​Beytüllahim’deki bazı kasabalarda sokağa çıkma yasağı ilan edildi

Eski Kudüs'te dün kapalı olan dükkanlar (Reuters)
Eski Kudüs'te dün kapalı olan dükkanlar (Reuters)
TT

​Beytüllahim’deki bazı kasabalarda sokağa çıkma yasağı ilan edildi

Eski Kudüs'te dün kapalı olan dükkanlar (Reuters)
Eski Kudüs'te dün kapalı olan dükkanlar (Reuters)

İsrail ordusunun koronavirüsün (Kovid-19) yayılmasını önlemek için kontrolü ele almaya hazırlandığı belirtilirken, Filistin Başbakanı Muhammed İştiyye, Beytüllahim’deki Beytüllahim, Beyt Sahur ve Beyt Cala kasabalarında sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini duyurdu.
İştiyye dün yaptığı açıklamada,  “18 Mart Çarşamba günü gece 22.00 itibariyle Beytullahim, Beyt Cala ve Beyt Sahur'da serbest dolaşım yasaklanacak. Bu üç kasabada bulunan vakaların belirlenmesi ve virüsün yayılmasının engellenmesi için halkımızın evlerinde kalmasını istiyoruz. Sağlık ve destek personeli bu uygulamanın dışındadır. Aynı zamanda Beytullahim giriş ve çıkışlara kapatılmıştır. Evde karantina altında bulunan kişilerin evden çıkmaması gerekiyor çünkü evden çıkmaları insanların hayatını tehlikeye atıyor. Bu karara kim karşı çıkarsa ilgili kanun gereğince cezalandırılacaktır” dedi.
İştiyye açıklamasının devamında, “Diğer bütün Filistin şehirleri arasında serbest dolaşımın azaltılmasına, genel merkezlerdeki personel sayısının düşürülmesine, bakan tarafından hariç tutulan durumlar dışında iller arasında seyahat edilmemesine ve her resmi ve özel kurumun personel kadrolarında azaltma mekanizması oluşturmasına karar verilmiştir. Ayrıca insanlar arasındaki teması önlemek ve serbest dolaşımı azaltmak için iller arasındaki otobüslere de kısıtlama getirilmiştir” ifadelerini kullandı.
Bunun yanı sıra İştiyye, gelecek Pazar gününden itibaren 1 aylık süreyle Filistinli herhangi bir çalışanın İsrail’e giriş ve çıkış yapmasına izin verilmeyeceğini söyledi. İştiyye’nin sözünü ettiği uygulamalar karantina altına alınan kişilerin “sorumsuz bir şekilde davranmasına” istinaden geldi. Bu sorumsuz davranışlar sadece Beytullahim şehrinde üç vaka varken Filistin topraklarında toplam vaka sayısının 44'e çıkmasına sebep oldu.
Diğer yandan Filistin Sağlık Bakanı Mey Keyle Filistinlilerden sorumluluklarını yerine getirmelerini talep etti ve Beytullahim sakinlerine seslenerek, “Geçtiğimiz gece boyunca Y kuşağından enfekte olan hastaların profilini incelememiz ve özellikle de bir kısmının sorumsuzca bu üç şehirde dolaştığını tespit etmemizin ardından salgının Y kuşağı arasında yayıldığını gözlemledik. Değerli vatandaşlar virüsün yayılmasını engellemek için sizlerden sağlıkla ilgili ya da acil durumlar dışında hiçbir şekilde etrafta dolaşmamanızı ve evlerinizde kalmanızı istirham ediyorum. Bu, bireysel ve sosyal bir sorumluluk ile yerine getirilmelidir” dedi.

İsrail’de durum
Diğer taraftan İsrailli yetkililer birçok kişinin karantina ve evde kalma ile ilgili kuralları ihlal ettiğini gözlemledi. Bu da yetkililerin koronavirüs (Kovid-19) yüzünden binlerce İsraillinin ölme ihtimaline karşı uyarıda bulunmasına sebep oldu.
İsrail kaynakları tarafından şimdiye kadar virüsün yayılmasıyla ilgilenen yetkili birimlerin, salgının yayılmasını önleme ve vatandaşlar ile tesislere gerekli donanımın sağlanması konusunda tüm faktörleri kontrol edemediği ve bunu yapmak için sadece ordunun gerekli araçlara sahip olduğu belirtildi. Söz konusu kaynaklar “Ordunun deprem ve toprak kayması gibi doğal afetlerle ve savaş durumlarıyla başa çıkmak için hazırlanmış bir iç cephe sistemi var ve sorumluluğu daha iyi üstlenebilecek başka bir birim yok” ifadelerini kullandı.
İsrail Güvenlik Bakanlığı, büyükşehirlerde 10 adet çok kapasiteli otel kiralayarak bu otelleri ‘karantina altına alınan vakalar için bir merkez’ haline dönüştürmeye başladı. Aynı zamanda otellerde bulunan personellerin salgın nedeniyle askerlerle birlikte çalışmaları için işe alındığı belirtildi.
İsrail Sağlık Bakanlığı tarafından dün akşam yapılan açıklamada, ülkede görülen toplam vaka sayısının 450’ye ulaştığı, bunlardan altısının durumunun kritik olduğu, 12 vakanın ise durumunun “orta derecede” olduğu bilgisi paylaşıldı. Aynı zamanda hastanede yatan hasta sayısının 260 hastaya ulaştığı ve yedi kişinin uygulanan tedavi sonucu tamamen iyileştiği ifade edildi.
Vakalar arasında bulunan Rishon Lezion Sulh Ceza Mahkemesi Yargıcı Mordechai Ferrer ile temasta bulunan 25 yargıcın daha evde karantina altına alındığı bildirildi. Aynı şekilde Halk Sağlığı Hizmetleri Başkan Yardımcısı Dr. Udi Kleiner ve iki çalışan, bir duruşma esnasında yargıçla temasta bulundukları için karantina altına alındı. Ayrıca İsrail İçişleri Bakanı Aryeh Deri, Tarım Bakanı Tzachi Hanegbi ve Mavi-Beyaz İttifakı'na mensup Knesset üyeleri Alon Schuster ile Ram Ben Barak da karantina altına alınanlar listesine katıldı.



12 günlük savaşın ardından İran’ı dayatılan bir savaş mı yoksa dayatılan barış mı bekliyor?

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon
TT

12 günlük savaşın ardından İran’ı dayatılan bir savaş mı yoksa dayatılan barış mı bekliyor?

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon

Araş Azizi

ABD'nin 22 Haziran'da İran'ın nükleer tesislerine düzenlediği saldırıların ve 12 gün süren İran-İsrail Savaşı’nın sona ermesinin ardından acil cevaplanması gereken bir soru ortaya çıktı: Tahran nasıl tepki verecek?

Tahran'ın bugün karşı karşıya olduğu en önemli soru ise stratejik geleceğiyle ilgili olan ‘İran, ABD üslerini barındıran komşu ülkelerle gerginliklere yol açabileceği halde ABD ile uzun soluklu bir gerilime doğru gidebilecek bir yola mı devam edecek yoksa Washington ile tarihi bir anlaşma arayışına girerek tırmanan gerginliği sona erdirecek ve devam eden savaşa bir son verecek farklı bir yol mu seçecek?’ sorusudur.

Orta yolun bir marjı olması gayet doğal karşılanabilir. İran İslam Cumhuriyeti'nin siyasi deneyimi, ‘Amerika'ya ölüm’ gibi düşmanca sloganların yanında gerektiğinde Washington ile pratik iş birliği yapma becerisine sahip olduğunu daha önce kanıtlamıştı. İran rejimi, ABD ve İsrail ile kapsamlı bir çatışmayı bir kez daha önleyerek, yaralarını sararken Batı karşıtı söylemlerini sürdürmeyi başarabilir. Fakat, özellikle sabırsızlığıyla tanınan ve daha önce reddettiği bir seçenek olarak ‘rejim değişikliği politikasını’ düşünmeye başlayan Donald Trump gibi bir ABD başkanı varken bu denge oyununu sürdürmek oldukça zorlaştı.

İran’ın krizlerle boğuşan 86 yaşındaki Dini Lideri siyasi kariyerinin sonuna yaklaşırken pek çok kişinin beklentilerini boşa çıkarmış olması son derece ironik.

İran’ı bugünkü duruma Dini Lideri (Rehber) Ayetullah Ali Hamaney getirdi. İran geçtiğimiz yıldan bu yana nükleer silaha sahip üç ülke tarafından saldırıya uğradı. Pakistan’ın geçtiğimiz yıl saldırdığı İran’a geçtiğimiz haftalarda İsrail ve ABD de saldırılar düzenledi. İran bugün İsrail'in saldırıları altında ezilirken Tahran, ABD’nin bölgedeki çıkarlarına saldırmaya karar vermesi halinde buna şiddetle karşılık verebilecek olan değişken bir ruh hali içindeki bir ABD başkanıyla karşı karşıya.

İran’ın krizlerle boğuşan 86 yaşındaki Dini Lideri siyasi kariyerinin sonuna yaklaşırken ironik olan ABD ile ilişkilerin normalleşmesini umut edenlerin de İran'ın bölgede daha güçlü bir rol oynamasını isteyenlerin de beklentilerini boşa çıkarmış olmasıdır. Hamaney, ideolojik katılık ve Batı'ya karşı sert bir düşmanlık şeklindeki bir yaklaşıma sahip. Taktik düzeyde aşırı ihtiyatlıydı. Bu çelişkinin sonucu olarak, rejim içindeki çeşitli akımlar nezdindeki itibarı zedelendi. Onun dışlanması büyük bir kurumsal şok yaratabilir, bu yüzden birçok kişi onun ölümünü beklemeyi tercih ediyor. Bununla birlikte, gerçek güç merkezlerinin iktidar içindeki diğer taraflara geçmesiyle birlikte, giderek marjinalleşebilir.

Karşı karşıya gelme seçeneği

Öte yandan Tahran'da kararları kimin verdiği önemli değil. Bu savaştan sonra İran’ın geleceği iki ana yolda şekillenecek gibi görünüyor.

İran önce, dış politika alanında tutumunu sürdürmekte ısrarcı olabilir ve dış politika alanında reddedici yaklaşımını sürdürebilir. Hatta ABD'nin bölgedeki ve uluslararası arenadaki çıkarlarını hedef alarak ABD ile çatışmayı genişletmeye çalışabilir. Ancak bu yolda ilerlemek, Tahran’ın son yıllarda, özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile, hatta uzun süredir yakın ilişkiler sürdürdüğü Türkiye ve Katar gibi ülkelerle kurmayı başardığı bölgesel ilişkiler ağını zedeleme riski taşıyor.

Bu ilişkilerle ilgili kayıp önemsiz bir kayıp olmaz. Riyad ve Abu Dabi ile ilişkilerin yeniden başlaması, İran rejimine yönelik tecridin azalmasına katkıda bulunmuş ve son dönemde İran'ın en önemli diplomatik başarılarından biri olmuştu. Bu durum, Washington ile yakın ortaklığına rağmen, İsrail ve ABD’nin İran'a yönelik saldırılarını kınamaktan çekinmeyen Suudi Arabistan'ın tutumunda açıkça görülüyordu.

Ayrıca İran, dışişleri bakanları düzeyinde yapılan tekrarlı toplantıların ardından Mısır ve Bahreyn ile ilişkilerini yeniden kurma yolunda ilerliyordu. Hatta İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi’nin Kahire sokaklarında dolaşırken Mısır mutfağına olan sevgisini coşkuyla anlatması artık alışılmış bir manzara haline gelmişti. Dolayısıyla, bölgesel bir savaşa sürüklenerek Arap ülkeleriyle olan bu dostluğunu kaybetmek Tahran için ağır bir darbe olur.

Eğer savaş çıkarsa, İran büyük olasılıkla kendini tek başına savaşırken bulacak. Bazı ideologların sert söylemlerine ve vaatlerine rağmen, Rusya veya Çin'in Tahran'a doğrudan destek verme olasılığı yok. Moskova, iki ülke arasındaki ilişkilerin en yakın olduğu dönemde bile İsrail'in Suriye'deki İran güçlerini hedef almasına izin verdi ve Tahran'ın talep ettiği hava savunma sistemlerini sağlamayı reddetti. Çin ise, ABD ile küresel bir çatışmaya girse bile, Ukrayna için yapmadığı gibi İran'ı da savunması söz konusu değil.  Böylece, stratejik açıdan İran izole kalacak ve içerde geniş bir destek bulamayacağı kesin olan bir savaşla karşı karşıya kalmış olacak.

İran rejiminin destekçileri, uzun ve eşit olmayan savaşlarda rejimin direnme kabiliyetiyle gurur duysalar da rejim artık ilk yıllarında sahip olduğu esnekliğe sahip değil. Son yıllarda yaşanan bir dizi bölgesel ve uluslararası değişim, ‘direniş ekseni’ olarak bilinen yapının dağılmasına yol açtı. Bu eksenin merkezi ve en belirgin örneği, geçtiğimiz yıl halk ayaklanması karşısında çöken Beşşar Esed rejimiydi. İsrail de bu eksenin geri kalan bileşenlerinin parçalanmasında önemli bir rol oynadı.

Irak'ta Tahran'a yakın Şii milisler ABD üslerini hedef alabilirler, ancak özellikle seçimler yaklaşırken ülkeyi yeniden topyekûn bir savaş ortamına sürükleyen bir izlenim vermemeye özen göstereceklerdir. Arap dünyasında daha geniş bir sahnede ise çoğu ülke kalkınma ve ekonomi önceliklerini benimsiyor. Körfez ülkelerinden ve ABD'den yatırım çekmeye çalışıyor, bu da onları İran ile İsrail arasındaki silahlı çatışmaya dahil olmaya hazırlıksız kılıyor.

Bu yüzden Arap ülkelerindeki Tahran ile ittifak halinde olan milislerin ABD'ye karşı açık bir savaşa girmeleri için siyasi alan daralıyor. Bu da Hizbullah'ın tırmanışa katılmakta tereddüt etmesini açıklıyor. Yemen'deki Husiler ise şu anda ABD ve Suudi Arabistan ile ayrı ayrı ateşkes anlaşmaları yapmaktan yararlanarak, doğrudan çatışmanın dışında kalıyor.

Mevcut seçenekler pek cazip olmasa da Hamaney kendini ‘dayatılan bir savaş ya da dayatılan bir barış’ şeklinde iki seçenek arasında seçim yapmak zorunda bulabilir.

Alternatif yol

Askeri gerilim olasılıklarının yarattığı bu karanlık gerçeklik karşısında, İran rejimi en uygun seçeneğin savaş mantığından uzaklaşmak ve alternatif bir yol izlemek olduğunu düşünebilir. Başkan Trump'ın İran'ın nükleer programı ve Batı'yı endişelendiren diğer konuları kapsayan kalıcı bir anlaşma müzakere etmeyi amaçlayan ilk girişimini ciddiye alabilir ve Trump'ın ekonomik refah yoluna girme teklifinden yararlanmayı düşünebilir.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre ABD'nin İsrail'in İran'a yönelik saldırılarını onaylaması ve bu saldırılara doğrudan katılması, Tahran'da Başkan Trump'ın samimiyeti konusunda derin şüpheler uyandırdığına şüphe yok. Bu durum, önceki turlarda müzakereleri hedef almaktan çekinmeyen bir başkanla müzakerelerin yeniden başlatılmasının yararlılığı konusunda ciddi soruların sorulmasına neden oluyor.

Abbas Arakçi ile Trump'ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Stephen Witkoff arasında beş turluk nükleer konulu müzakereler yapıldıktan sonra Trump, İran tarafının kendisiyle oynadığını düşündü. Zaman geçtikçe, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun tavsiyeleri kararlarını etkilemeye başladı. Beşinci turdan sonra, İran'ın müzakere stratejisini destekleyenler ‘saldırgan diplomasi’ politikasıyla övünmeye başladılar. ABD’nin dayattığı herhangi bir anlaşmayı ‘reddetme’ ilkesine dayalı bir tutum benimsediklerini açıkladılar. Bu yüzden Trump'ın kasıtlı manevralar olarak gördüğü bu durum karşısında sinirlerine hakim olamaması şaşırtıcı değil.

İran’ın kalıcı bir anlaşmaya varmak için en iyi seçeneği, yeni arabuluculara kapılarını açmak olabilir. Umman, Tahran ile Washington arasındaki diyaloğu kolaylaştırmada önemli ve belirgin bir rol oynarken, Suudi Arabistan, sahip olduğu siyasi nüfuz ve bölgesel ağırlığıyla, müzakere sürecini kesin sonuçlara doğru itmek için daha etkili ve ciddi bir garantör olabilir. Riyad, Başkan Trump'ın yurt dışı gezilerinin ilk durağıydı. Bu bağlamda Trump ile İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ı bir araya getirecek yeni bir barış zirvesine ev sahipliği yapabilir ve belki de en önemlisi, çatışmayı sona erdirecek bir müzakere anlaşmasının temellerini atabilir.

İran’ın Dini Lideri Hamaney, ABD’nin İran’daki nükleer tesisleri hedef alan saldırılarından önce sert bir konuşma yaparak İran'ın ne dayatılan bir savaşa ne de dayatılan bir barışa teslim olacağını bir kez daha vurguladı. Hamaney, konuşmasında meydan okuyan bir ton kullansa da yüzünde yorgunluğun izleri vardı ve ülkesini büyük bir savaşa sürüklemeye hazırlanan bir lideri değil krizlerden yıpranmış bir lideri andırıyordu. Belki de artık bu yaşlı adamın uzun kariyerinin sonuna yaklaştığını kabul etmesinin zamanı gelmiştir. Mevcut seçenekler cazip olmasa da Hamaney kendini ‘dayatılan savaş ya da dayatılan barış’ şeklinde iki seçenek arasında seçim yapmak zorunda bulabilir.