Barışçıl gösterilerden kanlı savaşa: 10’uncu yıldönümünde Suriye Devrimi

Mayıs 2011'de Baniyas şehrinde düzenlenen rejim karşıtı protesto gösterisinden (AFP)
Mayıs 2011'de Baniyas şehrinde düzenlenen rejim karşıtı protesto gösterisinden (AFP)
TT

Barışçıl gösterilerden kanlı savaşa: 10’uncu yıldönümünde Suriye Devrimi

Mayıs 2011'de Baniyas şehrinde düzenlenen rejim karşıtı protesto gösterisinden (AFP)
Mayıs 2011'de Baniyas şehrinde düzenlenen rejim karşıtı protesto gösterisinden (AFP)

Sevsen Mehanna
Suriye’nin Dera vilayetinde 15 yaşlarındaki bir grup çocuk, okullarının duvarlarına yazdıkları, özgürlük çağrısı yapan ve rejimin düşmesini isteyen sloganların, Suriye halkı üzerinde büyük etkiler yaratacağını, devrim ateşini yakan bir kıvılcıma dönüşeceğini ve özellikle de güvenlik güçleri tarafından acımasız yöntemlerle tutuklanıp işkence görmelerine neden olacağını asla düşünemezlerdi. Tüm bunlar, 26 Şubat 2011'de başladı.
Suriye'nin güneybatısında bulunan ve 18 Mart 2011'de ‘devrimin beşiği’ haline gelen Dera’da halk, el-Ömeri Camii meydanında, tutuklu çocukların serbest bırakılması ve bir takım reformlar yapılması taleplerini dile getirdikleri bir protesto gösterisi düzenledi. ‘Şeref Cuması’ olarak adlandırılan bu ilk gösteride, Mahmud el-Cevabira ve Husam Ayyaş hayatlarını kaybettiler. Kriz büyüdü ve protesto gösterileri ülkenin diğer şehirlerine de sıçradı. Bir rejim askeri, Dera kırsalındaki Sanemeyn şehrinde protestocuların üzerine rastgele ateş açarak 20'den fazla göstericinin ölümüne, yaklaşık 40 göstericinin ise yaralanmasına neden oldu.
Bu haberin ardından ayaklanan halk, eski Devlet Başkanı Hafız Esed’in heykellerinden birini yıkarken mevcut Devlet Başkanı Beşşar Esed'in resimlerini yırttılar. Dera’nın Tahrir Meydanı'nda insanları şok eden sahneler yaşandı. Yerel ve uluslararası televizyon kanalları, Suriyeliler arasındaki korku bariyerinin yıkıldığını göstermek istercesine bu sahneleri tekrar tekrar yayınladılar.
Ancak rejim, halkın taleplerine yanıt vermek yerine üzerlerine gerçek mermilerle ateş açıyordu. Yüzlerce kişinin ölmesi ve yaralanması, muhalif gençleri ve ordudan ayrılan askerleri, Suriye devrimi öyküsünde yeni bir sayfa açmak için silahlanmaya itti.
 
Yerinden edilmeler ve mültecilik
10’uncu yılına girmek üzere olan Suriye devrimi Suriyelileri nereye taşıdır? Suriye’nin şehirlerine verilen zararın boyutu nedir? Zorla yerinden edilmeler demografik değişikliğe neden oldu mu?
Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) tarafından yayınlanan en son istatistiklere göre Mart 2011'de Suriye devriminin başlamasından 1 Mart 2020'ye kadar 28 bin 316'sı kadın, 29 bin 257’si 18 yaşın altındaki çocuklar olmak üzere 226 bin 247 sivil hayatını kaybetti. Bununla birlikte 14 bin 391 kişi işkence ile öldürülürken 146 bin 825 kişi hala tutuklu bulunuyor. 98 bin 279 kişiden ise haber alınamıyor.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne (SOHR) göre Esed rejiminin savaş uçakları ve helikopterleri 20 Kasım 2014’ten 1 Mart 2020'ye kadar, 162 bin 400'den fazla hava saldırısı düzenledi. Savaş uçakları en az 83 bin 895 hava saldırısı düzenlerken helikopterler, Suriye’nin çeşitli bölgelerine 78 bin 505'den fazla varil bombası attılar.
Silahsız insanlara yönelik bu hava saldırıları ve bombardımanlar, dünyanın tanık olduğu en büyük mülteci krizine ve milyonlarca Suriyelinin yerinden edilmesine yol açtı.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Bürosu (UNHCR) Suriye’de çatışmaların başladığı Mart 2011’den bu yana kadın, erkek, çocuk tüm Suriyelilerin birçok kez zorla yerlerinden edildiklerini aktardı. Suriyeliler, bugün dünyanın en büyük mülteci grubunu oluşturuyor.  2011 yılından bu yana Lübnan, Ürdün, Irak ve diğer ülkelerde güvenli bir yer arayışı içinde 5.6 milyondan fazla insan Suriye'den kaçmak zorunda kaldı. Milyonlarcası ise kendi ülkelerinde mülteci oldu. İstatistiklere göre 2011 yılında nüfusu 1 milyon olan Rakka şehrinin nüfusunun, Şubat 2017’de koalisyon güçlerinin girişiyle 150 bine düştü. Ayrıca 13.1 milyon kişi muhtaç durumda. 6.6 milyon kişi ülke içinde mülteci konumunda. Ulaşılması zor, kuşatılmış bölgelerde ise 2.98 milyon kişi yaşıyor.
Avrupa ülkeleri Suriyeli göçmenleri komşu ülkelerde tutma konusunda oldukça istekliler. Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki anlaşmada Türkiye, altı milyar dolar yardım karşılığında Yunanistan'dan sürülen sığınmacıları geri almayı kabul etti. Türkiye, 3.3 milyondan fazla kayıtlı Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor. Lübnan'da ise, resmi kamplar olmadığı için mültecilerin yaklaşık yüzde 70'i yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Lübnan’da bir milyondan fazla kayıtlı Suriyeli mülteci, ülke geneline dağılan 2 bin 100'den fazla yerleşim biriminde hayatlarını sürdürüyorlar.
Ülke içinde yerinden edilmiş kişiler ve komşu ülkelerden gelen mülteciler için istikrarlı ve erişilebilir bölgelere geri dönüş işlemleri hala devam ediyor. Ocak 2016 - Eylül 2019 tarihleri arasında, Mısır, Irak, Ürdün, Lübnan ve Türkiye'den 209 binden fazla mülteci gönüllü olarak ülkelerine geri döndü.
UNHCR, dünyadaki Suriyeli mültecilerin durumu hakkında yayınladığı son istatistiklerde Suriyeli mültecilerin yüzde 75,2'sinin bir gün ülkelerine dönmeyi umduğunu belirtti. Ancak, bunların yüzde 69,3'ü bir yıl içinde geri dönmeye sıcak bakmıyor. Geri dönmek istemeyenler ise güvenlik ve huzur ortamının kaybolması, tutuklama, işkence veya zorla askere alınma gibi çeşitli tehlikelere maruz kalmaktan çekiniyorlar.
 
Demografik değişim
Suriye halkının yerinden edilmesinin ve mülteci olmalarının, bazı şehirlerde ve bölgelerde demografik değişim ve değişen demografik özellikler gibi birçok ciddi yansımaları olmuştur.
Independent Arabia’ya konuşan, sınır bölgesi Asel el-Verd’den Suriyeli muhalif ve aktivist Sair eş-Şeyh Ali, “İranlıların devrimden önce, bölgesinin, özellikle de Emevi Camii'nin yakınlarındaki Hz. Hüseyin'in kızı Seyyide Rukiye’nin kabrinin bulunduğu türbe başta olmak üzere Seyyide Zeyneb ve eski Şam bölgesindeki Şiiler için önemli noktaları kontrol etmeye ve burada gayrimenkuller satın almaya başladılar. Suriyelilerin çoğu, devrim sırasında İranlıların bu noktalarda tam kontrol sağlayana kadar bunun farkına varamadı” ifadelerini kullandı. İran ve Hizbullah’ın Suriye'deki birçok bölge üzerindeki kontrolleri sayesinde açık bir şekilde nüfuzları olduğu düşünen Şeyh Ali, bu nüfuzun özellikle uyuşturucu, haşhaş ve her türlü kaçak malların taşınmasında ana arter görevi gören Lübnan sınırı bölgelerinde olduğunu ve bunun Lübnan'dan Suriye'ye silah taşımacılığını kolaylaştırdığını ve hızlandırdığını belirtti.
Suriye'ye nasıl uyuşturucu taşındığıyla ilgili olarak ise Şeyh Ali, “İranlılar ve Hizbullah üyeleri, askeri hatlardan geçme avantajına sahipler ve asla aranmalarına veya engellenmelerine izin verilmediği için özel muamele görüyorlar” dedi.
Suriye rejimi, İran ve Hizbullah’ın Suriye’nin bazı bölgelerinde mezhepçilik ve demografik değişim için çabaladığına inanan Şeyh Ali, ancak Sünnilerin bu büyük nüfuzu güçleştirdiklerini söyledi. Fakat bununla birlikte uzak köylerdeki bazı ailelerin fakirliklerinden yararlanan İran'ın maddi girişimleri nedeniyle Suriye’de ‘Şiilik konusunun devrimden önce başladığını’ da sözlerine ekliyor.
Washington merkezli düşünce kuruluşu Atlantik Konseyi’nin (Atlantic Council) Suriye’deki demografik değişimin kurumsallaşmasıyla ilgili 4 Nisan 2019'da yayınlanan raporuna göre 2011'den önce Suriye nüfusunun 21 milyon kişi olduğu tahmin ediliyor. Ancak sekiz yıl süren çatışmada beş milyon kişi ülkeden kaçarken İdlib ile ülkenin kuzeyi arasında altı milyondan fazla insan ülke içinde mülteci oldu. Bu yerinden edilmeler, sadece savaşın bir sonucu değil, aynı zamanda rejimin ve müttefiklerinin ülkenin kontrolünü yeniden kazanmaya yönelik stratejisinin özel hedeflerinden biri. Rejim Humus, Şam, Halep ve yakınlardaki kırsal kesimde demografik değişim sağlamak için büyük bir zorla yerinden edilme gerçekleştirdi. Kendisine yakın olanları ise Şam'da ev vererek ödüllendirdi. Muhalifleri ise ülkenin diğer tarafına zorla yerlerinden etti. Bu, rejimin savaşın sona ermesinin ardından ülke üzerindeki kontrolünü güçlendirmeye yönelik vazgeçilmez taktiğidir.
Rapor şöyle devam ediyor;
“Nisan 2017'de, uzun zamandır tartışılan ez-Zabadani, Medaye, Keferye ve Fua şehirleri üzerinde büyük bir anlaşmaya varıldı. Bu anlaşmaya 2015 yılında varılmıştı, ancak 2017'ye kadar uygulanamadı. Heyet-i Tahriru'ş-Şam (HTŞ) ve Ahraru’ş-Şam gibi aşırılık yanlısı gruplar ile rejim ve rejimin müttefikleri olan Hizbullah ve İran tarafından imzalandı. Anlaşmada, imzacılar arasında esir takası yapılması ve Şam kırsalındaki Medaye ve ez-Zabadani sakinleri karşılığında İdlib kırsalındaki Keferye ve Fua sakinleri arasında bir değişim öngörülüyordu. İran muhalefetle uzlaşı anlaşmalarının önemli bir parçasıydı. Müzakerecilerini, rejimin çıkarlarının temsil edilmesini sağlamak için muhaliflerle çalışmaya gönderecekti. Örneğin, yukarıda geçen dört şehir ile ilgili anlaşma, esasen Şii rejimi yanlılarını başkente yaklaştırırken Suriye rejimi ve İran'ı güçlendirdi. Anlaşma, Şam kırsalındaki Doğu Guta'nın muhalif sakinlerini bölgeyi boşaltmaya ve İdlib'e taşınmaya zorladı. İran, bu anlaşmalarda rol oynayarak, savaş sonrası Suriye'de nüfuz sağlamaya ve bölgesel çıkarlarını korumaya çalıştı.
 
Tanıklık
Suriye Özel Kuvvetleri’nden kaçan eski bir subay olan Ahmed ellerini ‘masumların kanına bulamayı reddettiğini’ söyleyerek “Çünkü bu kan, sadece baskıcı ve zalim rejime karşı seslerini yükselten Sünnilerin kanıydı” diye konuştu.
Ordudan ayrılmadan önce güvenlik toplantılarına katıldığını belirten Ahmed, “Rejime ve yardımcılarına karşı çıkanlarla ilgili söylenenleri duyuyordum. Devrimin barışçıl halk ayaklanması olduğunu hepimiz biliyorduk. Güvenlik birimlerinin Suriye’deki tüm mezheplere adaletsiz davrandığından bahsediyorduk. Ancak rejim, devrimin patlak vermesinden bu yana mezhepçiliği teşvik etti. Maalesef güçlü yayınları ve medyası sayesinde başarılı oldu” dedi.
Hizbullah’ın 2013 yılında rejimin yanında Suriye savaşına katılımıyla ilgili olarak ise Ahmed, “Hizbullah 2012 yılının başlangıcında Şam’ın kuzeybatısındaki Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bölgede görev yapanların bilgi dahilinde paralı askerlerini getirdi. Buradan da Dera ve İdlib’deki özel kuvvetler birliklerine dağıtıldı. Rejim, kendilerine verilen devrime İslami bir boyut kazandırılması görevini yerine getirebilmeleri için radikal İslamcıları hapishaneden çıkararak onlara yardımcı oldu” dedi.
Suriye topraklarında yaşanan demografik değişim hakkında da Ahmed şunları dile getirdi;
“Rusya, Zabadani, Vadi Barada ve Şam’ın mahallelerinden başlayarak yerinden etme ve demografik değişim politikasını izledi. İdlib’e sürgün etme politikasını izlediler. Yıkılan ve terkedilen kasabaların İran, Hizbullah ve diğer milislere devredilmesinin yanı sıra Pakistan’dan ve başka yerlerden Şii aileleri getirerek Suriye vatandaşlığı verdiler. Lübnan'a mülteci olarak ölümden kaçmak için girdim. Ancak Lübnan ordusunun istihbarat birimi tarafından, Suriye ordusuna karşı savaşmak ve ondan kaçmak suçlamasıyla tutuklandım.”
Suriye halkının devrimi devam ettirmeye yönelik tutumuna ilişkin Ahmed şöyle konuştu;
“Devrim, babası, annesi veya kardeşi bu rejim tarafından öldürülen bir çocuk olduğu ve Fatimiyyun Tugayı tarafından temsil edilen Lübnanlı ve Iraklı Şii milisleri topraklarında kaldığı sürece devam edecektir.”
 
Yıkımın maliyeti
Birleşmiş Milletler Eğitim ve Araştırma Enstitüsü’nin (UNITAR) 18 Mart 2019'da Suriye'deki şehirlerin ve kent merkezlerinin savaştan gördüğü zararı ortaya koyan bir harita yayınladı.
Uydu görüntüleri analiz edilerek oluşturulan harita, Suriye’nin çeşitli bölgelerindeki yıkımı ve yoğunluğunu gösteriyordu. Yıkım büyüktü. Halep, İdlib, Deyrizor, Dera, başkent Şam ve çevrelerindeki bölgelerde yıkılmış veya hasar görmüş bina sayısı 125 bin 122 olarak açıklandı.
Öte yandan Dünya Bankası'nın 2017 tarihli Savaşın Bedeli (The Toll of War) isimli raporuna göre Suriye savaşının maddi kayıplarının yaklaşık 226 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Oysa ‘World Vision’ adlı organizasyon tarafından yapılan bir araştırmada bu kaybın 2016 sonuna kadar 689 milyar dolar olduğu tahmin edildi.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre, yıllık finansal kayıplar her yıl artış eğilimi gösteriyor. Savaşın başlangıcından 2015'in sonuna kadar giderek artan kayıpların 259.6 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. BM Batı Asya Ekonomik ve Sosyal Komisyonu (ESCWA) tarafından yapılan bir araştırma, askeri ve güvenlik güçlerinin kayıpları dışında gayrisafi yurt içi hâsılada (GSYİH) 169,7 milyar dolar kayıp ile sermaye piyasasında 89,9 milyar dolarlık zarar olduğunu ortaya koydu.
Bununla birlikte yaklaşık 400 milyar dolara mal olacağı tahmin edilen ülkenin yeniden imarı ise rejimin karşı karşıya olduğu en büyük zorluklardan biri.



İsrail, erzak almaya giden Filistinlileri katlediyor: En az 60 kişi öldürüldü

İsrail ordusunun 7 Ekim 2023'ten beri düzenlediği saldırılarda öldürülen Filistinlilerin sayısı 55 bini geçti (Reuters)
İsrail ordusunun 7 Ekim 2023'ten beri düzenlediği saldırılarda öldürülen Filistinlilerin sayısı 55 bini geçti (Reuters)
TT

İsrail, erzak almaya giden Filistinlileri katlediyor: En az 60 kişi öldürüldü

İsrail ordusunun 7 Ekim 2023'ten beri düzenlediği saldırılarda öldürülen Filistinlilerin sayısı 55 bini geçti (Reuters)
İsrail ordusunun 7 Ekim 2023'ten beri düzenlediği saldırılarda öldürülen Filistinlilerin sayısı 55 bini geçti (Reuters)

İsrail askerleri, Gazze İnsani Yardım Vakfı'na (Gaza Humanitarian Foundation/GHF) ait yardım noktalarında Filistinlileri öldürmeye devam ediyor.

Gazze’deki sağlık yetkililerine göre İsrail askerleri, çarşamba günü düzenledikleri saldırılarda, çoğu ABD-İsrail ortaklığıyla yürütülen GHF’nin yardım dağıtım noktalarında erzak almaya çalışan en az 60 Filistinliyi öldürdü.

Sağlık yetkilileri, Gazze'nin merkezindeki Netzarim yakınlarında GHF tarafından işletilen gıda dağıtım merkezine yaklaşan en az 25 kişinin öldürüldüğünü, onlarca kişinin de yaralandığını aktarıyor.

Ayrıca Gazze'nin Mısır sınırındaki Refah'ta yer alan diğer GHF dağıtım merkezine giden en az 14 Filistinlinin de İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu öldürüldüğü aktarılıyor. Salı günü de İsrail askerleri, GHF tesislerinin çevresinde 17 Filistinliyi öldürmüştü.

Tartışmalı yardım kuruluşunun faaliyetleri Gazze’deki kaosu körüklerken, New York merkezli hukuk grubu Anayasal Haklar Merkezi, GHF'nin "İsrail'in savaş suçlarına ve Filistinlilere karşı işlediği soykırıma suç ortaklığı yaptığını” söyledi.

Kuruluşun açıklamasında, GHF’nin yasal yaptırımlarla karşılaşabileceği belirtildi:

İsrail gıdaya erişimi hem tehlikeli ve potansiyel olarak ölümcül bir silah hem de zorla yerinden etme faaliyetlerinin bir aracı haline getirmek için GHF’yle işbirliği yaptı. Eğer GHF militarize yardım operasyonlarına devam ederse, ABD'de ya da başka ülkelerde yasal sonuçlarla yüzleşmeye hazır olmalıdır.

Diğer yandan GHF de Hamas militanlarının kuruluşa ait yardım otobüsüne çarşamba gecesi saldırı düzenlediğini savundu. Yardım kuruluşu, saldırıda 5 çalışanlarının öldüğünü ve bazı kişilerin kaçırılmış olabileceğini belirtti. Hamas ise iddialara henüz yanıt vermedi.

Filistinli yetkililer, Netzarim ve Refah bölgelerindeki erzak dağıtım noktalarının "insani yardım" kisvesi altındaki ölüm tuzaklarına dönüştüğünü ve İsrail'in sivilleri kasıtlı olarak hedef aldığını savunuyor. 

İsrail ordusuysa sivillere doğrudan ateş edilmediğini ve düzenin sağlanması için uyarı atışı yapıldığını öne sürüyor.

GHF'nin kurulmasına yardımcı olan ABD'li danışmanlık firması Boston Consulting Group, geçen hafta yardım kuruluşuyla bağlarını koparmıştı. GHF’nin CEO'su Jake Wood da tarafsızlık ve bağımsızlık ilkeleriyle uyumlu bir şekilde işini yapmasının imkansız olduğunu vurgulayarak 25 Mayıs'ta istifasını açıklamıştı.

Bunun ardından şirketin başına, ABD Başkanı Donald Trump’ın dini danışmanı olan ve İsrail yanlısı tutumuyla tanınan evanjelik lider Johnnie Moore atanmıştı.

Independent Türkçe, Guardian, Times of Israel, CNN