Korona krizi ve uluslararası ilişkiler: Açık sorular ve geçici öneriler

İtalyan askerler Milano’da karantinayı denetlerken, 24 Mart. (Reuters)
İtalyan askerler Milano’da karantinayı denetlerken, 24 Mart. (Reuters)
TT

Korona krizi ve uluslararası ilişkiler: Açık sorular ve geçici öneriler

İtalyan askerler Milano’da karantinayı denetlerken, 24 Mart. (Reuters)
İtalyan askerler Milano’da karantinayı denetlerken, 24 Mart. (Reuters)

Dünyada bugüne kadar yaşanan tüm küresel krizler, uluslararası sistemin temellerini, kurallarını ve kurumlarını etkilemiştir.  Dünya savaşlarının ardından, Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletlerin kurulduğunu hatırlatmak dahi yersiz olacaktır. 11 Eylül 2011 saldırıları, uluslararası hukukun esnemesine ve etkin aktörlerin davranışlarını değiştirmesine neden olmuştu. 2008 mali krizi ile birlikte G20, maliye bakanları kulübünden, uluslararası politikada ‘yumuşak’ yönlendirme rolü üstlenen, liderler seviyesinde bir organizeye dönüşmüştü.
Korona krizini takip eden süreçler hakkında açıklama yapmak için henüz erken olsa da, sıklıkla, ‘’Hiçbir şey eskisi gibi kalmayacaktır’’ ifadesinin dile getirildiğine şahit oluyoruz. Büyük ihtimalle söz konusu yargının haklılık payı yüksek. Dolayısıyla, ‘korona’ sonrası süreçte uluslararası siyasette nelerin değişeceği yönünde bir sorgulamaya girişmemiz makul olacaktır. Şu aşamada bu sorunun yanıtlarının teori ve varsayımdan öteye geçmeyeceğini hatırlatmakta fayda var.
Korona krizinin, ABD’nin Çin’i ‘izole’ etme çabalarını arttıracağını, dolayısıyla ‘küreselleşmenin’ güç kaybedeceğini varsayabiliriz. Ancak bazı uluslararası ilişkiler alanında, yeni tür bir ‘küreselleşmenin’ ortaya çıkması da kuvvetle muhtemeldir. Krizin, küresel sistem üzerindeki jeopolitik etkisi ve bunun sonucunda ortaya çıkacak olan çatışmalar veya işbirliklerine dair kapsamlı bir resminin henüz oluşmadığı bir gerçektir. Salgından sonra dünyanın alacağı ‘siyasi şekil’, liderlerin ve etkin uluslararası aktörlerin işbirliği yapma yeteneğine bağlıdır.

Küresel salgın, bazı yorumcuların tahmin ettiği gibi, çok taraflı işbirliğini sınırlayacak ve kurallara dayalı uluslararası sistemi zayıflatacak mı? Çoğu ülke prensipte krizle tek taraflı olarak mücadele etmektedir ve bir süre daha bu böyle devam edecektir. Her ne kadar bu kriz, ‘küresel işbirliğine’ olan ihtiyacı göz önüne sermişse de, gelişmeler, salgınla mücadelede sabit bir modelin henüz oluşmadığını göstermektedir. Ulusçu liderler dahi, Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) önemini inkâr etmemektedir. Koronavirüsün aşısının bulunması için, yardımlaşmanın ve bilgi alışverişinde bulunulmasının önemi de herkes tarafından kabul edilmektedir. Bu nedenle, Birleşmiş Milletlerin ve uluslararası kurumların, önümüzdeki süreçte, sağlık alanına daha fazla ilgi göstereceği ve Dünya Sağlık Örgütünün güçlendirilmesi için daha fazla çaba sarf edeceği öngörülebilir. Nitekim bazı ülkelerdeki zayıf sağlık sistemlerinin diğer ülkelere de olumsuz etkilerinin olduğu anlaşılmıştır.
Yediler Grubu veya G20 ülkelerinin, çok taraflı bir işbirliğini geliştirmeleri için hızlı girişimlerde bulunmaları beklenmiyor. Bununla birlikte, halk sağlığıyla ilgili sorunların, klasik güvenlik sorunlarıyla ilişkilendirilmeden Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin gündemine alınması daha kolay olabilir. Şüphesiz ki ‘küresel sağlık’, uluslararası barış ve güvenlikle doğrudan bağlantılıdır.
Korona krizinin, süper güçlerin rekabet ve mücadelesine, özellikle de ABD ve Çin arasındaki rekabet üzerinde etkileri olacak mıdır? (Bir süre öncesine kadar uluslararası politikaların seyri bu çatışma ışığında okunuyordu) Salgının, bu tür rekabetleri sonlandırmayacağı veya hafifletmeyeceği öngörülebilir. Büyük güçler, ABD ve Çin arasında çatışma ve dayanışma eşzamanlı olarak sürecektir. Salgınla mücadelenin de bu rekabetten bağımsız olmayacağı görülmektedir.
Çin ve Batı ülkeleri arasındaki ideolojik çatışmanın daha da keskinleşeceğini varsayabiliriz. Nitekim bu çatışma, hükümet sistemleri arasındaki rekabet ve devlet-toplum ilişkisine dairdir. Çin ilk başlarda salgınla mücadelede başarısız olduğu için eleştirilere maruz kalmıştı, ancak daha sonra Çin, otoriter sisteminin bu tür krizlerle başa çıkmada, demokratik sistemlerden daha etkili olduğunu öne sürdü. Ayrıca Çin, İtalya ve salgına maruz kalan diğer ülkelere yardım göndererek ‘yumuşak gücünü’ arttırıyor. Buna karşılık ABD’nin süper güç imajı zayıflamaya başladı. Washington yönetimi, salgınla mücadeledeki uluslararası kampanyaları koordine etmek için nüfuzunu kullanma girişiminde dahi bulunmadı. Aksine Başkan Donald Trump, sadece kendi ülkesi ile ilgilendi. İran’a uygulanan yaptırımların geçici olarak hafifletilmesini reddettiği gibi, koronavirüs aşısı üzerinde çalışan bir Alman ilaç şirketini satın almaya kalktı.
Koronavirüs salgını, iç ve dış savaşların yaşanmasını engeller mi? Büyük olasılıkla hayır, iç savaşın yaşandığı ülkelerde, özellikle yoksul kesimler, salgından daha fazla etkilenecektir. En kötü durumda, iç bölünmenin yaşandığı ükelerde, çatışma hatları daha keskin şekilde çizilecektir. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'in ‘Silahlı çatışmaya son verilmesi ve Kovid-19 ile mücadeleye odaklanılması’ çağrısı, sadece Filipinlerde karşılık bulabildi. Öte yandan, Kuzey Kore füze denemelerini sürdürüyor, Libya, Yemen ve kuzeybatı Suriye'de çatışmalar devam ediyor. DEAŞ ve Boko Haram da saldırılarını durdurmuş değil.
Salgının bölgesel güç mücadeleleri üzerindeki etkisinin de minimal olması muhtemeldir. Bununla birlikte, sorumluluk duygusuna sahip hükümetler, mevcut durumu güven artırıcı önlemler geliştirmek için değerlendirebilir. Bu bağlamda, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt, İran'a yardım konvoyları gönderdi. Üst düzey bir Körfez yetkilisi, bana, bu yardımların ilk defa yapılmadığını, ‘’daha önce de afet durumlarında İran’a yardım gönderdiklerini, olası bir felaket durumunda İran’ın da aynı şeyi yapacağına inandıklarını, ancak bu etkileşimi politik uzlaşmaya dönüştüremediklerini’’ söyledi.
Genel olarak, uluslararası toplumun, kriz diplomasisine veya çatışmaları çözme çabalarına daha az zaman ve dikkat ayıracağını tahmin edebiliriz. Salgının dünya gündeminde öncelikli konumu işgal ettiği bugünlerde durum bu yöndedir. Salgın sona erdikten sonra, yaşanacak ekonomik durgunluk ve krizle baş etme hususunda da aynı yargımız geçerlidir.
Ekonomik olarak zayıf ya da yoksul olan ülkelerin, salgın sonrasında ciddi ekonomik çöküşler yaşayacağını öngörebiliriz.
Zengin ülkelerin, yoksul ülkelerden alacaklı oldukları meblağların ödemesini esnetmeleri beklenebilir. Ancak insani yardımlarda da ciddi azalmalar yaşanabilir. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin bütçesinin kısılmasına ve insani yardım kuruluşlarının bütçelerinde kesintiye gidilmesine şahit olabiliriz.
Peki, Avrupa ne olacak? Ne Washington ne de Pekin küresel sorunlara ortak çözümler bulmak için gerekli enerjiyi harcamadı. Bu durumda, Avrupa Birliğinin ve Kanada, Güney Kore, Endonezya ve Meksika gibi benzer ideallere sahip ülkelerin daha fazla inisiyatif alması beklenir. Avrupa Birliği, salgınla mücadele hususunda, küresel sağlık önlemlerine dair önerilerde bulunursa, ABD, Çin ve Rusya’nın bu önerilere olumlu yaklaşacağı öngörülebilir. Fakat bu ülkelerin ‘kapsamlı çabalara’ öncülük etmesi pek olası değildir.
Salgının ardından Avrupa Birliği üyesi ülkeler arasındaki bağların daha da güçlenmesi mümkündür. Her ne kadar geç kalsa da Avrupa Birliği, salgından en çok zarar gören üyelerine yardım elini uzatmıştır. Uluslararası tutumuna gelecek olursak, AB Yüksek Temsilcisi Josep Borrell'e göre, birliğin ‘gücün dilini’ öğrenmesi gerekir. Avrupa’nın gücü ve cazibesinin, özellikle böylesi zamanlardaki dayanışmasından geldiğini de hatırlatmakta fayda var.
*Alman Uluslararası Güvenlik Politikaları Enstitüsü Direktörü: Volker Peretz’in kaleminden



Trump destekçisi, sabotaja uğrayan Kuzey Akım'ı almak için harekete geçti

Kuzey Akım boru hatlarındaki sabotajın ardından sızıntı yaşanmıştı (Reuters)
Kuzey Akım boru hatlarındaki sabotajın ardından sızıntı yaşanmıştı (Reuters)
TT

Trump destekçisi, sabotaja uğrayan Kuzey Akım'ı almak için harekete geçti

Kuzey Akım boru hatlarındaki sabotajın ardından sızıntı yaşanmıştı (Reuters)
Kuzey Akım boru hatlarındaki sabotajın ardından sızıntı yaşanmıştı (Reuters)

Amerikalı bir yatırımcı, iki yıl önce sabotajla patlatılan Kuzey Akım 2 boru hattını satın almaya çalışıyor. 

ABD'nin tanınmış gazetelerinden Wall Street Journal (WSJ), Floridalı yatırımcı Stephen P. Lynch'in, boru hattını satın almak için Washington yönetiminden izin talep ettiğini yazıyor. 

5 Kasım'da yapılan başkanlık seçimlerini kazanan Donald Trump'ın kampanyasına 300 bin dolara yakın bağış yapan yatırımcı, boru hatlarını satın alma projesine dair şunları söylüyor:

İşin özü şu: Bu, Amerika ve Avrupa'nın fosil yakıt çağının geri kalanında Avrupa'daki enerji arzı üzerinde kontrol sahibi olması için hayatta bir kez gelecek bir fırsat.

WSJ'nin incelediği belgelere göre Lynch, Kuzey Akım 2'yi satın almak için ABD Hazine Bakanlığı'na şubatta başvuru yaptı. Yatırımcı, kendisine satın alma işlemleri kapsamında ABD'nin yaptırım listesindeki bazı kişi ve kuruluşlarla görüşme imtiyazı sağlanmasını istiyor. 

Haberde, Trump'ın, boru hattının satın alınmasını Ukrayna savaşını bitirmek için bir koz olarak kullanabileceğine dikkat çekiliyor. Cumhuriyetçi lider, seçim kampanyasında Ukrayna savaşını 24 saatte bitirme vaadiyle gündem olmuştu. 

Toplam maliyeti yaklaşık 11 milyar dolar olan Kuzey Akım 2 projesiyle yılda 55 milyar metreküp Rus gazının Baltık Denizi üzerinden Almanya'ya sevk edilmesi planlanıyordu. Ancak Ukrayna savaşının patlak vermesiyle proje yarım kaldı.

Projeyi, Rus devletine ait Gazprom'un yan kuruluşu olan ve merkezi İsviçre'de yer alan Nord Stream 2 AG yürütüyordu. 

Gazprom liderliğinde tasarlanan ve inşaatı Eylül 2021'de tamamlanan Kuzey Akım 2 projesinin ruhsatlandırma çalışmaları devam ederken, Kremlin'in ayrılıkçı Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Luhansk Halk Cumhuriyeti'ni 21 Şubat 2022'de tanıması diplomatik kriz yaratmıştı. Almanya Başbakanı Olaf Scholz, 22 Şubat'ta boru hattının sertifikasyon sürecinin durdurulması talimatını vermişti. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in emriyle bundan iki gün sonra Ukrayna işgali başlamıştı.

Rusya'ya yönelik yaptırımların bir parçası olarak ABD Hazine Bakanlığı da Batılı şirketlerden, Nord Stream 2 AG'yle ilgili tüm finansal işlemleri durdurmasını istemişti. 

Nord Stream 2 AG, yaptırımlar nedeniyle Mart 2022'de 140 çalışanını işten çıkarmış ve iflasın eşiğine gelmişti. Daha sonra İsviçre'de yürütülen hukuki süreçte şirkete borçlarını ödemesi için 10 Ocak 2025'e kadar süre verilmişti.  

Amerikan gazetesi Washington Post'un (WP) aktardığına göre Lynch, iflas duyurusu yapması durumunda Nord Stream 2 AG'yi satın alarak Kuzey Akım 2 hattının sahibi olmayı hedefliyor. WP, Gazprom'un ve Alman hükümetinin yorum taleplerine yanıt vermediğini bildiriyor. 

Ayrıca Lynch'in elini güçlendirmek için Alman danışmanlık firması Berlin Global Advisors'dan da destek aldığı belirtiliyor. Şirketin partnerlerinden Rüdiger von Fritsch, 2014-2019'da Almanya'nın Moskova Büyükelçisi olarak görev yapmış, Kuzey Akım 2'nin kurulmasıyla ilgili çalışmalarda da yer almıştı.

Yaklaşık 20 yıl Moskova'da yaşayan 57 yaşındaki Lynch, ABD Hazine Bakanlığı'ndan aldığı izinle, 2022'de Rusya'ya ait Sberbank'ın İsviçre şubesinin Cenevre merkezli M3 Groupe Holding firmasına satışında arabuluculuk yapmıştı. Lynch'in, satıldıktan sonra TradeXBank adı altında faaliyet gösteren bankada yüzde 10 hissesi var. 

Kuzey Akım hatlarına sabotaj

Rusya'dan Avrupa'ya Baltık Denizi'nin altından doğalgaz taşıyan Kuzey Akım 1 ve Kuzey Akım 2 boru hatlarında 26 Eylül 2022'de üç patlama gerçekleşmişti. Kuzey Akım sabotajıyla ilgili New York Times ve Almanya merkezli Die Zeit tarafından ortaya atılan bir teoride, saldırının Ukrayna destekçisi 6 kişi tarafından bir yat kiralanarak gerçekleştirilmiş olabileceği belirtilmişti.

WP de sabotajı 48 yaşındaki Ukraynalı albay Roman Çervinski'nin yönettiğini savunmuştu. Haberde Çervinski'nin yalnız hareket etmediği ve operasyonu planlayan isim olmadığı belirtilirken, emrin dönemin Ukrayna Genelkurmay Başkanı Valeri Zalujni'ye rapor veren daha üst rütbedeki subaylardan geldiği ileri sürülmüştü. Böylelikle sabotajdan Ukrayna'nın sorumlu olduğu iddiası daha da güçlenmişti.

Independent Türkçe, Wall Street Journal, Washington Post, Interfax, Swiss Info