Erdoğan İdlib’de ‘ilerlerken’ Hafter Şam’da ‘geziniyor’

Libya’nın Şam Büyükelçiliğine dün bayrak çekildi (AFP)
Libya’nın Şam Büyükelçiliğine dün bayrak çekildi (AFP)
TT

Erdoğan İdlib’de ‘ilerlerken’ Hafter Şam’da ‘geziniyor’

Libya’nın Şam Büyükelçiliğine dün bayrak çekildi (AFP)
Libya’nın Şam Büyükelçiliğine dün bayrak çekildi (AFP)

Libya Ulusal Ordusu (LUO) lideri Halife Hafter'in dün Şam'a yaptığı gizli ziyaret, Bingazi'deki geçiş hükümeti ile Suriye hükümeti arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılmasına zemin hazırladı. Bir diğer gizli ziyaret ise Mısır İstihbarat Başkanı Abbas Kamil’in geçtiğimiz haftanın ortalarında Suriye Ulusal Güvenlik Bürosu Başkanı Ali Memluk'un ofisine yaptığı ziyaretti.
Gizli hedef, Türkiye'nin Suriye ve Libya olmak üzere birçok alandaki rolüne karşı çabalarını koordine etmekti. Hatta Kahire, Demokratik Suriye Meclisi (DSM) için bir ofis açtı. DSM ile siyasi bir diyalog başlatan Kahire, Memluk ve Kamil arasında daha önce açıktan ve gizli olarak yapılan karşılıklı ziyaretler çerçevesinde Şam ile Kürtler arasında ‘arabuluculuk’ yaptı. Bu da ‘Ankara ile karşı karşıya’ gelinmesine yol açtı.
Suriye hükümeti ve Hafter arasındaki ilişki yıllar öncesine dayanıyor.  Hatta Hafter’in bazı aile üyeleri, tıpkı Muammer Kaddafi'nin akrabaları ve torunları gibi Suriye’nin başkenti Şam’da yaşıyorlar.
İlişkiler zaman içinde kişisel boyuttan askeri ve istihbarat koordinasyonu ve siyasi işbirliğine kadar uzandı. LUO lideri, Ocak ayının sonlarında Atina'daki müzakerelerle birlikte Şam’a gizli bir ziyaret gerçekleştirdi. Edinilen bilgilere göre Hafter'in askeri ve güvenlik yetkilileriyle görüştüğüne inanılan ‘Suriye programı’, ikili ilişkiler kurmaya ve Türkiye'ye karşı koordinasyon ve işbirliği kanalları açmaya yönelikti.
Bu program ayrıca, Trablus'ta Fayiz es-Serrac başkanlığındaki Ulusal Mutabakat Hükümeti'ne (UMH) bağlı güçlere karşı  LUO’ya destek için askeri, güvenlik ve savaş uzmanlarının yanı sıra Rusya ile birlikte özellikle Doğu Guta’da rejim güçlerin kontrolünü ele geçirdiği bölgelerden Suriyeli savaşçıların gönderilmesi konusunun ele alınmasını içeriyordu. Rusya merkezli özel paralı asker şirketi Wagner Grubu’nun, Libya'daki savaş alanına ekipman ve mühimmat taşımak için Hmeymim Hava Üssü’nü kullanması konusu da masadaydı.
Bu girişimin; Hafter, Şam ve Moskova’dan Ankara’nın rolüne ve binlerce Suriyelinin UMH’ye sadık güçlere destek için gönderilmesine verilmiş bir yanıt olduğu söylenebilir. Bu arada Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR)  birkaç gün önce Libya’ya gelen yaklaşık 5 bin Suriyeli savaşçının 117’sinin öldürüldüğünü bildirmişti.
 
Diplomatik atılım
Hafter'in açıktan ziyaretinin ‘başarısı’, Hafter ‘hükümetinin’ 2012 yılında kapatılan Libya’nın Şam Büyükelçiliğinin yeniden açılmasını sağlaması oldu. Aralarında Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ile Şam’da bir araya gelen Başbakan Yardımcısı Abdurrahman el-Ahiraş, Dışişleri ve Uluslararası Yardımlaşma Bakanı Abdulhadi el-Huveyc'in bulunduğu geçiş hükümeti temsilcilerinin katılımıyla büyükelçilik binasına ‘Kaddafi bayrağı’ değil, ‘devrim bayrağı’ çekildi. Törende Şam yönetiminden Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdad da yer aldı.
Hafter’in güvenlik güçleriyle yaptığı toplantıda gizlice söylenenler Mikdad tarafından büyükelçiliğin açılışında açıkça şöyle dile getirildi;
Bu, Suriye ve Libya'da başlattığımız savaşın, teröre ve terörizmi destekleyenlere karşı bir mücadele olduğunun itirafıdır.
Öte yandan Libya ve Suriye’nin ‘tek savaşa’ ve ‘tek düşmana’ sahip olduğunu vurgulayan Huveyc, “Bu bir Doğu veya Batı büyükelçiliği değildir. Libya'nın birliğine inanıyoruz. Rakibimiz ve düşmanımız, ülkeyi sömürgecilere satanlardır” diye konuştu.
2015’ten bu yana Libya’daki doğu ve batı şeklinde iki ayrı yönetimin birbiriyle çatıştığı biliniyor. Bu yönetimler, Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Trablus merkezli UMH ile ülkenin doğusunda kurulan, Bingazi merkezli ve Hafter tarafından temsil edilen bir geçiş hükümetidir. Uzmanların, özellikle Arap Baharı’ndan sonra iki dosya arasında çok fazla karşılaştırma yaptıkları da biliniyor. Suriyeli muhalifler, 2011 yılında hava koruması ve yabancı askeri müdahale ile İdlib'de ‘Bingazi modelini’ uygulamaya çalıştılar. Fakat son zamanlarda Libya'nın ‘Suriye modeline’ dönüşebileceğiyle ilgili uyarılar ortaya çıktı. Ancak kesin olan şey, Libya ve Suriye’nin bölgesel-uluslararası bir çatışma için ‘tek bir sahneye’ dönüşeceğidir. Bununla birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rus mevkidaşı Vladimir Putin’in çöken Trablus ateşkesinin ardından İdlib ateşkesine sponsor olması dikkat çekiciydi.
 
Arap ülkeleri arasına dönüş
Arap Birliği, 2011 yılında Şam’ın üyeliğini askıya aldı. Aynı zamanda birçok ülke Şam’daki büyükelçiliklerini de kapattı. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn, 7 yıllık aranın ardından Aralık 2018'de büyükelçiliklerini yeniden açtı.
Türkiye'nin Suriye’deki askerî harekâtları veya Suriye topraklarının derinlerine ‘ilerleyişi’ ile birlite, Arap devletlerinin Şam’a yaklaşma veya Ankara’dan uzaklaşmasına neden olduğunun farkına varıldı. Türkiye’nin bu adımları Arap ülkeleri arasında, İran’ın rolüne eşit ve daha fazla endişeye neden oluyor.
Birkaç gün önce Arap Birliği'nin Bakanlar Konseyi, Türkiye'nin Arap ülkelerindeki askeri varlığını kınadı ve Türk birliklerinin tüm Arap ülkelerinden çekilmesini istedi.
Tüm bunlar, Cezayir'de yapılması planlanan Arap Birliği zirvesi öncesinde olduğu gibi şimdi de büyük önem taşıyor. Edinilen bilgilere göre Cezayir yönetimi, bir takım nedenlerden ötürü bu ayın sonunda yapılması planlanan zirvenin Haziran sonuna ertelenmesini uygun gördü. Ancak Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt’ın açıklamalarına göre Arap-Arap ve Arap-Suriye istişarelerinin ardından gelen en önemli şey ‘Şam'ın Arap Birliği’ne geri dönmesini sağlayacak bir atılım için zemin sağlama arayışıdır’. Bununla birlikte Ebu Gayt, İdlib savaşının kaderinin bunu etkileyip etkilemeyeceğini açıkça söylemedi.
Öte yandan Şam, geri aldığı bölgelerdeki kontrolünü derinleştirmeye çalışıyor. Rusya böylece Arap ülkelerini ‘Suriye'nin Arap ailesine geri dönmesi için uygun zemin olduğuna’ ikna edebilir. Diğer yandan Ankara, bunu önlemek için (Suriye’nin topraklarına) binlerce asker, tank ve askeri araç konuşlandırmaya devam ediyor.
Türkiye’nin ‘Fırat Kalkanı’, ‘Zeytin Dalı’ ve ‘Barış Pınarı’ harekâtlarının ardından ‘Bahar Kalkanı Harekat’ındaki ilerleyişi, ‘Arap rolünün meşrulaştırılması’ ve yaklaşan zirveden önce veya zirve sırasında bir karar alınması umuduyla Arap ülkelerini gizliden veya açıktan Şam’a yönelmeye itiyor.
Ancak arzular ve imkanlar arasındaki denge, Washington'ın konumu ile ilişkilidir. Arap Birliği zirvesi, Suriye ile ‘siyasi normalleşmenin’ yanı sıra Suriye’nin yeniden inşasında kamu veya özel sektörden gelen herhangi bir katkıyı kısıtlayan ya da engelleyen bir yaptırım paketi olan ve Haziran ayı ortalarında uygulanmaya başlanması beklenen ‘Sezar Suriye Sivil Koruma Yasası’ ile aynı zamana denk gelecek. Ayrıca Fırat'ın doğusunun geleceği, ABD askerlerinin varlığı ve Şam ve Washington'un müttefiki Kürt Öz Yönetimi arasındaki diyalogun başlaması beklentilerinin yanı sıra Arapların Kürtleri şu anda dondurulmuş olan siyasi sürece tanıtmak üzere Kahire'de Suriyeli muhaliflerle bir konferans düzenleme çabalarıyla da bağlantılıdır.

 


Heglig petrol sahasının kaybı Sudan devletinin temellerini yeniden şekillendirecek mi?

Sudan ve Güney Sudan'ın paylaştığı stratejik Heglig petrol sahası (Arşiv – Reuters)
Sudan ve Güney Sudan'ın paylaştığı stratejik Heglig petrol sahası (Arşiv – Reuters)
TT

Heglig petrol sahasının kaybı Sudan devletinin temellerini yeniden şekillendirecek mi?

Sudan ve Güney Sudan'ın paylaştığı stratejik Heglig petrol sahası (Arşiv – Reuters)
Sudan ve Güney Sudan'ın paylaştığı stratejik Heglig petrol sahası (Arşiv – Reuters)

Heglig, Babanusa ve tüm Batı Kordofan eyaletinin Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) kontrolüne geçmesiyle birlikte, Sudan’daki savaşın haritası sahadaki askeri ve jeopolitik dengeleri yeniden şekillendirmeye doğru gidiyor. Özellikle Heglig’te yaşananlar, petrol hattının kesilmesine ve bölgedeki ordu savunma hatlarının çökmesine yol açtı. Bu gelişme, nüfuz alanlarının yeniden düzenlendiği yönünde değerlendirmelere neden olurken, Port Sudan’daki hükümetin askeri ve siyasi hesaplarını gözden geçirip durumu geçici bir gelişmeye çevirmekte başarılı olamaması halinde, güç dengesinin HDK lehine kayacağı yorumlarını güçlendiriyor.

Uzmanlar, iki taraf arasındaki çatışmaların daha da genişleme ihtimalinin yüksek olduğunu belirtiyor ve bunun Darfur’un en batısından başlayarak üç stratejik eyaleti kapsayan Kordofan’a kadar uzanan yeni bir askeri tabloyu yansıtabileceğini ifade ediyor. Analizlere göre HDK’nin bir sonraki hamlesi, Güney Kordofan’daki şehirler (başkent Kadugli, Dilling ve Ebu Cubeyhe) yönünde ilerlemek olabilir. Ayrıca Kuzey Kordofan’ın merkezi el-Ubeyd’in, ardından Um Ruvabe ve er-Rahd’ın hedef alınması da muhtemel görülüyor. Bu senaryonun gerçekleşmesi durumunda, HDK’nin Kordofan ve Darfur bölgelerinin tamamını kontrol altına alması söz konusu olacak ki bu iki bölge Sudan yüzölçümünün yüzde 46’sından fazlasını oluşturuyor.

Petrolün kaybı manzarayı değiştirecek mi?

HDK’nin Babanusa, Heglig petrol sahası ve tüm Batı Kordofan’ı kontrol altına alması, yalnızca ilerleme isteğini değil, devletin temellerini, sınırlarını ve hem merkezi hem de taşra alanlarının geleceğini yeniden şekillendirme arzusunu da ortaya koyuyor. Port Sudan hükümeti için son mali dayanak olarak kalan petrol, bugün Kordofan ve Darfur’daki çatışma hatlarıyla doğrudan kesişiyor.

Emekli Tümgeneral ve askeri uzman Kemal İsmail, mevcut askeri tabloyu ve savaşın Sudan toplumuna etkilerini Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede sert bir şekilde özetledi: “Bu savaşta kazanan yok ve hiçbir tarafı zafer elde edemez. Tek kaybeden, yalnızca Sudan halkıdır.”

İsmail, ordunun el-Faşir, Babanusa ve Heglig’ten geri çekilmesini klasik bir askeri çekilme olarak nitelendirmeyerek şu ifadeleri kullandı: “Olan bir çekilme değil, açık bir kaçış ya da en iyi ihtimalle düzensiz bir geri çekilme… Her bir asker silahını bırakıp kaçıyor; bu bir çekilme değil.”

Garnizonların düşüşü bir felaket

Yaşananları ordunun moralinin zayıflaması olarak değerlendiren İsmail sözlerini şöyle dedi: “Ne bir komuta yapısı ne de kontrol var; sahada bulunanlar arasında operasyonel bir koordinasyon yok.” Bu durumun subay, astsubay ve askerlerin moralini ciddi şekilde düşürdüğünü ve tamamen çöktüğünü belirten İsmail, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bence durum çöküşe doğru gidiyor; her gün yeni garnizonlar düşüyor ve bu çok büyük bir felaket.”

dfgtrh
Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı almak için sıraya giren yerinden edilmiş insanlar (AFP)

İsmail’in değerlendirmesi yalnızca askeri çöküşle sınırlı kalmıyor; aynı zamanda bunun bölünme ve nüfuz alanları üzerindeki risklerle bağlantılı olduğunu ve sivil halka, bölünme sürecini kontrol altına alma sorumluluğu düştüğünü vurguluyor.

Ancak büyükelçi Muaviye et-Tom, ordunun karakollardan ve şehirlerden çekilmesini savunan ordu yanlısı platformlarda yayılan açıklamalara katılmıyor. Et-Tom, “Savaş bağlamında bir mevziyi kaybedebilirsiniz ama bu, savaşı kaybettiğiniz anlamına gelmez; özellikle disiplinli ve profesyonel ordular için. Resmî ve analitik raporlarla gözlemlenen çekilme, büyük kayıplardan kaçınmak veya başka zaman ve yerde karşı saldırıya hazırlanmak için yapılan taktiksel yeniden konumlanma ile uyumludur” ifadelerini kullandı.

Yeni bir siyasi gerçeklik

Siyasi düzeyde ise analist Hatem İlyas, durumun yalnızca bir devlet içi güç dengesinin değişmesinden ibaret olmadığını vurguladı: “Aslında bu bir güç dengesi değişikliği değil; karşımızda Sudan devletinin ayrılma eşiği ya da en azından yeni bir siyasi gerçeklik, hatta yarı devlet niteliğinde bir oluşum var.”

İlyas, “Dünya boşluklardan korkuyor; çünkü bu boşluğu kimin dolduracağını tahmin edemiyor. Özellikle de aşırı cihatçı hareketlerin etkisi devam ettiği sürece, bu gruplar boşluğu doldurmaya en yakın olanlar” dedi. Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte ordunun ve müttefiklerinin tükenmişlik ve zayıflık içinde olduğunu, bunun ‘çöküşe en yakın durum’ olduğunu belirten İlyas, “HDK’nin Güney Kordofan ve şehirlerindeki kontrolü, uzun sürmeyecek bir zaman meselesi. Dünya Sudan’ın merkezi otorite altında birleşik kalmasından söz ediyor, ama gerçekler ve dönüşümler onu yeni oluşan askeri ve siyasi bir gerçeği tanımaya zorlayabilir” şeklinde konuştu.

İstila korkusu

Bu dönüşümlerin merkezinde Güney Kordofan öne çıkıyor. Sudan Halk Kurtuluş Hareketi – Kuzey (SPLM-N), HDK ile birlikte Sudan Kurucu İttifakı içinde yer alan müttefik olarak, “Kadugli ve Dilling’in kurtarılmasının sadece zaman meselesi” olduğunu açıkça ilan etti.

SPLM-N, ‘Kadugli ve Dilling’in kurtarılmasının yalnızca zaman meselesi olduğunu, şehirlerin teslim edilmesinin ise masum sivillerin kanının dökülmesini önlemek ve kentleri yıkımdan korumak için en doğru adım olacağını’ belirtti.

HDK’nin desteklediği SPLM-N, yayımladığı açıklamada, Sudan ordusu ve müttefikleri içindeki ‘onurlu ve sağduyulu’ unsurlara acil geri çekilme ve çatışmasız teslim çağrısı yaptı. Ayrıca sivillerin tahliyesi için güvenli koridorlar açılması isteniyor. Bu açıklamayla SPLM-N, Kadugli ve Dilling’i fiilen doğrudan tehdit altına alıyor; düzenli ordunun çekilmesini ve siviller için çıkış hatlarının açılmasını talep ediyor. Bu tablo, daha önce benzer kaderi yaşamış diğer Sudan kentlerinin tecrübelerini hatırlatıyor.

Heglig'ten sonraki tiyatro

Heglig ve Babanusa’nın kontrol altına alınmasının ardından muhtemel askeri gelişmelere ilişkin saha analizinde bulunan siyaset aktivisti Muhammed Halife, bir sonraki aşamaya dair ayrıntılı bir tablo ortaya koydu. Halife, HDK’nin ikinci hamlesinin Güney Kordofan ve buradaki Kadugli, Dilling ve Ebu Cubeyhe şehirlerine doğru olacağını söyledi.

Halife, beklentilerin aksine bir sonraki hedefin Kuzey Kordofan’ın merkezi olan el-Ubeyd olmayabileceğini belirtti. Halife, “Benim izlenimlerime göre, HDK’nin Heglig’ten sonraki hamlesi, Güney Kordofan’a doğru olacak; burada müttefiki SPLM-N’ye destek vermek için. Bu hareket Kauda kasabasını kontrol ediyor” değerlendirmesinde bulundu.

Halife’ye göre HDK’nin savaş stratejisi, ordunun kontrolündeki bölgeleri ‘izole adalara’ dönüştürmek üzerine kurulu.

yh6u7
Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kordofan eyaletindeki el-Ubeyd şehrine düzenlediği saldırının yol açtığı yıkım (Sosyal medya)

Halife, HDK’nin askeri stratejisinin ilk bölümünü tamamladığını ve ikinci aşamayı hayata geçirmek için sahayı hazırladığını belirtti. Bu strateji, Babanusa ve Heglig’in ele geçirilmesi ile Kadugli ve Dilling’in kuşatılmasını kapsıyor.

HDK’nin Heglig’i lojistik bir merkez ve ikmal noktası olarak kullandığını vurgulayan Halife, “Kadugli ve Dilling üzerindeki kuşatmayı yoğunlaştıracaklar, ki bu şehirler zaten insani krizle karşı karşıya” dedi.

Halife, Kadugli sakinleri arasında endişelerin arttığını ve bazı kişilerin şehri terk etmeye çalıştığını, ancak askeri makamların çıkışlarına izin vermediğini belirtti. Halife, “Bu büyük bir suç ve olası bir Kadugli savaşında sivillerin canlı kalkan olarak kullanılmasının altyapısı” diye uyardı.

Halife, yetkililere vatandaşların güvenli bir şekilde şehirden çıkışına izin verme çağrısında bulundu ve sivillerin, muhtemel ihlallerin medya üzerinden uluslararası kamuoyuna yansıtılmasında araç olarak kullanılmaması gerektiğini vurguladı.

Halife’nin değerlendirmesi, Heglig’in lojistik ağırlığı ile Kadugli ve Dilling üzerindeki kuşatmanın sıkılaştırılmasını, şehirlerde yaşanan insani krizleri ve sivillerin dışarı çıkışının engellenmesini, şehrin kapalı bir savaş alanına dönüştürülmesini bir bütün olarak ele alıyor.

Sırada ne var?

Tümgeneral Kemal İsmail’in ‘ordunun tamamen çökmesi’ ve Sudan’ın bölünme tehlikesi uyarıları ile Hatem İlyas’ın ‘yarı devlet’ tanımı arasında, askerî açıdan karanlık bir tablo ortaya çıkıyor. Bu durum, savaşın artık yalnızca iktidar mücadelesi veya hükümet değişikliğiyle sınırlı olmadığını gösteriyor.

Yaşanan gelişmeler, ekonomik, askerî ve siyasi haritaları yeniden çizdi; yerleşim bölgelerini çatışma hatlarının içine yerleştirdi. Ancak hâlâ yanıt bekleyen soru şu: “Savaşın durdurulmasını talep eden sivil ses başarıya ulaşabilecek ve silahların gürültüsü ile çatışan güçlerin hesaplarına karşı etkili olabilecek mi, yoksa Sudan parçalanarak birbirine düşman adacıklara mı bölünecek; bu adacıkları savaş ve ekonomi mi yönetecek, yoksa devletin ve hukukun mantığı galip gelecek mi?”


Hamas yanlısı bir araştırmacının özür tweeti, destekçileri arasında öfkeye yol açtı

Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye Mülteci Kampı’nda İsrailli rehinelerin cesetlerini arayan İzzeddin el-Kassam Tugayları savaşçılarının yanında duran Filistinli bir çocuk, 1 Aralık 2025 (EPA)
Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye Mülteci Kampı’nda İsrailli rehinelerin cesetlerini arayan İzzeddin el-Kassam Tugayları savaşçılarının yanında duran Filistinli bir çocuk, 1 Aralık 2025 (EPA)
TT

Hamas yanlısı bir araştırmacının özür tweeti, destekçileri arasında öfkeye yol açtı

Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye Mülteci Kampı’nda İsrailli rehinelerin cesetlerini arayan İzzeddin el-Kassam Tugayları savaşçılarının yanında duran Filistinli bir çocuk, 1 Aralık 2025 (EPA)
Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye Mülteci Kampı’nda İsrailli rehinelerin cesetlerini arayan İzzeddin el-Kassam Tugayları savaşçılarının yanında duran Filistinli bir çocuk, 1 Aralık 2025 (EPA)

Hamas yanlısı Filistinli bir araştırmacının, hareketin siyasi büro üyelerinden birinden kamuoyu önünde özür dilemesi, özellikle bu özrün söz konusu üyenin siyasi bir açıklamasına yöneltilen eleştirinin ardından gelmesi nedeniyle Hamas destekçileri arasında tepkiye yol açtı.

Katar’da yaşayan ve Hamas’a desteğiyle bilinen Filistinli siyasi araştırmacı Mahmud Hamid el-İle, salı akşamı X platformunda, hareketin yine Katar’da bulunan siyasi büro üyesi Muhammed Nazzal’dan özür diledi. El-İle, özrünü bir ay önce aynı platformda Nazzal’ın Hamas’ın silahları ve Gazze Şeridi’ndeki geleceğine ilişkin açıklamalarının ardından paylaştığı bir mesajda yer verdiği ifade nedeniyle yaptı.

Krizin kökeni, geçen yıl ekim ayında Reuters’ın yayımladığı bir habere dayanıyor. Haberde, Nazzal’a Hamas’ın Gazze Şeridi’nde silah bırakıp bırakmayacağı sorulduğunda verdiği yanıt aktarılmıştı. Nazzal, “Evet ya da hayır diyemem” ifadesini kullanmış, ardından “Silah meselesi genel bir ulusal konudur ve yalnızca Hamas’la ilgili değildir. Sahada silahlı gücü olan başka gruplar da var” demişti.

Bu açıklamalar Hamas içinde geniş çapta tepki çekti. Tepki gösterenler arasında, sözlerin muğlaklığı nedeniyle eleştiriler yönelten araştırmacı Mahmud el-İle de vardı. El-İle, açıklamaların hem siyasi büro üyesi tarafından yapılmış olmasına hem de hareketin farklı kademelerindeki, özellikle Gazze’de yaşayan veya aslen Gazze kökenli olan diğer yöneticilerin tutumlarıyla çelişmesine dikkat çekmişti.

Nazzal’ın sözlerine yönelik itirazların büyümesi üzerine Hamas bir açıklama yayımlayarak beyanların ‘bağlamından koparıldığını’ bildirdi.

Paylaşımına gelen tepkilerin ardından birkaç gün sonra eleştirisini silmek zorunda kalan el-İle, krizin bu noktada sona erdiğini düşünüyordu.

Özrün sebebi neydi?

Ancak özrün yayımlanması, bunun nedenine ilişkin yeni soru işaretleri doğurdu. Daha sonra X platformundaki bazı Hamas yanlısı kullanıcıların paylaşımlarına ve Katar’daki hareket kaynaklarının Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamalara göre, olayın arka planında Muhammed Nazzal’ın attığı adım bulunuyor. Buna göre Nazzal, uzun yıllardır ikamet ettiği Doha’da Katar resmi makamlarına Mahmud el-İle hakkında şikâyette bulunarak, kendisine hakarette bulunduğu ve manevi zarar verdiği iddiasını gündeme getirdi.

ghy
Katar'ın başkenti Doha'da İsrail’in hava saldırısı düzenlediği bina (Reuters)

Kaynaklardan birine göre, pek çok kişi, aralarında bazı üst düzey yöneticiler de olmak üzere, arabuluculuk yaparak anlaşmazlığı çözmeye çalıştı, ancak Nazzal, kendisine yönelik ifadeler nedeniyle X platformu üzerinden kamuoyuna açık bir özür yayınlanmasında ısrar etti. Bu şart yerine getirilince, Nazzal’ın başka bir talepte bulunmaması ve anlaşmazlığın kapanması üzerinde uzlaşıldı. Buna rağmen Nazzal’ın ‘maddi tazminat talebinde ısrar ettiği’ ifade edildi.

Hareketle ilişkili başka kaynaklar ise ‘Mahmud el-İle’nin özrünün krizi çözmek için yalnızca ilk adım olduğunu, sürece müdahil olan bazı kişilerin Nazzal’ın öfkesini yatıştırmak ve onu şikâyeti geri çekmeye ikna etmek amacıyla el-İle’yi bu yöne yönlendirdiğini’ aktardı.

Aktivistler arasında öfke

Hamas’ın içinden ve dışından birçok isim özür meselesine tepki gösterdi. Tepki verenler arasında Filistinli gazeteci Muna Havva da vardı. Havva, sosyal medya hesabında, “Filistin’deki özgürlük hareketlerinin tarihinde, ne yaşanırsa yaşansın, bir liderin kendi mensuplarından birini üçüncü bir tarafa ya da başka bir otoriteye şikâyet ettiği tek bir örnek dahi yoktur. Bu davranış ne ulusal örgütlerin ahlakıyla ne de kabile geleneklerinde kabul gören en basit sığınma kurallarıyla bağdaşır. Utanç verici, acı verici, üzücü” diye yazdı.

Havva bir başka paylaşımında ise şu ifadeleri kullandı: “İsrail’in bugünkü genişlemesi kadar tehlikeli bir dönem görülmedi; tarih de Gazze’de halkımızın yaşadığı kadar vahim bir katliama tanıklık etmedi. Bu felaketin ortasında, halkımızın önde gelen isimlerinden biri, bir gencin attığı bir tweet yüzünden onu başka bir devlete şikâyet ediyor; geçimini ve güvenliğini riske atıyor. ‘Direniş’in liderleri halkımızdan ateş altında direnmelerini isterken, tek bir eleştiri cümlesine dahi tahammül edemiyor.”

Ayrıca Hamas gibi gruplara verdiği destekle bilinen aktivist Cemil Mikdad da konuya ilişkin paylaşım yaptı. Mikdad, “Hamas’tan bir yönetici, Katar’da yaşayan bir Filistinliyi, hakkında Katar mahkemelerinde dava açtıktan sonra uzun bir özür metni yayımlamaya zorladı; üstelik yalnızca kendisini eleştirdiği bir önceki paylaşım yüzünden!” ifadesini kullandı. Mikdad sözlerini şöyle sürdürdü: “Harika gerçekten… Nereye geldik? Halk olarak eleştirme hakkına sahip olduğumuz ve bizi dinlemekle yükümlü olan liderlerimiz, şimdi Arap mahkemelerini bize karşı bir güç olarak kullanıyor. Bu da ne demek oluyor? Siz ne hale geldiniz böyle, cahiller?!”

Hamas’ın silahlı yapısının geleceği, hareketin üst düzey isimlerinin açıklamalarında uzun süredir farklılık gösteren bir başlık olarak öne çıkıyor. Hamas’ın yurt dışı sorumlusu Halid Meşal, geçtiğimiz cumartesi günü İstanbul’da düzenlenen bir panelde, “Hamas’ın ancak bir Filistin devleti kurulması hâlinde silah bırakabileceğini” söyledi.

Buna karşın, Meşal’in açıklamasından yalnızca bir gün sonra, Hamas yetkilisi Basim Naim AP’ye yaptığı değerlendirmede, hareketin kapsamlı bir güvenlik ve siyasi düzenlemenin parçası olmak kaydıyla ‘silahların depolanması ya da dondurulması gibi seçeneklerin görüşülmesine açık olduğunu’ belirtti.

Hamas’ın siyasi büro üyelerinden Husam Bedran ise salı günü yaptığı açıklamada, sürecin ikinci aşamaya geçmesinin ‘İsrail’in ihlalleri durdurmasına’ bağlı olduğunu ifade etti. Öte yandan Hamas’ın birçok lideri ve sözcüsü, aralarında Halil el-Hayye ve Hazım Kasım’ın da bulunduğu isimler, hareketin ikinci aşamaya geçmeye ‘hazır olduğunu’ vurgulayan açıklamalarını sürdürdü.


Amerika Birleşik Devletleri'nin Gazze'de yakın zamanda ikinci aşamanın yaşanacağına dair beklentileri

Filistinliler, dün Gazze şehrinde fırtınanın ardından sular altında kalan caddeden geçmek için bir aracın çektiği el arabasına biniyorlar (AP)
Filistinliler, dün Gazze şehrinde fırtınanın ardından sular altında kalan caddeden geçmek için bir aracın çektiği el arabasına biniyorlar (AP)
TT

Amerika Birleşik Devletleri'nin Gazze'de yakın zamanda ikinci aşamanın yaşanacağına dair beklentileri

Filistinliler, dün Gazze şehrinde fırtınanın ardından sular altında kalan caddeden geçmek için bir aracın çektiği el arabasına biniyorlar (AP)
Filistinliler, dün Gazze şehrinde fırtınanın ardından sular altında kalan caddeden geçmek için bir aracın çektiği el arabasına biniyorlar (AP)

ABD'nin Birleşmiş Milletler Büyükelçisi Mike Waltz dün Kudüs'te yaptığı açıklamada, Başkan Donald Trump'ın Gazze barış planının ikinci aşamasına ilişkin gelişmeler hakkında "yakında" duyurular beklediğini belirterek, Washington'un Hamas'ın yeniden yapılanmasına izin vermeyeceğini vurguladı.

Waltz, planın ana bileşenlerinin, hizmetleri yönetecek teknokrat bir Filistin yönetimi, ilgili tarafların maliyetleri karşılamasını sağlayacak bir finansman mekanizması ve son olarak uluslararası bir istikrar gücü olduğunu açıkladı.