi herkesin çıkarını korumaktadır. Türkiye ve müttefikleri, Esed rejimi güçlerinin sınırlarından uzaklaştırılmasını garanti altına alacak, Rusya tarafı da silahlı muhalif güçleri üslerinden uzak tutabilecektir. Afrin’deki Kürt aileler evlerine dönebilecek ve her şeyden önemlisi İdlib halkı şehirde barış ve istikrar içinde yaşayabilecektir.
Bazıları bu çözüm önerisinin uygulanmasının imkânsız olduğunu söyleyebilir. Nitekim tarafların projeleri çelişiyor. Bu durumda sadece iki seçenek var; ya İdlib ve Afrin tarafların sonuna kadar çatışacağı ve güçlerini tüketecekleri yerler olur, ya da BM aracılığıyla barış sağlanır. Eğer taraflar bu çözüm önerisi karşısında ikna olursa bu durum BMGK’nın beş üyesinin de çıkarına olacaktır. Nitekim çatışan taraflar buradan hareketle silahlı çatışmanın bir sonu olmadığını da kavrayabilir.
Daha da önemlisi şu ki mesele vatandaşların güvenliği ile ilgilidir. Çatışmalar sürecek olursa benzeri olmayan insani bir felaket yaşanacaktır. Arap başkentleri ve uluslararası çevreler bu öneriyi dikkate alacak mıdır? Bekleyip görelim.
*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan tercüme edilmiştir.



Berri, Şarku’l Avsat’a konuştu: Somut öneriler bekliyoruz. Masada sadece 1701 sayılı karar var

Nebih Berri ve ABD Başkanı Joe Biden'ın temsilcisi Amos Hochstein, Beyrut'ta bir araya geldiler (AFP)
Nebih Berri ve ABD Başkanı Joe Biden'ın temsilcisi Amos Hochstein, Beyrut'ta bir araya geldiler (AFP)
TT

Berri, Şarku’l Avsat’a konuştu: Somut öneriler bekliyoruz. Masada sadece 1701 sayılı karar var

Nebih Berri ve ABD Başkanı Joe Biden'ın temsilcisi Amos Hochstein, Beyrut'ta bir araya geldiler (AFP)
Nebih Berri ve ABD Başkanı Joe Biden'ın temsilcisi Amos Hochstein, Beyrut'ta bir araya geldiler (AFP)

Washington'ın Lübnan'da ateşkes sağlanması için arabuluculuğa yeniden başladığına dair haberler arttı. Buna rağmen Beyrut'taki siyasetçiler, ABD Başkanı Joe Biden'ın temsilcisi Amos Hochstein’ın üç hafta önce ülkeden ayrılmasından bu yana dondurulmuş halde olan ABD arabuluculuğunun yeniden başladığıyla ilgili ellerine güvenilir veriler ulaşmadığını açıkladılar.

Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, şu an olup bitenlerin sadece basında dolaşan haberlerden ibaret olduğunu, ancak kendilerine resmi kanallardan herhangi bir bilgi ulaşmadığını söyledi. Berri, Lübnan'ın üzerine çabaların inşa edilebileceği somut önerilerin sunulmasını beklediğini kaydetti.

Berri, çözüm önerileri konusunda medyada ve siyaset koridorlarında dolaşan haberlerle ilgili yorum yapmaktan kaçındı. 2006 yılındaki Lübnan Savaşı’nı sona erdiren ve Lübnan ordusu ile uluslararası güçler dışında herhangi bir silahlı varlığın bulunmadığı bir sınır bölgesini yürürlüğe koyarak, mevcut savaşı sona erdirme çabalarının merkezinde yer alan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 1701 sayılı kararına atıfla “Masada sadece BMGK kararı ve onun yalnızca Lübnan tarafınca değil, her iki tarafça da uygulanması ve uyulması gereken hükümleri var” dedi.

Almanya ve İngiltere’nin gözlemci ülke olmasına “itiraz”

Öte yandan Şarku’l Avsat’a konuşan Beyrut'taki Batılı diplomatik kaynaklar, Berri'nin tartışılmakta olan çözümün en önemli maddelerinden birine itiraz ettiğini söylediler. Kaynaklar, Berri'nin 1701 sayılı kararın uygulanmasını izlemek üzere önerilen ve ABD ile Fransa'nın da yer alacağı bir gözlem gücüne Almanya ve İngiltere'nin katılmasına yönelik itirazının aşılması için çaba sarf edildiğini belirttiler.

Ancak görüşmeleri yakından takip eden Lübnanlı kaynaklar, Berri'nin itirazının 1701 sayılı karara alternatif bir mekanizma bulunmasına yönelik olduğunu açıkladılar. Zira Güney Lübnan'da, Lübnan'da konuşlu BM Geçici Görev Gücü (UNIFIL) tarafından yönetilen ve ABD ile Fransa'nın da katılabileceği mevcut bir gözlem gücü zaten var.

Kaynaklar, önerilen çözüm taslağının iki bölüme ayrıldığını, bunlardan ilkinin İsrail, ABD ve Rusya arasında, İsrail'in gelecekte Lübnan'da hareket özgürlüğünü kendisine saklı tuttuğu herhangi bir mekanizmanın kategorik olarak reddedilmesi temelinde ‘Hizbullah'ın yeniden silahlanmasını önleyecek’ garantilere ulaşmak için yabancı aktörlerce verilen garantiler olduğunu belirtti. Diğeri ise Lübnan’ın Litani Nehri'nin güneyinde silahlı unsurlardan arındırılmış bir bölge oluşturulmasını öngören 1701 sayılı kararın uygulanmasına yönelik garantileri.

Berri, basına sızanlar hakkında yorum yapmaktan kaçınırken, belirli garantilerden yalnızca Suudi Arabistan'ın başını çektiği Arap ülkelerinin yanı sıra Batılı ülkelerin de katıldığı BMGK’daki ABD-Fransa ortak çağrısı yoluyla ateşkes çabaları sırasında bahsedildiğini belirtti. O dönemde Lübnan'ın bunu kabul etmesi gerektiğini söyleyen Berri, “(Başbakan Necip) Mikati, bunu onayladığını kamuoyuna açıkladı, ancak (İsrail Başbakanı Binyamin) Netanyahu onayın ardından bunu reddederek herkesi şaşırttı” değerlendirmesinde bulundu.

Berri: İsrail'in başı belada

İsrail'in bugün gerçek bir çıkmazda olduğunu, çünkü askeri hedeflerine ulaşamadığını ve durmaksızın daha fazla katliama ve yıkıma başvurduğunu söyleyen Berri, İsrail'in tekrarlanan saldırılarına rağmen mevzilerini terk etmeyerek İsrail karşısında takdire şayan bir direnç gösteren UNIFIL'in rolüne övgüde bulundu. İsrail'in Lübnan'da yürüttüğü savaşın, dünyanın vicdanını sarsan bir şiddet ve yıkım düzeyine ulaştığını vurgulayan Berri, “Artık sadece insanları öldürmek ve taşları yok etmekten ibaret olan bu savaşa bir son verilmeli” diye konuştu.

Şarku’l Avsat’a konuşan Lübnan Başbakanlığından kaynaklara göre özellikle Başbakan Mikati’nin Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad'da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)- Arap Birliği Olağanüstü Ortak Zirvesi oturum aralarında gerçekleştirdiği ve ‘Lübnan'ın tutumunun geniş bir şekilde anlaşıldığını gösteren olumlu görüşmeler’ çerçevesinde Lübnanlı liderler, zirvenin başlattığı sürece ve bu sürecin kriz duvarında diplomatik bir delik açılabileceğine inanıyor.

Beyrut, gelecek pazartesi günü Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati ve BM Barış Operasyonları'ndan sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Jean Pierre Lacroix’i ağırlayacak.

Öte yandan Lübnanlı eski Milletvekili Nohad Machnouk İİT- Arap Birliği Olağanüstü Ortak Zirvesi’nden çıkan sonuçları övdü. Machnouk, Lübnan Müftüsü Şeyh Abdullatif Deryan ile görüştükten sonra yaptığı açıklamada, “Zirvede Filistin devleti olmadan barış olmayacağını açıklayan Suudi Arabistan'ın rakipsiz bir şekilde bölgesel sahnenin zirvesine yerleştiği açıktır. Dolayısıyla kimse zamanını boşa harcamıyor... Bu karar, zirveye katılan herkes tarafından nihai ve kesin olarak alındı” ifadelerini kullandı.

Machnouk, sözlerini şöyle sürdürdü:

“İşlerin geri dönülmez bir yola girdiği ortada. İsrail, haftalarca ya da aylarca saldırmaya devam edecek. Ancak bu durum, Suudi Arabistan'ın başını çektiği Arap ve bölge ülkelerinin, BM Genel Kurulu'nda Filistin devletinin tanınması için ilgili ülkelerin devam eden toplantıları ve blokları aracılığıyla, uluslararası alanda ve Arap dünyasında elinden geleni yapmasına engel değildir.”

Machnouk, çözümün silahların Lübnan ordusuna teslim edilmesi olup olmadığına ilişkin bir soruya verdiği yanıtta, ilk aşamanın silahların devletin kontrolüne girmesi ve savaş ya da barış kararının devletin inisiyatifinde olması olduğunu söyledi. Hizbullah’ın siyasi olarak temsil edildiğini ve devlet içinde milletvekillerinin ve bakanlarının bulunduğunu belirten Machnouk, “Devlet, siyasi olarak, son aylarda ve öncesinde, İsrail’in saldırılarına karşı tutumlarını desteklemekten geri kalmadı. Ancak savunma stratejisi başka bir şey, silahsızlanma ise bambaşka bir şey” şeklinde konuştu.