​Suriye’nin yakın tarihinin şahidi Abdulhalim Haddam, Paris’te öldü

Abdulhalim Haddam’ın 2011 yılında Brüksel’de düzenlenen bir toplantıya katılmıştı. (Reuters)
Abdulhalim Haddam’ın 2011 yılında Brüksel’de düzenlenen bir toplantıya katılmıştı. (Reuters)
TT

​Suriye’nin yakın tarihinin şahidi Abdulhalim Haddam, Paris’te öldü

Abdulhalim Haddam’ın 2011 yılında Brüksel’de düzenlenen bir toplantıya katılmıştı. (Reuters)
Abdulhalim Haddam’ın 2011 yılında Brüksel’de düzenlenen bir toplantıya katılmıştı. (Reuters)

Suriye eski Devlet Başkan Yardımcısı Abdulhalim Haddam, Paris’te öldü. Haddam’ın hikâyesi, Suriye’nin yakın tarihinin önemli bir yönünü anlatıyor. İlk gençliğinde Baas Partisi’ne katıldı, Hama isyanında şehre vali olarak atandı, Kuneytra işgal edildiğinde yine aynı görevdeydi. Hafız Esed hastalandığında ‘yakın dostu’ olarak hep yanındaydı, iyileştiğinde de başkan yardımcılığına getirildi. ‘Lübnan dosyasından’ sorumluydu ve Suriye’nin Lübnan’dan çıkışını organize etti. Son yıllarını muhalif olarak sürgünde geçirdi. Doğduğu yer olan Banyas’a korona salgını yaklaştığında Paris’te kalp krizi geçirerek hayata veda etti.
Haddam, 1932’de Banyas’ta dünyaya geldi. İlk eğitimini bu şehirde aldı. Daha sonra Şam Üniversitesi’nde hukuk fakültesine kaydoldu. Mişel Eflak ve Salah Baytar başkanlığındaki Baas Partisi’ne katıldı. Baas Partisi, Mart 1963’teki darbe ile yönetime geldi. Üniversite yıllarında hava kuvvetlerinde pilot olan Hafız Esed ile arkadaşlık geliştirdi. Her ne kadar Esed, Nusayri kendisi ise Sünni olsa da aynı bölgeden olmaları ve aynı ideolojileri paylaşmaları ikili arasında sıkı bir ilişkinin kurulmasına neden oldu. Üniversiteyi bitirmesinin ardından Lazkiye’ye döndü ve siyasal faaliyetler yürüten bir avukat olarak bir süre çalıştı.

Hama kuşatması
Haddam, Baas Partisi Suriye’de yönetime geldiğinde rejime ve Cumhurbaşkanı Emin el-Hafız’a muhaliflerin yoğun yaşadığı Hama şehrine vali olarak atandı. Sami Mubeyyid, ‘Çelik ve İpek’ adındaki kitabında şunları aktardı:
“1964 Nisan’ında Suriye’deki Müslüman Kardeşler’in bir bölümü Hama merkez olmak üzere isyan başlattı. Haddam krizi diplomatik yollarla çözmeye çalışsa da başarılı olamadı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Emin el-Hafız isyancıların konuşlandığı camiye hava saldırısı düzenlenmesini emretti.”
Söz konusu olayın ardından Hama’daki başkaldırı şiddet kullanılarak bastırıldı. Haddam daha sonra Golan Tepeleri’ndeki Kuneytra valisi olarak görevlendirildi. Ancak 5 Haziran 1967’de İsrail’in bu bölgeyi işgal etmesi üzerine şehirden ayrılmak zorunda kaldı. Bu kritik süreçte rejimde üç doktor görev almaktaydı. Bu isimler Devlet Başkanı Nureddin el-Atasi,  Başbakan Yusuf ez-Zeyn ve Dışişleri Bakanı İbrahim Mahus’tu. Suriye diplomasisinin başkanı Mahus, Golan Tepeleri işgal edildiğinde (Baas Partisi’ni iktidara getiren Mart Devrimi’ni kast ederek) şu meşhur sözü söylemişti:
“Şehirleri kaybetmemiz o kadar da önemli değildir. Çünkü düşmanın amacı devrimi sonlandırmaktır.”
 Bu cümlenin günümüze dek yansımaları bulunmakta. Zira Suriye’de şu anda üç nüfuz bölgesinde beş ülkenin ordusu mevcut.
Devlet Başkanı Atasi, 1968’de Haddam’ı kısa süreliğine Şam Valisi olarak atadı. Ardından Haziran 1969’da İktisat Bakanı olarak görevlendirildi. Bu süreçte Baas içindeki derin ihtilaflar gün yüzüne çıktı. Salah Cedid, Atasi ve Mahus evrensel solcular olarak nitelenirken Savunma Bakanı Hafız Esed ‘pragmatist’ olarak değerlendiriliyordu. Sonunda Hafız Esed, 17 Kasım 1970’te Tashih Hareketi (Reform) adını verdiği hareketle rakiplerini saf dışı bırakarak yönetime el koydu. Esed arkadaşlarını hapse attı ancak Mahus Cezayir’e kaçmayı başardı.

Başkanın dostu
Esed, 1970 yılında iktidarı ele geçirdiğinde ‘gençlik dostu’ Haddam’ı Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak atadı. Haddam aynı zamanda Esed’in cumhurbaşkanlığına eşzamanlı olarak üstlendiği Meclis Başkanı’nın yardımcısı pozisyonundaydı. Haddam, Sünni olması sebebiyle 1970’lerden 1980’lere kadar Müslüman Kardeşler’e karşı sürdürülen mücadelede ‘süngü başı’ olarak istihdam edildi. Ayrıca yeni rejimin savunması için entelektüellerle de yakın ilişkiler geliştirmek üzere görevlendirilmişti. Hafız Esed, 1983’te kalp krizi geçirip yatağa düşünce Haddam devlet yönetiminden sorumlu askeri-siyasi heyetin içinde yer aldı. Bu heyet o zamanlar Esed’in kardeşi Rıfat Esed’in iktidar hırsını dizginlemekle meşguldü. Rıfat Esed, Müslüman Kardeşler’le mücadele ettiği süreçte ‘Savunma Tugayları’nın’ başındaydı ve iyice güçlenmişti. Hafız Esed, 1984’te iyileştiğinde kendisine üç yardımcı atadı. Bunlar Siyasi İşlerden Sorumlu Yardımcısı Abdulhalim Haddam, Askeri İşlerden Sorumlu Rıfat Esed ve parti işlerinden sorumlu olarak da Zuheyr Meşarika’ydı. Bu süreçte Haddam ve Savunma Bakanı Mustafa Atlas, Hafız Esed’in en yakın adamları olarak öne çıktılar. (Atlas sürgünde olduğu Paris’te 2017’de öldü) Haddam’ın Cumhurbaşkanı Yardımcısı olması üzerine boşalan koltuğuna Faruk Şara getirildi. İç savaş sonrası Lübnan’da konuşlu olan Suriye askerleri Haddam’ın sorumluluğundaydı. Haddam Lübnan’daki taraflarla birebir ilişkiler geliştirdi. 1979’dan sonra Tahran’la ilişkileri de Haddam yürüttü.

İzolasyonu sonlandırdı
‘Çelik ve İpek’ kitabında, Haddam'ın dışişleri bakanı olarak Baas Partisi’nin iktidara geldiği 1963-1970 yılları arasında Suriye’ye uygulanan uluslararası izolasyonun sona ermesi için etkili bir rol oynadığına işaret ediliyor. Haddam’ın Suriye’nin Arap komşularıyla iyi ilişkiler geliştirmesini sağladığı savunuluyor. Özellikle Suudi Arabistan, Lübnan, Ürdün ve Irak ile ilişkileri güçlendirdiği ifade ediliyor. Mayıs 1974'te Suriye ve Mısır'ın İsrail’e karşı müşterek savaşından sonra eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger tarafından hazırlanan ‘çatışmasızlık anlaşması’ karşıtlarına siyasi baskı uyguladı. 1978’de Hafız Esed’in İsrail ile görüşmelerde bulunan Enver Sedat karşıtı mektuplarını Arap liderlere götürmekle görevlendirildi.  Şam üzerine uluslararası baskıların artması üzerine Şah Pehlevi’nin devrilmesinin ardından İran ile ilişkiler geliştirdi. Ağustos 1979'da Tahran'ı ziyaret eden Haddam, İran Devrimi’ni “çağdaş tarihteki en önemli olay” olarak niteledi. Bu süreçte Devrim Lideri Humeyni ile ittifak geliştirilmesine öncülük etti. Ancak bir yandan da Suudi Arabistan liderliğindeki Arap ülkeleri ile iyi ilişkiler geliştirerek bir denge politikası izlenmesini savunuyordu.

Esed'in elçisi
Haddam, Nisan 1975'te Esed’in Lübnan Özel Temsilcisi olarak görevlendirildi. İç savaş başlamadan önce Lübnan’daki taraflar arasında gerçekleşen müzakerelerde aracı oldu. Suriye muhaberatının Lübnan sorumlusu Gazi Kenan ve Şam İstihbarat Müdürü Muhammed Nasif Hayrbek ile birlikte Lübnan siyasi çevrelerinde Suriye nüfuzunun artmasını sağladı. (Gazi Kenan’ın 2005’te intihar ettiği duyuruldu. Nasif Hayrbek Haziran 2015’te öldü.) 1985'te Velid Canbolat, Nebih Berri ve İyleh Habika’yı ateşkese ikna ederek ‘Üçlü Anlaşma’nın’ yapılmasını koordine etti. Suriye ve Suudi Arabistan, Ekim 1989'da tarafların çoğunun 17 yıllık iç savaşı sona erdirmeyi kabul ettiği Taif Anlaşması’nın imzalanmasında etkili oldu. İsrail’in 1996’da Güney Lübnan’ı işgal etmesinin ardından Lübnan Başbakanı Mişel Avn’ı ‘Nisan İttifakı’ ve benzeri uluslararası anlaşmaları imzalamaya ikna etti. Abdulhalim Haddam, 1990’lı yıllarda İsrail ile müzakerelerde diplomatik kişiliğiyle öne çıkmayı başardı. Siyasi tarih uzmanları, Haddam’ın Esed’in izniyle 1992-2000 yılları arasında Refik Hariri’nin başbakanlığını desteklediğini aktarıyor. Huddam Lübnan siyasi çevrelerinde ‘Lübnan’ın hâkimi’ olarak nitelendiriliyordu. Zira Lübnan’daki tüm siyasi çevreler üzerinde ciddi etkileri vardı. Hafız Esed, Lübnan dosyasını 1998’e kadar Haddam’a vermişti. Ancak Basil Esed’in trafik kazasında ölmesi üzerine Londra’dan dönen Beşşar Esed Lübnan dosyasında görevlendirildi. Bu durum Haddam’ın ve Lübnan’daki müttefiklerinin hoşuna gitmemişti.

Yumuşak geçiş
Hafız Esed’in 2000 yılında vefat etmesi üzerine ‘geçiş dönemini’ kimin üstleneceği üzerinde tartışmalar başladı. Haddam bu süreçte öne çıkmayı denedi ancak baskıların artması üzerine ‘yumuşak geçiş’ olarak adlandırılan kararnameyi imzalamak zorunda kaldı. Beşşar Esed başkomutan olarak atandı. Temmuz ayında ise anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanı tayin edildi. Beşşar Esed, Haddam’ın Başkan Yardımcısı görevini sürdürmesini talep etti. Eylül 2000’de Maruni Patriği Nasrallah Butrus’un muhalefet hareketini sonlandırmakla görevlendirildi. Temmuz 2001’de Cumhurbaşkanı Emil Lahud ve Başbakan Refik Hariri çatışmasında arabulucu oldu. Suriyeli uzmanlar, Haddam’ın bu süreçte Lahud ve Hariri’nin arasını düzelttiğini ve Hafız Esed’in ölümüyle Suriye ile arası bozulan Velid Canbolat’ın gönlünü kazandığını söylüyor. Haddam’ın siyasi rolü azaldığında, 2003 yılında, siyasi görüşleri özgürlük ve demokrasi hakkında ‘Çağdaş Arap Düzeni’ başlıklı bir kitap yazdı. Baas Partisi’nin Haziran 2005’teki kurultayında Cumhurbaşkanlığı Yardımcısı görevinden istifa ettiğini ancak parti merkez yönetim teşkilatındaki görevini sürdüreceğini duyurdu. Daha sonra Lübnan üzerinden sürgün hayatı yaşayacağı Paris’e gitti. Dışişleri Bakanı Faruk Şara, Haddam’ın pozisyonuna getirildi. Velid el-Muallim de Dışişleri Bakanı olarak tayin edildi. Refik Hariri’nin suikasta kurban gitmesinin ardından birçok Arap ve Avrupa ülkesi Suriye’yi boykot etti. Haddam bu süreçte rejimden ayrıldığını ilan etti ve rejimi ‘dostu’ olan Hariri’yi öldürmekle suçladı. Haddam ayrıca Sadrettin Beyanuni aracılığıyla Müslüman Kardeşler’le ilişki kurarak ‘Kurtuluş Cephesi’ adı altında muhalif bir oluşumun içinde yer aldı. Haddam ‘vatana ihanetle’ suçlandı. Şam ve Banyas’taki özel mülklerine el konuldu. 
Haddam 2011 devriminde önemli bir siyasi rol üstlenmemeyi tercih etti. Ancak dünya devletleri müdahil olmazsa Suriyelilerin kendilerini korumak için silahlanmaları gerektiğini söyledi. Son yıllarında Suriye ve Lübnan’ın yakın tarihine dair hatırlarını yazmaya yoğunlaştı. Haddam’a yakın olanlar, son dönemlerde maddi durumunun oldukça kötüleştiğini aktarıyor. Birçok hastalıktan mustarip olan Haddam dün sabah geçirdiği kalp krizi sonucu yaşama veda etti.
 



Soruşturmalar cumhuriyetinden nüfuz cumhuriyetine Irak devletinin krizi

Irak'ın güneyindeki Basra vilayetinde, uygulayıcı Koreli şirketten Faw Limanı’ndaki beş büyük rıhtımın devredilmesi sırasında Irak ordusu geçit töreni düzenledi, 7 Kasım 2024 (AFP)
Irak'ın güneyindeki Basra vilayetinde, uygulayıcı Koreli şirketten Faw Limanı’ndaki beş büyük rıhtımın devredilmesi sırasında Irak ordusu geçit töreni düzenledi, 7 Kasım 2024 (AFP)
TT

Soruşturmalar cumhuriyetinden nüfuz cumhuriyetine Irak devletinin krizi

Irak'ın güneyindeki Basra vilayetinde, uygulayıcı Koreli şirketten Faw Limanı’ndaki beş büyük rıhtımın devredilmesi sırasında Irak ordusu geçit töreni düzenledi, 7 Kasım 2024 (AFP)
Irak'ın güneyindeki Basra vilayetinde, uygulayıcı Koreli şirketten Faw Limanı’ndaki beş büyük rıhtımın devredilmesi sırasında Irak ordusu geçit töreni düzenledi, 7 Kasım 2024 (AFP)

Hayreddin Mahzumi

Irak, ‘soruşturmalar cumhuriyeti’ aşamasından çıktığı bir geçiş sürecine tanık oluyor. Bu, devletin gerçek sonuçlar üretmeden veya kimseye hesap sormadan halkın öfkesini yatıştırmak için komiteler kurduğu bir aşamayı ifade ediyor. Hükümetler, her türlü güvenlik ihlali, suikast veya bombalama olayını bu komiteler aracılığıyla ele alırdı ve sonunda hiçbir sonuç elde edemezdi. Ülke şu an açıkça ‘nüfuz cumhuriyeti’ olarak tanımlanabilecek daha tehlikeli bir aşamaya geçiyor. Bu aşamada, devlete bağlı olmayan silahlı güçler siyaset, güvenlik ve ekonomide fiili karar vericiler haline gelirken, resmi kurumların kanunları uygulama veya hayati ulusal çıkarları koruma kapasiteleri azalır. Bu dönüşüm tek bir olaya dayalı değil, son yıllarda güçlü bir şekilde ortaya çıkan ve son seçim sürecinde daha da belirginleşen siyasi ve güvenlik gelişmelerine dayanıyor. Bu gelişmeler, Kor Mor Gaz Sahası’na art arda düzenlenen saldırılar da dahil olmak üzere, ülkenin kuzeyindeki enerji altyapısını etkileyen gerilimle doruğa ulaştı.

Kor Mor Gaz Sahası’nın önemi, 2007 yılında Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile Kor Mor ve Çemçemal gaz sahalarının geliştirme haklarını elde eden Dana Gas ve Crescent Petroleum şirketleri arasında imzalanan anlaşma ile başlayan ‘IKBY gaz projesinin’ merkezinde yer almasından kaynaklanıyor.

Erbil, Bazyan ve Çemçemal'daki elektrik santrallerine enerji sağlamak için bir gaz işleme tesisi ve 180 kilometrelik boru hattı inşa edildi ve bu tesisler 2 bin megavatın (MW) üzerinde elektrik sağlıyor.

Erbil, Bazyan ve Çemçemal'daki elektrik santrallerine sürekli gaz temini, Irak'ın Kürdistan Bölgesi'ndeki toplam elektrik üretim kapasitesinin yüzde 75'inden fazlasına yakıt sağlıyor ve altı milyondan fazla insana faydalanıyor. Pearl Petroleum 2009 yılında kuruldu ve daha sonra OMV, MOL ve RWE gibi uluslararası şirketleri bünyesine kattı. Bu sayede proje, bölgedeki en büyük entegre enerji projelerinden biri ve Bağdat ile Erbil arasındaki güç dengesi açısından en hassas projelerden biri haline geldi.

Irak'ta yapılan son seçimler, İran yanlısı gruplara silahlı kanatlarına siyasi meşruiyet kazandırması için tarihi bir fırsat sundu. Bu durum, kurumları silahsızlandırmak yerine ‘silahları kurumlar içinde döndürmek’ gibi bir yaklaşımdı.

Bu projenin boyutu ve ilgili bölgesel ve uluslararası şirketlerin iç içe geçmiş çıkarları, özellikle son iki yıldır neden sürekli saldırı hedefi haline geldiğini açıklıyor. Bu proje, bir yandan Bağdat ile Erbil arasında, diğer yandan İran'a yakın silahlı güçler ile bölgesel hükümet arasında yaşanan iktidar mücadelesinde açık bir çatışma alanı ve etkili bir baskı aracı haline geldi. Dahası, bu sektörü hedef almak sadece yerel bir sorun değil, aynı zamanda Türkiye ve İran'ın hesaplarının ve küresel gaz piyasasının kesişim noktalarının etkilediği daha geniş bir bölgesel çatışmanın da parçası. Bu da Kor Mor Gaz Sahası’na yönelik saldırıları Bağdat ve Erbil arasındaki ilişkiyi aşan bir pazarlık kozu haline getiriyor. Kor Mor Gaz Sahası’na düzenlenen saldırılar, artık sadece sabotaj değil, hesaplanmış bir siyasi mesaj, çünkü bu saha, bölgedeki elektrik santrallerinin bağlı olduğu en önemli yerel gaz üretim kaynaklarından biri ve bu sahaya verilen herhangi bir zarar, Irak'ın enerji ve ekonomik güvenliğini doğrudan etkiler.

Irak sahnesinde 2024 ve 2025 yıllarında Kor mor Gaz Sahası’na birkaç kez saldırı düzenlendi. Reuters gibi uluslararası ajansların haberleri bu saldırıların temel ayrıntılarını teyit ediyor. Kor mor Gaz Sahası’na 25 Ocak 2024'te silahlı insansız hava araçları (İHA) ve Katyuşa roketleriyle çifte saldırı düzenlendi. Saldırılar kısıtlı ölçüde hasara yol açtı. Reuters, bölgedeki enerji tesislerine karşı artan saldırıları haberleştirirken olayın ayrıntılarını da aktardı. Aynı yılın 26 Nisan'ında, saha kimliği belirsiz bir insansız hava aracının hedefi olduğunda en ciddi saldırı gerçekleşti ve dört Yemenli işçi öldü, birçok işçi yaralandı. Associated Press (AP) ve BBC bu bilgiyi belgelerken Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid ve IKBY Başkanı Mesrur Barzani, saldırıyı kınayan açıklamalarda bulundu. Ardından, 2 Şubat 2025'te, Reuters gibi uluslararası medya kuruluşlarında yayınlanan haberlere göre saldırılar başka bir insansız hava aracıyla yeniden başladı.

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, Irak'ın Bağdat kentinde IKBY Başkanı Mesrur Barzani ile ortak basın toplantısı düzenledi, 4 Nisan 2023 (Reuters)Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, Irak'ın Bağdat kentinde IKBY Başkanı Mesrur Barzani ile ortak basın toplantısı düzenledi, 4 Nisan 2023 (Reuters)

Silahlı grupların gaz üretimi ve elektrik tedariği ile bağlantılı hayati bir sektörü bozma kabiliyetlerini göstererek yeni bir güç dengesi kurmayı amaçlayan açık bir gerilim çerçevesinde, son saldırı 27 Kasım 2025 tarihinde gerçekleşti. Saldırıları kimin gerçekleştirdiği önemli değil. Önemli olan zamanlaması ve bu da devletin enerji sektörünü korumak veya Bağdat ile Erbil arasındaki çatışmayı kontrol etmek konusunda tam bir kontrole sahip olmadığı mesajını veriyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu tür saldırılar, Irak'ın merkezi hükümetin egemen olduğu bir devletten, silahlı grupların karar alma gücünü paylaştığı bir nüfuz alanına kademeli olarak dönüştüğü izlenimini de pekiştiriyor.

Nüfuz cumhuriyeti

Kor mor Gaz Sahası’na yönelik saldırıları ve bunların yerel ve bölgesel boyutlarını inceledikten sonra, milislerin nüfuzunun devlet içinde nasıl etkili bir siyasi güce dönüştüğü netleşiyor. İran yanlısı grupların seçimlerdeki ve siyasi yükselişleriyle, hayati öneme sahip tesisleri vurma kapasitelerinin genişlemesi arasındaki tesadüf, yalnızca sahadaki bir gelişme olarak değil, Irak içindeki güç dağılımında yeni bir mantığın uzantısı olarak değerlendirilebilir. Son seçimler, bu gruplara silahlı güçlerini siyasi meşruiyete dönüştürmek için tarihi bir fırsat sundu. Bu, Washington Enstitüsü'nün önceki analizlerinde, bu grupların sandığı, sahadaki önceki hakimiyetlerini güçlendirmek için paralel bir yol olarak kullanabilecekleri konusunda uyarıda bulunduğu, kurumları silahsızlandırmak yerine ‘silahları kurumlar içinde döndürmek’ gibi bir süreç.

Fonlar ve silahlar arasındaki örtüşme, devletin iktidarı tekelleştirmesinin anlamını yeniden tanımlıyor. Seçimler kurumları güçlendirmek yerine, artık silahlı kanatları resmi olarak örtbas etmek için kullanılıyor.

Aslında, bu grupların siyasi nüfuzu artık silahlı kanatlarından ayrı düşünülemez. Zira ikisi de devlet içinde ve ötesinde genişleyen tek bir yapı oluşturuyor. İran yanlısı grupların 2025 seçimlerinde kurmayı başardıkları parlamento bloğu, onlara benzeri görülmemiş bir pazarlık gücü kazandırdı. Bu gücü, yürütme organına kendi koşullarını dayatmak için kullandılar ve aynı zamanda siyasi bir bedel ödemeden silahlı faaliyetlerine devam etmelerini sağlayan resmi bir koruma sağladılar. Bu geniş koalisyona geçen meclisteki her bir koltukla, silahlı aktörleri hesap verebilir kılmak neredeyse imkansızlaşıyor, çünkü yetkilileri denetlemesi gerekenler, paralel iktidar merkezlerinin ayrılmaz bir parçası haline geliyor.

IKBY’deki Kürt şehri Dohuk yakınlarındaki Şamanki bölgesine düzenlenen SİHA saldırısının ardından, Sarsang Petrol Sahası’ndaki hasarlı petrol tesisinden yükselen dumanlar, 17 Temmuz 2025 (AFP)IKBY’deki Kürt şehri Dohuk yakınlarındaki Şamanki bölgesine düzenlenen SİHA saldırısının ardından, Sarsang Petrol Sahası’ndaki hasarlı petrol tesisinden yükselen dumanlar, 17 Temmuz 2025 (AFP)

Bu iç içe geçmişlik, enerji tesislerini hedef almayı sadece bir saldırı eylemi değil, aynı zamanda devlet içinde karar verme hakkına sahip olanları belirleyen yasama nüfuzunun bir uzantısı haline getiriyor. İran yanlısı gruplar, SİHA’lar aracılığıyla sert gücü ve aynı zamanda parlamento, medya ve hükümet komiteleri aracılığıyla yumuşak gücü kullandıklarında, nüfuzları karmaşık hale gelir ve enerji dosyası, bu grupların nüfuzlarının sınırlarını ve devletin tepki verme yeteneğini test ettikleri bir arena haline gelir. Bu saldırıların verdiği mesaj sadece güvenlikle ilgili değil, aynı zamanda ‘enerji dahil stratejik karar alma süreci artık hükümetin tekelinde değil’ şeklinde siyasi bir mesaj.

Fonlar ve silahlar arasındaki örtüşme, devletin iktidarı tekelleştirmesinin anlamını yeniden tanımlıyor. Seçimler kurumları güçlendirmek yerine, artık silahlı kanatları resmi olarak örtbas etmek için kullanılıyor. Bu da ‘devletin dilini konuşan bir hükümet ve sahada fiili otorite olarak hareket eden gruplar’ şeklinde melez bir gerçeklik yaratıyor. Bu bağlamda, silahları olanlar, fiilen açıklanmamış bir veto hakkına sahip olduklarından hükümetin herhangi bir güvenlik veya ekonomik reformu uygulama kabiliyeti zayıflıyor.

Irak, yalnızca seçim sonuçlarının değil, sahada araçlar kullanarak fiili durumu dayatma gücünü elinde tutanların da etkisiyle yeni bir aşamaya giriyor gibi görünüyor.

Bu yolu daha da tehlikeli kılan ise enerji tesislerine yönelik saldırıların, İran yanlısı grupların taktiksel nüfuzdan stratejik nüfuza geçişini ortaya koyması. Bu saldırılar artık duruma bağlı tepkiler değil, Bağdat ile Erbil arasındaki ve Irak ile uluslararası ortakları arasındaki ilişkileri yeniden şekillendirmek ve kurumsal çerçevelerin dışında önemli sorunları çözmek için kullanılan siyasi baskı araçları olarak karşımıza çıkıyor. Her yeni saldırı ile birlikte, devletin güvenlikle ilgili kararlar üzerindeki tekelinin kalan azıcık kısmını da kaybettiği ve İran yanlısı grupların kendilerini devletin rakibi değil, vazgeçilmez bir ortak oldukları özgüveniyle hareket ettikleri hissi giderek artıyor.

Bu olay, gaz tesisleri, askeri üsler ve stratejik projelerin siyasi müzakerelere hizmet edecek şekilde zamanlanmış saldırılara maruz kaldığı bir ülkede, ‘Irak devleti hala otoritesini geri kazanabilir mi, yoksa siyasi etkinin askeri gücün doğrudan uzantısı olduğu bir modele doğru yapısal bir geçişle karşı karşıya mıyız?’ şeklindeki yıllardır sorulan bir soruyu yeniden gündeme getiriyor. Cevap ise daha karamsar bir tabloya doğru eğilimli görünüyor. Bu tabloda ‘nüfuz cumhuriyeti’ resmi cumhuriyetten daha köklü hale geliyor.

Bu aşama sadece egemenlik kavramını tehdit etmekle kalmıyor, aynı zamanda Irak'taki yönetimin doğasını da yeniden şekillendiriyor. Seçimin sağladığı meşruiyet devlet dışındaki gücü pekiştirmek için kullanıldığında, ülkenin siyasi geleceği parlamentodan çok sahada değişen güç dengesine bağımlı hale geliyor ve kurumların aşınmaya devam ettiği bir yönetim modelinin önü açılıyor. Irak ekonomisinin can damarı olan enerji sektörü ise rakip taraflar arasında kalıcı bir pazarlık kozu haline geliyor.

Irak, sadece seçim sonuçlarının değil, aynı zamanda sahadaki araçlarla fiili durumu dayatma gücünü elinde tutanların da yönettiği yeni bir aşamaya giriyor gibi görünüyor. Kor mor Gaz Sahası’na yapılan her yeni saldırı, ‘nüfuz cumhuriyetinde’ yaşayan bir ülkenin imajını pekiştiriyor. Güç mantığı devlet mantığının önüne geçiyor ve anayasal kurumların halkın çıkarlarını korumak veya egemenliği muhafaza etmek konusunda yetkinliğini azaltıyor.

Bu tehlikeli aşama, Irak’taki denklemi sadece bir güvenlik sorunu olarak değil, devletin varlığını tehdit eden ve önümüzdeki on yıllar boyunca Irak’ta yönetim kavramını ve iktidar dağılımını yeniden şekillendiren yapısal bir kriz olarak yeniden okumayı gerektiriyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Lübnan Ordusu: Güneyde bir UNIFIL devriyesine saldıran altı kişi yakalandı

Birleşmiş Milletler barış gücü güçleri, Marjeyoun'un Bouayda bölgesinde UNIFIL gücüne ait araçlarla devriye geziyor (AFP)
Birleşmiş Milletler barış gücü güçleri, Marjeyoun'un Bouayda bölgesinde UNIFIL gücüne ait araçlarla devriye geziyor (AFP)
TT

Lübnan Ordusu: Güneyde bir UNIFIL devriyesine saldıran altı kişi yakalandı

Birleşmiş Milletler barış gücü güçleri, Marjeyoun'un Bouayda bölgesinde UNIFIL gücüne ait araçlarla devriye geziyor (AFP)
Birleşmiş Milletler barış gücü güçleri, Marjeyoun'un Bouayda bölgesinde UNIFIL gücüne ait araçlarla devriye geziyor (AFP)

Lübnan Ordusu bugün, Lübnan'ın güneyindeki el-Tayri-Bint Cebeli yolunda Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Gücü'ne (UNIFIL) ait bir devriyeye saldıran altı kişinin yakalandığını duyurdu.

Ordu "X" platformunda yayınlanan bir açıklamasında, UNIFIL gücüne yönelik saldırıda bir UNIFIL aracının hasar gördüğünü, ancak personel arasında herhangi bir yaralanma bildirilmediğini ifade etti.

Ordu, UNIFIL'e yönelik herhangi bir saldırının ciddiyetini vurgulayarak, olaya karışanların cezalandırılmasında hiçbir hoşgörü ve müsamaha gösterilmeyeceğini belirtti.

Ayrıca, UNIFIL'in Litani Nehri'nin güneyinde bulunan bölgedeki temel rolünü, ordu ile yakın koordinasyonunu ve istikrarın yeniden sağlanmasına aktif katkısını vurguladı.

UNIFIL dün yaptığı açıklamada, Güney Lübnan'daki devriyelerinden birine ateş açıldığını, ancak herhangi bir yaralanma bildirilmediğini duyurdu.

Bint Cubeyl yakınlarında devriye gezen üç motosikletli altı kişinin barış gücüne yaklaştığını ve içlerinden birinin aracın arkasına yaklaşık üç el ateş ettiğini açıkladı. Olayda yaralanan olmadı.


Arap ve İslam dünyası, İsrail'in Gazzelileri Mısır'a sürme niyetinden endişe duyuyor

Mısır ile Filistin toprakları arasındaki Refah sınır kapısı (Arşiv- Reuters)
Mısır ile Filistin toprakları arasındaki Refah sınır kapısı (Arşiv- Reuters)
TT

Arap ve İslam dünyası, İsrail'in Gazzelileri Mısır'a sürme niyetinden endişe duyuyor

Mısır ile Filistin toprakları arasındaki Refah sınır kapısı (Arşiv- Reuters)
Mısır ile Filistin toprakları arasındaki Refah sınır kapısı (Arşiv- Reuters)

Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Endonezya, Pakistan, Türkiye ve Katar, İsrail'in Gazze Şeridi sakinlerinin Mısır'a geçişine olanak sağlamak için Refah sınır kapısını tek yönlü açacağı yönündeki açıklamalarından derin endişe duyduklarını belirtti.

Sekiz ülkenin dışişleri bakanları yaptıkları açıklamada, Filistin halkını topraklarından çıkarma girişimlerini tamamen reddettiklerini vurgulayarak, ABD Başkanı Donald Trump'ın Refah sınır kapısının her iki yönde de açılması, bölge sakinlerine hareket özgürlüğünün garanti altına alınması, Gazze Şeridi halkından hiçbirinin ayrılmaya zorlanmaması, aksine topraklarında kalmaları ve vatanlarının inşasına katılmaları için uygun koşulların yaratılması, istikrarın yeniden sağlanması ve insani koşulların iyileştirilmesine yönelik bütünleşik bir vizyonun oluşturulması planına tam bağlılık gösterilmesi gerektiğini vurguladı.

Bakanlar, Başkan Trump'ın bölgede barışı sağlama konusundaki kararlılığına ilişkin takdirlerini yineleyerek, güvenlik ve barışın sağlanması ve bölgesel istikrarın temellerinin sağlamlaştırılması amacıyla, planının tüm yönleriyle, gecikme veya aksama olmaksızın uygulanmasının önemini vurguladılar.

Ateşkesin tam olarak sağlanması, sivillerin çektiği acılara son verilmesi, Gazze'ye insani yardımların kısıtlama veya engel olmaksızın ulaştırılmasının sağlanması, iyileştirme ve yeniden yapılanma çalışmalarına erken başlanması ve Filistin Yönetimi'nin sektördeki sorumluluklarını yeniden üstlenmesi için gerekli koşulların oluşturulması ve böylece bölgede yeni bir güvenlik ve istikrar aşamasının başlatılması gerektiğini vurguladılar.

Bakanlar, ülkelerinin, Güvenlik Konseyi'nin 2803 sayılı Kararı ve ilgili tüm Konsey kararlarının tam olarak uygulanmasını sağlamak ve uluslararası hukuk kararları ve iki devletli çözüm ilkesi uyarınca adil, kapsamlı ve sürdürülebilir bir barışa ulaşmak için elverişli bir ortam sağlamak amacıyla Amerika ve tüm ilgili bölgesel ve uluslararası taraflarla çalışmaya ve eşgüdüm sağlamaya hazır olduğunu teyit ettiler. Bu, işgal altındaki Gazze ve Batı Şeria toprakları da dahil olmak üzere 4 Haziran 1967 sınırlarında, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıyla sonuçlanacaktır.