Cezayir’in siyasi camiler ve meyhaneler arasındaki hikayesi

Başkent Cezayir’deki Keçiova Camii. (AFP)
Başkent Cezayir’deki Keçiova Camii. (AFP)
TT

Cezayir’in siyasi camiler ve meyhaneler arasındaki hikayesi

Başkent Cezayir’deki Keçiova Camii. (AFP)
Başkent Cezayir’deki Keçiova Camii. (AFP)

Emin ez-Zavi
Cezayir’in eski Cumhurbaşkanı Huari Bumedyen, ülkenin petrol sahalarını 24 Şubat 1971 tarihinde Fransız şirketlerin egemenliğinden alarak millileştirdi. Bumedyen tarafından tek taraflı ve sürpriz şekilde alınan bu karar çok uluslu şirketler aracılığıyla tamamen Cezayir petrolüne el koyan Fransa’yı kızdırmıştı. Fransız rejimi, Cezayir’i ekonomik, ticari ve siyasi olarak kuşatmaya başladı. Bu durum, Fransa’da ikamet eden Cezayir toplumuna karşı ırkçı faaliyetler düzeyinde de görüldü. Aynı şekilde Fransız yetkililerin Cezayir’i ekonomik ve ticari olarak cezalandırmak üzere aldığı önlemler arasında (Fransa, Avrupa ve ABD pazarlarında seçkin bir marka olarak kabul edilen ve Fransızların masalarında en sevilen içecek olan) Cezayir şarabının ithalatını boykot etme kararı da vardı. Cezayir’in yıllık şarap üretiminin büyük ve çeşitli miktarlarda olduğu göz önüne alındığında Cezayir rejimi bu miktarların nasıl harcanacağı hususunda şaşkındı. Bu çerçevede yakıtı millileştirme kararına, 19 Haziran 1965 tarihinde Huari Bumedyen’in Cumhurbaşkanı Ahmed bin Bella’ya karşı önderlik ettiği askeri darbenin nedenlerini unutturan ‘popülist söylemlerden, büyük ulusal direnişten’ sert bir dalga eşlik etti. Eski sömürgecilere karşı millileşmeye eşlik eden bu vatansever coşku, devrimci başkana ulusal meşruiyet ve liderlik tacını giydirdi. Hidrokarbon rezervlerinin millileştirilmesi, birçok aydının da askeri devrimci cumhurbaşkanının etrafında toplamasını sağladı. Bu aydınların arasında, Cumhurbaşkanı Ahmed bin Bella’nın birkaç yıl önce sağ kolu olan solcular ve Cezayir şaraplarının Fransa tarafından boykot edilmesine yanıt veren popülistler de bulunuyordu. Cumhurbaşkanı Huari Bumedyen’e karşı siyasi bir fetvadan dolayı düşmanlığıyla bilinen solcu entelektüellerden Tahir bin Aişe (2016 yılında öldü), Fransa’nın boykot kararına şu ifadelerle yanıt vermişti;
“Sömürgeci Fransa’nın ulusal ekonomiye ve özellikle de alkol üretimine karşı uyguladığı kuşatmayla yüzleşmek, ülkenin harika şarabını pazarlayabilmesi için hepimiz açısından ulusal bir görevdir. Her vatandaş günde bir şişe şarap tüketmelidir. Bu şekilde Fransa’nın kuşatmasına karşı gelebiliriz. Ulusal ürünü tüketip ülke ekonomisini koruyabiliriz!”
Cumhurbaşkanı Bumedyen, Fransa’nın Cezayir şarabına uyguladığı kuşatmaya yanıt olarak kızgın ve kötü düşünülmüş popülist bir tarzda, tarım uzmanlarına başvurmadan ‘küresel şarabın üretimi ve tüketimi için en iyi üzümleri sağlayan tüm bostanların sürülmesi emrini verdi. Sürülen bu topraklara ise üzüm yerine buğday dikilmesi çağrısında bulundu. Hemen ardından da üzüm bağları, batıda, doğuda ve yüksek platolarda tamamen yerle bir edildi ve bir sonraki dönem yerlerine buğday ekildi. Ancak daha sonra bu toprakların buğday yetiştirmeye elverişli olmadığı anlaşıldı. Hiçbir ürün alınamadığı için de tarlalarda çalışan yüz binlerce tarım işçisi işsiz kaldı ve toprak ihmal edildi. O sıralarda yükselen İslami eğilim, bu fırsatı (alkole karşı kampanya) popüler sahnedeki varlığını güçlendirmek için kullandı.
Bumedyen rejimi ise zaman zaman komünistlere darbe vurmak için harekete geçti. ‘Bazen de Beşir Hacı Ali ve daha sonra Sadık Hacras liderliğindeki ‘Öncü Sosyalist Partisi’, Huseyin Ayet Ahmed liderliğindeki ‘Sosyalist Kuvvetler Cephesi’, Muhammed Budiaf liderliğindeki ‘Sosyalist Devrimci Parti’ gibi yasaklanan solcu ve aktif partiler’, bazen de ‘başkentteki evinde düzenlediği fikri seminerler sırasında Malik bin Nebi etrafında toplanan isimlerin oluşturduğu İslami eğilim’ arasında bir denge kurmak için siyasi bir eğirme girişimine başladı. Bu İslami eğilim, Müslüman Alimler Birliği’nin (daha sonra Cezayir’de Müslüman Kardeşler doğdu) ve İslami Kurtuluş Cephesi’nin (FIS) doğuşuna kadar gelişen selefi davası akımının bir kalıntısıdır.
Bostan tarlaları sürüldükten ve Cezayir şarap üretimi çeşit ve miktar düzeyinde çöküşe ulaştırıldıktan sonra ülke küresel pazarda rekabet edemez hale geldi. İslami akımlar, toplumu temizleme bahanesi altında büyük günahlardan, Akdeniz’in en güzel barları sayılan (başkent Cezayir, Vahran, Annaba, Bejaia, Tilimsan, Konstantin, Skikda, Cicel şehirlerindeki) gece kulüplerinin kapatılması taleplerine yöneldi. Bu barlar, yüzlerce tanınmış yazar, ressam, film yapımcısı ve politikacının uğrak mekanları olarak biliniyordu. Fransızların ve Avrupalıların 1962 yılında ülkeden ayrılması sonrasında ve özellikle de 19 Haziran 1965 darbesinin ardından saf bir Cezayir İslami topluluğu arama bahanesi altında bu barlara el konuldu. Cezayir’de aynı zamanda meyhanelere karşı da açıktan bir savaş başlatıldı. Bu savaş bugüne kadar da süregeldi. Bu alanların kapatılması ve uyuşturucuyla mücadele kapsamında gelen bu eğilim, toplumun İslamlaştırılmasının bir teşvikiydi. Cezayir toplumu “küfürden” önceki haline dönüştürülecekti! Dini eğilimin yaygınlaştırılması için ‘ahlaki söyleme’ yatırım yapılmaya başlandı. Cezayir’in geri kalmışlığının nedeninin bu barlar olduğu söylendi. Bu akım, barlar kapanana kadar çağrılarını ve tehditlerini durdurmadı. Nihayetinde Cezayir’de oldukça az sayıda bar açık kaldı.
Dikkate değer olan durum, Cezayir şarabının üretiminin çökmüş ve kalitesinin de düşmüş olmasına, meyhanelerin kapatılmasına rağmen ülkenin halen her çeşit alkollü içeceğin en büyük tüketicilerinden biri olması. Öyle ki Cezayir bu içecekleri en çok tüketen ülkeler arasında yer alıyor. Ama garip ve şaşırtıcı olan soru Cezayirlilerin meyhaneler ve bunları satan dükkanlar kapatıldıktan sonra bu şarapları ve alkollü içecekleri nasıl ve nereden temin ettikleriydi. İslami eğilimin baskısı altındaki bazı vilayetler, bu alkollü içeceklerin Cezayir topraklarında satışını yasaklayan kararnameler ve yasalar yayınladı. Bu emir, ülkenin farklı bölgelerinde yaşayanlar arasındaki vatandaşlık ve eşitlik haklarına aykırı. Ancak siyasi yetkililerin İslami siyaset baskısı altında resmi barları kapattığı ülke, tamamen meyhanelere açık bir kapı haline geldi. Ormanlar, alkol içenler için bir yuva oldu. Yollar, sokaklar ve belediye önleri boş şişeler için açık çöplüklere dönüştü. Nihayetinde bilinçsiz tüketim nedeniyle trafik kazalarında ve saldırılarda artış yaşandı.
Meyhanelerin ve lisanslı alkollü içecek satan dükkanların kapatılmasına paralel olarak bu maddelerin ticaretini yapan komisyonlar ordusu baş gösterdi. Bunlar, kalite kontrolü dışındaki bu malların kaçakçılığında imparator oldular. Ürünler, bazı şehirlerde ve köylerde gerçek fiyatları çarpıtılarak kurgusal fiyatlarla satıldı. Bu ekonomik parçalanmada durumun stabil tutulması için baskı yapılmaya başlandı. Çünkü bu ürünün piyasasını yasallaştırma düşüncesi, söz konusu imparatorluğu çökertecekti. Diğer taraftan bazı taraflar camiler inşa etmek, dernekler ya da kişilere destek olmak için para harcamaya başladı. Tüm bunlar, kendilerine ideal bir imaj oluşturmak için ortaya koyuluyordu.
Cezayir, tüm vilayetlerde ve bazı şehirlerde meyhanelerin ve alkollü içecek satan dükkanların kapatılması karşısında cami sayısı bakımından ilk sırada yer alan Mağrip ve Arap ülkelerinden biri haline geldi. Örneğin Tizi Vuzu ve Buyra vilayetlerindeki camilerin sayısı, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki (BAE) cami sayısından fazla. Ancak Ras Cebel’deki her mahallede, her sokakta ve her köyde görülen cami sayısındaki artışla beraber alkol kullanma alışkanlığı azalmadı. Ayrıca yolsuzlukla mücadele edilemedi ve Ramazan Ayı’nda ve sonrasında dolandırıcılık da azalmadı. Bu çok sayıda cami vatana, işe ve topluma dair olumlu bir vatandaş oluşturamadı. Sokaklardaki kirlilik devam etti ve kadınlara yönelik taciz arttı. Aynı şekilde bazı taraflar zekat fonlarının açılması çağrısı yaparken şehirlerde de kargaşa baş gösterdi.
 
Dinden önce ahlak, dinden önce vatandaşlık...
Cezayir şehirlerinde rejim tarafından meyhanelerin kapatılması, şarap ve alkollü içecekleri tüketenlerin sayısını azaltmadı ve tüketimi durdurmadı. Aksine ülkeyi tüm risklere açık bir kapı haline dönüştürdü. Aynı şekilde yaklaşık 2 kilometrede bir minareleri yükselen çok sayıda cami de vatandaşlık hissiyatını güçlendiremedi. Bunların aksine siyasi din tüccarlarının Allah’ın evlerine sızmasına izin verdi. Toplumda insani ve ekonomik yolsuzluk kaosu ve çeşitliliği arttı. Vatandaşlar dinlerinden uzaklaşarak politikacıların dinine girdi.
Ciddi bir zihinsel ve demokratik kültürün olmadığı bir toplumun siyasi bir dini de olamaz.

 


Papa Francis: Filistin devleti, İsrail ile yaşanan çatışmanın "tek" çözümüdür

Papa 14. Leo, Beyrut Uluslararası Havalimanı'na varışında, (Vatikan- EPA)
Papa 14. Leo, Beyrut Uluslararası Havalimanı'na varışında, (Vatikan- EPA)
TT

Papa Francis: Filistin devleti, İsrail ile yaşanan çatışmanın "tek" çözümüdür

Papa 14. Leo, Beyrut Uluslararası Havalimanı'na varışında, (Vatikan- EPA)
Papa 14. Leo, Beyrut Uluslararası Havalimanı'na varışında, (Vatikan- EPA)

Papa 14. Leo dün yaptığı açıklamada, İsrail ile Filistinliler arasında on yıllardır süren çatışmanın tek çözümünün bir Filistin devletinin kurulmasını içermesi gerektiğini belirterek, Vatikan'ın bu konudaki tutumunu teyit etti.

Vatikan'ın ilk Amerikalı Papa'sı Leo, Türkiye'den Lübnan'a gitmek üzere bindiği uçakta gazetecilere yaptığı açıklamada, "İsrail'in bu çözümü hâlâ kabul etmediğini hepimiz biliyoruz, ancak bunu tek çözüm olarak görüyoruz" dedi.

Şarku'l Avsat'ın Reuters'ten aktardığı habere göre Papa İtalyanca olarak yaptığı konuşmada, "Biz de İsrail'in dostuyuz ve iki taraf arasında arabulucu bir ses olarak, herkes için adaleti sağlayacak bir çözüme yaklaşmalarına yardımcı olmayı amaçlıyoruz" ifadelerini kullandı.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, en yakın müttefiki olan ABD'nin Filistin bağımsızlığını desteklediğini belirtmesine rağmen, Filistin devletine karşı olduğunu yineledi.

Papa, sekiz dakikalık kısa basın toplantısı sırasında yaptığı açıklamada,perşembe günü başlayıp pazar gününe kadar devam eden Türkiye ziyaretine odaklandı. Papa, mayıs ayında Katolik Kilisesi lideri olarak seçilmesinden bu yana ilk yurt dışı seyahatini gerçekleştirdi.

Papa, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile İsrail-Filistin ve Ukrayna-Rusya çatışmasını görüştüğünü belirterek, Türkiye'nin her iki savaşın da sona ermesinde önemli bir rol oynadığını vurguladı.

Papa Leo Türkiye ziyareti sırasında, dünyadaki olağanüstü sayıdaki kanlı çatışma nedeniyle insanlığın geleceğinin tehlikede olduğu konusunda uyarıda bulundu ve din adına işlenen şiddet eylemlerini kınadı.

Gazze'deki İsrail ordusuna eleştiri

Genellikle temkinli ve diplomatik bir dil kullanmayı tercih eden Papa Leo, bu yılın başlarında İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki askeri harekatına yönelik eleştirilerini artırdı.

Türkiye, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen, aynı zamanda dünyadaki 260 milyon Ortodoks Hristiyan'ın ruhani lideri Patrik Bartholomeos'a da ev sahipliği yapıyor.

Papa, Türkiye'yi dinsel birlikteliğin bir örneği olarak övdü. Papa Leo, yarına kadar Lübnan'ı ziyaretini sürdürecek ve ardından Roma'ya dönecek.

Papa Leo, "Farklı inançlara sahip insanlar barış içinde yaşayabilir... Sanırım bu, hepimizin dünya çapında dört gözle beklediği bir örnek" ifadelerini kullandı.


Libya merkezi yapıyı bırakıp federalizme mi geçiyor?

Libya Başbakanı Usama Hammad, özerkliğe doğru bir adım atılacağının sinyalinin verdi (Sosyal medya)
Libya Başbakanı Usama Hammad, özerkliğe doğru bir adım atılacağının sinyalinin verdi (Sosyal medya)
TT

Libya merkezi yapıyı bırakıp federalizme mi geçiyor?

Libya Başbakanı Usama Hammad, özerkliğe doğru bir adım atılacağının sinyalinin verdi (Sosyal medya)
Libya Başbakanı Usama Hammad, özerkliğe doğru bir adım atılacağının sinyalinin verdi (Sosyal medya)

Kerime Naci

Libya'nın 1951 ile 1963 yılları arasında uyguladığı federal sistemin geri getirilmesi yönünde çağrılar artmaya başladı. Gözlemciler, bu dönemi Libya tarihinin ekonomik ve siyasi açıdan en iyi dönemi olarak nitelendiriyorlar. Bu sistem, Trablus, Sirenayka (Kirenayka) ve Fizan eyaletlerini birleştiren federal sistemi sona erdiren anayasa değişikliğinin ardından 1963 yılında kaldırılmıştı.

Bu değişiklikle devletin adı ‘Birleşik Libya Krallığı’ndan ‘Libya Krallığı’na dönüştü. Bu durum, Libya Parlamentosu tarafından atanan Libya Başbakanı'nın acil bir şekilde özerkliğe doğru bir adım attığını işaret ediyordu. Buna yanıt olarak Başkanlık Konseyi, Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) ve Devlet Yüksek Konseyi (DYK) tarafından, ülkede ‘en yüksek egemen otoriteyi oluşturan koordinasyon çerçevesi’ olarak hizmet etmek üzere ilan edilen ‘Başkanlıklar Yüksek Konseyi'nin kuruldu.

Tarihi model

Libya’nın güvenlik ve siyasi meseleleri uzmanı Saad ed-Dinali, federal sistemi, bir dizi tarihsel, coğrafi ve sosyal nedenden ötürü Libya için gerçekten uygun olan tek sistem olarak tanımlıyor.

Tarihi önemi ile ilgili olarak, Libya’nın 1951 yılında bir devlet olarak kurulduğunda Berka, Fizan ve Trablusgarp Bölgesi olmak üzere üç bölgeden oluşan bir federal sisteme sahip olduğunu belirten Dinali, bu dönemin ülkenin tarihindeki en iyi dönem olduğunu, bu dönemde siyasi istikrar ve ekonomik gelişme yaşandığını vurguladı.

Bu sistemin kaldırılmasının ardından Libya'nın bir kaos dönemine girdiğini, birçok şeyin değiştiğini ve bazı sorunların ortaya çıktığını ifade eden uzman, bunun da 1969 yılında Muammer Kaddafi'nin Kral İdris Senusi'ye karşı darbe yapmasına zemin hazırladığını belirtti. Dinali, Libya’nın o tarihten bu yana coğrafi ve tarihi gerçekliğine uygun bir denge kurmaya çalıştığını söyledi.

Libya’da 17 Şubat 2011 devriminden sonra, birçok sesin federal sistemi öngören, değiştirilmemiş 1951 anayasası altında ‘anayasal meşruiyete dönüş’ çağrısında bulunduğunu iddia eden Dinali, bu çağrıyı yapanların, federal sistemin Libya'nın birliğini, sürekliliğini ve istikrarını garanti altına alacak can simidi olduğuna inandığını aktardı.

Mevcut çatışmaların ve bölünmelerin, ülkenin kimsenin aşamayacağı coğrafi bir bölünmeye dayandığının açık bir kanıtı olduğuna inanan Libyalı güvenlik ve siyaset uzmanı, doğu, güney ve batıda devam eden çatışmalar, Libya'nın üç bölgeden oluştuğunu açıkça teyit ediyor. Çatışmanın asıl kaynağının bölgeler arasındaki çatışma olduğunun açık olduğunu belirten Dinali, bu krizin ideal çözümünün, üç bölgenin her birine kalkınma ve medeni haklarını garanti eden, kaynaklarını kullanma hakkı veren ve Libya devletinin himayesinde tüm bu hakları garanti eden bir anayasa kapsamında onlara yükümlülükler yükleyen federal sistemin geri getirilmesi olduğunu belirtti.

İki sistemli bir ülke

Libya Başbakanı Usame Hammad’ın Mareşal Halife Hafter'in genel liderliğiyle olan yakın ilişkilerinin ardındaki nedenleri, özellikle de ‘özerklik’ yönündeki adımları anlamak için, Birleşmiş Milletler (BM) kıdemli danışmanı ve Amazing Konferansı Yürütme Komitesi Başkanı İbrahim Grada, aralarında batı ve doğu Libya arasındaki uzun süredir devam eden siyasi ve coğrafi bölünme, ekonomik baskılar, bunların başında gelirlerin idari, kalkınma ve askeri yönetimin gereksinimlerini karşılayamaması ve gelirler üzerinde artan rekabetin olduğu birkaç noktanın dikkate alınması gerektiğini belirtti.

Mareşal Halife Hafter'in siyasi çıkmazı aşmak için halk ve toplum hareketine yönelmesinin, bunu spekülasyondan Libyalı tarafları aşan bir siyasi çözüme dönüştürdüğünü söyleyen Grada’ya göre Hafter’in ülkenin batı bölgesinden sosyal gruplarla arka arkaya yaptığı toplantılar ve görüşmeler bunu yansıtırken Hafter'in söylemleri, değişim için önemli bir siyasi aktör olarak halk hareketlerine başvurma eğilimini gösteriyor.

dfgtyh
UBH, ‘Başkanlıklar Yüksek Konseyi’nin kurulduğunu duyurdu (UBH resmi Facebook hesabı)

Hammad'ın Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi, DYK Başkanı Muhammed Tekale ve UBH Başbakanı Abdulhamid ed-Dibeybe’den oluşan Başkanlıklar Yüksek Konseyi'nin koordinasyon organı olarak kurulduğunun açıklanmasından hemen sonra ‘özerklik’ konusunda açıklamada bulunduğuna dikkati çeken Grada, konseyin duyurulduğu toplantıya davet edilen Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih'in ise toplantıya katılmadığını belirtti. Bu tepkiler, Başkanlıklar Yüksek Konseyi'nin kurulması, ülkenin doğu bölgesindeki yetkililer tarafından memnuniyetsizlikle karşılandığına işaret etti.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere  göre Grada, Berka bölgesinin tamamını ve Fizan'ın bir kısmını kapsayan ve Libya'nın batısında bağlantıları olan Libya'nın doğusundaki paralel hükümetin Başbakanı Usame Hammad tarafından ‘özerklik’ tehdidinde bulunulmasının, mevcut duruma bir yaklaşım olduğunu belirtti. Bu yaklaşıma göre Libya devleti içinde, Çin-Hong Kong durumunda olduğu gibi iki sistemli tek bir devletin ya da Rusya Federasyonu'nda olduğu gibi çeşitli federal sistemlerin kurulması yahut İtalya Cumhuriyeti içinde özel özerk statüye sahip Sicilya veya Danimarka Krallığı içinde genişletilmiş özerkliğe sahip Grönland gibi bir sistemin kurulması ya da Birleşik Krallık ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) olduğu gibi bir model olabilir.

Bölgesel hesaplar

Öte yandan federal bir sistemin benimsenmesi halinde dış politika ve savunma alanlarının ortak kalacağını, kamu maliyesi, iç güvenlik ve yerel yönetim birimleri arasındaki ilişkilerin niteliği konusunda anlaşmalar yapılacağını söyleyen Grada, bunun gerçekte kolay olmadığını, çünkü bölgeler arasındaki sınırlar sorununu gündeme getireceğini vurguladı. Bunun kaynakların dağıtımı sorununu gündeme getireceğini ve devlet başkanının kim olacağı ve yetkilerinin ne olacağı konusundaki ikilemi artıracağını belirten Grada, Libya krizinin yakın tarihini ve bunun birikmiş köklerini, ayrıca Libya'nın güney komşularında, özellikle Sudan ve Mali'de olup bitenleri göz ardı etmemek gerektiği konusunda uyarıda bulunarak, bunların Libya üzerinde kara bir gölge oluşturduğunu belirtti.

Libya’daki herhangi bir bölgenin özerkliği meselesinin, özellikle devletin zayıflığı ve toplumun kırılganlığı göz önüne alındığında, yerel bir mesele olmayacağını, aksine bölgesel ve uluslararası bir mesele olacağını düşünen Grada’ya göre kendi çıkarları için bunu teşvik eden taraflar olabilir. Ancak bazı ülkeler, özellikle Libya'nın komşuları, bunu jeopolitik ve güvenlik tehdidi olarak görmeleri de mümkün. Hammad'ın özerkliğe geçme olasılığı hakkındaki açıklamasına bölgesel veya uluslararası düzeyde herhangi bir tepki veya yorum gelmediğini belirten Grada, bunun ya bu konunun ciddiye alınmadığı ya da ilgili ülkelerin Hammad'ın özerkliğe geçme tehdidini incelediği anlamına geldiğini açıkladı.

En etkili ve beklenen tepkilerden birinin, ister yönetiminden ister Başkan Donald Trump'ın Afrika'dan Sorumlu Kıdemli Danışmanı Massad Fares Boulos'tan olsun, ABD'nin tutumu olduğunu ve beklentilerin her türlü olasılığa açık olduğunu ifade eden Grada, Mısır ve Cezayir'in Libya'ya yakınlıkları ve bölgesel karışıklıklardan mustarip olmaları nedeniyle tutumlarının da önemli olduğunu hatırlatırken, Rusya'nın bu tehdide nasıl tepki vereceğini beklediğini söyledi. Grada, bunun yanında Suudi Arabistan, Türkiye, Tunus, BAE, Katar, İtalya, Fransa ve İngiltere gibi Libya krizinde etkili veya ilgili olan ülkelerin yanı sıra, yukarıda sayılan tüm ülkeler, kendilerini etkileyen ve Libya coğrafyasının ötesine geçen jeopolitik, güvenlik ve çıkar hesaplarına ve yönelimlere sahip.

Karşı tepki

Diğer yandan siyasi analist Hazım er-Rayis, ülkenin doğusundaki paralel hükümetin özerklik tehdidinin, batı Libya'daki egemenlik pozisyonlarını koordine etmek için oluşturulan Başkanlıklar Yüksek Konseyi’nin Trablus’ta kurulmasına doğrudan bir tepki olarak ortaya çıktığına inanıyor. Rayis’e göre bu gelişme, şu anda Trablus'taki pozisyonun birliğini zayıflatmak ve iç parçalanmaya neden olmak isteyen Hafter’i endişelendirdi.

Temsilciler Meclisi’nin atadığı hükümet başkanı Usame Hammad'ın kendi inisiyatifiyle özerkliği gündeme getirmediğini, aksine yaptığı açıklamanın Hafter'in kampının politikasını yansıttığını, bu kampın Libyalı aşiretleri kendi şemsiyesi ve koruması altında bir halk hareketi başlatmak için harekete geçirdiğini vurgulayan Rayis, “Dolayısıyla Hammad hükümetinin Libya halkına açıkça ‘ya tüm ülkeyi yönetmemizi ve kalkınma projelerimizin tüm bölgelere ulaşmasını sağlayan bir girişimin etrafında birleşin ya da özerkliğe gideceğiz ve ülkenin geri kalanından idari olarak ayrılacağız’ mesajını verdi. Bu tutum, ABD’nin bütçe ve ardından yürütme birliği için baskı yapma girişimleri çerçevesinde şu anda doğu ve batı arasında tırmanan kutuplaşmayı yansıtıyor. Bu durum, her iki tarafın da yaklaşan müzakerelerde daha fazla manevra alanı sağlayacak yeni bir avantaj elde etmeye çalıştığı orduya da uzanıyor” ifadelerini kullandı.

Libya gibi geniş coğrafyaya sahip bir ülkede ademi merkeziyetçiliğin hayati bir gereklilik olduğunu, ancak bu yaklaşımın benimsenmesinin herhangi bir siyasi veya askeri parti tarafından tek taraflı olarak alınabilecek bir karar olamayacağını, özerklik veya federal sistemin de tek taraflı olarak önerilemeyeceğini belirten Rayis, “Bu seçenekler, anayasa taslağı üzerinde oy kullanma ve açık ve meşru anayasal mekanizmalar aracılığıyla devletin yapısına karar verme yetkisine sahip olan Libya halkının münhasır hakkı” diye ekledi.


Sisi: Filistin trajedisi, uluslararası sorumluluk gerektiriyor

Abdulfettah es-Sisi ve Mahmud Abbas, (Arşiv-EPA)
Abdulfettah es-Sisi ve Mahmud Abbas, (Arşiv-EPA)
TT

Sisi: Filistin trajedisi, uluslararası sorumluluk gerektiriyor

Abdulfettah es-Sisi ve Mahmud Abbas, (Arşiv-EPA)
Abdulfettah es-Sisi ve Mahmud Abbas, (Arşiv-EPA)

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, Filistin halkının acılarının sadece Gazze'de yaşananlarla sınırlı olmadığını, dünyanın orada tanık olduğu vahşete rağmen Batı Şeria ve Kudüs'e de uzandığını söyledi.

Sisi, Filistin Halkıyla Uluslararası Dayanışma Günü dolayısıyla Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'a (Ebu Mazen) gönderdiği mektupta, Batı Şeria ve Kudüs'teki Filistinlilerin her gün hareket kısıtlaması, topraklara el konulması ve yerleşimcilerin silahsız sivillere yönelik saldırıları gibi sistematik uygulamalara maruz kaldığını belirterek, bu ve diğer ihlallerin, zor koşullara rağmen Filistinlilerin yaşamlarını sürdürmelerini engellemediğini kaydetti.

Cumhurbaşkanlığından yapılan açıklamaya göre Sisi, "Yetmiş yılı aşkın süredir devam eden bu insani trajedi, uluslararası topluma Filistin halkına her türlü imkânı kullanarak destek olma yönünde insani ve ahlaki bir görev yüklemektedir" ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanlığı sözcüsü, Sisi'nin uluslararası toplumu "Gazze'de savaşın yok ettiği yerleri yeniden inşa etme ve Filistin halkına insan onurunu geri kazandırma konusunda sorumluluğunu üstlenmeye, erken iyileştirme ve yeniden yapılanma çabalarına katkıda bulunmaya" çağırdığını belirterek, "Filistin Yönetimi'ni desteklemenin, Filistin halkına karşı yükümlülüklerini yerine getirebilmesi ve onlara hak ettikleri saygı ve takdirle kamu hizmetleri sunabilmesi için temel hedef olmaya devam ettiğini" vurguladı.

Mısır Cumhurbaşkanı, mesajının sonunda "Kahraman Filistin halkına saygı ve hayranlıkla övgüler yağdırdı ve Mısır'ın Filistin halkının davasını içtenlikle desteklediğini, desteklemeye devam edeceğini ve 4 Haziran 1967 sınırları içinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir devlet kurma yönündeki meşru hayalleri gerçekleşene kadar her platformda ve her düzeyde Filistin halkının yanında olacağını" vurguladı.