Sudanlıların Mısır sevgisi azalıyor mu?

Mısır-Sudan ilişkilerinin gerilmesinde dış etkenlerin rolü yadsınamaz. Geçmişte İngiltere’nin ‘ihtilafları kazıma’ yönteminin bugün Etiyopya tarafından kullanıldığına şahit oluyoruz.

Nahda Barajı, Mısırlılar ile Sudanlıların sosyal medya üzerinden tartışmalar yaşamasına neden oluyor. (Reuters)
Nahda Barajı, Mısırlılar ile Sudanlıların sosyal medya üzerinden tartışmalar yaşamasına neden oluyor. (Reuters)
TT

Sudanlıların Mısır sevgisi azalıyor mu?

Nahda Barajı, Mısırlılar ile Sudanlıların sosyal medya üzerinden tartışmalar yaşamasına neden oluyor. (Reuters)
Nahda Barajı, Mısırlılar ile Sudanlıların sosyal medya üzerinden tartışmalar yaşamasına neden oluyor. (Reuters)

Emani Tavil
Sudan gündemiyle yakından ilgili olmayan Mısırlılar, sosyal medya sitelerinde Mısır karşıtı düşmanca ifadeler kullanılmasından dolayı şaşkın. Nahda Barajı hususundaki politik çekişmenin şiddetlenmesine neden olan bu nefret dili, Sudanlıların Mısırlılara olan sevgisinin azaldığını düşündürüyor. Mısır bilindiği üzere milyonlarca Sudanlıyı kendi topraklarında barındırıyor. Nil Nehri’nin çocukları, tarihin farklı dönemlerde karşılıklı göç yapmıştı. Yani iki halk birbirine, kopması mümkün olmayan insani ilişkiler ağıyla bağlıdır.
Öyleyse Mısırlılar ve Sudanlılar arasındaki bu atışmaların sebebi nedir? İki ülke insanları arasındaki ‘yanlış anlamalar’ yeni midir yoksa tarihsel bir geçmişi var mıdır? Karşılıklı saldırganlığın politik ve kültürel arka planı nedir? İki ülke ilişkilerinin bu olumsuz seyrinde ‘dış güçlerin’ bir rolü var mıdır? İki kardeş ülkenin ‘uçuruma’ düşmesini engellemek için ne yapmak gerekir? En azından ekonomik anlamda iş birliği yapabilmeleri için nasıl adımlar atılmalıdır? Ki şu an Afrika’daki tüm ülkeler komşularıyla iş birliği yapmanın önemini kavramış durumda. Üstelik çoğu ülkenin koşulları Nil Vadisi’ndeki bu kardeş ülkelerin koşullardan daha zorludur.

Tarihe dönüş
Mısır, Sudan'ı 1899'dan 1956'ya kadar Büyük Britanya ile ortaklaşa olarak yönetti. Bu süreçte iki ülke ilişkileri oldukça karışıktı. Zira İngiltere, Sudan’la birlikte Mısır’ı da sömürüyordu. Mısır, Sudan’ı yönetirken aslında kendisi de başkaları tarafından yönetiliyordu. İngiltere, Mısır’ın birçok kaynağını Sudan’daki bazı yatırımlarında kullanıyordu. Bu yaklaşım Sudan’dan çok Mısır’a zarar veriyordu. Mısır en büyük zararı da 1950’lerde Afrika’nın ‘sömürgecilerden özgürleşmesi’ sürecine öncülük yaptığında gördü. İngiltere, Sudan’ın bağımsızlığının sınırlı olmasını istiyordu. Kuzey Sudan’a bağımsızlık önerilirken Güney Sudan’ın İngiliz Valisi’nin yönetiminde kalması planlanıyordu. Mısır’ın girişimleriyle bu plan çöktü ve Sudan’ın tümünün bağımsızlığına kavuşması sağlandı. Ancak İngilizler girişimlerini sürdürdüler ve Kuzey Sudan’daki siyasi erkin Londra yanlı bir ekipten oluşması için çaba gösterdiler. Sudan Özgürlük Hareketi, 1936 yılında ‘Mısırla ilişkilerimizin doğası ne olmalıdır?’ sorusu etrafında görüş ayrılığı yaşıyordu. Bir kısmı, yani Hatmiler, Mısır’ın tarafını tuttu. Diğer kısmı ise, yani ‘Ensar’, İngiltere’ye yakın bir tutum benimsedi. Her iki tarafı da temsil eden büyük birer parti bulunuyordu. Bu partiler Sudan siyasetinde halen aktif olarak yer alıyor.
İngiltere’nin Mısır karşıtı ‘kartları’ Nil Nehri suları ve milliyetçilikti. İngiltere bu iki kartı dâhice kullanmayı bildi. İngiltere arşivlerindeki açıklanan belgeler, 1954-1957 yılları arasında İngilizlerin su kanalları sistemiyle Nil Nehri sularını 800 bin pamuk fidanının sulanmasında kullandığını gösteriyor. İngiltere’deki tekstil fabrikaları söz konusu yıllarda pamuk hammaddesinin yüzde 49,2’sini Sudan’dan elde ediyordu. Ayrıca İngiltere’nin bu süreçte Mısır karşıtı ırkçı söylemlerin yayılmasını sağladığı anlaşılıyor. Mısırlı bir yetkiliye ait olduğu iddia edilen bir ses kaydının yaygınlık kazanması da bu bağlamda zikrediliyor. Ses kaydına göre Mısırlı yetkili Sudanlı bir yetkiliye “Daha çok su elde etseniz bile teninizin rengi beyazlamayacak” diyor. Ayrıca Güney Sudanlıları “Mısırlılar gelip topraklarınızı elinizden alacak ve mısır yerine pirinç ekecekler diye” korkuttukları da biliniyor. İngiltere’nin bu yalanları yıllar geçmesine rağmen halen bazı Sudanlıların hafızasında yankılanıyor. Doğrusu bu yalanları farklı bir şekilde yeniden duruma göre uyarlandığına şahit oluyoruz.

Dış etkenlerin rolü
Mısır-Sudan ilişkilerinin gerilmesindeki dış etkenlerin rolü yadsınamaz. Geçmişte İngiltere’nin ‘ihtilafları kazıma’ metodunun bugün Etiyopya tarafından kullanıldığına şahit oluyoruz. Etiyopya menşeli hesaplar, sosyal medya mecralarında Arapça yayın yapıyor. Başlıklarına baktığınızda Etiyopya’yı tanıtım amacı taşıyor gibiler. Ancak içeriklerini incelediğinizde Mısır-Sudan ilişkisini bozmayı hedeflediklerini görüyorsunuz. Şöyle ki; sürekli olarak Halayib, Şelatin gibi Mısır-Sudan arasındaki sorunlu meseleleri ele alıyorlar. Etiyopya-Sudan arasındaki sınır gerginliklerine ise hiç işaret etmiyorlar. Ayrıca Mısır’ın Afrika ve Nil Havzası’nda yayılımcı bir politika izlediğini ve bu politikanın kanıtının da Eritre ile olan ilişkilerinde açığa çıktığını vurguluyorlar. Sudanlılar ve Etiyopyalılar arasındaki etnik yakınlıkları ele alırken Sudanlılar ve Mısırlılar arasındaki kültürel-dini yakınlığı görmezden geliyorlar. Takdir ederseniz; bu yazılanların Etiyopya’yı Araplara tanıtmakla bir ilgisi olmadığı açıktır.

Mısır kaynaklı faktörler
Kahire ile Hartum arasındaki ilişkilerin gerilmesine Mısır kaynaklı bazı faktörlerin de katkı sağladığı söylenebilir. Şöyle ki Mısır devleti, Sudan ve Güney Sudan’la ilgili verileri direk olarak bu ülkelerin kurumlarından alıyor ve bu ülke yöneticileri ile muhatap oluyor. Bu ülkelerdeki muhalefet ya da siyasi partiler yerine devlet kurumlarını desteklemekle yetiniyor. Oysa çoğu zaman sivil toplum ile devlet aynı kanaati paylaşmıyor. Dolayısıyla haz etmedikleri devletle muhatap olan yönetimlerden de hoşlanmıyorlar. Bunun sebeplerinden biri de Sudanlı sivil toplum kuruluşlarının baskılar nedeniyle Mısır’da etkin olamamasıdır. Mısır’ın bu tutumu ilk cumhuriyetten Cemal Abdunnasır dönemine ve sonrasına kadar hiç değişmemiştir. Kahire yönetimi, Aralık 2019’da patlak veren Sudan Devrimi’ne ilk başlarda temkinli yaklaşmıştı. Bir süre gözlemci olmakla yetindi. 11 Nisan 2019’da Ömer el-Beşir’in azledilmesinden sonra ise Sudan ordusunu destekledi. Sonraki süreçte ise belirsiz bir tutum takındı. Sudan Devrimi’nde yer alan gençlerin Mısır yönetimine öfke duymasının nedenlerinden biri de Sudan sivil hareketlerinin kazanımlarını baltalamasından endişe duymaları olabilir. Oysa başka bölgesel güçler şu anda bu endişelerini haklı çıkaracak bir rol üstlenmiş durumda. Üstelik Sudan sivil toplum kuruluşları da devrime uygun bir şekilde üzerine düşen vazifeleri yerine getirmekte yetersiz kalıyor.
Meselenin kültürel boyutlarını ele alacak olursak…
Mısır’da eğitim seviyesinin, özellikle son yıllardaki çalkantılı süreçte düştüğü bir gerçektir. Okuma yazma bilmeyenlerin oranının yüksek olması da Mısır halkının bazı dışlanmış kesimlerinin Sudanlılar aleyhinde ırkçılığa varacak söylemleri benimsemesine olanak sağlamıştır. Sudanlılar gündelik yaşamda da ayrımcılığa maruz kalıyor. Her ne kadar Mısır yönetimi bu eylemleri tasvip etmese de önüne geçemiyor. Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi geçenlerde yaptığı bir konuşmaya, arkadaşları tarafından şiddete maruz kalmış Sudanlı bir çocuğu da davet etmiş ve yanına oturtmuştu. Sisi Sudanlılardan çok Mısırlılara bir mesaj vermeyi amaçlıyordu. Meselenin medya boyutuna işaret etmemiz gerekirse; şüphesiz Mısır medyasında kavramların kullanımı ile ilgili ciddi sorunlar var. Sadece Sudanlılarla ilgili olmasa da öteki halklara dair yer yer ırkçı, kışkırtıcı ve alaycı ifadelerin kullanıldığı görülüyor. Mısır-Sudan ilişkisi de bu sorundan nasibini alıyor. Yanlış yayın politikalarının Sudan kamuoyunda olumsuz yansımaları oluyor.

Sudan kaynaklı faktörler
Sudan’daki yönetici kadrolar yakın tarih boyunca maalesef Mısır karşıtlığının artmasında aktif rol oynadılar. Bu tutumlarının nedeni milliyetçilik ya da ‘iç sorunların’ dışa yönlendirilmesiydi. Ümmet Partisi’nin 1958 yılında Mısır düşmanlığıyla tanınan Abdullah Halil’e yönetimi teslim etmesi ya da eski Başbakan Sadık el-Mehdi’nin 1985’te ‘Mısırla Bütünleşme Anlaşması’nı ortadan kaldırması da bu tezimize örnek gösterilebilir. Tabii en dikkat çekici gerginlikler, 1989-2019 tarihleri arasında, İslami Milli Cephe iktidarı döneminde yaşandı. Turabi, 1. Körfez Savaşı sonrasında Mısır karşıtı gösterilere öncülük etti ve Nil Nehri’ni kesmekle tehdit etti. Sudan yönetimi ayrıca Mısır’a bağlı özel okulların ve üniversitelerin kamulaştırılması kararı aldı. Ayrıca Sudan yönetimi, siyasal İslam karşıtlığıyla suçladıkları Hüsnü Mübarek’e karşı da daima mesafeliydi. Bu süreçte, 1995 yılında Mübarek’e Etiyopya’da bir başarısız suikast girişimi oldu. Körfez Savaşı sonrasında Mısır-Sudan ilişkileri asla eskisine dönmedi. Ömer el-Beşir’in yönetimden ayrılmasıyla sonuçlanan iç kriz ortamında bazı Sudanlılar yeniden Mısır-Sudan sınırları meselesini gündeme getirdi. Sınırlar meselesi hem Sudan hem de Mısır tarafında şöhrete ulaşmak isteyen gazetecilerin sık sık dile getirdiği konu oldu. Buna karşılık gerek devrimci kadrolar içinde gerekse siyasal İslamcı çevrelerde Mısır’la ilişkilerin geliştirilmesini savunan ciddi kesimler de bulunuyor. Bu kesimler, Mısır ile kurulacak ilişkilerin, özellikle ekonomik iş birliğin ‘devrimi’ güçlendireceğini ve eski rejimin yeniden canlanmasının önüne geçeceğini savunuyor.

Ne yapılmalıdır?
Kişisel kanaatim, Sudan’daki Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri’nin iyi bir okuma yaparak Mısır’la ilişkilerine dair stratejik bir tutum benimsemesi yönündedir. Mısır’ı boykot etmek asla çözüm değildir. Ömer el-Beşir’in azledilmesinin üstünden bir yıl geçmesine rağmen henüz Kahire büyükelçisi atanmamıştır. Mısır’ın Sudan ordusunun rolünü güçlendirici bir etken olarak değerlendirilmesi de gerçekçi değildir. Bunu iki gerekçeyle açıklayabilirim. Birincisi; Sudan ordusu kendi içinde bölünmeler yaşıyor. Ordunun bir kısmı gayrı meşru işlere bulaşmış durumda. Resmi yönetimi ise birçok farklı siyasi tarafın baskısı altında. Sudanlılar ordunun ideolojik ve yapısal olarak dönüşümünü savunuyor. İkincisi; Batı dünyası ordunun yönetimde öne çıkmasını şiddetle reddediyor. Sudan’da devrimci güçler içinde yer alan ve Mısır karşıtlığıyla öne çıkan gençler iki konuya dikkat etmelidir. İlki, eski rejimin Mısır’la gerginliğin artmasından istifade ettiğidir. İkincisi de Mısır’la ilişkilerin düzeltilmesinin ülke ekonomisine ciddi katkılarının olacağıdır. Mısır tarafının yapması gereken şey ise ‘ırkçı ve ayrımcı’ söylemleri cezalandıran yasaları bir an önce medya alanında uygulamalıdır. Ayrıca Mısır’ın dış politikalarını sekteye uğratan medya dilinin iyileştirilmesi için de harekete geçilmelidir. Sorumsuz yayın anlayışı, Sudan-Mısır ilişkilerini sekteye uğratarak ‘bulanık suda balık avlamayı’ hedefleyenlere istedikleri örnekleri vermektedir.



Filistinliler, Batı Şeria'da yerleşimciler tarafından yakılan bir camide cuma namazını kılıyor

Filistinliler, İsrailli yerleşimciler tarafından yakılan camide cuma namazını kılıyor (AP)
Filistinliler, İsrailli yerleşimciler tarafından yakılan camide cuma namazını kılıyor (AP)
TT

Filistinliler, Batı Şeria'da yerleşimciler tarafından yakılan bir camide cuma namazını kılıyor

Filistinliler, İsrailli yerleşimciler tarafından yakılan camide cuma namazını kılıyor (AP)
Filistinliler, İsrailli yerleşimciler tarafından yakılan camide cuma namazını kılıyor (AP)

Filistinliler, artan saldırılar nedeniyle yerleşimcilerin hedef aldığını söyledikleri bir camideki grafitileri, kırık camları ve kundaklama hasarını temizledikten sonra, İsrail işgali altındaki Batı Şeria'daki bir köyde cuma namazını kıldılar.

Camiyi temizleyen Deyr İstiya köyü sakinleri, Reuters'a, yerleşimcilerin camları kırdığını, Hz. Muhammed'e (s.a.v.) hakaret içeren sloganlar yazdığını ve çarşamba akşamı düzenlenen saldırıda binayı ateşe vermeye çalıştığını söyledi.

Görsel kaldırıldı.Bir Filistinli, Batı Şeria'nın Deyr İstiya kentindeki El-Hac Hamida Camii'nde cuma namazı öncesi yanmış bir camı temizliyor (DPA)

Reuters'ın perşembe günü caminin içinde çektiği bir videoda, duvar yazıları ve yangın hasarı, ayrıca kırık camlar, kömürleşmiş iç döşemeler ve yanmış bir Kur’an-ı Kerim görülüyordu.

İsrail ordusu, güvenlik güçlerinin saldırı ihbarlarını aldıktan sonra camiye geldiğini, ancak herhangi bir şüpheliyi tespit etmediğini veya gözaltına almadığını belirtti.

Ordu, Reuters'e yaptığı açıklamada, "her türlü şiddet eylemini kınadığını ve bölgede güvenlik ve düzeni sağlamak için çalışmaya devam edeceğini" ifade etti.

Görsel kaldırıldı.Batı Şeria'nın Deyr İstiya kentindeki El-Hac Hamida Camii'nde cuma namazı öncesi yanan pencerenin önünde Kur'an okuyan bir Filistinli.

Artan saldırılar

Birleşmiş Milletler, Batı Şeria'da yerleşimci saldırılarının arttığını belirtirken, uluslararası örgütün ekim ayında Filistinlilere yönelik en az 264 saldırı kaydettiğini, bunun 2006'da bu tür olayları takip etmeye başladığından bu yana kaydedilen en yüksek aylık sayı olduğunu söyledi.

Fetih liderlerinden Raid Selman, bunun yerleşimcilerin Batı Şeria'daki toprakları ele geçirme girişimi olduğunu, ancak Filistinlilerin kararlı bir şekilde topraklarına bağlı kaldıklarını söyledi.

Filistinliler, 2,7 milyon Filistinlinin yaşadığı Batı Şeria'yı uzun zamandır gelecekteki bağımsız devletlerinin bir parçası olarak görmeyi arzuluyorlardı, ancak ardışık İsrail hükümetleri oradaki yerleşimleri genişleterek bölgeyi parçaladı.

Birleşmiş Milletler, Filistinliler ve çoğu ülke, yerleşimleri uluslararası hukuka göre yasadışı kabul ediyor. İsrail ise Batı Şeria ile dini ve tarihi bağları olduğunu öne sürerek buna itiraz ediyor. Şarku’l Avsat’ın aldığı bilgiye göre bu yerleşimlerde yarım milyondan fazla İsrailli yaşıyor.

Filistinliler, İsrail güçlerinin kendilerini yerleşimci şiddetinden korumadığını söylerken, İsrail ordusu herhangi bir sorunla karşılaştıklarında sık sık askerlerini gönderdiğini söylüyor.


Wittkoff, Halil el-Hayye ile yakında görüşmeyi planlıyor

ABD Özel Temsilcisi Steve Wittkoff (Reuters)
ABD Özel Temsilcisi Steve Wittkoff (Reuters)
TT

Wittkoff, Halil el-Hayye ile yakında görüşmeyi planlıyor

ABD Özel Temsilcisi Steve Wittkoff (Reuters)
ABD Özel Temsilcisi Steve Wittkoff (Reuters)

New York Times gazetesi, dün iki güvenilir kaynağa dayandırdığı haberinde, ABD Özel Temsilcisi Steve Wittkoff'un yakın zamanda Filistin Hamas hareketinin baş müzakerecisi Halil el-Hayye ile görüşmeyi planladığını bildirdi.

Amerikalı arabulucular, birkaç gün önce, Gazze ateşkes anlaşmasının ikinci ve daha karmaşık aşamasına odaklanılırken, tünellerde saklanan bir grup Hamas savaşçısıyla ilgili krizin ortasında, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi.

ABD Başkanı Donald Trump'ın damadı Jared Kushner ile Netanyahu arasındaki görüşme, ABD ve bölge ülkelerinin İsrail ve Hamas'a iki yıllık yıkıcı savaşı sona erdirmeleri yönündeki baskıları altında ateşkes sağlanmasından bir ay sonra gerçekleşti.

Ancak ateşkes planında ilerleme kaydedilebilmesi için yalnızca iki taraf arasında daha önceki barış çabalarını engelleyen konularda anlaşmaya varılması değil, aynı zamanda tünellerde saklanan Hamas savaşçılarının krizine de bir çözüm bulunması gerekiyor.

Şarku'l Avsat'ın Reuters'ten aktardığına göre İsrail hükümet sözcüsü, Netanyahu ile Kushner'in Hamas'ın silahsızlandırılması, Gazze'nin silahsızlandırılması ve hareketin Gazze Şeridi'nin yönetiminde rol oynamamasının sağlanması konularını görüştüğünü, bütün bu konuların ateşkes görüşmelerinin bir sonraki aşamasında çözüme kavuşturulması gerektiğini söyledi.

Görüşmenin detaylarına yakın bir kaynak, görüşmede tünellerde sıkışan savaşçılar ve Trump'ın planında belirtilen Gazze'ye gelmesi beklenen uluslararası istikrar gücü konularının ele alındığını belirtti.

İsrail askeri kontrolü altında olan Refah'taki tünellerde yaklaşık 200 Hamas savaşçısı bulunuyor. Hamas, tünellerden çıkmak için izin istiyor ancak İsrail bu talebi şu ana kadar reddetti.

Wittkoff geçen hafta, Gazze'de Hamas kontrolündeki bölgelere savaşçıların silahlarını teslim etmeleri karşılığında geri dönmeleri için güvenli bir geçiş sağlanması yoluyla krizi çözme çabalarını, ateşkes planının uygulanması yönünde atılacak gelecekteki adımların bir testi olarak açıklamıştı.


Rubio: Trump'ın Gazze savaşını sona erdirme planı, Ortadoğu'da barışa giden en iyi yoldur

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio (Reuters)
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio (Reuters)
TT

Rubio: Trump'ın Gazze savaşını sona erdirme planı, Ortadoğu'da barışa giden en iyi yoldur

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio (Reuters)
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio (Reuters)

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, dün yaptığı açıklamada, Başkan Donald Trump'ın Gazze Şeridi'ndeki savaşı sona erdirme planının "Ortadoğu'da barışı sağlamanın en iyi yolu" olduğunu belirtti.

X platformunda yayınlanan bir paylaşımda Rubio, ABD'nin Gazze ile ilgili Güvenlik Konseyi'ne sunduğu karar tasarısının uluslararası ve bölgesel çapta geniş destek gördüğünü ve Trump'ın planını güçlendireceğini ifade etti.

Dışişleri Bakanı, ABD'nin Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Katar, Ürdün, Türkiye, Endonezya ve Pakistan'a ABD'nin taslak kararını desteklemelerinden dolayı minnettarlığını dile getirdi.

Rubio, Ortadoğu, gerçek ve kalıcı bir barışa ulaşmaya hiç bu kadar yakın olmamıştı" ifadesini kullandı.