300 Tunuslu çocuk, bölgedeki savaşlarda mahsur kaldı
Türkiye sınırına yakın bir Suriye kampında bulunan Tunuslu çocuklar (Tunus Özgürlükler Gözlemevi)
İstanbul/Şarku’l Avsat
TT
TT
300 Tunuslu çocuk, bölgedeki savaşlarda mahsur kaldı
Türkiye sınırına yakın bir Suriye kampında bulunan Tunuslu çocuklar (Tunus Özgürlükler Gözlemevi)
Huda el-Trablisi
“Geri dönme hakkım var!” Tunus’taki Haklar ve Özgürlükler Gözlemevi’nin savaşlara ve şiddetli çatışmalara tanık olan ülkelerde mahsur kalan Tunuslu çocukların aileleriyle birlikte yaptığı bir çağrı…
Tahiyye isimli kadın, acı dolu bir ifadeyle Türkiye sınırındaki Suriyelilerin kampında mahsur kalan 5 torunu hakkında, “2 yaş altında olan ikisi, hastalıktan öldü. Geri kalanlar ise, son derece kötü koşullar altında yaşıyorlar” dedi.
Büyükanne Tahiyye, torunlarının en büyüğünün 6 yaşında olduğunu da belirtti. Torununun, diğer yaşıtları gibi okulda olması gerektiğini söyleyen Büyükanne, ancak ülkelerindeki savaş sırasında bombardımanların, sakatlıklara yol açtığını ve şu anda başından ameliyat olması gerektiğini söyledi.
Umutsuz bir tonla konuşan Tahiyye, “Zavallı, uygun bir yiyecek yiyemiyor, soğuk algınlığı ilaçları alamıyor. Onun yaşındaki çocukları aşağılayıcı bu koşullarda nasıl ameliyat olabilir ki?” ifadelerini kullandı.
Tahiyye, gözlerinden dökülen gözyaşlarıyla, Cumhurbaşkanı Said’e ‘bu çocuklara merhametle yaklaşması’ için bir mesaj gönderdi. Kadın, Tunus devletine de oğlunun Suriye’ye gönderilmesinden sorumlu tarafların ifşa edilmesi çağrısı yaptı.
Fethiye bin Tahir isimli bir başka kadın da aynı acıyla birlikte, iki torunu olan 6 yaşındaki Feda ve 4 yaşındaki Suheyb hakkında konuştu. Her ikisi de babalarının Suriye ordusuna karşı verilen savaşta ölmesi sonrasında Suriye’de bir kampta yaşamaya başladı. Büyükanne Fethiye, Tunuslu yetkililere ‘iki oğlunu ülkeye alma, işkence ve ölümden kurtarma’ çağrısı yaptı. Büyükanne ayrıca, yetkililerin ‘gergin alanlara sıkışıp kalan çocukların koşullarını, sanki Tunuslu değillermiş gibi göz ardı etmelerine’ şaşırdığını da belirtti.
Durgun suyu hareket ettirmek
Tunus’taki Haklar ve Özgürlükler Gözlemevi Başkanı Enver Evlad Ali, Tunus’taki sivil toplumun, durgun suyu hareket ettirmek, bir hükümetten diğerine ve bir parlamentodan diğerine taşınan sorunlara parmak uzatmak istiyor” ifadelerini kullandı.
Sayılarının yüksek olması dolayısıyla Suriye’de mahsur kalan Tunuslu çocukların durumunu takip etmeye yoğunlaştıklarını belirten Evlad Ali, Suriye kamplarında yaklaşık 300 çocuğa ulaştıklarını ifade etti. Yetkili, bunların Azez şehrindeki el-Hul, er-Ruc kampı, el-Katri kampı ve Türkiye kamplarında bulunduğuna dikkati çekti.
Gözlemevinin Suriye’de mahsur kalan çocuklar hakkındaki istatistiklere göre, çocukların çoğu yetim ve Suriye’deki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından denetlenen el-Hul kampında yaşıyor.
Enver Evlad Ali, “İnsan hakları savunucularının çocukların geri getirilmesini talep ettiği Tunus devleti, sadece bazı teröristlerin dış baskı ile geri dönmesine cevap verdi. Çocukları ve kadınları, birçok tehlikenin ortasında kamplarda kaldı” dedi.
Gözlemevi Başkanı, verdiği özel bir röportajda, “Çocuklarını kurtarmak, diğer ülkeler gibi Tunus devletinin de görevidir” diyerek, ne yazık ki Tunus vatandaşlarının Tunus devleti açısından herhangi bir değeri olmadığını da ifade etti.
Tam güvenlik
Tunuslu yetkililerin üzerindeki baskı bağlamında ise Tunus'taki Haklar ve Özgürlükler Gözlemevi, Cumhurbaşkanının ‘Libya’da sıkışıp kalan 6 çocuğu geri alma’ adımının yetersiz olduğunu belirtti. Tam bir güvenliğin sağlaması çağrısı yapan gözlemevi, yeni hükümetten, eski hükümetin yaptığı hatalardan ve yanlış hesaplamalardan da kaçınmasını istedi.
Gözlemevi, Halk Temsilcileri Meclisi’ni de ‘denetleyici rolünü oynamaya ve sorumluluklarını üstlenmeye’ çağırdı. Siyasallaşma veya geri dönüşte gecikme riskleri konusunda uyaran gözlemevi, bu meselenin derhal insanlar hakları açısından ele alınması, kampları ve gözaltı merkezlerinin ziyaret edilmesi, onlarca Tunuslu çocuğu tehdit eden tehlikelerin yakından incelenmesi için komite kurulması çağrısında bulundu.
İnsanlık dışı koşullar
Eski Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Hakları Komitesi Başkan yardımcısı Hatim Katran, Tunus’un, diğer ülkelerdeki gibi Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin otuzuncu yıldönümünü kutlarken, onlarca Tunuslu çocuğun hala Libya ve Suriye’deki kamplarda ve gözaltı merkezlerine mahsur kaldığını ifade etti. Katran ayrıca, Tunuslu çocukların hava olayları, askeri çatışmalar ve yıllar geçtikçe kötüleşen insanlık dışı faaliyetlerce tehdit edildiğini söyledi.
Hatim Katran, Tunus’un ‘çocukların silahlı çatışmalara katılımına ilişkin bir sözleşme onayladığını ve bu nedenle bu konuyla ilgili tüm sorumluluklarını üstlenmesi gerektiğini’ ifade etti. Yetkili, BM tarafından yayınlanan ve mahsur kalan, orduya alınan veya çatışmalardan etkilenen çocuklarla ilgili 2427 sayılı karar uyarınca devletin çocukları korumak için tüm sorumluluklarını üstlenmesi gerektiğini söyledi.
Son olarak kamusal alanda çocuk hakları meselesinin yokluğunu da eleştiren Katran, Tunus’taki çocukların sorularına daha fazla dikkat edilmesi çağrısı yaptı. Hatim Katran ayrıca, gergin alanlarda mahsur kalmış çocukları kurtarmak için hiçbir çaba sarf etmeyen Tunuslu yetkilileri de kınadı.
Dışlanma
İşkenceyi Önleme Ulusal Heyeti’nde Kadınlar ve Çocuklar Komitesi (UNICEF) Başkanı Seyyide Mubarek, gerilim odaklarındaki çocukların geri dönme hakları olduğunu ifade ederken, Tunus devletinin bu çocukları geri alma sorumluluğunu üstlenmediğine dikkati çekti. Mubarek, “Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilen 6 kişi bile Tunus’un sayesinde değil, Kızılay’ın yardımları ve Libyalı tarafların çabalarıyla geri döndü” dedi.
Seyyide Mubarek, Tunus’un bu meseleyi ele alırken, karşılaştığı sorunlara da değinirken, “Bunların başında Suriye veya Libya’daki resmi makamların, mahsur kalan çocuklara ilişkin doğru verilere sahip olmaması geliyor” ifadelerini kullandı.
Yetkili, ülkeye geri dönen çocukların toplum tarafından dışlandığını da inkar etmedi.
Öte yandan Tunus İnsan Haklarını Savunma Birliği’nin yönetim organının bir üyesi olan Muhyiddin Lağa, UNICEF’in sayılarının 13 yaş altı 29 bin olarak tahmin ettiği bu çocukların sorununun, ulusal ve uluslararası düzeyde önemli olduğunu belirtti.
Lağa, “Tunuslu çocukların sayılarının az olmasına rağmen, meseleyle yasal bir bakış açısıyla ilgileniyoruz. 1 çocuk olsa bile, aynı pozisyona sahip olacağız” dedi.
Muhyiddin Lağa, “Çocukların ebeveynlerinin terörist olmasına rağmen, iki kez kurban olmamaları için onların bakımını üstlenmek zorundayız” değerlendirmesine bulundu.
Lağa ayrıca, birliğin, Tunus anayasası tarafından güvence altına alındığı gibi vatandaşlara vatandaşlık hakkı veren uluslararası antlaşmalara ve özellikle de Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne bağlı olduğunu söyledi.
Trump'ın anlaşmaları gerçek bir barışa mı, yoksa yeni zorluklara mı gebe?https://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5198170-trump%C4%B1n-anla%C5%9Fmalar%C4%B1-ger%C3%A7ek-bir-bar%C4%B1%C5%9Fa-m%C4%B1-yoksa-yeni-zorluklara-m%C4%B1-gebe
Trump'ın anlaşmaları gerçek bir barışa mı, yoksa yeni zorluklara mı gebe?
Görsel: Al Majalla
Abdullah Faysal Âl Rabah
Son bir haftadır tüm dünyada yoğun bir diplomasi yaşanıyor. ABD Başkanı Donald Trump, on yıllardır ABD için geçerli olan geleneksel anlamda ‘dünyanın polisi’ ya da ‘diplomatik arabulucusu’ olarak değil, jeopolitik değişimleri, cesurca fırsatları değerlendirecek birini bekleyen bazı büyük anlaşmalar olarak gören bir iş adamı ve gayrimenkul geliştiricisi olarak Ortadoğu'da ABD'nin rolünü yeniden tanımladı.
Trump, 13 Ekim 2025'te iki hızlı ziyaret gerçekleştirdi. İlki Tel Aviv'e yaptığı ziyaretti ve yaklaşık dört saat sürdü. İsrail parlamentosu Knesset'te tarihi bir konuşma yaptı. Ayrıca kendisine İsrail Başkanlık Madalyası verileceği sözü verildi. Diğer ziyaretini ise Mısır’ın tatil beldesi Şarm eş-Şeyh'e gerçekleştirdi. Trump burada bazı uluslararası liderlerin katıldığı uluslararası barış zirvesine ev sahipliği yaptı.
O günün yoğun programı, sadece bazı geçici siyasi olaylar olarak değil, kuralları çiğnemeye dayalı bir metodoloji benimseyen dış politikada ‘Trump Doktrini’ olarak adlandırılabilecek bir durumun canlı bir gösterimi olarak değerlendirilebilir. Bu doktrin, yavaş geleneksel süreçleri atlayarak, tarihsel veya sosyal bağlamın karmaşıklığına bakılmaksızın somut ve acil sonuçlara odaklanıyor.
Destekçileri tarafından cesur pragmatizm, eleştirenleri tarafından ise çatışmanın köklerini görmezden gelen basit bir yaklaşım olarak tanımlanan bu yaklaşım, Trump’ın kişiliği ve inşa etmeye çalıştığı siyasi mirasın ötesine geçen önemli bir soruyu, yani “Bu politika tarafından şekillendirilen Ortadoğu'nun doğası nedir ve anlaşma diplomasisi altında bölgesel istikrar için gelecek senaryoları nelerdir?” sorusunu gündeme getiriyor. Bu doktrini ve potansiyel etkilerini analiz etmeyi, yaklaşımını ayrıştırmayı, altında yatan motivasyonları anlamayı ve tarihinin her döneminde gelecekteki çatışmaların tohumlarını taşıyan bir bölgede başarı olasılığını değerlendirmeyi gerektirir.
Şarm eş-Şeyh'teki zirve olumlu olmakla birlikte, pragmatik ve ateşkes anlaşmasının sağlanmasına yönelikti.
Trump Doktrini: Anlaşma adamı metodolojisinin ayrıştırılması
Trump'ın Ortadoğu politikalarının gelecekteki etkisini anlamak için, öncelikle hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat partili önceki ABD yönetimlerinin radikal bir şekilde farklı olan yaklaşımını analiz etmeliyiz. ABD şu an Ortadoğu’da, bir ABD başkanının veya partisinin dış politika uygulamalarını değil, Trump'ın kendi kişiliğinin bir uzantısı olan uygulamaları kullanıyor. Kökleri Washington diplomasisinin sakin koridorlarından ziyade, New York iş dünyasının acımasız ortamına dayanıyor. Bu doktrin, son ziyaretinde açıkça görülen birkaç sac ayağı üzerine inşa edilmiş durumda.
Bu sac ayaklarının birincisi uluslararası ilişkilerin kişiselleştirilmesi ve kurumların atlanmasına dayanıyor. Trump’ın Tel Aviv'deki konuşmanın ‘dostlara ve ortaklara’ hitap etmesi ve İsrailli liderlerle olan şahsi ilişkisine defalarca atıfta bulunması bu durumu açıkça gösterdi. Bu samimi üslup, siyasi çıkarların ötesinde, karşılıklı güven ve sadakate dayalı kişisel bağlara dayanan organik bir ittifak izlenimi yaratıyor.
ABD Başkanı Donald Trump, 13 Ekim 2025'te Şarm eş-Şeyh'te düzenlenen Gazze konulu zirvede imzaladığı belgeyi gösterirken (AFP)
Öte yandan Şarm eş-Şeyh'teki liderlerle olan etkileşimler olumlu olmakla birlikte pragmatik ve ateşkes anlaşmasının sağlanmasına odaklanmıştı. Bu ikili yaklaşım kendiliğinden ortaya çıkan bir durum değil, Trump’ın dünyayı, hızlı başarıya engel olarak gördüğü dışişleri bakanlıkları ve bürokratik kurumları atlayarak, her ülkenin başkanı ile ayrı ayrı yönetilebilecek bir dizi ikili ilişki olarak görmesini yansıtıyor.
Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre İkinci sac ayağı, siyaset ve ideoloji dilinden ziyade ekonomi ve maddi faydalar diline öncelik verilmesi üzerine kurulu. Trump, Knesset'te yaptığı konuşmada güvenlik ve ittifaklar hakkında konuşmakla yetinmeyip Gazze'yi komşu ülkeler tarafından finanse edilen, gelişen bir ekonomi merkezine dönüştürme düşüncesini açarak “İnsanlar rahat ve huzur içinde yaşayabilecekler. Gerçekten muhteşem bir şey gerçekleştireceğiz” dedi. Bu konuşma, ekonomik refah ve büyük projelerin çözümsüz siyasi sorunları çözebileceğine inanan bir gayrimenkul geliştiricisinin zihniyetini yansıtıyor. Açıkça üstü kapalı bir anlaşma sunan Trump, barış ve istikrar karşılığında kalkınma ve yatırım, silahsızlanma karşılığında Gazzeliler için iş imkânlarına işaret etti. Bu mantığa göre yüzeysel çekiciliğine rağmen, çatışmanın özünü oluşturan ideolojik, kimliksel ve tarihsel boyutları büyük ölçüde göz ardı ediyor ve çatışmanın diğer tüm unsurlarını ihmal etmesine rağmen, insanların ulusal özlemlerinin maddi refahla tatmin edilebilecek, tamamen ekonomik varlıklar olduğu varsayılıyor!
Suudi Arabistan’ın tutumu, Washington’ın bıraktığı boşluğun bölgeden kaynaklanan girişimler ve politikalarla doldurulması gerektiğinin farkına varan büyük bölgesel güçler arasında artan stratejik olgunluğu yansıtıyor.
Üçüncü sac ayağı, baskı uygulamak ve yeni bir gerçeklik yaratmak için hız ve ivmeyi bir araç olarak kullanılması olarak öne çıkıyor. İsrail'e yapılan dört saatlik ziyaretin baskısı ve Şarm eş-Şeyh’teki uluslararası zirveye ani geçiş, çözümlerin kaçınılmaz olduğu ve olayların hızlandığı izlenimini yaratarak, tüm tarafları masadaki önerileri kabul etmeye psikolojik ve siyasi baskı altına almayı amaçlıyordu. Bu, iş dünyasında iyi bilinen bir müzakere taktiğidir. Yani rakipleri hızlı kararlar almaya zorlamak için yapay bir zaman krizi yaratılır. Bu yaklaşım taktiksel atılımlar sağlayabilir, ancak karşılığında uzun vadeli sürdürülebilirlik için gerekli olan derin konsensüs ve halk desteğinden yoksun, kırılgan anlaşmalar ortaya çıkabilir.
ABD’nin hesaplanmış boşluğu ve bölgesel stratejilerin doğuşu
Trump'ın doktrini birdenbire ortaya çıkmadı. Aksine Trump'tan önce başlayan ancak onun döneminde hız kazanan, ABD'nin büyük stratejisindeki daha geniş bir değişime, ‘küresel polis’ rolünü sona erdirmek ve ‘Önce Amerika’ sloganı altında ABD'nin çıkarlarına odaklanmaya denk geliyor. Ortadoğu'daki doğrudan askeri taahhütlerden kademeli olarak çekilme, göreceli bir güç boşluğu yaratarak bölgesel güçleri stratejilerini ve ittifaklarını radikal bir şekilde yeniden değerlendirmeye sevk ediyor. Bu karmaşık bağlamda, Şarm eş-Şeyh zirvesine etkili liderlerin katılmamasının etkileri anlaşılabilir. Bu katılım, ABD’nin girişiminin reddi veya ilişkilerdeki gerginliğin kanıtı olarak yorumlanmamalı, daha çok büyük bir hassasiyet ve derinlik içeren diplomatik bir mesaj olarak görülmeli. Bu mesaj, Arap ve İslam dünyasının lideri ve ‘Vizyon 2030’ gibi iddialı projesini gerçekleştirmeye çalışan küresel bir ekonomik güç olan Suudi Arabistan'ın, başkaları tarafından tasarlanan bir projede sadece takipçi olmayacağı anlamına geliyor. Daha önce yine Al Majalla'da yayınlanan bir makalemde açıkladığım gibi, Riyad barışçıl girişimleri memnuniyetle karşılayıp istikrarı arzulasa da eylemlerini öncelikle ulusal güvenlik çıkarlarını garanti altına alan ve ardından Filistin meselesine adil ve sürdürülebilir bir çözümü nihai düzenlemelerin merkezine yerleştiren kapsamlı bir yaklaşım çerçevesinde yürütüyor. Suudi Arabistan'ın herhangi bir yeni barış projesine katılımının karşılığında onun ağırlığı ve merkezi rolüyle orantılı bir bedel ödenmesi gerekir, ancak bu bedel henüz müzakere masasına konulmadı.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, iki devletli çözümü desteklemek amacıyla Fransa ve Suudi Arabistan tarafından ortaklaşa düzenlenen BM Genel Kurul toplantısında tokalaşırken, 22 Eylül 2025 (AFP)
Suudi Arabistan’ın bu tutumu, Washington’ın bıraktığı boşluğun bölgeden kaynaklanan girişimler ve politikalarla doldurulması gerektiğinin farkına varan büyük bölgesel güçlerin artan stratejik olgunluğunu yansıtıyor. Bu ülkeler artık ABD politikalarının sadece alıcıları değil, kendi koşullarını belirleyen, çıkarlarını tanımlayan ve kırmızı çizgilerini açıkça çizen aktif aktörler haline geldi. Reaktif bölgesel siyaset dönemi geride kalmış ve tamamen ulusal çıkarlara dayalı proaktif eylem dönemi başladı.
Trump Doktrini’nin karşı karşıya olduğu en büyük zorluk, ticaret anlaşmaları mantığına kolayca dahil edilemeyen taraflarla başa çıkması olacak.
Gerçeklik karşısında Abraham Anlaşmaları modeli
Abraham (İbrahim) Anlaşmaları, Trump'ın Ortadoğu projesinin temel taşını oluşturuyor. Bu model, ‘barış için barış’ mantığına dayanıyor. İsrail ile Arap ülkeleri arasında paylaşılan ekonomik, teknolojik ve güvenlik avantajlarına odaklanırken, Filistin meselesini daha sonra aşılabilecek veya çözülebilecek bir engel olarak erteletiyor yahut ötekileştiriyor. Bu model, bu anlaşmaları ekonomilerini modernize etmek ve ortak İran tehdidi karşısında güvenliklerini güçlendirmek için bir fırsat olarak gören Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn gibi ülkelerle tarihi anlaşmaların imzalanmasında başarılı oldu. Ancak bu model şu anda en zorlu sınavıyla, yani daha fazla ülkeyi kapsama sınavıyla karşı karşıya.
Karşılaştığı ilk zorluk, halkın karşı çıkması ve geçmişin hafızası. Hükümetler stratejik düşüncelerle diplomatik anlaşmalar peşinde koşarken, Filistin davasına duygusal ve sembolik olarak bağlı kalan Arap kamuoyuyla arasında büyük bir uçurum bulunuyor. Bu sosyal ve kültürel boyutu dikkate almayan herhangi bir barış, yönetici elitlerle sınırlı ve gelecekteki herhangi bir siyasi krizde aksiliklere açık, soğuk bir barış olarak kalacak. Sürdürülebilir barış, yalnızca ekonomik anlaşmalarla değil, sosyal kabul ve tarihi uzlaşı ile inşa edilir, zira Suudi Arabistan'ın tutumunun özünü de bu oluşturuyor.
Bahreyn Dışişleri Bakanı Abdullatif bin Raşid ez-Zeyani, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ABD Başkanı Donald Trump ve BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid en-Nahyan, Washington’da Abraham Anlaşmaları'nın imza töreninde, 15 Eylül 2020 (AFP)
Stratejik açıdan en önemli olan ikinci zorluk, Suudi Arabistan'ın tutumu. Yukarıda belirtildiği gibi, Suudi Arabistan mevcut şartlar altında Abraham Anlaşmaları modeli ile yola devam etmeyi reddediyor. Riyad'ın Tel Aviv ile olası herhangi bir diplomatik anlaşmayı Filistin meselesinde ilerleme kaydedilmesiyle ilişkilendirme konusundaki ısrarı, yalnızca taktiksel bir tutum veya tarihsel bir nezaket değil, Filistinlilerin haklarının yok edilmesi üzerine sürdürülebilir bir bölgesel barışın kurulamayacağına dair derin bir anlayışın sonucudur. Zira Abraham Anlaşmaları modelini bölgeye dayatmaya çalışmak, bölünmeleri çözmekten ziyade derinleştirmeye yol açacak ve ‘direniş ekseninin’ yanı sıra Abraham Anlaşmaları ekseni ile geleneksel eksen arasında bölünmüş bir Ortadoğu'nun ortaya çıkmasına neden olabilir.
Herkesin memnun edilmesi ikilemi
Trump Doktrini’nin karşı karşıya olduğu en büyük zorluk, ticaret anlaşmaları mantığına kolayca dahil edilemeyen taraflarla başa çıkması olacak. Söz konusu tarafların başında tüm kesimleriyle Filistinliler geliyor. Esasen siyasi ve ulusal bir soruna ekonomik çözümler sunmak, başarısız olduğu kanıtlanmış geçmiş hataların tekrarıdır. Ramallah’daki Filistin Yönetimi'nden Gazze'deki diğer güçlere kadar çeşitli Filistinli gruplar, yöntemleri ve ideolojileri bakımından farklılık gösterebilirler, ancak devlet, egemenlik ve Doğu Kudüs ile ilgili taleplerinin özünde hemfikirler. Bu taleplerin ötesine geçen herhangi bir proje, Filistinlilerin birleşik reddiyle karşılaşacak ve bu da barışı eksik ve uygulanamaz hale getirir. Çatışmanın bu merkezi tarafını görmezden gelmek, ana ortaklardan birinin rızası olmadan ticari bir sözleşme imzalamakla eşdeğer.
Ortadoğu'nun geleceği sadece Donald Trump tarafından belirlenmeyecek, ancak onun alışılmadık yaklaşımı, bölge liderlerini aradıkları barışın niteliği hakkında zor sorular sormaya zorluyor.
Denklemin diğer tarafında ise İran'ın liderliğindeki direniş ekseni yer alıyor. Direniş ekseni, çatışmayı ekonomik veya müzakereci bir bakış açısıyla değil, ideolojik ve varoluşsal bir bakış açısıyla değerlendiriyor. Trump’ın İran’a karşı güçlü bir bölgesel ittifak kurma stratejisi, yeni bir güç dengesi yaratmada başarılı olabilir, ancak aynı zamanda kutuplaşmayı pekiştirir ve doğrudan çatışma riskini artırır. Trump’ın aradığı barış, esasen bu yeni ittifakın tarafları arasında bir barış, tüm bölgeyle bir barış demek değil. Böylece, eski bir çatışma (Arap-İsrail) yerini (Abraham Anlaşmalarını imzalayan ılımlılık ekseni ile direniş ekseni arasında) yeni ve daha tehlikeli bir çatışmaya bırakabilir. Bu da bir çözüm değil, ancak bölgedeki fay hatlarının yeniden düzenlenmesi anlamına gelir. Başka bir deyişle, iki karşıt tarafın yeniden yapılandırılmasına dayalı olarak bir çatışma başka bir çatışmanın yerini alır!
Peki, ya sonra?
Sonuç olarak, Trump’ın diplomasi, Ortadoğu’da yüzeyin altında halihazırda meydana gelen derin değişimlerin güçlü bir katalizörü ve ortaya çıkaranı olarak işlev görüyor. Sonuç olarak, Trump’ın diplomasi, Ortadoğu'da yüzeyin altında halihazırda meydana gelen derin değişimlerin güçlü bir katalizörü ve ortaya çıkaranı olarak işlev görüyor. Bir zamanlar düşman olarak görülen ülkeler arasındaki yakınlaşmanın hızını artırıyor ve herkese, pozisyonlarını her zamankinden daha açık ve net bir şekilde tanımlamaları için hem yumuşak hem de sert baskı uyguluyor. Akışkanlık ve hızlı değişimle birlikte ortaya çıkan bu yeni ortamda, bölgedeki büyük güçlerin rolleri daha net hale geliyor.
Suudi Arabistan: Manevi, ekonomik ve siyasi ağırlığıyla, realpolitik merkezli yeni bir aşamaya öncülük ederek, bölgedeki istikrar ve ılımlılığın kilit kutbu olarak rolünü pekiştiriyor. Bu liderlik rolü, ABD’nin taleplerine veya uluslararası baskıya bir yanıt değil, bölgenin çıkarlarını ön planda tutan ve tüm tarafları saygı duyan kapsamlı bir bölgesel vizyona dayalı gerçek bir istikrarın inşa edilmesinde ısrarcı bir tutumdur. Suudi Arabistan'ın bu politikası, barışa karşı sorumlu bir açıklık ile Arap ve İslam değerlerinin korunması arasında dikkatli bir dengeye dayanıyor.
Mısır: Tarihi ve kilit rolü nedeniyle, Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki silahlı çatışmayı çözmeye yönelik her türlü müzakerede bölgenin istikrarının temel taşı ve dayanağı olan Mısır, realpolitik temelinde aynı yaklaşımı izliyor. Kapsamlı çözümleri destekleyen Mısır, hızlı bölgesel dönüşümler ortamında barışın gerekliliklerini ulusal ve vatanseverlik ilkelerinin korunmasıyla dengeliyor.
Türkiye: Batı ile ilişkilerini, İslam dünyasındaki çıkarlarını ve yükselen bir bölgesel güç olarak hedeflerini dengelemeye çalışarak karmaşık ve pragmatik rolünü sürdürmesi beklenen Türkiye, nüfuzunu artırmak için yeni düzenlemelerden yararlanmaya çalışacaktır. Türkiye ayrıca çıkarları doğrultusunda yapıcı veya zorlaştırıcı rol oynayabilir.
İran: Kendisini daha organize ve kararlı bir koalisyonla karşı karşıya bulacak. Ancak bu durum onu üzerine basılıp geçilemeyeceğini kanıtlamak için vekilleri aracılığıyla gerilimi tırmandırmaya itebilir ya da nispeten zayıf bir konumdan yeni müzakere yolları aramaya zorlayabilir.
Gazze Şeridi'ndeki savaşın sona ermesini talep eden ve Fas ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesini protesto eden bir protesto yürüyüşü sırasında başkent Rabat'taki 5. Muhammed Caddesi'nde Filistin bayrakları ve pankartlar taşıyan protestocular, 5 Ekim 2025 (AFP)
Ortadoğu'nun geleceği sadece Donald Trump tarafından belirlenmeyecek olsa da onun alışılmadık yaklaşımı, bölge liderlerini aradıkları barışın niteliği ve kurmak istedikleri bölgesel düzenin şekli hakkında zor sorular sormaya zorluyor. Sonuç, Trump'ın vaat ettiği kapsamlı barış olmayabilir, daha ziyade jeopolitik haritanın yeniden şekillenmesi ve yeni esnek ittifaklar ve daha net ideolojik fay hatları ile yeni çok kutuplu bir bölgesel düzenin doğuşu olabilir. Bu, ortak çıkarlar temelinde gerçek bir istikrara ya da sallantılı temeller ve kırılgan güç dengeleri üzerine kurulu anlaşmaların beslediği yeni bir çatışma döngüsüne yol açabilecek tarihi bir dönüm noktasıdır. Burada “Eski araçlarla yeni bir Ortadoğu'yu şekillendiren bir projeye mi tanık oluyoruz?” sorusu gündeme geliyor.
Netanyahu: Gazze ve bölgede savaş henüz bitmedihttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5198168-netanyahu-gazze-ve-b%C3%B6lgede-sava%C5%9F-hen%C3%BCz-bitmedi
İsrail'in güneyindeki Gazze sınırına yakın Kfar Aza yerleşiminde yakınlarının mezarlarının yanında duran aileler (AFP)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ülkesi için ‘savaşın henüz bitmediğini’ belirterek, Gazze Şeridi'nde bulunan tüm rehinelerin cesetlerinin geri getirilmesini sağlayacağına söz verdi.
Netanyahu bugün Kudüs'teki Herzl Dağı Askeri Mezarlığı'nda düzenlenen resmî törende, “Savaş henüz bitmedi, ancak bir şey açık: bize karşı el kaldıran herkes bunun bedelini ağır ödeyeceğini biliyor” ifadesini kullandı. Netanyahu, İsrail'in ‘barbarlık ve medeniyet arasındaki çatışmanın ön cephesinde yer aldığını’ belirtti.
Hamas, bulabildiği tüm rehinelerin cesetlerini iade ettiğini ve kalan cesetleri kurtarmak için özel ekipmana ihtiyaç duyduğunu açıkladıktan sonra Netanyahu, “Tüm rehinelerin geri dönüşünü sağlamaya kararlıyız” dedi.
Rehineler ve Kayıp Aileleri Forumu bugün, Hamas'ın kalan 19 rehinenin cesetlerini teslim etmemesi halinde, İsrail hükümetine Hamas ile imzalanan anlaşmanın sonraki aşamalarının uygulanmasını ertelemesi çağrısında bulundu.
Kfar Aza yerleşiminde düzenlenen anma töreninden (Reuters)
Forum yaptığı açıklamada, İsrail hükümetine, ‘Hamas, tüm rehinelerin ve kurbanların cesetlerinin iadesi konusundaki taahhütlerini açıkça ihlal etmeye devam ettiği sürece, anlaşmanın sonraki aşamalarının uygulanmasını derhal durdurması’ çağrısında bulundu.
ABD Başkanı Donald Trump tarafından belirlenen çerçeveye göre, anlaşmanın sonraki aşamaları, silahlarını teslim eden Hamas liderlerine af tanınması ve Gazze Şeridi'nde savaş sonrası yönetimin kurulması gibi hususları içeriyor. Öte yandan İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz dün akşam, Hamas'ın Gazze'deki ateşkes şartlarına uymaması halinde çatışmaları yeniden başlatmakla tehdit etti.
Bu açıklama, Hamas'ın ulaşabildiği tüm rehinelerin cesetlerini iade ettiğini ve geri kalanları kurtarmak için özel ekipmana ihtiyaç duyduğunu açıklamasının ardından geldi. Forum tarafından yapılan açıklamada, “Hamas anlaşmaları ihlal etmeye ve 19 rehinenin cesetlerini elinde tutmaya devam ettiği sürece, İsrail tarafında tek taraflı bir ilerleme olmayacaktır” denildi.
İsrail'in güneyindeki Gazze sınırına yakın Kfar Aza yerleşiminde yakınlarının mezarlarının yanında duran aileler (AFP)
Açıklamanın devamında, “Onların derhal geri dönmelerini garanti etmeyen herhangi bir siyasi veya askeri eylem, İsrail vatandaşlarının terk edilmesi olarak kabul edilir” ifadesi yer aldı.
Geçtiğimiz pazartesi gününden bu yana Hamas, İsrail hapishanelerinden yaklaşık 2 bin Filistinli mahkûmun serbest bırakılması karşılığında 20 canlı rehineyi İsrail'e teslim etti.
Ayrıca, esaret sırasında ölen 28 rehineden dokuzunun cesedini ve eski bir rehineye ait bir başka cesedi de iade etti.
Suriye Maliye Bakanı Şarku'l Avsat'a konuştu: Maaş desteği ödemeleri önümüzdeki ay başlayacakhttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5198164-suriye-maliye-bakan%C4%B1-%C5%9Farkul-avsata-konu%C5%9Ftu-maa%C5%9F-deste%C4%9Fi-%C3%B6demeleri-%C3%B6n%C3%BCm%C3%BCzdeki
Suriye Maliye Bakanı Şarku'l Avsat'a konuştu: Maaş desteği ödemeleri önümüzdeki ay başlayacak
Suriye Maliye Bakanı Muhammed Yusr Berniyye, Şarku'l Avsat'a verdiği demeçte, ‘Suudi Arabistan ve Katar'ın geçtiğimiz dönemde sağladığı maaş desteğinin önümüzdeki ay ödenmeye başlanacağını’ açıkladı.
Suudi Arabistan ve Katar, temel kamu hizmetlerinin sürdürülmesine yardımcı olmak için Suriye'ye 89 milyon dolarlık destek sağlamak üzere Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ile ortak bir girişim başlattıklarını duyurmuştu. Suudi Arabistan Kalkınma Fonu (SFD) ve Katar Kalkınma Fonu (QFFD) tarafından finanse edilen üç aylık paket, devlet memurlarının maaşlarının bir kısmını karşılamaya yardımcı olarak temel kamu hizmetlerinin sürekliliğini sağlamayı amaçlıyor.
Berniyye, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası toplantıları sırasında düzenlenen ‘Suriye'nin Yeniden İnşası: İstikrar ve Refaha Giden Yol’ oturumunun aralarında Şarku'l Avsat'a şunları söyledi: “Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan ve Katar'a Suriye'ye sağladıkları her türlü destek için ne kadar teşekkür etsek azdır. Yatırımlar, bilgi transferi veya geçen hafta sağlanan ve önümüzdeki ay yürürlüğe girecek maaş desteği gibi destekleri takdir ediyoruz.”
Berniyye, “Ayrıca BAE'ye ve bize yardım eden diğer tüm ülkelere de teşekkür ediyoruz. Bu yardım için çok minnettarız. Suriyelilerin Suriye'nin yanında duran herkese sadık kalacağına inanıyorum” dedi.
Oturum sırasında Berniyye, ‘özel sektörle güvenin yeniden tesis edilmesi, mali disiplin ve hedefli desteğe geçiş’ temelli pragmatik bir reform gündemi sundu ve ‘yaptırımların geride kaldığını’ vurguladı.
Berniyye, yıl başından bu yana bir milyondan fazla Suriyelinin ve ülke içinde 1,7 milyon yerinden edilmiş kişinin evlerine dönmesinin ‘umudun geri dönüşünün göstergeleri’ olduğunu belirtti.
Plan, vergilerin 33 türden sadece 3 veya 4 türe indirgenmesini, alacaklılarla yapılan anlaşmalar yoluyla kamu borcunun yönetilmesini ve kamu kurumlarının duruma göre reformdan geçirilmesini içeriyor.
Berniyye, hükümetin özel sektör tarafından uygulanabilecek projeleri finanse etmeyeceğini, ‘zira hükümetin felsefesinin, ekonomik büyüme ve yatırımın özel sektör tarafından yönlendirilmesi gerektiği olduğunu’ söyledi. Berniyye, altyapı ve yeniden inşa projelerini finanse etmek için Suriye Kalkınma Fonu'nun kurulduğunu ve bağışçılar ve uluslararası kurumların desteğini çekmeyi amaçlayan çok taraflı bir güven fonu başlatmak için Dünya Bankası ile iş birliği yapıldığını bildirdi.
Berniyye, ülkesinin Suriye Merkez Bankası'na olan tüm yükümlülüklerini yerine getirdiğini açıklayarak, “Bakiye sıfır ve bütçe fazlası var” dedi.
Hükümetin, özel sektör ve yabancı yatırımcılar için cazip bir ortam yaratmak amacıyla ‘yatırım, şirketler, işgücü ve vergileri düzenleyen yasaları modernize etmek’ için çalıştığını vurguladı.
Finans sektörüyle ilgili olarak Berniyye, bakanlığının sermaye ve sigorta piyasalarını reform etme planı kapsamında ‘bankacılık ve bankacılık dışı sektörlerin ayrıntılı bir değerlendirmesini’ yaptığını açıkladı. Şam Menkul Kıymetler Borsası'nı geliştirmek için Suudi Arabistan Menkul Kıymetler Borsası (Tadawul) ile devam eden iş birliğine dikkat çekti.
Berniyye, amaçlarının, ‘sekiz yıl içinde Suriye piyasasını gelişmekte olan piyasa statüsüne yükseltmek’ olduğunu söyledi. Berniyye ayrıca, ‘Piyasayı yabancı yatırımcılara açmak ve mevcut finansal araçları genişletmek’ için yakında yeni düzenlemeler yayınlanacağını ifade etti.
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة