Türkiye, Suriye'nin kuzeyindeki M4 karayolunda Rusya ile devriye düzenlemeyi planlıyor

Dün İdlib kırsalındaki Afes beldesinden motosikletiyle geçen Suriyeli bir adam (AFP)
Dün İdlib kırsalındaki Afes beldesinden motosikletiyle geçen Suriyeli bir adam (AFP)
TT

Türkiye, Suriye'nin kuzeyindeki M4 karayolunda Rusya ile devriye düzenlemeyi planlıyor

Dün İdlib kırsalındaki Afes beldesinden motosikletiyle geçen Suriyeli bir adam (AFP)
Dün İdlib kırsalındaki Afes beldesinden motosikletiyle geçen Suriyeli bir adam (AFP)

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Türkiye’nin 15 Mart'tan itibaren Suriye'nin Halep-Lazkiye arasındaki uluslararası karayolu M-4’te Rusya ile ortak devriye düzenlemeye hazırlandığını söyledi. Akar, bu konuya ilişkin Rus tarafı ile yapılan askeri görüşmelerde iyi bir ilerleme kaydedildiğine dikkati çekti. Öte yandan İdlib'deki Türk gözlem noktalarının güvenliğinin Türkiye için bir öncelik olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye rejim güçleri ateşkesi ihlal ettikleri sürece askeri operasyonlara devam edeceklerinin altını çizdi.
Ankara’daki Rus askeri heyeti ile yapılan görüşmelerin yapıcı ve olumlu bir şekilde devam ettiğini aktaran Milli Savunma Bakanı Akar, Suriye’nin kuzeybatısında bulunan İdlib’deki mevcut durumun, geçtiğimiz hafta Ankara ile Moskova arasındaki ateşkes anlaşmasının imzalanmasından sonra sakinleştiğini kaydetti.
Dün yaptığı açıklamalarda, Türkiye’nin tüm unsurları ile İdlib'deki varlığının devam ettiğini bir kez daha yineleyen Akar, İdlib'de ateşkesin kalıcı hale gelmesini ve Suriyeli sivillerin gönüllü olarak evlerine dönmesini sağlamak için burada bir istikrar ve güvenlik atmosferi oluşmasını umduğunu belirtti.
Rus askeri heyetinin Ankara’daki görüşmeleri geçtiğimiz Salı günü başladı. İdlib'de ilan edilen ateşkesin uygulanmasına ilişkin detaylar üzerinde anlaşmaya varmak üzere yapılan görüşmeler, dün Milli Savunma Bakanlığı’nda devam etti. Hatırlanacağı üzere Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin geçtiğimiz Perşembe günü Moskova'da gerçekleştirdikleri görüşmede bir mutabakata varmışlardı. Söz konusu mutabakat, aynı gün gece yarısından itibaren geçerli olmak üzere İdlib’de ateşkes ilan edilmesi, mutabakattan bir hafta sonra M-4 karayolunun kuzey ve güneyinde 6 kilometre derinliğinde güvenli bir koridor oluşturulması ve 15 Mart’tan itibaren ortak askeri devriyelerin başlatılmasını öngörüyordu.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu geçtiğimiz Salı günü, müzakerelerin başlamasından önce yaptığı açıklamada, M-4 karayolunun güney kısmını Rusya’nın kuzey kısmını ise Türkiye’nin denetleyeceğini söyledi.
Öte yandan Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu, Salı günü Türk mevkidaşı Hulusi Akar ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. İki bakan görüşmeleri sırasında İdlib'deki son durumu ve Gerginliği Azaltma Bölgeleri’nde istikrarın sağlanması için Moskova'da imzalanan mutabakata bağlı prosedürlerin uygulanmasına ilişkin konuları ele aldılar.
Milli Savunma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada Akar'ın Rus mevkidaşıyla İdlib'deki ateşkesi kalıcı hale getirme ve yerinden edilmiş bir milyondan fazla insanın evlerine dönmesini sağlama konusunda görüş alışverişinde bulunduğu bildirildi.
Bakanlık açıklamasında ayrıca iki tarafın ateşkesin kalıcı hale gelmesinin yanı sıra Türkiye ve Rusya arasında yapılan İdlib ile ilgili mutabakat çerçevesindeki yükümlülüklerin ve bölgedeki barışı ve istikrarı destekleme çabalarını yerine getirme taahhütlerinin teyit edildiği belirtildi.
Rus resmi haber ajansı RIA Novosti’nin askeri bir kaynaktan aktardığı bilgilere göre Moskova'da varılan mutabakat çerçevesinde Türkiye, İdlib’deki kontrol noktalarından ağır silahları çekmeye başladı.
Diğer yandan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İdlib’de 8 adet Pantsir hava savunma sisteminin yok edildiğini duyurmuştu. Ancak Rusya Savunma Bakanlığı, Suriye’de 8 adet Pantsir hava savunma sisteminin yok edildiği yönünde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunulan verilerin gerçeği yansıtmadığını açıkladı.
Bununla birlikte Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye’nin şu anda İdlib’deki geçici ateşkesi, kalıcı hale getirmeye çalıştığını söyledi. Çavuşoğlu dün yaptığı açıklamalarda, İdlib'deki gelişmeleri görüşmek üzere Rusya'dan Türkiye'ye bir askeri heyetin geldiğini ve iki tarafın şu anda M-4 karayolunu güvenli bir şekilde geçişe açmak için alınacak önlemleri tartıştıklarını belirtti. Çavuşoğlu ayrıca Türkiye’nin iki gün önce bölgedeki ateşkes anlaşmasına yönelik küçük ihlaller sonrasında gerekli uyarıları yaptığının da altını çizdi.
Öte yandan ateşkese uyulmaması halinde Türkiye’nin İdlib’de başka askeri operasyonlar yapmaktan çekinmeyeceğini vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İdlib geçici ateşkesini kalıcı hale getirmek için çalışıyoruz” diye konuştu. Erdoğan, Suriye rejimini uyararak İdlib'deki Türk gözlem noktalarına yapılan herhangi bir saldırıya en ağır karşılığı vermeye hazır olduklarını açıkladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan dün, partisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, İdlib bölgesinde, Suriye rejimi ve onunla birlikte çalışan mezhepçi milislerin ateşkes anlaşmasına yönelik bir takım ‘ufak tefek ihlalleri’ olduğunu söyledi.
Rusya'yı Suriye rejimini durdurmak için gerekli önlemleri almaya çağıran Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye bu geçici ateşkesi ve buna bağlı anlaşmaları; rejime ve terör örgütlerine gücü yetmediği için değil İdlib’deki krize tüm taraflar bakımından uygulanabilir bir çözüm yolu bulunabilmesi için yaptı”  ifadelerini kullandı.
Rejimin ve onunla birlikte çalışan mezhepçi milislerin ateşkese ne kadar bağlı kalacaklarının belirsiz olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Rejimi ve onu destekleyen milislerin ateşkes hattına yaptıkları yığınakları da yakından takip ediyoruz. Karşımızdakiler sözlerimi tutmazsa bir öncekinden daha ağır bir şekilde üzerlerine gitmekten de asla kaçınmayız” diye konuştu.
Türkiye’nin İdlib'de bir ay boyunca etkin bir şekilde yürüttüğü operasyonların ülke sınırlarındaki tehditleri önleme kararlılığını yansıttığına dikkat çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan, İdlib’deki Türk gözlem noktalarının güvenliğinin Türkiye'nin en önemli öncelikleri arasında olduğunu ve Ankara'nın şu anda İdlib'deki ateşkesi kalıcı hale getirmek için çalıştığını vurguladı.
Türkiye’nin Suriye’de bulunma amacının ‘ne bu ülkelerin topraklarını işgal veya ihlak etmek ne de bölgedeki güçlerle bilek güreşinde tutuşmak’ olmadığını belirten Erdoğan, “Türkiye’nin Suriye’de özellikle vermekten geri durduğu her mücadeleyi kısa bir süre sonra kendi topraklarında yürütmek zorunda kalacağı gerçeğini asla aklımızdan çıkartmamalıyız. Suriye ile olan 911 kilometrelik sınır hattımızın her karışını, hem terör örgütlerini hem de mezhepçi rejim güçlerini uzak tutacak şekilde güvenlik altına almakta kararlıyız” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in İdlib’de ağır bir ders aldığını ve kendi gücüyle Türk ordusunun gücünü gördüğünü kaydetti.
Türkiye’nin yerinden edilmiş kişileri barındırmak ve yaşam şartlarını iyileştirmek için İdlib’in kuzey kesiminde küçük evler inşa etmeye başladığını belirten Erdoğan, Suriye krizinin, ancak bu ülkenin toprak bütünlüğünü garanti eden kalıcı bir çözümün bulunmasıyla sona erebileceğini ve uluslararası toplumun bu konuda daha fazla çaba göstermesi gerektiğini vurguladı.
Terör örgütleriyle mücadele konusunda ise Erdoğan, “PKK’ya YPG veya SDG etiketi yapıştırmakla, gerçekler ortadan kalkmıyor, hakikatlerin üzeri örtülmüyor” ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklamalarını şöyle sürdürdü;
“Tel Rıfat bölgesindeki bölücü terör örgütü mensuplarının saldırı teşebbüsleri de giderek artıyor. Teröristleri bulduğumuz yerde etkisiz hale getiriyoruz.”
Suriye rejimini ve destekçilerini, Suriye'nin üçte birini PKK/YPG terör örgütünün işgalinden kurtarmaya çağıran Erdoğan, eğer bu gerçekleşirse İdlib ve diğer bölgelerdeki krize daha kolay çözüm bulunabileceğini söyledi.
Erdoğan, Ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Suriye’deki gelişmeler ve Suriye hükümeti ile tekrar tekrar diyalog kurma çağrıları konusundaki tutumlarını eleştirdi.
Öte yandan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler, Avrupa Müttefik Kuvvetler Yüksek Komutanı (SACEUR) Orgeneral Tod D.Wolters ile Salı günü akşam saatlerinde bir telefon görüşmesi gerçekleşti. Görüşmede, İdlib’deki son gelişmeler ele alındı.
Bu arada Türk Silahlı Kuvvetleri, İdlib'e askeri sevkiyatlarını sürdürüyor. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) dün İdlib'in kuzeyindeki Kefer Lusin sınırından bölgedeki Türk gözlem noktalarına doğru giden yaklaşık 70 araçlık bir askeri konvoyunun girdiğini bildirdi.
SOHR, İdlib'de ilan edilen ateşkese rağmen Türkiye’nin Suriye topraklarına yönelik askeri sevkiyatlara devam ettiğini ve ateşkesin başladığı Perşembe gece yarısından itibaren Suriye topraklarına yüzlerce askerle birlikte giren askeri araç sayısının 820’ye ulaştığını belirtti. SOHR, 2 Şubat'tan bu yana Türkiye’den İdlib'deki Gerginliği Azaltma Bölgesi’ne giren askeri araç sayısının 4 bin 220’yi geçtiğini, aynı zamanda İdlib ve Halep'te konuşlandırılan asker sayısının ise 9 bin 200’ü aştığını kaydetti.



İsrail'in Suriye üzerine oynadığı bahis: Diyalog değil, zorlama

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla
TT

İsrail'in Suriye üzerine oynadığı bahis: Diyalog değil, zorlama

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla

Michael Horowitz

ABD ve İsrail arasında sadece birkaç alanda temel farklılıklar söz konusu. Bunlardan biri Suriye'de biraz beklenmedik bir şekilde ortaya çıktı. İsrail, ABD Başkanı Donald Trump'ın Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'yı hızlı bir şekilde kucaklamasından endişe duymuş, İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz, Şara'yı ‘takım elbiseli bir cihatçı’ olarak tanımlamıştı.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümeti, Trump'ın geçtiğimiz mayıs ayında Suudi Arabistan'da (El Kaide ile bağlantılı) El Nusra Cephesi'nin (daha sonra adı Heyet Tahrir Şam/HTŞ olarak değişti) eski lideriyle görüşmesi karşısında şaşkınlığa uğradı. Şara'nın Oval Ofis'i ziyareti ve Washington'ın Suriye'ye yönelik yaptırımları kaldırma kararı, İsrail'e Şam ile ilişkilerini normalleştirmesi için baskı yaptığı iddiaları ile siyasi olarak iki lider arasında açık bir yakınlaşma ortaya çıkınca, İsrail daha da öfkelendi. Bunun ötesinde, İsrailli yetkililer, ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye dosyasındaki kilit isimlerinden biri olan Tom Barrack'ın Ankara'nın tercih ettiği yaklaşımı benimseme eğiliminden giderek daha fazla endişe duymaya başladı.

Elbette, Suriye meselelerine dahil olan birçok gözlemci, Washington'ın yeni Suriye liderine yönelik hızlı ve beklenmedik yaklaşımını övdü. Trump'ın Suriye’ye uygulanan bazı yaptırımları kaldırma yönündeki erken kararı, Suriye'nin yıllarca süren uluslararası tecridinin ardından yeniden entegrasyonunun hızlanacağına dair umutları artırdı. Bu izolasyon süresince Suriye, Washington'ın bakış açısına göre ‘kötülük ekseninin’ Tahran'ın anlatısına göre ‘direniş ekseninin’ bir parçası olarak nitelendirilmişti. Amerika Birleşik Devletleri, rejimi "suçlu olduğu kanıtlanana kadar masum" olarak değerlendirerek, ispat yükünden cesurca uzaklaştı. Bu ayrım sadece terminoloji meselesi değil; yaptırımların kısmen hafifletilmesi bile, Washington'ın yeni Suriye ile yatırım ve diplomatik ilişkileri engellemeyeceği konusunda ortaklara ve bölgesel güçlere net bir mesaj gönderiyor. Aynı zamanda, tecrit edilen Şam'ın ABD’nin düşmanlarının kollarına itilmesi veya uzun süredir tek müttefiki olan Türkiye'ye güvenmek zorunda kalması gibi bir senaryoyu da önlüyor.

Şara’nın Beyaz Saray'ı ziyareti ve Başkan Trump ile görüşmesinden birkaç hafta sonra Netanyahu, Suriye'nin güneyinde İsrail'in kontrolündeki bölgeyi ziyaret etti.

Ancak Netanyahu, Trump ile Şara arasındaki politika değişikliğini veya şahsi ilişkiyi sadece pragmatik bir politika olarak değil, stratejik bir risk olarak görüyor. Bu bağlamda, İsrail hükümeti, Beşşar Esed rejiminin düşmesinden birkaç saat sonra, Suriye'de kalan askeri mevzilere kapsamlı saldırılar düzenleme ve Suriye'nin güneyindeki mevcut askerden arındırılmış bölgenin dışında yeni bir tampon bölge oluşturma kararının doğru olduğunu düşünüyor. 7 Ekim sonrası İsrail güvenlik kurumlarının bir dizi bileşeninde hakim olan zihniyet açıktır: ülke başkalarının iyi niyetine güvenemez, yalnızca kendi askeri gücüne güvenebilir. Bu görüşün destekçileri, Suriye'yi bu tezlerinin açık bir örneği olarak görüyor. İsrail, güvenliğini dostane ama değişken bir ABD Başkanı’na veya Şara’nın pragmatizmini sürdüreceğine dair Batı'nın iddiasına dayandıramaz. Sadece sınırdaki askerlere güvenmekten başka çaresi kalmıyor. Sonuç olarak Başbakan Netanyahu, Şara'nın Beyaz Saray'ı ziyareti ve Başkan Trump ile görüşmesinden birkaç hafta sonra, İsrail'in kontrolündeki Suriye’nin güney bölgesini bir kez daha ziyaret ederek açık bir mesaj verdi. Bu mesajda ‘İsrail, iyi niyet ve vaatler karşılığında vazgeçmeyeceği kozlara sahiptir’ deniliyordu.

İsrail'in ‘satın alamayacağı’ lider

İsrail'in Ahmed eş-Şara konusunda endişelenmesi için bazı nedenleri var. Şara, kökenleri Golan Tepeleri'ne dayanan ve 1967 yılında İsrail'in bu bölgeyi ele geçirmesiyle yerinden edilen binlerce Suriyeli arasında yer alan bir aileden geliyor. Ailesi önce Şam'a, ardından Bağdat'a ve sonra da Riyad'a taşınmıştı. Şara, çocukluğunun çoğunu Suriye'nin başkentinde geçirmesine rağmen, El Nusra Cephesi'ni kurduğunda (Golan Tepeleri’ne nispetle) ‘el-Culani’ adını aldı. Şara'nın utangaç, içe dönük bir gençken Irak'taki El Kaide üyesine dönüşen yolculuğu, kısmen ikinci intifada ile kesişiyor.

Suriye'nin demokrasiye geçişi elbette İsrail'in başlıca endişesi değil, ancak Şara'nın iktidarı paylaşma isteği, İsrail'in ilgiyle izlediği önemli bir gösterge olmaya devam ediyor.

İsrailli yetkililerin bazıları, hükümetin meşruiyeti konusunda derin şüphelerini dile getirdi. İsrail hükümetinin bu konudaki kamuoyuna yaptığı açıklamalar, sürekli alaycı bir üslupla yapıldı. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, Şam’daki yeni hükümeti ‘meşru bir hükümet değil, bir çete’ yeni Suriyeli yetkilileri de ‘önce İdlib'de olan, sonra da başkenti ele geçiren teröristler’ olarak nitelendirdi. İsrail Dışişleri Bakanlığı, Şara'nın bir fotoğrafını ‘Cihatçılar takım elbiseli de olsalar yine cihatçıdır’ başlığıyla yayınladı. İsrail Diaspora İşleri ve Antisemitizmle Mücadele Bakanı Amihay Şikli, Suriye askerlerinin Gazze yanlısı sloganlar attığını gösteren bir videoyu örnek göstererek ‘savaşın kaçınılmaz olduğu’ sonucuna vardı.

thy
Golan Tepeleri'nden Suriye'nin güneyine doğru bakan İsrail askeri, 25 Mart 2025 (AFP)

Netanyahu, sadık destekçilerinin kirli işleri yapmasına ve acımasız saldırılar düzenlemesine izin verirken, kendisi daha az agresif ama daha net bir tutum sergiledi. Başkan Trump ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada Netanyahu, “Şara’ya baktığımda, sahada neler yapıldığını, gerçekte neler başarılmaya çalışıldığını göreceğim. Suriye barışçıl bir ülke olacak mı? Ordusundaki cihatçılar ortadan kaldırılacak mı? Suriye'nin güneybatısında silahsız bir bölge oluşturmak için benimle iş birliği yapacak mı?” ifadelerini kullandı. Şara’nın Washington ziyaretinin ardından yapılan özel bir toplantıda Netanyahu’nun, Batı'nın Suriye liderini kucaklamasının ‘Şara’yı kibirli hale getirdiğini’ söylediği bildirildi. İsrail Başbakanı, Batı'nın iyi niyetinin İsrail'e baskı yapmak için bir araç olarak kullanılmasını izin vermeyeceğini ima etti.

İsrail'in hesapları

Başbakan Netanyahu’nun açıklamaları, İsrail'in gerçek tutumunu anlamak için büyük önem taşıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre zira bu sadece bir müzakere taktiği. İsrail hükümeti, Ahmed eş-Şara’yı Şam'da açılan ‘yeni bir sayfa’ olarak değil, kontrol altına alınması gereken potansiyel bir tehdit olarak görüyor. Netanyahu, Şara'nın kariyerini ve cihatçı geçmişini bir baskı aracı olarak kullanırken, onun pragmatizmini test ediyor ve Suriye'deki savaş sonrası düzeni, İsrail'in stratejik üstünlüğünü koruyacağına inandığı şekilde biçimlendirmeye çalışıyor. İsrail'in Şara ile ilgili endişeleri temelsiz ya da hayal ürününden ibaret değil. Şara, sadık destekçileri üzerindeki gücünü pekiştirmek ve kendini başkan olarak atamak için hiç vakit kaybetmeden hareket etti. Azınlıklara yönelik bazı jestlerde bulunsa da geçiş rejimi gerçek demokrasiye doğru ilerlemedi. Zira yeni Halk Meclisi'nin bazı üyeleri başkan tarafından seçilirken, diğerleri yerel seçim organları tarafından seçildi.

HTŞ'nin İdlib'de benimsediği yönetim modeli, bazı yerel temsilcilerin Halk Meclisi’ne girmesine izin verse de gerçek iktidarın anahtarları Şara ve iktidarının elinde kalmaya devam etti.

Suriye’nin demokrasiye geçişi kesinlikle İsrail'in öncelikli kaygısı değildir. Ancak, Şara'nın iktidarı paylaşma istekliliği, özellikle de Şara'nın eski bağlantılarından gerçekten uzaklaşıp uzaklaşmadığını ya da halen onlara güvenip güvenmediğini değerlendirmek açısından İsrail’in yakından izlediği önemli bir gösterge olmaya devam ediyor.

Şara, özünde pragmatik ve İsrail ile bir arada yaşamaya açık olsa da yine de grubunu ikna etmek ve bir sonraki adımları için grubun desteğini almak zorunda. HTŞ (geçtiğimiz yıl Esed rejiminin çöküşünü hızlandıran Halep saldırısında liderlik ettiği hareket), liderlerinden daha az esnek olan ideolojik olarak radikal savaşçılardan oluşan bir çekirdek gruba sahip. Şara, daha önce de bu sorunla karşı karşıya kalmıştı: İdlib’de DAEŞ'in şubeleriyle savaştı, ardından sınır ötesi cihatçılıktan uzaklaşmasından hayal kırıklığına uğrayan HTŞ eski üyelerini çeken El Kaide bağlantılı Hurras ed-Din ile çatıştı.

Hatta gizlice ABD ile iş birliği yaparak, İdlib'deki El Kaide üyelerinin suikastına katkıda bulunan istihbarat sağladı. Cumhurbaşkanı olduktan sonra, Suriye'nin DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’na resmen katılmasını da kabul etti.

Daha sonra DEAŞ olacak olan örgütten ayrılma ve ardından El Kaide'yi tamamen terk etme kararının iyi niyetle alındığına şüphe yok. Zira bu karar Şara’nın otoritesini pekiştirmeye katkıda bulundu. Eski cihatçı destekçileriyle bağlarını koparan Suriye’nin yeni lideri, siyasi kaderini kontrol altına almayı başardı. Bu tür sert bir pragmatizm, İsrail'in bakış açısından güven verici görünebilir, ancak paradoksal olarak, İsrail'i müzakereler üzerinde kalıcı bir baskı kurmaya zorluyor.

Şara'nın geçmişi göz önüne alındığında, İsrail ile bir anlaşma imzalaması durumunda kendisine sadık güçleri kontrol altında tutma kabiliyeti konusunda önemli bir soru ortaya çıkıyor. Hükümet yanlısı güçlerin (Suriye’nin kıyı bölgesinde Esed rejiminin kalıntılarının kısa süreli isyanı sırasında ve güneyde Dürzilerle patlak veren çatışmalarda) sivilleri öldürmesi, geçiş dönemi yetkililerinin ya güçleri üzerinde tam kontrol sahibi olmadıklarını ya da ihlallere göz yumduklarını veya daha kötüsünü yaptıklarını gösteriyor. Burada İsrail'in ortaya çıkan merkezi devleti zayıflatmaya yaptığı katkılar da göz ardı edilmemeli. Netanyahu hükümeti, Suriye'nin silah depolarına defalarca kez saldırı düzenlemiş ve güçlü bir ülke yerine daha zayıf, daha parçalanmış bir ülkeye bahis oynuyor gibi görünüyor.

Belki de Netanyahu, azınlıklarla ilişki kurarak ve Şam'ın güney üzerinde tam kontrol kurmasını engelleyerek, Suriye'nin başkenti ile İsrail sınırları arasında bir tampon bölge oluşturabilecek yerel güçlerle ortaklıklarını sürdürmeyi umuyor.

Katı tutum

Netanyahu'nun Suriye'ye yönelik katı tutumu nispeten basit bir yapıya sahip. İsrail, durumu sıkı bir şekilde kontrol altında tuttuğuna inandığı için tavrından vazgeçmeyecek. Diyalog kapısı açık, ancak Suriye güneydeki güvenliği önemli ölçüde sıkılaştırmayı kabul etmeden ve İsrail karada ve havada önemli bölgeleri kontrol etmeye devam etmeden bu mümkün değil.

juı
Fotoğraf: AFP

Suriye hükümeti İsrail'in bazı taleplerini kabul etmiş gibi görünüyor, ancak Suriye'nin egemenliğini ihlal ettiğini düşündüğü diğer talepleri reddetmiştir. İsrail, kuvvetleri zaten bölgede bulunduğundan ve mevcut durum (Suriye merkezi devletinin zayıflığı ve İsrail'in bölgedeki askeri varlığının devamı) Netanyahu'nun kabul edebileceği bir durum olduğundan, kendini herhangi bir taviz vermek zorunda hissetmiyor. Aslında, İsrail'in Şara’yı itibarsızlaştırmaya yönelik devam eden kampanyası, olası bir anlaşmayı haklı çıkarmayı daha da zorlaştırabilir.

İsrail'in Suriye'ye yönelik politikası iki farklı yönde ilerliyor. Bir yandan yeni hükümete karşı açık bir düşmanlık varken, diğer yandan sorunlu geçmişi olan lidere karşı kırılgan bir güven duyuluyor.

Bu, İsrail güvenlik teşkilatının çeşitli kesimlerinin ciddiye aldığı risklerden biridir. İsrail şu anda zamanın kendi lehine işlediğini düşünüyor, ancak niyetlerini sınayacak bir anlaşmaya hızla varmak için fırsatı kaçırabilir. İsrail'in Suriye'nin güneyinde kalarak azınlıkları kutuplaştırmaya çalışması, gelecekteki herhangi bir anlaşmaya ciddi bir muhalefet oluşturması, Şam'ı tek gerçek müttefiki olan Türkiye ile daha yakın iş birliğine itmesi ve İsrail sınırına yakın köylerdeki yerel halk arasında düşmanlığı körükleme korkusu hakim.

Netanyahu hükümeti dışında, bazı analistler ve gözlemciler bu endişeleri kamuoyuna dile getiriyor. İsrail askeri istihbaratının eski şefi Amos Yadlin, bir makalede Suriye ile bir anlaşmanın Hizbullah'a karşı en önemli silah olduğunu savundu. Yadlin, Suriye'de doğru stratejinin, İsrail'in daha acil tehditlere odaklanabilmesi için cepheyi kapatmak olduğunu belirtti. İsrail'in önde gelen araştırma merkezi olan İsrail Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü, İsrail'in agresif askeri tutumunun önlemeye çalıştığı tehditleri yaratabileceğine karşı uyararak (Yadlin de konuyla ilgili önceki makalelerinde aynı görüşü paylaşmıştı) ‘ihtiyatlı bir angajman’ çağrısında bulundu.

rgt
Suriye ile İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri arasındaki ateşkes hattı yakınlarında bulunan İsrail askeri araçları, 9 Aralık 2024 (Reuters)

İsrail'in Suriye'ye yönelik politikası iki farklı yönde ilerliyor. Bir yandan yeni hükümete karşı açık düşmanlık varken, diğer yandan sorunlu geçmişi olan lidere karşı kırılgan bir güven duyuluyor. Netanyahu'nun yaklaşımını eleştirenler, İsrail'in bu iki tutum arasında tereddüt etmesi gerektiğini savunmuyorlar, aksine politikalarının ve stratejilerinin Şara’yı sadece potansiyel bir tehdit olarak değil, aynı zamanda bir fırsat olarak da değerlendiren daha incelikli bir şekilde ayarlanmasını ve dikkatli, kesintisiz bir şekilde uyarlanmasını talep ediyorlar.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Gizli ziyaretler ve Husilerden gelebilecek olası saldırılara karşı hazırlıklar... İsrail'in Somaliland’ı tanımasının perde arkası

Somali'nin başkenti Mogadişu’da İsrail'in Somaliland’ı tanımasını reddeden protestocular, ülkenin normalleşmesine ve bölünmesine karşı bir afiş açtı. (Reuters)
Somali'nin başkenti Mogadişu’da İsrail'in Somaliland’ı tanımasını reddeden protestocular, ülkenin normalleşmesine ve bölünmesine karşı bir afiş açtı. (Reuters)
TT

Gizli ziyaretler ve Husilerden gelebilecek olası saldırılara karşı hazırlıklar... İsrail'in Somaliland’ı tanımasının perde arkası

Somali'nin başkenti Mogadişu’da İsrail'in Somaliland’ı tanımasını reddeden protestocular, ülkenin normalleşmesine ve bölünmesine karşı bir afiş açtı. (Reuters)
Somali'nin başkenti Mogadişu’da İsrail'in Somaliland’ı tanımasını reddeden protestocular, ülkenin normalleşmesine ve bölünmesine karşı bir afiş açtı. (Reuters)

İsrail’in Somaliland’ı egemen ve bağımsız bir devlet olarak tanımasının arka planında aylar süren gizli görüşmelerin yer aldığı iddia edildi. İsrail basınında yer alan bir haberde, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun bu adıma ekim ayında onay verdiği, resmi tanımanın ise Somaliland’ın Yemen’deki Husilerden gelebilecek olası saldırılara karşı hazırlıklarını tamamlamasının ardından gerçekleştiği belirtildi.

Şarku’l Avsat’ın Yedioth Ahronoth'un internet sitesi Ynet’ten aktardığı habere göre, gizli temaslara İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, İsrail dış istihbarat servisi Mossad ve eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Tzachi Hanegbi öncülük etti. Taraflar aylar boyunca karşılıklı ziyaretler gerçekleştirdi ve Somaliland liderleri birçok kez İsrail’de ağırlandı.

Haberde, nihai görüşmelere Netanyahu’nun da katıldığı ve Hanegbi’nin bu sürece başkanlık ettiği; Netanyahu’nun ekim ayında söz konusu adımı resmen onayladığı ifade edildi.

İsrail ile Somaliland’ın tanıma açıklamasını birlikte kaleme aldığı, ancak yayımlamak için uygun zamanı beklediği kaydedildi. Somaliland yönetiminin, Yemen’deki Husilerden gelebilecek muhtemel düşmanca adımlara karşı hazırlık yapılması gerektiğini belirterek süre talep ettiği aktarıldı. Söz konusu hazırlıkların kısa süre önce tamamlanmasının ardından, İsrail’in resmi tanımasının önünün açıldığı bildirildi.

İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, cumartesi akşamı yaptığı açıklamada, Somaliland Başkanı Abdirahman Mohamed Abdillahi’nin geçtiğimiz yaz İsrail’e gizli bir ziyaret gerçekleştirdiğini söyledi. Saar, söz konusu ziyaret sırasında Somaliland liderinin Başbakan Binyamin Netanyahu’nun yanı sıra Dışişleri Bakanı ve Mossad Başkanı’yla bir araya geldiğini belirtti. Saar ayrıca, Abdillahi ile birlikte çekilmiş bir fotoğrafını da paylaştı.

xcsdfgr
İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar'ın Somaliland Başkanı Abdirahman Mohamed Abdillahi ile yaptığı görüşmeden

Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud dün düzenlenen olağanüstü parlamento oturumunda, İsrail’in ayrılıkçı Somaliland bölgesinin bağımsızlığını tanımasının “dünya ve bölgenin güvenliği ile istikrarı açısından bir tehdit oluşturduğunu” söyledi.

Mahmud, İsrail’i Somaliland’ı tanıyan ilk ülke konumuna getiren bu adımın, ‘Somali Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve halkının birliğine yönelik açık bir saldırı düzeyinde olduğunu’ ifade etti.

Husilerin lideri Abdulmelik el-Husi de dün yaptığı açıklamada, İsrail’in ayrılıkçı Somaliland bölgesinde herhangi bir varlık göstermesinin ‘askeri hedef’ sayılacağını belirterek, İsrail’in bölgeyi tanıma adımını en sert şekilde kınadı.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığına göre el-Husi, yayımladığı açıklamada, “Somaliland bölgesindeki herhangi bir İsrail varlığını, Somali ve Yemen’e yönelik bir saldırı ve bölgenin güvenliğine tehdit olarak görüyor; silahlı kuvvetlerimiz için askeri hedef kabul ediyoruz” ifadesini kullandı.

Somaliland, 1991 yılında Somali’den tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmiş, ancak onlarca yıldır uluslararası tanınma arayışını sürdürmüştü.

Aden Körfezi üzerinde stratejik bir konuma sahip olan ve kendi para birimi, pasaportu ve ordusu bulunan tek taraflı ilan edilmiş cumhuriyet, bağımsızlık ilanından bu yana diplomatik açıdan büyük ölçüde izole kalmıştı.


Bondi Plajı saldırısının kahramanı: Amacım saldırganı etkisiz hale getirmek ve masum insanları öldürmesini engellemekti

Sokak sanatçısı Jarrod Grech, Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda saldırganlardan birini etkisiz hale getiren 43 yaşındaki Suriye asıllı Avustralyalı esnaf Ahmed el-Ahmed'i resmettiği duvar resminin yanında poz veriyor. (AP)
Sokak sanatçısı Jarrod Grech, Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda saldırganlardan birini etkisiz hale getiren 43 yaşındaki Suriye asıllı Avustralyalı esnaf Ahmed el-Ahmed'i resmettiği duvar resminin yanında poz veriyor. (AP)
TT

Bondi Plajı saldırısının kahramanı: Amacım saldırganı etkisiz hale getirmek ve masum insanları öldürmesini engellemekti

Sokak sanatçısı Jarrod Grech, Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda saldırganlardan birini etkisiz hale getiren 43 yaşındaki Suriye asıllı Avustralyalı esnaf Ahmed el-Ahmed'i resmettiği duvar resminin yanında poz veriyor. (AP)
Sokak sanatçısı Jarrod Grech, Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda saldırganlardan birini etkisiz hale getiren 43 yaşındaki Suriye asıllı Avustralyalı esnaf Ahmed el-Ahmed'i resmettiği duvar resminin yanında poz veriyor. (AP)

Avustralya’nın Bondi Plajı’nda düzenlenen saldırıda iki silahlı saldırgandan birine müdahale eden ve ‘kahraman’ olarak nitelendirilen Ahmed el-Ahmed, daha fazla can kaybını önlemek için böyle davrandığını söyledi. Şarku’l Avsat’ın İngiliz haber ajansı PA Media’dan aktardığına göre, söz konusu açıklama olayın ardından yapıldı.

Sidney'de esnaf olan Ahmed el-Ahmed'in, kendisi vurulmadan önce silahlı saldırgan Sajid Akram'ı etkisiz hale getirdiği görüntüler tüm dünyaya yayıldı.

t
Avustralya'nın Sidney kentindeki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırının kurbanlarını anmak için Bondi Plajı'na bırakılan çiçek buketlerinin yanında duran insanlar (Reuters)

14 Aralık’ta Bondi Plajı’ndaki Archer Park’ta, Hanuka Bayramı’nı kutlamak için bir araya gelen bini aşkın kişinin bulunduğu kalabalığa iki silahlı saldırganın ateş açması sonucu 15 kişi hayatını kaybetti, onlarca kişi yaralandı.

Saldırganlardan biri olduğu öne sürülen Naveed Akram’a 59 ayrı suçlama yöneltilirken, diğer saldırgan olan babası Sajid Akram polis tarafından öldürüldü.

ABD merkezli CBS televizyonunda yayımlanması planlanan röportajda, müdahalesi sırasında dört kurşunla yaralanan Ahmed, amacının yalnızca daha fazla insanın hayatını kurtarmak olduğunu söyledi.

Ahmed, “Tek hedefim silahı elinden almak, bir insanı daha öldürmesini engellemek ve masumların hayatını kurtarmaktı. Birçok kişiyi kurtardığımı biliyorum ama hayatını kaybedenler için büyük üzüntü duyuyorum” ifadelerini kullandı.

Öte yandan, Sidney’deki saldırının kurbanlarının aileleri bugün yayımladıkları açık mektupta, federal düzeyde daha fazla adım atılması çağrısında bulundu. Aileler, Avustralya’da son 30 yılın en kanlı toplu silahlı saldırısına yol açan olayda, artan antisemitizmin ve güvenlik önlemlerindeki yetersizliklerin soruşturulmasını istedi.

Bondi Plajı’nda 14 Aralık’taki Hanuka Bayramı kutlamalarını hedef alan saldırıda 15 kişinin öldürülmesi ve 40 kişinin yaralanmasına ilişkin olarak iki saldırgan hakkında çeşitli suçlamalar yöneltiliyor.

Avustralya Başbakanı Anthony Albanese’ye hitaben kaleme alınan açık mektupta, hayatını kaybeden ve yaralananların yakınlarından oluşan 17 aile, Kraliyet Komisyonu olarak bilinen federal düzeyde bir soruşturma başlatılması çağrısı yaptı. Mektupta, 2023’te İsrail ile Hamas arasında başlayan savaşın ardından Avustralya’da antisemitizmin neden arttığının ve güvenlik kurumlarının bu süreçteki ihmallerinin incelenmesi talep edildi.

dfgthy
İsrail'in Aşdod kentinde düzenlenen cenaze töreninde, Avustralya'ya göç eden ve Sidney'deki Bondi Plajı'nda Hanuka Bayramı kutlamaları sırasında meydana gelen silahlı saldırıda öldürülen 27 yaşındaki Fransız Yahudi Dan Elkayam'ın tabutunu taşıyan İsrailliler, 25 Aralık 2025 (Reuters)

Kraliyet komisyonları, Avustralya’da kamu soruşturmalarının en güçlü biçimi olarak kabul ediliyor. Bu komisyonlar, delilleri kasıtlı olarak saklayan tanıkların hapis cezasına çarptırılabilmesine olanak tanıyor. Ancak Başbakan Anthony Albanese, kurban aileleri, Yahudi toplumu liderleri ve muhalefet milletvekillerinden gelen kraliyet komisyonu kurulması yönündeki çağrılara karşı çıkmayı sürdürdü. Albanese, bu tür bir soruşturma yoluyla sonuçlara ulaşmanın yıllar alacağını savundu. Bunun yerine Albanese, emekli üst düzey kamu görevlisi Dennis Richardson’ın yürüteceği bir soruşturmanın şartlarını açıkladı. Söz konusu incelemenin, saldırıya yol açan süreçteki olası prosedür ve mevzuat eksikliklerini ele alacağı belirtildi. Saldırının, DEAŞ’ın ideolojisinden esinlenmiş olabileceği iddiaları da soruşturma kapsamında değerlendirilecek. Bu soruşturmanın raporunu gelecek yılın nisan ayında sunması bekleniyor.