​İran, Suriye'nin kuzeydoğusunda ‘kalıcı bir nüfuz alanı’ kurma çabalarını yoğunlaştırıyor

İran'ın açılması için çabaladığı Suriye-Irak sınırındaki Elbukemal-el-Kaim Sınır Kapısı (SANA)
İran'ın açılması için çabaladığı Suriye-Irak sınırındaki Elbukemal-el-Kaim Sınır Kapısı (SANA)
TT

​İran, Suriye'nin kuzeydoğusunda ‘kalıcı bir nüfuz alanı’ kurma çabalarını yoğunlaştırıyor

İran'ın açılması için çabaladığı Suriye-Irak sınırındaki Elbukemal-el-Kaim Sınır Kapısı (SANA)
İran'ın açılması için çabaladığı Suriye-Irak sınırındaki Elbukemal-el-Kaim Sınır Kapısı (SANA)

İran, Deyri Zor'daki planlarını Suriye'nin kuzeydoğusunda bir ‘nüfuz alanı’ oluşturmak amacıyla bir üst seviyeye taşıdı. Bu adım, askeri varlığın sosyal, kültürel ve ekonomik alanlardaki faaliyetlerle pekiştirilmesini de içeriyordu. Hamidreza Azizi’nin Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü’nde (SWP) hazırladığı bir makaleye göre bu adımın amacı, ABD’nin Suriye-Irak-Ürdün sınır üçgeninde bulunan et-Tanf’teki askeri bir üs kurarken her zaman kullanılan yolu kapatmasının ardından İran’ı Irak ve Suriye üzerinden Lübnan'a bağlayan bir ‘kara koridoru’ kurmak.
Suriye rejimi güçleri, İran destekli Haşdi Şabi’nin sınırın diğer tarafındaki el-Kaim’in kontrolünü ele geçirmesinin ardından Kasım 2017'de, İran ve milislerinin işbirliğiyle Irak sınırındaki Elbukemal bölgesini, DEAŞ’tan geri almayı başardı.
Irak'ı Suriye'ye bağlayan iki-üç ana geçiş noktasının da ABD birliklerinin ya da yerel müttefiklerinin kontrolü altında olduğu düşünüldüğünde bu gelişmeler İran için son derece önemliydi. ABD, Suriye'nin güneydoğusundaki et-Tanf’teki geçiş noktası yakınlarında bulunan bölgeleri Suriye’deki ana askeri üssüne dönüştürdü. Bununla birlikte Suriye'nin kuzeydoğusundaki Yarubiye Sınır Kapısı (Irak tarafındaki Rabia Sınır Kapısı’nın karşısında) Kürt unsurların çoğunluğunu oluşturduğu Surie Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolünde bulunuyor.
İran ve İran destekli güçler son iki yıl içinde Deyri Zor’un güneyindeki çeşitli alanlarda konuşlandırılırken yerel güçleri bir araya getiren İran, bölgedeki köylerden 2 bin 500'den fazla Arap savaşçıdan oluşan ‘Ceyşu’l-Kura’ gibi yeni paramiliter gruplar kurdu.
Makaleye göre İran ayrıca biri el-Meyadin şehrinin batısında, diğeri Elbukemal'de olmak üzere Suriye topraklarında en az iki adet askeri üs kurdu.
Bununla birlikte İran, Deyri Zor’da kendi ideolojisini yaymak için iki kültür merkezi kurdu. İran merkezli ‘Jihad al-Bina’ adlı kalkınma derneği bölgedeki yeniden yapılanma ve altyapı projelerinde oldukça aktif. İran, Deyri Zor’daki aşiret büyükleriyle işbirliği yaparak bölgede kendisine sadık güçlerden bir ağ kurmaya çalıştı. Bazı aşiretler, İran'ın mali teşviklerinden ve yeniden inşa projelerinden yararlanmaya çalışmaktan çok İran'ı Suriye rejiminden daha güvenilir bir ortak olarak görüyorlar. Tüm bunlar, İran'ın bölgeye yönelik uzun vadeli bir strateji benimsediğinin işaretidir.

Kara koridoru
Batı ve Arap dünyasındaki analistler ve politikacılar arasında İran'ın Irak ve Suriye üzerinden Lübnan’a bağlanmak için bir kara koridoru kurmaya çalıştığı konusunda yaygın bir görüş var. Bu görüşe göre söz konusu koridor, İran’ın üç ülkede kendisine bağlı gruplarını daha iyi desteklemesini ve aynı zamanda Lübnan’daki Hizbullah’a silah ve teçhizatı sorunsuz ve kolay bir şekilde aktarmasını sağlayacak. Bununla birlikte, Suriye krizinin başlarından 2017 sonuna kadar İran’ın Suriye’ye yönelik stratejisinde bu koridorun önceliğine ilişkin söylentilerin abartıldığı düşünülüyordu. Çünkü İran, Irak-Suriye sınırındaki geçitleri kullanamamasına rağmen Hizbullah’ı bir hava koridoru da dahil olmak üzere birçok farklı yolla desteklemeye devam etti.
Bir yandan ABD'nin Irak ve Suriye'nin çeşitli bölgelerindeki askeri varlığı, diğer yandan İsrail'in istihbarat üstünlüğü göz önüne alındığında, silah ve teçhizatın söz konusu kara koridoru üzerinden doğrudan taşımak büyük riskler barındıracaktır. İsrail, 2016-2018 yılları arasında Suriye’deki İran hedeflerini 200’den fazla bombaladı.
İran için Elbukemal’in bir geçiş noktası olması, askeri ve paramiliter güçlerin Suriye-Irak sınırındaki hareketlerini kolaylaştırmak için askeri açıdan oldukça önemlidir. Bu nokta, İran güçlerinin, sınırının her iki tarafındaki alanları kontrol etmesini kolaylaştırıyor. Böylece İran tarafından desteklenen gruplar da ileri geri hareket ederek yeniden konuşlandırılabiliyor ve diğer bölgelere kaydırılabiliyorlar. Örneğin, Haşdi Şabi’nin yaklaşık 400 üyesi Şubat ve Mart aylarında bu noktadan geçerek İdlib cephesine gönderildi.
İran destekli güçlerin hareketliliklerinin artması onları zaman zaman yaşanan ABD ve İsrail saldırılarına karşı kısmen bağışıklık kazanmalarını sağlayabilir. Öte yandan ABD birliklerinin Mart ayı ortalarında Katar'daki askeri üsden çekilmesi de İran'ın bölgede manevra kabiliyetini artırıyor.

Ekonomik boyut
Çin’in dış politikasında 2013 yılından bu yana ‘Bir Yol Bir Kuşak’ girişimine öncelik verdiği biliniyor. Bu girişimle Çin, Doğu ile Batı arasındaki ticareti kolaylaştırmayı hedefliyor. Çin'i Avrupa’ya bağlama konusunda, Rusya ve Orta Asya üzerinden kuzey karayolu güzergahlarının yanı sıra Basra Körfezi üzerinden bir deniz rotası inşa edilmesine öncelik veren Çin, Bbununla birlikte Tahran, Pekin, İran, Irak ve Suriye'yi Akdeniz ve ardından Avrupa ile birleştiren güney kara yoluna da ilgi duyuyor.  
İran, Kasım 2018'de İran-Irak sınırındaki eş-Şelamce Sınır Kapısı’nı Irak’ın güneyindeki Basra limanına bağlayan bir demiryolu inşa etmeyi planladığını açıkladı. Demiryolunun daha sonra Suriye’nin Akdeniz kıyılarına doğru uzatılması bekleniyor. Bununla birlikte 2019 ilkbaharında İran'ın Lazkiye limanında bir konteyner terminali kiralamayı hedeflediği açıklandı. Elbette İran'ın Suriye'ye müdahalesinin ekonomik bir yönü de var. Irak’ın batısı ve Suriye'nin doğusundaki değişken ve istikrarsız bölgelerde kontrol sağlaması, bölgedeki iktisadi planlarını uygulaması için şart.

Nüfuz alanı
İran’ın 2012 yılında Suriye krizine müdahale etmesinin başlıca nedeni müttefiki olan Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'i iktidarda tutmaktı. İran, DEAŞ’ın ortaya çıkışıyla teröristlerle mücadele etmeyi ve sınırlarına doğru ilerlemelerini engellemeyi öncelikler listesine eklendi. Bununla birlikte, İran'ın 2016 yılı sonlarında Suriye ordusunun Halep’i geri almasındaki önemli katkısı ve 2017 yılı sonlarında DEAŞ terör örgütünün çöküşü, yavaş yavaş Suriye için yeni hedefler ve çıkarlar belirlemesine neden oldu.
O zamandan bu yana, İran’ın Suriye'ye yönelik stratejisinin daha da genişlemesi yönünde bir eğilim söz konusu. İran, 2018’den bu yana Suriye hükümetiyle savaş bittikten sonra ülkenin yeniden inşasında aktif bir rol üstlenmeyi istediğini ortaya koyan bir dizi ekonomik anlaşma imzaladı. Bununla birlikte İran ve Suriye Ağustos 2018'de de askeri bir işbirliği anlaşması imzaladılar.
Buna karşın İran yönetimindeki karar vericiler ve Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) komutanları, bu anlaşmaların uzun vadede uygulanabileceğinin garantisi olmadığının farkındalar. Çünkü İran’ın Suriye'deki nüfuzu büyük ölçüde Esed'e, Suriye rejimine ve Suriye ordusundaki İran yanlılarına bağlı.
Bununla birlikte Suriye rejiminin mevcut yapısında, özellikle de Rusya taraftarları arasında, İran'ın ülkedeki varlığı ve müdahalesinden yana olmayan görüşler bulunuyor. Eğer Esed iktidardan ayrılırsa veya siyasi sistemde adem-i merkeziyetçilik gibi bir değişiklik olursa İran'ın Suriye'deki rolü ve nüfuzu bundan etkilenecektir.
Azizi’nin makalesinde şu ifadeler yer alıyor;
“İran'ın alternatif bir yaklaşım ya da bir yedek plan olarak Suriye'de jeopolitik ve sosyal bir nüfuz alanı kurmaya çalışıyor gibi görünüyor.”
Yani, İran ideolojisinin yayılması ve Deyri Zor'da yeni paramiliter grupların oluşturulması, Suriye'nin belirli bir bölgesinde kendilerine sadık bir sosyal taban kurma girişimi olup, bu nüfuz alanının kontrolü, Suriye'deki uzun vadeli İran çıkarlarının olası zorluklar karşı bir kalkan olabilir. Mesela Suriye'de bir federal hükümet sistemi hayata geçirilirse İran'ın doğu ve güneydoğudaki bu önemli federal bölgelerden birinde varlığı sürecektir. Aynı şekilde İran, Deyri Zor’un sosyal ve kültürel yapısını değiştirmeyi başarırsa İran yanlıları, Suriye’de parlamenter sistem kurulması halinde de Tahran’ın çıkarlarını koruyacaklardır. Belirli bir nüfuz alanının kurulması, İran’ın elinde Suriye’nin geleceği ile ilgili müzakerelerde değerli bir kart olmasını sağlayabilir.

Caydırıcı ek katman
İran ve İsrail, 40 yılı aşkın bir süredir doğrudan askeri çatışmaya girmemiş olsalar da, İran Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana, birbirlerini tehdit ettikleri bir gerçek. Bu tehditler, iki ülkenin de askeri stratejisinin temel direklerinden birini temsil ediyor.  İran için bu yaklaşım, iki ana şekilde uygulanmaktadır; birincisi balistik füze programını geliştirmek, diğeri bölgede faaliyet gösteren vekil gruplarından bir ağ oluşturmak. Suriye krizinin patlak vermesinden önce, bu ağ esas olarak Lübnan ve Filistin'de bulunuyordu. Fakat son yıllarda Suriye'de ortaya çıkan siyasi boşluk İran'ın bu ağın kapsamını Suriye topraklarına kadar genişletmesini sağladı. İran’ın, coğrafi olarak İsrail'e olan yakınlıkları göz önüne alındığında Dera gibi bölgelerde uzun vadeli bir varlık göstermesi daha mantıklı olabilir. Ancak bir yandan Tel Aviv'in bu bölgeler üzerindeki tam askeri hakimiyeti, diğer yandan Rusya'nın Suriye’nin batı ve güneybatısında İran'ın askeri nüfuzunun genişlemesine karşı muhalefeti, İran'ın bu arzunu yerine getirmesini zorlaştırdı.
Bu bağlamda Deyri Zor ve İsrail sınırı arasındaki mesafe ile Rusya’nın buraya olan ilgisizliği, bölgeyi İran’ın uzun vadeli planlarının ana hedefi haline getirdi. Deyri Zor’un ABD’nin kontrolü altındaki bölgelerin arasında bulunduğu göz önüne alındığında söz konusu bölge, ABD’nin Suriye'deki birliklerine yönelik gerçek bir tehdit oluşturacaktır. ABD’nin Ocak 2020'de DMO Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’ye suikast düzenlemesinin ardından İran’ın bu bölgeleri ABD’ye misilleme yapmak için kullanacağına dair bir takım spekülasyonlar orta atıldı.

DEAŞ’ın yeniden ortaya çıkışını engelleme
DEAŞ’ın eylemlerinin zirvede olduğu sırada, Suriye’nin doğu bölgeleri ile Deyri Zor’u ve Irak'ın batısında Anbar vilayetini kontrol ediyor olması, teröristlerin Irak ve Suriye sınırının her iki tarafında da serbestçe hareket etmesini sağlıyordu. Dolayısıyla İran'ın DEAŞ’la mücadele stratejisinin başlıca nedeni bu bağlantıyı koparmaktı. İran, DEAŞ’ın resmen yenilgiye uğraması sonrasında dahi örgütün bu bölgelerde yeniden ortaya çıkmasını engellemeye odaklandı.
Azizi makalesinde, Tahran'ın Deyri Zor’da nüfusunun bir dizi uzun vadeli jeopolitik, ekonomik, güvenlik ve askeri hedeflerini genişletmeye ve güçlendirmeye yönelik olduğu sonucuna varıyor. Makalede ayrıca bunu yapmasının bir diğer önemli nedeninin ‘diplomatik alanda diğer aktörler tarafından tamamen dışlanma korkusu’ olduğu vurgulanıyor.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 



İsrail İran'a saldırdı ... Tahran yanıt veriyor

İsrail İran'a saldırdı ... Tahran yanıt veriyor
TT

İsrail İran'a saldırdı ... Tahran yanıt veriyor

İsrail İran'a saldırdı ... Tahran yanıt veriyor

İsrail Savunma Bakanı Israel Katz  bugün (Cuma) yaptığı açıklamada, ABD Başkanı Donald Trump'ın İran'ın nükleer tesislerine yönelik yakın bir İsrail askeri saldırısı uyarısında bulunmasından kısa bir süre sonra İsrail ordusunun İran'a karşı “önleyici bir saldırı” başlattığını duyurdu.

Buna karşılık İran silahlı kuvvetleri İsrail'e karşılık vermede “sınır tanımayacaklarını” vurguladı.

Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanlığı'ndan yapılan açıklamada şöyle denildi: “Kudüs'ü işgal eden rejim tüm kırmızı çizgileri aştığına göre ... Bu suça karşılık vermenin sınırı olmayacaktır.”

Şu ana kadar yaşanan gelişmelerden bazıları...

  • Yükselen Aslan Operasyonu: Cuma günü şafak vakti İsrail, Natanz'daki Ahmedi Ruşen uranyum zenginleştirme kompleksi de dahil olmak üzere İran'daki çok sayıda nükleer ve askeri tesisin yanı sıra birçoğu suikasta kurban giden üst düzey askeri komutanların evlerine “kesin ve önleyici” saldırılar düzenledi.
  • Hedef alınan İranlı liderler: Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami, Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri ve Ortak Operasyonlar Dairesi Komutanı General Gulam Ali Raşid öldürüldü.
  • Nükleer bilim adamlarına yönelik suikastlar: Saldırılarda başta Muhammed Mehdi Tahrani ve Feridun Abbasi olmak üzere altı nükleer bilim adamı öldürüldü.
  • İran'ın tepkisi: Tahran Tel Aviv'e doğru çok sayıda füze ile karşılık verdi.

*İran Devrim Muhafızları: Füze saldırımızda ülkemizi vurmak için kullanılan İsrail askeri merkezlerini ve hava üslerini hedef aldık.

*Washington'un İran füzelerine karşı İsrail'e yardım ettiğini söyleyen ABD'li bir yetkili: “ABD'nin İsrail'i hedef alan füzelerin düşürülmesine yardımcı olduğunu teyit ediyorum” dedi.

*İsrail medyasında yer alan haberlere göre acil servisler İran'ın füze saldırısında ikisi ağır olmak üzere 40 kişinin yaralandı.

*CNN'e konuşan İsrailli yetkili şu ifadeleri kullandı: "Bakanlar Kurulu şu anda İran'ın füze saldırısına verilecek yanıtı görüşmek üzere toplanıyor."

*İsrail Savunma Bakanlığı İran'a ait onlarca hava savunma sistemi hedefinin imha edildiğini duyurdu.

*İsrail ordusu , gerekli olduğu sürece operasyonlara devam etmeye hazır olduğunu açıkladı.

*İsrail ordusu, Hemedan ve Tebriz de dahil olmak üzere İran Hava Kuvvetleri'ne ait askeri üslere saldırdığını ve imha ettiğini açıkladı.

*Trump, Washington'un bölgesel güvenlik ve istikrarın korunması amacıyla krizin çözümüne yönelik çabalara katılmaya hazır olduğunu teyit etti.

*Suudi Arabistan Nükleer Düzenleme Kurumu: Krallığın çevresi herhangi bir radyolojik sonuca karşı güvenlidir.

*Katar Emiri Trump ile telefonda görüşerek gerilimin azaltılması ve diplomatik çözümlere ulaşılması gerektiğini vurguladı.

*İran hava sahası Cumartesi gününe kadar kapalı kalacak.

*İran Televizyonu: Hava savunma sistemleri ilk kez iki İsrail F-35 savaş uçağını düşürdü.

*İran'a yönelik daha fazla saldırıda bulunma sözü veren Netanyahu yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullandı: “Son 24 saat içinde üst düzey askeri komutanları, önde gelen nükleer bilim adamlarını, rejimin en önemli uranyum zenginleştirme tesislerini ve balistik füze cephaneliğinin büyük bir bölümünü ortadan kaldırdık. Daha fazlası gelecek... Rejim kendisine ne yapıldığını ya da ne yapılacağını bilmiyor. Hiç bu kadar savunmasız olmamıştı."

*İsrail ordusu: İran İsrail'e en az 100 roket fırlattı, bunların çoğu engellendi ya da hedefe ulaşmadı

*ABD Enerji Bakanı: Ortadoğu'daki mevcut durumun küresel enerji kaynakları üzerindeki olası etkilerini izlemek üzere Ulusal Güvenlik Konseyi ile yakın işbirliği içerisinde çalışıyoruz.

*İran , Fordo ve İsfahan tesislerinde sınırlı hasar olduğunu doğruladı.

*UAEA Genel Direktörü Rafael Grossi Güvenlik Konseyi'ni bilgilendirdi:

*Nükleer tesislerin güvenliğini teyit etmek üzere İranlı yetkililerle temas halindeyiz.

*İran, Natanz uranyum zenginleştirme tesisinin İsrail saldırılarının ilk dalgası sırasında hedef alındığını doğruladı.

*İranlı yetkililer bize Fordo ve İsfahan'daki iki nükleer tesisin saldırıya uğradığını bildirdi.

*İran'ın yüzde 60'a kadar zenginleştirilmiş uranyum ürettiği bir yer üstü tesisi imha edildi.

*Natanz'daki yeraltı zenginleştirme tesislerine yönelik bir saldırı olduğuna dair herhangi bir belirti yok ancak güç kaynağına yönelik saldırı santrifüjlere zarar vermiş olabilir.

*Sebepleri ya da koşulları ne olursa olsun nükleer tesisler asla saldırıya uğramamalıdır.

*İsrail Savunma Bakan, "İran, İsrail'deki sivil yerleşim yerlerine roket atarak kırmızı çizgileri aşmıştır. İran rejimi ağır bir bedel ödeyecektir" dedi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı, "İran rejimi her zamankinden daha zayıftır ve bu İran halkının rejime karşı durması için bir fırsattır. Netanyahu'dan İran halkına: Ben ve İsrail halkı sizinle birlikteyiz. İran'ın balistik füze cephaneliğinin büyük bir bölümünü imha ettik. İsrail, İran'a karşı tarihin en büyük askeri operasyonlarından birini başlattı. İranlıları baskıcı ve şeytani rejime karşı birleşmeye çağırıyorum."

*Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve ABD Başkanı Ortadoğu'da güvenlik, barış ve istikrarın sağlanması için birlikte çalışmaya devam etmenin önemine vurgu yaptılar.

*Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve ABD Başkanı itidal, gerilimi azaltma ve tüm anlaşmazlıkların diplomatik yollarla çözülmesinin önemini ele aldı.

*Suudi Arabistan Veliaht Prensi, İranlı hacıların tüm ihtiyaçlarının karşılanması ve anavatanlarına ve ailelerine güvenli bir şekilde dönmeleri için koşullar hazır olana kadar kendilerine tüm hizmetlerin sağlanması talimatı verdi.

*İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, İsrail'in askeri ve nükleer tesislere yönelik büyük saldırısının ardından ülkesinin itidal çağrılarını reddettiğini vurguladı.

*İsrail itfaiyesi İran'dan atılan roketin ardından binada mahsur kalanları kurtardı.

*İsrail itfaiyesi İran'ın füze saldırısının yol açtığı büyük olaylara müdahale ettiğini duyurdu

*İran devlet televizyonu: İsrail'e dördüncü roket dalgası fırlatıldı

*İsrail ordu sözcüsü İran medyasında yer alan bir savaş uçağının düşürüldüğü ve pilotun yakalandığı haberlerini yalanladı


İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.