Suriyeli siyasetçi yazar Fayiz Sare: Suriye, bölgesel ve uluslararası güçlerin bölüştüğü işgal altındaki bir yapı haline geldi

Sare’ye göre Suriyelilerin problemi, Esed’e alternatif rejim oluşturamamaları (AFP)
Sare’ye göre Suriyelilerin problemi, Esed’e alternatif rejim oluşturamamaları (AFP)
TT

Suriyeli siyasetçi yazar Fayiz Sare: Suriye, bölgesel ve uluslararası güçlerin bölüştüğü işgal altındaki bir yapı haline geldi

Sare’ye göre Suriyelilerin problemi, Esed’e alternatif rejim oluşturamamaları (AFP)
Sare’ye göre Suriyelilerin problemi, Esed’e alternatif rejim oluşturamamaları (AFP)

Suriyeli siyasetçi yazar Fayiz Sare, Suriye muhalefetinin önde gelen isimleri arasında yer alıyor. Kasım 1970’de Hafız Esed’e karşı düzenlenen ilk protestolara katılma ve 1978’de rejime muhalif örgütlerin faaliyetlerinde yer alma gerekçesiyle hapis yatan Sare, oğul Esed döneminde de Ocak 2008’de Şam Baharı’nın aktivistleri arasında yer alma suçlamasıyla iki buçuk yıl hapis yattı.

Esed rejimi bağımlıdır
Konuşmasına devrimin başlangıcı ile Suriye’nin mevcut durumu arasında bir kıyaslama yaparak başlayan Sare;
Tek tek sayması zor, birçok ve büyük farklar var. Bu nedenle devrimin başlangıcı ile Suriye’nin mevcut durumu arasındaki farklarla ilgili 3 nokta üzerinde duracağım.
Birinci nokta, karşımızda artık bildiğimiz Suriye yok. Bilakis, bölgesel ve uluslararası güçlerin bölüştüğü işgal altındaki bir yapıyla karşı karşıyayız. Yani Rusya ve İran milislerini kastediyorum. Esed rejimi, kendisini koruması ve düşüşünü önlemek için bu güçleri çağırdı. Geriye kalanlar ise sahadaki ve siyaset alanındaki gelişmelerin bir sonucu olarak geldi. Bu hususta dini ve milliyetçi radikal örgütlerin yanı sıra muhalif grupların özellikle de kendisine destek verenlerin çıkarlarını Suriye ve Suriye halkının çok çok üstünde tutan silahlı yapıların rolünü göz ardı etmemek gerekir. Destek verenlerden kastım da Suriye’de geçici hakimiyeti bulunan ABD ve Türkiye’dir.
İkinci nokta, iki temel grup arasında artık ortak bir pozisyon yok. Halkın oluşturduğu ilk grup içinde siyasi ve kanaat önderleri ile teşkilatlar yer alıyor. Rejimin oluşturduğu ikinci grubun kapsamında ise destekçiler, askeri ve güvenlik kurumları yer alıyor. Birinci grubun temel hedefi rejimi değiştirmek ve yerine bütün Suriyelilere eşitlik, adalet ve özgürlük sunacak demokratik rejimi kurmaktı. İkinci grubun hedefi ise rejimin düşmesini engellemek ve devrimcileri rejimin ahırına geri döndürmekti. Ancak bugün ana hedeflerin boyutu aynı olmadığı gibi destekleyicileri de yok. İki grubun da farklı hesapları var. Bazen de statükonun korunması amacıyla ortak hedef üzerinde birleşirler. Bu ortak hedef ise, çatışmanın her iki tarafında yer alan savaş lordlarının ve bu iki gruptan faydalananların gösterdiği hedeftir.
Üçüncü nokta ise, Suriyeliler (halkı ve rejimi) devrimin patlak verdiği sırada Suriye’nin geleceğini belirleyecek etkili güç konumdaydı. Bugün bu tablo tamamen değişmiş vaziyette. Zira Suriyelilere kendilerinin ve ülkelerinin kaderini eski haline döndürme imkanının hatırlatılmasının bir etkisi yok. Esed rejimi, kararlarında tamamen Rus ve İranlılara bağlı. Söz konusu kararlar sadece siyasi, askeri ve güvenlik kararıyla sınırlı değil. Bilakis, Rus ve İranlıların mevcut durumunu ve geleceğe etki edecek her türlü kararı kastediyorum. Muhalefetin ise konuşma hakkı olmadığı gibi etki yaratma, güç ve mecali de yok. Muhalefet sadece destek verenlerin yörüngesinde dönen bir vızıltı.
 
 Siyasi girişimlerin başarısız olması
Suriye’deki siyasi girişimlerin ve müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanmasının sebeplerine değinen Sare, konuşmasını şöyle sürdürdü;
Suriye’deki siyasi girişimlerin ve bütün müzakerelerin çıkmaza girmesinin sebebi rejimdir. Bunu siyaseten muhalefet etmek için değil, bilakis rejimin 10 yıldır süren devrim döneminde ve ondan önceki 10 yıllık süreçte Suriyelilerle kurduğu ilişkinin gerçekliğinden hareketle söylüyorum.
Beşşar Esedi’in iktidara geldiği 2000 yılından bu yana Suriyeliler, ülkede reform yapma ve ülkeyi, özellikle siyasi ve ekonomi başta olmak üzere her anlamda içinde bulunduğu trajik durumdan çıkarma yönünde tekrar tekrar çaba gösterdi. Fakat rejim bunu reddetti. Hatta reddetmenin de ötesine geçerek, halk hareketini ve muhalefeti 2000-2005 arasındaki Şam Baharı dönemindeki faaliyetlerini bastırdı. Bu kapsamda kulüpleri kapattı, toplanmayı yasakladı ve her türlü faaliyete sıkı sansürler uyguladı. Rejim bu eylemleriyle Suriyelilerle uzlaşmayı reddetti. Rejimin bu reddedici tavrı devrimin başında da tekrarlandı. Nitekim göstericilerin, devrim hareketi liderlerinin, muhalif parti ve üyelerinin talepleri reddedildi ve bunlar ya öldürüldü ya tutuklandı ya da sürgün edildi.
Rejimin Suriye meselesinde çözümü hedefleyen müzakere ve girişimleri reddetmesi sadece bir reddetme eyleminden daha fazlasını ifade ediyor. Burada iki durum söz konusu: Birincisi, Rusya, Çin ve İran gibi ülkelerin verdiği destek. İkincisi, uluslararası toplumun özellikle de batının, rejimin yapıp ettikleri karşısında takındığı tavır, rejimin rehavete kapılmasına sebep oldu. Örneğin batının, rejimin kimyasal silah kullanmasının ardından sanki hiçbir şey olmamış gibi davranması buna örnektir.
 
Rejimin hiçbir hükmü ve otoritesi yok
Esed rejimi ve Suriye devriminin bugün vardığı noktayla ilgili değerlendirmelerde bulunan Sare, şunları kaydetti;
Esed rejimi ve müttefikleri ile bazıları devrimle bağlantılı olan başka çevrelere, ‘Suriyelilerin devrimi başarısız oldu ve Esed rejimi zafer kazandı’ demek tatlı geliyor. Muhtemelen bazıları rejim için zafer kutlamaları, devrim için de taziye merasimi düzenlemeyi bile düşünüyordur. Bunun Suriyelilere ve devrimlerine karşı savaşın bir parçası olduğuna eminim. Rejim ve müttefiklerini buna alıştırdık. Bu, başka açıdan büyük bir hata.
Devrimin hedefi Suriyeliler için durumu değiştirmekti ve açıkçası durum değişti. Ne Suriye artık eski Suriye ne de halkı. Aynı şekilde bölgedeki komşularına korku salan rejim de eski rejim değil. Artık hiç kimseyi korkutmuyor. Neredeyse her şey değişti. Ancak bu değişimin faturası, hem maddi hem beşeri açıdan acı ve çok büyük oldu. Bu durum Esed rejimine karşı devrimin artık gerekli ve kaçınılmaz olduğunu doğruluyor.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktadığı habere göre, yazının bundan sonraki bölümleri sahadaki gelişmelerle ilgilidir.
 
Suriyeli yazar Sare, konuşmasına şöyle devam etti;
Devrim düşünce evresinde gerçekleşti. Yani asıl kısmı gerçekleşti. Suriyeliler, devrimden korkan bir rejime karşı ayaklandılar ve rejimin yönetiminde yorgun düşen ülkelerinin gerçekliğini değiştirdiler. Ancak Suriyelilerin ve devrimlerinin en büyük problemi alternatif bir rejim inşa etme aşamasına geçememeleridir. Bu aynı zamanda devrimin ana hedefiydi. Fakat kanlı rejim ve müttefiklerinin olduğu, bölgesel ve uluslararası tarafların müdahalelerde bulunduğu, uluslararası toplumun vurdumduymaz davrandığı bir ortamda, bu kolay bir iş değil. Alternatif rejim oluşturmak vakit ve çaba ister.
Rejimin zafer kazandığı yönündeki ifadeler kuruntu ve yalanın bir çeşididir. Bugün rejim Suriye'de hiçbir şeye hükmetmiyor ve hiçbir şey üzerinde otoritesi bulunmuyor. Ancak Rus ve İranlı işgalcilerin aracılığıyla bir şeyleri halledebiliyor. Rejim, Kardaha’daki iktidar ailesinin kalesinde bile yakıt veya güvenliği sağlamak gibi küçük meseleler dahil hiçbir sorunu çözemez. Tüm bunları göz önüne alınca rejimin hangi zaferinden söz edilebilir. Beşşar’ın iktidarda kalmaya devam etmesi onun güç ve nüfuzuna dayanmıyor. Bilakis kendisine destek veren müttefiklerinin alternatif üzerinde uzlaşamaması ve uluslararası toplumun sorumluluklarını bir kenara atmasından kaynaklanıyor.
 
Suriye ve Arap dünyası arasındaki ilişkiler
Arap ülkelerinin büyük bir çoğunluğu hem baba Esed hem de oğul Esed konusunda acı ve kötü tecrübeler edindi. Suriye ve Arap dünyası arasındaki ilişkilerin geçmişi yüzlerce olay ve talihsiz örneklerle doludur. Nitekim baba ve oğul Esed dönemlerinde rejim Arap hükümetlerine, pozisyonlarına ve vatandaşlarına karşı düşmanca bir tavır benimsedi. Bunun yanı sıra Arap ülkelerinin iç işlerine müdahalede bulundular. İçişlerine müdahale ettiği devletler arasında Filistin, Lübnan, Irak, Ürdün ve Körfez ülkeleri bulunuyor.
2011’de Suriye devrimi başladığında Arap ülkelerinin çoğu, Esed rejimiyle çatışmaya mahal vermemek adına devrime destek vermekten kaçındı. Ancak bazıları farklı sebeplerden ötürü Esed rejimi ile Suriye’de çözümün sağlanması için çabaladı. Fakat rejim Arap dünyasının bütün girişimlerini reddetti ve bu durumu askeri yollardan çözmede ısrar etti. Bu da Arap dünyası ile rejimin arasındaki çatlağı daha da genişletti. Akabinde Araplar, Esed’in izlediği stratejiye ve halka karşı başlattığı savaşa karşı pozisyon aldılar. Bu pozisyon Körfez ülkelerinin çoğu tarafından destek gördü. Böylece bu ülkeler muhalefete siyasi ve ekonomik açıdan destek verdiler. Ancak bazı ülkeler silahlı oluşumları destekleme yolunu seçti. Bu oluşumların geneli radikal İslamcı örgütlerdi. Bu seçenek devrime hiç kuşkusuz zarar verdi. Bu seçenek, rejime ve müttefiklerine, devrime, ‘terörizm’ ve ‘radikal İslami gruplar’ gibi kulplar takmasına ve yalanlar uydurmasına fırsat verdi.
Rejime önemli destek verenlerin başında, İran destekli grupların iktidarda kontrolü ele geçirdiği Irak ve İran gelmekte. Lübnan yönetimi Suriye krizinde tarafsız olduğunu ilan etse de Hizbullah’ın Suriye’ye milislerini göndermesi karşısında sessiz kalarak, tarafsız olmadığını gösterdi. Suriye halkına karşı savaşmak için rejime destek sunmaya gelen Hizbullah milisleri, Suriye halkını katletti, köylerini yakıp yıktı. Irak’taki Haşdi Şabi milisleri de aynı şekilde Suriye’ye gelerek rejimin Suriye halkına karşı yürüttüğü savaşa destek verdi. Lübnan ve Irak örnekleri Arap dünyasının Suriye krizine yönelik ortak bir tutum benimseyemediğinin göstergesidir. Bu durum aynı zamanda Arap sisteminin çöktüğünün bir realitesini yansıtıyor.
 
Kürt güçler ve Suriye devrimi
Suriyeli yazar Sare’ye göre ‘Kürt güçleri’ denilen olgunun ortaya çıkmasının üç sebebi var.
Birinci sebep, devrimin silahlandırılması ve sivil faaliyetlerinin askeri faaliyetlere dönüştürülmesidir. İkinci sebep, Suriye’deki bölünmeleri, özellikle de Arap ve Kürtler arasında ırk temelli bölünmeleri körükleyen politikalardır. Üçüncü sebep, Türkiye’deki PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD’nin Suriye’deki askeri varlığını artırma çabalarıdır.
Devrimin silahlandırılması -ki rejim başından beri bunu istiyordu- Suriye krizine müdahale eden çoğu bölgesel ve uluslararası aktörlerin etnik veya din temelli bir silahlı milis örgütü kurmak için aradığı fırsatı sundu. Böylece DEAŞ ve Nusra Cephesi gibi radikal İslami örgütlerin yapıp ettiklerine karşı PYD ortaya çıkarıldı. Bu örgütün ana kadroları, Türkiye’de silahlı eylemler konusunda uzun bir deneyime sahipti. Örgütün kuruluş felsefesi Kürtlerin zulme uğradığı fikri üzerine inşa edildi.
YPG ve Suriye Demokratik Güçleri, DEAŞ ve Nusra gibi radikal İslami gruplarla şiddetli çatışmalara giriştiler. Aynı zamanda Özgür Suriye Ordusu gibi ılımlı gruplarla da çatıştılar. Her zaman rejimle belli bir düzeyde ilişkileri sürdürürken, diğer taraftan ABD ile doğrudan ve aleni bağlantılar kurdular. Türkiye’ye karşı büyük düşmanlıklar gösterdi ve en sonunda iki taraf arasında doğrudan üç büyük çatışma meydana geldi: 2016’da Fırat Kalkanı, 2018’de Zeytin Dalı ve 2019’da Barış Pınarı.
PYD yönetimi, Suriye krizine müdahale eden bölgesel ve uluslararası taraflarla yaptığı çatışmalar veya kurduğu dostluklar sebebiyle Suriye denkleminde bir problem haline geldi. Bu durum Suriye meselesinde siyasi bir çözüme ulaşmayı olumsuz etkiliyor.
 
Türkiye’nin rolü
Sare, Türkiye’nin Suriye’de bulunmasıyla ilgili de şu değerlendirmelerde bulundu;
Türkiye, Suriye’nin en önemli komşusudur. Türkiye’nin Suriye için önemi şu an olduğu gibi gelecekte de geçerli olacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin, devrim öncesinde rejim ile iyi ilişkilere sahip olmasına rağmen başından beri Suriyelilerin devrimine destek vermesi önemli ve anlaşılır bir durum. Türkiye’nin devrim öncesinde rejimi Suriye’deki durumu askeri yöntemlerden uzak bir şekilde siyasi yollarla çözmeye yönelik ikna çabaları başarısız oldu.
Son yaşanan gelişmeler, Türkiye'nin Suriye politikasında köklü bir değişime açılan kapıydı. Nitekim Türkiye, silahlı ve siyasi muhalif güçlerin ve şahsiyetlerin topraklarına girmesine izin verdi ve Suriye ile sınırları iki yönlü olarak açtı. Sınırları açma kararı, yüz binlerce Suriyelinin savaştan kurtulmasına vesile olmasına rağmen radikal İslami grupların Suriye’ye girmelerini de beraberinde getirdi. Bu grupların bazıları Türkiye’ye yerleşti. Bu da bölgesel ve uluslararası güçlerin Türkiye’yi ‘teröristleri besleme’ ve ‘Suriye’ye geçişlerine yardımcı olma’ gibi şeylerle itham etmesine sebep oldu.
Türkiye’nin Suriye’deki rolü muğlak başladığı gibi halen kafa karışıklığına neden olmaya ve çelişkili bir görüntü vermeye devam ediyor. Bunun sebebi yalnızca bölgesel ve uluslararası güçlerin Suriye meselesiyle ilgili değişken tutumlarından kaynaklanmıyor. Bu belirsizliğin arkasında Türkiye’nin iç dinamiklerinin yanı sıra Türklerin Suriye gerçekliğini ve karmaşık ilişkiler ağını anlamaması ve Suriye krizindeki gelişmeleri ve ihtimalleri yanlış değerlendirmesi bulunuyor.
Devrimin başında muhaliflere ve Suriyeli devrimci güçlere etkili ve güçlü bir ittifak sunması hasebiyle Türkiye’nin Suriye meselesinde bulunma ve rol alma arayışı doğal bir durum. Ancak Türkler bu fırsatı kendi gözetiminde bir güvenli bölge kuramaması sebebiyle kaçırdı. Bu fırsatı kaçırmasında aynı şekilde ABD ve Batı’nın kandırma ve oyalama taktileri etkili oldu. Bu da Türkiye’yi Kürt kartını kullanmaya itti. Bu elindeki son karttı. Böylece Türkiye Suriye’deki silahlı grupların ve Astana’daki ortağı Rusya ile yaptığı uzlaşının da desteğiyle üç harekat düzenledi. Türkiye iki durum aracılığıyla Suriye meselesinin çözümünde çıkarlarını sağlamak ya da en azından bunlarla çelişmemek için rol almayı umuyor.
 
Suriye'nin geleceği
Sare’ye göre, meselenin önemli olan kısmı Suriye’nin geleceği. Bunun önemini 3 maddede ele alan Sare, sözlerine şöyle devam etti;
Rejimin son 50 yılda yol açtığı sorunlar ve Suriye halkının son yıllarda biriken sorunlarının çözümüne odaklanılması gerekiyor. İkinci olarak, Rejim ve müttefikine karşı verilen kurbanların bir anlamı olması için Suriye’nin geleceğine hizmet edecek tüm olaylardan faydalanılmalıdır. Üçüncü olarak da Suriyelilerin yaşadığı dramların dünyanın başka hiçbir bölgesinde bir daha tekrarlanmaması adına uluslararası toplumla işbirliği yapılmalıdır.
Suriyeliler için gelecek mefhumunun merkezinde birçok şey katılabilir. Ancak aciliyeti bulunan meselelerden başlanılmalı. Öncelikler arasında ölümün, sürgünün ve yıkımın durdurulması, tutukluların ve kaçırılanların serbest kalması, yerlerinden edilenlerin evlerine ger dönmesi yer alıyor. Bunların gerçekleşmesi için önce silahlı çatışmanın durdurulması gerekiyor. Bu en acil ve öncelikli görevdir.
*Bu yazı, Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Gazze'nin kuzeyinde İsrail ateşiyle bir Filistinli öldürüldü... ve Refah'a hava saldırıları düzenlendi

Gazze şehrinin doğusundaki Zeytun mahallesinde, arkalarında yıkılmış binaların görüldüğü Filistinli mülteci çadırları (EPA)
Gazze şehrinin doğusundaki Zeytun mahallesinde, arkalarında yıkılmış binaların görüldüğü Filistinli mülteci çadırları (EPA)
TT

Gazze'nin kuzeyinde İsrail ateşiyle bir Filistinli öldürüldü... ve Refah'a hava saldırıları düzenlendi

Gazze şehrinin doğusundaki Zeytun mahallesinde, arkalarında yıkılmış binaların görüldüğü Filistinli mülteci çadırları (EPA)
Gazze şehrinin doğusundaki Zeytun mahallesinde, arkalarında yıkılmış binaların görüldüğü Filistinli mülteci çadırları (EPA)

Alman Basın Ajansı'na (DPA) göre bu sabah Gazze Şeridi'nin kuzeyinde İsrail güçleri tarafından bir Filistin vatandaşı öldürüldü.

Filistin Enformasyon Merkezi, yerel kaynaklara dayanarak, Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye el-Nazla'da 18 yaşında bir gencin İsrail ordusunun ateşiyle öldürüldüğünü bildirdi.

Merkez ayrıca, İsrail savaş uçaklarının Han Yunus'un doğusuna ve Refah'ın doğusuna hava saldırıları düzenlediğini ve bombalama sonucu patlamalar duyulduğunu belirtti. Ayrıca, İsrail güçlerinin Han Yunus'un doğusundaki binalarda yıkım operasyonları gerçekleştirdiğini de ifade etti.

Kaynaklar, "İsrail savaş uçaklarının bu sabah Refah'ın doğusuna, Han Yunus'a ve Gazze şehrine daha fazla hava saldırısı düzenlediğini" bildirdi.

Merkeze göre, "İsrail güçleri, 10 Ekim'de yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasını ihlal etmeye devam ediyor ve bunun sonucunda yaklaşık 390 şehit ve 1000 yaralı var."

Diğer yandan Başkan Trump'ın Gazze'deki iki yıllık çatışmayı sona erdirme planının bir sonraki aşamasına geçmek için görüşmeler devam ediyor.

Şarku’l Avsat’ın aldığı bilgiye göre plan, Gazze Şeridi'nde uluslararası "barış konseyi" tarafından denetlenen ve çok uluslu bir güvenlik gücü tarafından desteklenen geçici bir Filistin teknokrat yönetimini öngörüyor. Bu gücün oluşumu ve yetki alanı konusundaki müzakereler zorlu geçti.


Avn, Lübnan'ın Suriye ile sınırlarını belirlemeye hazır olduğunu açıkladı

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn (DPA)
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn (DPA)
TT

Avn, Lübnan'ın Suriye ile sınırlarını belirlemeye hazır olduğunu açıkladı

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn (DPA)
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn (DPA)

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn dün yaptığı açıklamada, ülkesinin Suriye ile sınırlarını belirlemeye hazır olduğunu ve Şeba Çiftlikleri sınır bölgesi üzerindeki anlaşmazlığın çözümünün daha sonraki bir aşamaya ertelenebileceğini duyurdu.

Bir basın heyetiyle yaptığı görüşme sırasında yöneltilen bir soruya yanıt olarak şunları söyledi: “Fransa bize Suriye ile olan sınırın haritalarını verdi ve onlar karar verdiklerinde sınırı belirlemeye hazırız. Lübnan komitesi hazır. Deniz sınırının belirlenmesi için bir komite ve kara sınırının belirlenmesi için başka bir komite kurabiliriz.” Sözlerine şöyle devam etti: “Suriye ile ilişkiler yavaş ama iyileşiyor ve en iyisini umuyoruz.”

İsrail ile müzakereler konusunda ise Avn şunları söyledi: “Topraklarımızı işgal eden, her gün bizi hedef alan ve oğullarımızı esir tutan bir güç var. Bunu müzakereden başka nasıl çözebiliriz?” “Herhangi bir ordu savaşa girdiğinde ve çıkmaza girdiğinde, müzakere seçeneği değerlendirilir” ifadelerini kullandı.

Lübnan heyetine Mekanizma Komitesi başkanlığına Büyükelçi Simon Karam'ı seçtiğini açıkladı; bunun nedeninin "kendisinin daha önce Amerika Birleşik Devletleri'nde büyükelçilik yapmış ve Madrid'deki önceki müzakerelere katılmış olması" olduğunu belirtti.

Amerikan elçisi Tom Barrack'ın son açıklamalarına ilişkin olarak Avn, "bu açıklamalar tüm Lübnanlılar tarafından reddedilmektedir" dedi.

Bazı milletvekillerinin Kıbrıs ile deniz sınırlarının belirlenme yönteminden duydukları memnuniyetsizliğe ilişkin olarak, “2011 yılında Cumhurbaşkanı (Necib) Mikati hükümeti sınır belirleme kurallarını koydu ve biz de bu kuralları onayladık. Bu anlaşmanın Meclise gitmesinin gerekli olup olmadığı konusunda Yasama ve Konular Kurulu'na danıştık ve cevap hayır oldu” şeklinde açıklama yaptı.

Bir soruya cevaben, “Kutsal Baba'nın (Papa'nın) altı ay önceki seçiminden bu yana ilk ziyareti ve Güvenlik Konseyi üyelerinin ziyareti, (Mekanizma) Komitesine bir sivilin atanmasıyla eş zamanlı olarak geldi ve bunların hepsi olumlu işaretlerdir” dedi.

Hannibal Kaddafi'nin serbest bırakılmasının ardından Libya ile diplomatik ilişkilerin normalleştirilmesi hakkındaki bir soruya cevaben Cumhurbaşkanı Avn, “İmam Musa el-Sadr'ın kaybolması meselesi çözülmelidir. Bu meşru bir meseledir ve Lübnan halkı onun ve iki arkadaşının akıbetini bilme hakkına sahiptir” ifadesini kullandı.

ABD'nin Lübnan ordusuna yaptığı yardımla ilgili olarak, "birkaç yardım programı var" diyen Avn, "Önemli olan, ilk defa resmi bir kararda Lübnan ordusuna yardım etmenin gerekliliğinden bahsedilmesi ve bunun bizim için olumlu ve temel bir gelişme olmasıdır" şeklinde konuştu.

Bir soruya cevaben, Hizbullah milletvekillerinden oluşan bir grubun, cumhurbaşkanı seçilmeden önce partiye silahsızlanmadan bahsetmeyen bir savunma stratejisi konusunda söz verdiğine dair iddialarını ve medyada bu sözle ilgili olarak imzaladığı bir belgenin varlığına dair çıkan haberleri yalanlayarak, "Eğer varsa, şimdi yayınlasınlar" dedi.


Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nden oluşan bir ekip, Yemen'in doğusunda istikrarı sağlamak amacıyla Aden'de

Yemen'in geçici başkenti Aden, (Reuters)
Yemen'in geçici başkenti Aden, (Reuters)
TT

Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nden oluşan bir ekip, Yemen'in doğusunda istikrarı sağlamak amacıyla Aden'de

Yemen'in geçici başkenti Aden, (Reuters)
Yemen'in geçici başkenti Aden, (Reuters)

Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nden oluşan bir askeri ekip, Yemen'in geçici başkenti Aden'e, Güney Geçiş Konseyi'ne bağlı güçlerin Hadramut ve Al-Mahra vilayetlerinden çekilmesi ve meşru yönetimi destekleyen Suudi liderliğindeki koalisyonun doğrudan gözetimi altında önceki konumlarına geri dönmeleri için yürütme mekanizmalarını kurmayı amaçlayan acil bir görevle geldi.

Ekip ayrıca, statüko öncesine dönüşü sağlamak amacıyla koordineli prosedürlere göre, bölgelerin "Vatan Kalkanı" güçlerine devredilmesi için düzenlemeler üzerinde de çalışıyor. Bu adım, Suudi Arabistan'ın Doğu Yemen'deki gerilimi sona erdirmek için yoğun çabalarının ve koalisyon liderliğinin Hadramut'taki Güney Geçiş Konseyi'nin tek taraflı eylemlerini reddetmesinin bir devamı niteliğinde. Koalisyon liderliği bu eylemleri, zorla yeni bir gerçeklik dayatma veya vilayeti barış ve istikrarı tehdit eden iç çatışmalara sürükleme girişimi olarak değerlendirmektedir.

Şarku’l Avsat'a konuşan özel kaynaklara göre askeri birliğin gelişi, Riyad'ın Yemen'deki meşru kurumlar içinde güvensizlik ortamı yaratacak veya bölünmeyi derinleştirecek adımları reddetme tutumunu güçlendiriyor.