Korona salgını sonrası Arap bölgesinin geleceği

İdlib kırsalındaki Binnish şehrinde koronavirüsten korunmak için maske diken bir kadın (AFP)
İdlib kırsalındaki Binnish şehrinde koronavirüsten korunmak için maske diken bir kadın (AFP)
TT

Korona salgını sonrası Arap bölgesinin geleceği

İdlib kırsalındaki Binnish şehrinde koronavirüsten korunmak için maske diken bir kadın (AFP)
İdlib kırsalındaki Binnish şehrinde koronavirüsten korunmak için maske diken bir kadın (AFP)

Koronavirüs (Kovid-19) salgınının dünya ve Orta Doğu bölgesine yayılması, birçok ülkenin toplumlarını, ekonomilerini ve hükümetlerini tehdit ediyor. Salgın, bazı Arap ülkelerinin ‘ekonomik, toplumsal ve siyasi koşullarını değiştirmeyi amaçlayan benzeri görülmemiş protesto hareketlerine tanık olduğu’ bir dönemde geldi.
Salgın, bölgedeki bazı ülkeleri ve tüm bölgesel sistemi varoluşsal bir güvenlik ve siyasi zorluklarla karşı karşıya bıraktı. Arap ülkelerinin ‘küresel bir ekonomik durgunlukla birlikte birikmiş derin ekonomik krizlerle’ karşılaştığı bir dönemle de çakıştı. Aynı zamanda iç savaşlar ve dış askeri müdahalelerle uğraşan başarısız ve pasif devletler içinde yayılarak, bölgesel sistem krizini ve giderek artan başarısızlıkları derinleştirdi.
Şarku’l Avsat, Beyrut Amerikan Üniversitesi ‘İsam Fares Kamu Politikaları ve Devlet İşleri Enstitüsü’ ile işbirliği dahilinde, ‘Kovid-19’un Arap ülkeleri üzerindeki siyasi, ekonomik, sağlık ve toplumsal düzeylerdeki etkisi’ hususunda Lübnan ve bölgeden etkili düşünürlerin görüşlerini aldı. Çalışmada, düşünürlerin, ‘hükümetlerin bu salgını kontrol altına almasından kısa bir süre sonra bölgenin geleceğine ne ölçüde tepki verecekleri’ hususundaki dair değerlendirmeleri de dinledi. Uzmanlar, pandeminin ‘değişim ve toplumsal adalete ulaşma hareketlerine ve ekonomiye’ etkilerinin yanı sıra ulusal devletin geleceğine, bölgesel güvenliğe, bunu sağlamak üzere işbirliği sistemini irdelediler. Ayrıca sağlık hizmetleri ve sosyal- ekonomik politikalara etkisini de değerlendirdiler.

Ulusal devletin akıbeti
Tarık Mitri
Geçen yüzyılda, 1990’larda, dünyanın tanık olduğu derin değişimler hızlanırken, ‘ulus devletlerin, büyük sorunlarla başa çıkabilme kabiliyeti açısından küçüldükleri ve küçük sorunlarla başa çıkma bakımından da büyüdükleri’ söylentileri yayıldı. Bu ifade, dünyanın bir bölgesinde değişen oranlarda doğrudur. Ama Arap ülkeleri açısından ülkelerimiz, güvenlik ve kontrol politikalarıyla ilgili olanlar hariç büyük veya küçük sorunları ele alamıyor gibi görünüyordu.
Ve milli grubun işleri politikasında temel rollerini oynamak, vatandaşların hayatlarını korumak ve haklarını korumak açısından zayıfladı. Bununla birlikte, birçok ülkede, şiddet, terörist, siyasi veya sosyal mücadele bahanesi altında toplumu boyun eğme ve insanların korktuğu anarşiye düşmekten kaçınma potansiyelini yeniden kazanmıştır.
Arap devrimlerinin patlak vermesinden sonra ulus devletlerimiz, daha kırılgan hale geldi ve bazı durumlarda kurumları çöktü veya parçalandı. Ulusal politikada, vatandaşların hayatlarını ve haklarını korumada oynadıkları temel roller açısından zayıflık yaşandı. Bununla birlikte birçok ülkede, toplumsal veya kitlesel terör gerekçesiyle şiddete karşı mücadele bahane edilerek topluma boyun eğdirme ve insanları endişelendiren bir kaosa sürüklenmekle korkutma potansiyeli yeniden baş gösterdi.
Ülkelerimiz, devlet ve yönetim arasında gerekli olan daha büyük bir ayrıma adım atmak yerine birinci sıraya hâkim olmaya yöneldi. Bazı otoriteler, çıplak güçlerinin yanı sıra ulus altı mezhepsel, bölgesel asabiliğe ve bireysel çıkarlara bel bağladılar. Bazı rejimler, topluma çeşitli yollarla dayatılan bir tür kimliğe dayanarak sanki özel mülkiyetmiş gibi kamu çıkarlarıyla ilgilenme noktasına ulaştı. Zorbalıklarını sürdürürlerken veya yenilenmiş otoriter kalıpları oluşturup kişisel onuru zayıflatırken, ulusal onuru savunmakla meşgul olduklarını ilan ettiler.
Salgının yayıldığı ve tehlikesinin de kamu düzenini ters yüz ettiği şu günlerde vatandaşlarını koruyan ve önemseyen, küçük amaçları aşarak kamu yararını öne çıkaran bir ülkeye ciddi şekilde ihtiyaç var. Bu ihtiyaç, birçok zararı önlemek için toplumu kontrol etme ve nizamını dayatma baskısıyla sınırlı değil. Öngörülen disiplin, en zayıf ve en yoksul olanlar da dahil rasyonel bir toplumsal politika ile ortaya koyulmazsa, kısa süre içinde kamusal alana el konulmasını, siyasetin bozulmasını ve özgürlüklerin kısıtlanmasını haklı gösterebilir.
Mevcut kriz ortadan kalktıktan sonra ülkemizi, topluma dahil olmamış veya kontrol edilmemiş tarafsız bir unsur olarak ulusal devletin inşası ikilemi karşısında bulacağız. Devletin gerçek meşruiyetini, yalnızca şiddeti tekelleştirmekten değil, aynı zamanda insanların çıkarlarını dikkate alma sorumluluğundan da alacağını göreceğiz.
Belki de mevcut dünya koşullarının ‘kendisine alternatif olmadığını gösteren’ ulus devletin inşası yolunda yürümek; otoritenin takibi, sorumlu tutulması, ‘kontrolünde güçlü bir sistem değil, daha ziyade kamunun çıkarını gözeten bir aktörün’ talep edilmesi çağrısı yapıyor. Nihayetinde bazı insanların, kaos, kayıp ve hayal kırıklığı korkusu nedeniyle yönetimin kontrolünden memnun kaldığı yıllardan bu yana bildiğimiz deneyimin tekrarlanmasını önlemeye çabalıyoruz. Bazı rejimler de bir devlet inşa etme talebini, ‘zulmü sürdürme çağrısı’ olarak varsayıyor.
Birleşmiş Milletler’in (BM) eski Libya temsilcisi ve eski Lübnanlı Bakan
Saint George Üniversitesi Rektörü- Beyrut

Kadınları ekonomik, yasal ve toplumsal olarak güçlendirmek
Fadia Kiwan
Katil ‘korona’ salgının küresel olarak yayılmasının neden olduğu fırtınanın ortasında bu felaketin dünya genelindeki kadınlara yansımaları hakkında da konuşabiliriz. Normal koşullarda kadınlar, sağlık ve toplumsal koruma hizmetlerine erişememe açısından toplumdaki en zayıf halkadır.
Sağlık ve toplumsal güvenlik sistemleri, çalışmayan ve çalışma yaşını aşmış grupların korunmasını göz ardı ederek, emeklilik yaşına kadar çalışan gruplara hizmetleri kapsıyor. Kadınlar bu iki grubun büyük bir bölümünü oluşturuyor. Arap dünyasında kadınların büyük bir kısmı çalışırken, marjinal ekonomik sektörleri kapsamaksızın resmi sektörlerde çalışanlar, bu hizmetlerden yararlanıyor.
Gelişmeler ışığında koronavirüs salgınından kaynaklanan sağlık, ekonomik ve toplumsal krizlerin, özellikle de kadınlar üzerinde büyük etkileri olacağı söylenebilir. Bunun yanı sıra Arap ülkelerinde çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere sağlık hizmetlerine erişimi olmayan, savaşlardan ve silahlı çatışmalardan kaçan milyonlarca mülteci bulunuyor.
Başta salgın dönemi olmak üzere Arap dünyasındaki kadınları desteklemek, aile uyumunda ve bireylerin evlerinde kalmasını sağlamada önemli bir rol oynuyor. Kadınlar ayrıca, tüm aile üyelerine psikolojik açıdan güven sağlarken, evlerde de özellikle hijyen ve eğitim bilinci konuları başta olmak üzere meydana gelen her şey için bir memur görevi görüyor.
Bu kriz, salgın döneminin sona ermesi ve ekonomik kalkınma çabaları sonrasında ekonomik yaşamda kadınların rolünün artmasını sağlayabilir.
Kızları okula ve üniversiteye gitmeye, ekonomik açıdan verimli çalışmalara katılmaya teşvik eden hükümet politikaları, kadınların Arap dünyasındaki kapasitelerini güçlendirdi. Bu nedenle boğucu kriz ve herkesin evde kalması nedeniyle kadınları ve kızları şiddetten, özellikle aile içi şiddetten koruyan yasaları güçlendirmek için çalışmalıyız. Aynı şekilde ‘felaket dönemlerinde dayanıklılığı artırmak için çeşitli Arap ülkelerinde uygulanacak genel politikalar hususunda ise ‘cinsiyetler arasında fırsat eşitliğine duyarlı yaklaşımları benimsemek’, böylece ‘kadınların ‘tüm toplumun felaketlere mümkün olan en düşük maliyetle karşı koyma ve müdahale etme yeteneklerini güçlendirmeyi amaçlayan’ bilinçlendirme ve eğitim programlarından doğrudan faydalanmasını sağlamak’ zorundayız.
Küresel olarak olağanüstü bir deneyim yaşıyoruz ve her türlü zorluğa karşı daha güçlü ve daha dayanıklı olmak için önceki derslerden faydalanmalıyız. Bu ders ise, kadınların desteğiyle toplumlarımızın gücünün çoğalmasını sağlamaktan geçiyor.
‘Arap Kadın Örgütü’ Genel Müdürü

Bölgesel güvenlik kararlılığı
Kerim Haccac
Koronavirüsün Orta Doğu bölgesine yönelik bölgesel güvenlik etkilerini değerlendirmek için erken olmasına rağmen gözlemciler, salgını, son 20 yılda Orta Doğu’yu sarsan en ciddi şok dalgası olarak nitelendiriyor. ABD’nin Irak işgali, Arap ayaklanmaları, Suriye’deki, Yemen’deki ve Libya’daki iç savaşlar, DEAŞ’ın ortaya çıkışı ve yenilgisinin yanı sıra bölgesel çatışmalar, insani felaketler ve bölgedeki hâkim yönetim metotlarında görülen meşruiyet krizi; bölge ülkelerini başarısız devletler sınıflandırmasına soktu.
Koronavirüs salgınının, en düşük ihtimalle bu dinamiklerin büyümesine yol açması bekleniyor. Aynı şekilde yalnızca tek tek ülkeler düzeyinde değil, bir bütün olarak bölgesel sistemin dayanıklılığı için de sert bir sınav olacak. Krizin siyasi, ekonomik, toplumsal ve güvenlik yönlerini yönetme karmaşıklığı, bölgesel devletlerin hükümetleri açısından, bu krizi yönetmede başarısız olmaları halinde meşru bir krizle karşı karşıya kalacakları büyük bir zorluk oluşturacak. Durumun, bölgedeki halk sağlığı sistemlerinin krizle başa çıkma kabiliyetiyle de büyük bir ilgisi var. Bu ülkelerin çoğunun, küresel sağlık güvenliği endeksinde ortalamanın altında puan aldıkları unutulmamalı.
Salgının etkisi, bölgedeki çoklu çatışma eksenlerinin kalbinde yer almaları dolayısıyla zayıf ve çökmeye yakın devletlerde daha şiddetli olacak. Bu durum da kaçınılmaz olarak kısır bir çatışma döngüsünü, yenilenen terör- isyan dalgalarını ve bölgesel müdahaleyi besleyecek, çatışma bölgelerindeki halk arasında büyük kayıplara yol açacaktır.
Tüm bunlar, şüphesiz ki zaten stresli bölgesel güvenlik çevresi üzerindeki baskıyı artıracak. Ancak bunun karşısında kriz, bölgesel gerilimleri azaltma fırsatı da sunuyor. Arap ülkelerinin İran’a sağlık ve diğer yardımlarda bulunması, Suudi Arabistan’ın salgınla mücadele edebilmek üzere Birleşmiş Milletler (BM) tarafından Yemen’de ilan edilen ateşkese destek vermesi; ‘Orta Doğu’nun en azından bu son şokun bölgesel sistem üzerindeki etkisini en aza indirebileceği’ umudunu canlandırıyor.
Mısırlı eski diplomat ve Kahire Amerikan Üniversitesi’nde profesör

Sağlık sistemlerinin geliştirilmesi için bölgesel entegrasyon
Belkasım Sabri
Yeni küresel salgın, tüm yönleriyle gelişmişliğe ve özellikle de Akdeniz’in doğusu olmak üzere tüm ülkelerdeki sağlık sistemlerine meydan okuyor. İleriye dönük çalışmalar; durgunluk, ekonomik büyümenin azalması ve sağlık sisteminin finansmanını sınırlayan milyonlarca işin kaybı yoluyla küresel ekonomiler üzerinde çeşitli olumsuz etkilerin olacağını gösteriyor.
Bölge nüfusunun yaklaşık yüzde 90’ının orta ve zayıf gelire sahip ülkelerde yaşaması, zaten yetersiz olan sağlık hizmetlerinin üzerinde baskılara yol açıyor. Bölgemiz, oldukça zor ekonomik ve toplumsal koşullarda yaşayan çok sayıda mülteci ve yerinden edilmiş kişiye de ev sahipliği yapıyor.
Ülkelerin bu salgınla başa çıkma deneyimlerinden alınan ilk dersler; salgının, İtalya ve Fransa gibi bazı zengin ülkelere ulaşana kadar göstermiş olduğu gücü ve hızı oldu. Nitekim salgının bitmemesi, tüm sağlık sistemini de çöküşle tehdit ediyor.
Yetersiz malzeme ve insan kaynakları koşulları çerçevesinde tedavi hizmetlerine yönelik büyük baskılardan kaçınmak amacıyla, salgınla başa çıkma, bireysel ve toplumsal katılım için mekanizmalar geliştirme yolunda proaktif stratejilere odaklanıldı.
Bölgesel düzeyde ise bu salgın, doğan ihtiyaçlara yanıt vermek ve küresel salgınlarla başa çıkmak üzere sağlık altyapısına yatırım yapmanın ve sağlık sistemlerini güçlendirmenin önemli olduğunu gösterdi. Sağlık güvenliğinin korunmasında devletin sosyal işlevinin önemini gözler önüne serdi.
Sağlık sektörünün kalkınması için yatırımları destekleme ve sağlık sistemleri kapsamlı ve adil bir hedefe ulaşma yolunda herkes, salgının, sağlık alanında sinerji ve dayanışma geliştirmek üzere bölge ülkeleri açısından bir fırsat sağlamasını umuyor.
Tunuslu eski bakan ve Tunus Sağlık Haklarını Savunma Derneği Başkanı

Salgının, değişim hareketleri üzerindeki etkileri
Nedim Huri
Hiç kimse, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yayılan koronavirüs salgınının tam etkisini tahmin edemez. Ancak dikkat çekilmesi gereken 3 nokta var. Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesi, dünyanın geri kalanıyla karşılaştırıldığında şu ana kadar en büyük eşitsizliğin görüldüğü bölgeydi.
Her ne kadar virüs insanları servetlerine göre ayırmıyorsa da gelir düzeyi, mücadele mekanizmalarını etkiliyor. Nitekim bölge genelinde düşük gelirli çalışanlar, işlerini uzaktan (evde) yapma olanağına sahip değil ve işlerinden yoksun olmaları halinde ücret alamıyorlar. Karantina devam ettikçe ve ekonomiler durgunluk sürecine girdikçe, vatandaşların çoğunluğunu kapsayan toplumun en yoksul kesimleri, durumla eşit şekilde başa çıkamayacak. Mülteciler ve göçmen işçiler de durumun sonuçlarıyla mücadelede imkansızlıkla karşılaşacak. Bununla birlikte bölge hükümetlerinin hiçbirinin, ekonomik hasarın nasıl azaltılacağı veya toplumlarındaki büyüyen bölünmenin nasıl tedavi edileceği konusunda bir planı bulunmuyor.
Koronavirüs ayrıca, dünyanın diğer bölgelerinde beklenenden çok daha büyük bir siyasi etkiye sahip olacak. Salgın, Cezayir, Lübnan ve Irak’taki protesto eylemlerini sokaklardan uzaklaştırmayı başardı. Bölgedeki orduların, ‘ev karantinası’ tedbirlerini uygulama bahanesiyle kamusal meydanları kurtardıklarına tanık olduk. Korkunun, otoriter rejimleri, ‘virüsü kontrol etmek üzere baskı altında ortaya koyulan önlemlerle toplumsal kontrolü artırmak, ayrıca eylemcilerin ve muhaliflerin hareketlerini takip etmek’ için salgını kullanmaya itmesi de mümkün.
Son olarak, bölge hala Libya, Suriye ve Yemen’de, sağlık alt yapısını yok eden üç aktif çatışmadan mustarip. Bu ülkelerde milyonlarca insan yerlerinden edildi. Nitekim salgının bu bölgelerde yayılması halinde büyük bir yıkım daha yaşanacak.
‘Arap Reformu Girişimi’ Genel Müdürü

Kolektif kurtuluşa inanan bir sağlık sistemi
Gassan Ebu Sitte
Salgın, ne kadar büyük olursa olsun bir grup kazançlı sağlık şirketinin, bir sağlık sistemi oluşturamadığını, ‘insan sağlığı’ üzerinde ticaret yapan rakip şirketlerin sonsuza kadar mevcut olacağını ortaya koydu. Bu çerçevede insan sağlığının ticarileştirilmesini ortadan kaldırmak dışında, bu salgınla veya gelecekte ortaya çıkabilecek başka salgınlarla savaşmamız pek mümkün değil. Durum, siyasi rejim zihniyetinde bir değişiklik gerektiriyor.
Benzer şekilde, bahsettiğimiz bu sistemler, yapısal krizlerden kaçmak için ister etnik ister toplumsal (kadınlar, çocuklar, etnik azınlıklar) olsun her zaman belirli grupları feda eden (soykırım olarak da görülebilir) kapitalist sistemleridir. Şu an bu sistem, ‘sürü bağışıklığı’ fikrini destekliyor, ekonomiyi yıkıcı sonuçlardan kurtarmak için yaşlıları feda ediyor. Bu nedenle aşılar gibi hızlı teknolojik çözümler, bu tarihsel zorunluluktan kaçmanın bir yolu olmayacak, yalnızca esas sorunlara karşı bir körlük oluşturacaktır. Aynı şekilde bu durum sadece, insanın acı çekme sürecini uzatacak ve ölüm oranını azaltmayacaktır.
Belki de batıdaki müttefik ülkelerin, İtalya gibi önemli bir batı ülkesiyle minimum düzeyde dahi dayanışma göstermemesi etik bir sistem olarak ‘yardım’ ve ‘dayanışma’ arasındaki büyük farkı açıkça ortaya çıkarmış oldu.
Neoliberalizm ve gelişmiş kapitalizm, refahın, ‘toplum üyeleri arasındaki tüm dayanışma biçimlerinin yok edilmesi’ ile bağlantılı olduğunu gösterdi. Bu sistemlerin yapısal krizi, bu salgınla baş etme yolunda yer alırken, toplumsal dayanışma da bu salgınla mücadele bir koşuldur. Bunun yanı sıra etkili ve başarılı bir tıp ve bu gibi durumlarda hızlı tepki verebilen etkili bir sağlık sistemi oluşturma gereği; zengin sağlık kurumlarının ve ileri teknolojinin ürünü değil, iyi sistemlerin ürünüdür.
Filistinli bir saha doktoru ve Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde Çatışma Tıbbı Programı’nın kurucusu

Biyogüvenlik sisteminin gözden geçirilmesi
Şerif Nasır bin Nasır
Arap ülkelerinin ve toplumlarının çoğu, zorluklar karşısında muazzam bir kabiliyete sahip. Muhtemelen bu acı, Arap ülkelerinin son yıllarda birbirini takip eden savaşlar, çatışmalar ve krizlerle ilgili deneyiminin bir sonucu olarak meydana geldi. Arap toplumları, krizler sırasında birbirlerine karşı olan ‘korkutma’ faaliyetleriyle de karakterize edilirken, bu nedenle de bunlara bağlı olabilecek riskleri göz ardı ettiler.
Ülkelerin koronavirüs salgınına yanıt verme yeteneği çerçevesinde bu rolün inkâr edilmemesi gerekiyor. Bununla birlikte biyolojik olaylarla mücadele; bir yandan resmi sivil kurumlar, diğer yandan da sivil, askeri ve güvenlik güçleri arasında ‘var olan planlama, ileri hazırlık, işbirliği, koordinasyon ve iletişim de dahil olmak üzere çoğu Arap ülkesinde genellikle zayıflık olarak kabul edilen birçok faktör ve yetenek’ gerektiriyor. Bu faktörlere, hükümetler, özel sektör ve sivil toplum arasındaki işbirliği, koordinasyon ve iletişim de dahil edilebilir.
Bu fikirler, kendini kandırma ya da birini suçlama anlamında değil, aksine bu kriz sona erdiğinde öğrenilecek bazı olası dersleri tanımlamak için ortaya koyuldu. Bu durum, gelecekte biyolojik tehlikelerle mücadele etme yolunda yetenekleri ve imkanları arttırmak amacıyla Arap ülkelerinde biyogüvenlik ve güvenlik sisteminin sistematik ve ciddi bir şekilde gözden geçirilmesi yolunda bir etken olabilir.
Bunun mümkün olan en son salgın olduğu düşüncesiyle en iyi senaryolar ve gerekçesiz iyimser inançlar üzerine politikalar oluşturmaya devam etmek, pratik bir adım olmaz.
‘Ortadoğu Güvenlik Bilim Enstitüsü’ Müdürü

Mültecilerin ulusal müdahale planlarına dahil edilmesi
Şaden Halaf
Şair Halil Cibran şöyle söylüyor: “İki şey insanın hayata bakış açısını değiştirir; bunlar hastalık ve gurbettir”
Sokağa çıkma yasağı, dükkanların kapatılması, seyahat yasağı, aileden ayrılma, gıda malzemesi yetersizliği, kaygı, panik ve korku. Bugün, koronavirüs salgınıyla dünya bu hale geldi. Ancak bu durumlar, dünya genelinde savaşlar ve silahlı çatışmalarla mücadele etmek zorunda kalan milyonlarca mülteci, erkek, kadın ve çocuğun yaşadığı durumlardır da aynı zamanda. Ve bu sahne, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da dünyanın diğer ülkelerine kıyasla daha yoğun.
Mültecilerin ve mahsur kalanların karşılaştığı birçok zorluk mevcut; Zor yaşam koşulları, sağlık hizmetlerinin yüksek maliyeti, yoksulluk, yardıma ya da günlük ücretlere bağımlılık, yasal korumaya sahip olmama, yerel borçlanma, çocukların eğitim fırsatlarından mahrum kalması… Bunların yanı sıra listeye, tüm dünyaya yayılan yeni bir küresel salgın zorluğu da eklendi.
Kovid-19 virüsünün yayılma hızı, temel temizlik malzemelerine ve hizmetlerine erişimi olmayanlar, zor sağlık koşullarından mustarip dışlanmış insanlar açısından özellikle endişe verici.
Ancak bir fırsat var. Tam bir toplum olarak kitlesel ve uyumlu çabalar sürdürülmelidir. Sivil toplum kurumları, dini kurumlar, özel sektör, akademisyenler, sanatçılar ve bölgedeki milyonlarca insan için kapsamlı çözümler bulma ve uzun kriz yönetimi deneyiminden yararlanma yolunda kamuoyunu etkileyen herkes birbirlerine kenetlenmelidir. Bu nedenle başta Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) ve ortakları olmak üzere insani yardım kuruluşları, ‘halk sağlığı, önleme ve müdahale sistemlerini desteklemek için’ çeşitli çalışmalar yürütüyor. Ayrıca bu krize müdahale çerçevesindeki ulusal planlara mülteciler de dahil edilmeli. Mültecilerin temel hizmetlere erişememeleri ya da sosyal ve ekonomik güvenlik ağlarının eksikliği nedeniyle marjinalleştirilmeleri, mevcut koşullarının da açıkça kötüleşmesine yol açacak.
UNHCR yetkilisi

Ekonomik düzeyde kazananlar ve kaybedenler
Sami Mahrum
Virüsün yayılması hususunda Çin, Hong Kong, Singapur veya Tayvan’ın deneyimlerinden örnekler çıkarılabilir. Bu çerçevede herhangi bir ülkenin, virüsün yayılmasını kontrol etmek için en az üç aya ihtiyacı var.
Bu ülkelerin salgını etkili bir şekilde kontrol altına aldığını varsayabiliriz. Gerçekten de göreceli başarılara rağmen bu ülkelerin hiçbiri, salgını kökten yok edemedi. Eğer bu ülkelerin deneyimleri örnek alınırsa, iyimser tahminler, Orta Doğu’nun salgını yaklaşık Haziran ayına kadar kontrol altına alabileceğini gösteriyor. Yani aynı dönemde Avrupa’nın da salgını kontrol altına alabilmesi bekleniyor. Ama ABD’ye gelince, geniş yüzölçümü ve ademi merkeziyetçi hükümet sistemi nedeniyle virüsün yayılmasını kontrol etme aşamasına girebilmesi için yaz sonuna kadar beklemesi gerekebilir.
Dünyanın farklı yerleri, ‘virüs fırtınasını’ değişen düzeylerde etkinlik ve hızla yönetecek. Sınırlı kaynaklara sahip ülkeler daha uzun bir süre mücadele verecek ve salgının dünyanın geri kalanına yayılması hususunda bir tehdit oluşturmaya devam edecek. Bunun sonucunda Afrika, Asya, Latin Amerika ve Orta Doğu’daki birçok ülkenin, Kovid-19 ile mücadele etmek için daha uzun bir süreye ihtiyaç duyması muhtemel. Ancak esas şekilde birçok ülke açısından virüs krizi, yalnızca aşının keşfi ve kullanımı ile sona erecek.
Bu beklenen zaman çizelgesi, küresel ekonomi, özellikle de turizm gibi mevsimsel ekonomik faaliyetler üzerinde büyük etkilere yol açacak. Petrol zengini ekonomiler dışında Orta Doğu’da turizm, uluslararası akışlardan en çok etkilenen ve dolayısıyla en zarar gören ekonomik faaliyet olacak.
Bununla birlikte bazı kazananların da ortaya çıkması muhtemel. Örneğin yaz sıcaklıklarının yaklaşık 40 santigrat dereceye ulaşabildiği Arap Körfezi ülkelerindeki halkın yurt dışına seyahatleri risk taşıdığı için seçenekleri sınırlı kalacak. Bu durumda Mauritius* ve Şeysel Adaları gibi Kovid 19 vakası kaydedilmemiş bazı ülkeler, bu bölgeler dışında kalabilir ve bu krizden açıkça bir kazanç sağlayabilirler. Ancak henüz büyük oranlarda vaka kaydedilmeyen Lübnan gibi bölgeler de Körfez turistleri için geleneksel seçenekler arasında olabilir.
Brüksel Serbest Üniversitesi profesörü

*(Hint Okyanusu'nun güneybatısında yer alan bir ada ülkesidir.ç.n)

Kolektif kurtuluşa inanan bir sağlık sistemi



ABD'nin Gazze ve Trump Planı’nı onaylama ile ilgili taslak kararın tam metni

ABD'nin Gazze ve Trump Planı’nı onaylama ile ilgili taslak kararın tam metni
TT

ABD'nin Gazze ve Trump Planı’nı onaylama ile ilgili taslak kararın tam metni

ABD'nin Gazze ve Trump Planı’nı onaylama ile ilgili taslak kararın tam metni

ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze'ye yönelik barış planını, özellikle de Gazze Şeridi'ne uluslararası bir güç konuşlandırılmasını desteklemek için ABD tarafından BM Güvenlik Konseyi’ne sunulan taslak kararının tam metni.

Güvenlik Konseyi içindeki müzakereler kapsamında birkaç kez revize edilen metin, İsrail ile Hamas arasında 10 Ekim'de ateşkesi sağlayan planı onaylıyor.

Karar taslağı, sınır bölgelerinin güvenliğini sağlamak ve Gazze Şeridi'ni silahsızlandırmak için İsrail, Mısır ve yeni eğitilen Filistin polisiyle iş birliği yapacak bir “uluslararası istikrar gücü” kurulmasına olanak tanıyor. Uluslararası istikrar gücü ayrıca “resmi olmayan silahlı örgütlerin kalıcı olarak silahsızlandırılması” üzerinde çalışacak, sivilleri koruyacak ve insani koridorlar oluşturacak.

Yine karar taslağı, Gazze’de teorik olarak Trump başkanlığında olacak ve görev süresi 2027 sonuna kadar devam edecek bir geçiş yönetimi organı olan “Barış Kurulu”nun kurulmasına da olanak sağlıyor.

Önceki taslaklardan farklı olarak, bu karar gelecekte kurulacak bir Filistin devleti olasılığından bahsediyor.

Karar taslağında Filistin Ulusal Otoritesi gerekli reformları uyguladığında ve Gazze'nin yeniden inşasına başlandığında, “Filistinliler için güvenilir bir kendi kaderini tayin etme ve devlet kurma süreci için koşulların nihayet oluşabileceği” belirtiliyor. Bu madde İsrail tarafından sert bir şekilde karşılandı. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı Karar taslağının ve Trump’ın Planı’nın tam metni şöyledir:

Güvenlik Konseyi, 29 Eylül 2025 tarihli ve (bu karara Ek 1 olarak eklenmiş) Gazze Çatışmasını Sonlandıracak Kapsamlı Planı memnuniyetle karşılamıştır. Bunu imzalayan, kabul eden veya onaylayan devletleri takdir etmektedir.

Ayrıca Trump’ın 13 Ekim 2025 tarihli tarihi Kalıcı Barış ve Refah Deklarasyonu'nu memnuniyetle karşılamaktadır.

Amerika Birleşik Devletleri, Katar Devleti, Mısır Arap Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Gazze Şeridi'nde ateşkesi kolaylaştırmada oynadıkları yapıcı rolü takdir etmektedir.

Gazze Şeridi'ndeki durumun bölgesel barışı ve komşu devletlerin güvenliğini tehdit ettiğini kabul etmektedir.

Filistin meselesi de dahil olmak üzere Ortadoğu'daki durumla ilgili önceki Güvenlik Konseyi kararlarını hatırlatmaktadır.

ABD, İsrail ile Filistinliler arasında barışçıl ve müreffeh bir birlikte yaşama için üzerinde uzlaşılmış bir siyasi ufkun belirlenmesi amacıyla diyalog süreci başlatacaktır

1. Güvenlik Konseyi, Kapsamlı Planı onaylamakta, tarafların planı kabul ettiğini kabul etmekte ve tüm tarafları, ateşkesi iyi niyetle ve gecikmeden sürdürmek de dahil olmak üzere planı eksiksiz bir şekilde uygulamaya çağırmaktadır.

2. Uluslararası tüzel kişiliğe sahip geçiş yönetimi olacak bir “Barış Kurulu” kurulmasını memnuniyetle karşılamaktadır. Bu kurul, Kapsamlı Plan’a uygun olarak ve ilgili uluslararası hukuk ilkeleriyle uyumlu bir şekilde, Gazze'nin yeniden inşasına yönelik çerçeveyi geliştirecek ve finansmanı koordine edecektir. Kurul, Başkan Trump'ın 2020’de sunduğu barış planı ile Suudi-Fransız teklifi de dahil olmak üzere çeşitli tekliflerde yer aldığı gibi, Filistin Ulusal Otoritesi reform programını tatmin edici bir şekilde tamamlayana kadar görevini sürdürecektir. Reform programının uygulanması Filistin Ulusal Otoritesi’nin Gazze üzerinde güvenli ve etkili bir kontrolü yeniden kazanmasını sağlayacaktır.

Filistin Ulusal Otoritesi’nin reform programını uygulaması ve Gazze'nin yeniden inşa sürecinde kaydedilen ilerlemenin ardından, Filistinlilerin kendi kaderini tayin etme hakkı ve bir Filistin devletinin kurulması yönünde güvenilir bir yol geliştirmek için koşullar oluşabilir.

ABD, İsrail ile Filistinliler arasında barışçıl ve müreffeh bir birlikte yaşama için üzerinde uzlaşılmış bir siyasi ufkun belirlenmesi amacıyla diyalog süreci başlatacaktır.

3. Barış Kurulu ile iş birliği içinde insani yardımın tam olarak yeniden başlatılmasının ve ilgili uluslararası hukuk ilkelerine uygun olarak ve BM, Uluslararası Kızılhaç Komitesi ve Kızılay da dahil olmak üzere iş birliği yapan kuruluşlar aracılığıyla Gazze Şeridi'ne ulaştırılmasının önemini vurgulamaktadır. Ayrıca, yardımların barışçıl amaçlarla kullanılmasını ve silahlı örgütler tarafından yönlendirilmemesini sağlamayı da garanti etmektedir.

4. Barış Kurulu’na katılan üye devletlere ve Kurul'un kendisine şunları yapma yetkisi vermektedir:

(a) Aşağıdaki 7. fıkraya göre kurulacak kuvvetlerdeki personelin ayrıcalıkları ve dokunulmazlıkları da dahil olmak üzere, Kapsamlı Plan'ın hedeflerine ulaşmak için gerekli düzenlemeleri yapmak.

(b) Gerektiğinde görevlerini yerine getirmek üzere uluslararası tüzel kişiliğe ve yürütme yetkilerine sahip operasyonel birimler kurmak. Bu görevlere şunlar dahildir:

  1. Arap Devletleri Birliği tarafından onaylanan, Gazze Şeridi'nde Filistinli teknokratlardan oluşan bağımsız ve apolitik bir komitenin denetlenmesi ve desteklenmesi de dahil olmak üzere, Gazze'de kamu hizmetlerini yönetmek ve günlük idareyi üstlenmek üzere bir geçiş yönetimi kurmak.

  2. Gazze'de yeniden inşa ve ekonomik toparlanma programlarını uygulamak.

  3. Gazze'de kamu hizmetlerini ve insani yardımı koordine etmek, desteklemek ve sunmak.

  4. Kapsamlı Plan’a uygun olarak, insanların Gazze'ye giriş ve çıkışlarını kolaylaştırmak için gerekli önlemleri almak.

  5. Kapsamlı Plan’ı desteklemek ve uygulamak için gerekli tüm ek görevleri yapmak.

  6. 4’üncü fıkrada belirtilen operasyonel birimlerin Barış Kurulu'nun yetki ve denetimi altında faaliyet göstereceği ve bağışçılardan, Kurul'un finansman mekanizmalarından ve hükümetlerden gelen gönüllü katkılarla finanse edileceği anlaşılmaktadır.

  7. Dünya Bankası ve diğer finans kuruluşları, bağışçıların yönetiminde özel bir güven fonunun kurulması da dahil olmak üzere, Gazze'nin yeniden inşasını ve kalkınmasını desteklemek için gerekli finansmanı sağlamaya ve kolaylaştırmaya çağrılmaktadır.

Güvenlik Konseyi, Barış Kurulu ile iş birliği yapan üye devletlere, Kurul’un kendisine, Gazze'de, Kurul tarafından kabul edilebilir birleşik bir komuta altında faaliyet gösterecek bir Uluslararası Geçici İstikrar Gücü (ISF) kurma yetkisi vermektedir. ISF, Mısır Arap Cumhuriyeti ve İsrail Devleti ile yakın istişare içinde, katılımcı devletlerin kuvvetlerinden oluşacaktır ve uluslararası insancıl hukuk da dahil olmak üzere uluslararası hukuka uygun olarak görevini yerine getirmek için gerekli tüm araçları kullanacaktır.

ISF şunları yapacaktır:

• Mevcut anlaşmalarına halel getirmeksizin İsrail ve Mısır ile iş birliği yapmak.

• Eğitimli ve seçilmiş bir Filistin polis gücünü desteklemek.

• Sınır bölgelerini güvence altına almak.

• Gazze Şeridi'nin silahsızlandırılması, tüm askeri, terör amaçlı ve saldırı odaklı altyapının tamamen imha edilmesi ve yeniden inşa edilmesine izin verilmemesi yoluyla güvenlik ve istikrarı sağlamak.

• Devlet dışı silahlı örgütleri kalıcı olarak silahsızlandırmak.

• İnsani yardım operasyonları da dahil olmak üzere sivilleri korumak.

• Filistin polis gücünü eğitmek ve desteklemek.

• İnsani yardım koridorlarını güvence altına almak için ilgili devletlerle koordinasyon sağlamak.

• Kapsamlı Plan’ı desteklemek için gerekli tüm ilave görevleri yerine getirmek.

Barış Kurulu ve onunla iş birliği yapan üye devletler, Gazze'de Kurul tarafından kabul edilebilir birleşik komuta altında faaliyet gösterecek bir Uluslararası Geçici İstikrar Gücü (ISF) kurabilir

ISF kontrolü ve istikrarı sağladığında, İsrail Savunma Kuvvetleri, ISF, İsrail, garantörler ve ABD tarafından kararlaştırılacak silahsızlanma ile ilgili parametrelere, aşamalara ve zaman çizelgelerine göre Gazze’den çekilecektir. Gazze'nin yenilenen herhangi bir terör tehdidinden arındığı garanti edilene kadar çevre güvenlik varlığı sürdürülecektir.

ISF şu görevleri yerine getirecektir:

(a) Barış Kurulu'na Gazze'deki ateşkesin uygulanmasının denetlenmesinde yardımcı olmak ve Kapsamlı Plan'ın hedeflerine ulaşmak için gerekli düzenlemeleri yapmak

(b) Barış Kurulu'nun stratejik yönlendirmesi altında ve gönüllü katkılar, Kurul'un ve hükümetlerin finansman mekanizmaları tarafından finanse edilecek şekilde faaliyet göstermek.

Barış Kurulu ve bu kararla yetkilendirilen uluslararası sivil ve güvenlik varlığının, Kurul’un gelecekteki icraatlarına tabi olmak üzere, 31 Aralık 2027 tarihine kadar varlığını sürdürmesine ve ISF’nin görev süresinin uzatılmasına yönelik herhangi bir kararın Mısır, İsrail ve diğer katılımcı üye devletlerle tam bir iş birliği ve koordinasyon içinde alınmasına karar verilmiştir.

Üye devletler ve uluslararası kuruluşlar, operasyonel birimlerine ve ISF'ye personel, ekipman ve mali kaynak sağlama fırsatlarını belirlemek, teknik yardım sağlamak ve çalışmalarını ve belgelerini tamamen tanımak için Barış Kurulu ile iş birliği yapmaya çağırılmaktadır.

Barış Kurulu'ndan, yukarıda kaydedilen ilerleme hakkında her altı ayda bir Güvenlik Konseyi'ne yazılı bir rapor sunması talep edilmektedir.

Bu konunun Güvenlik Konseyi’nin gözetimi altında kalmasına karar verilmiştir.

_______________________________________________________________________________________

Ek 1 – Başkan Donald J. Trump'ın Gazze Çatışmasını Sonlandıracak Kapsamlı Planı

1. Gazze, komşuları için hiçbir tehdit oluşturmayan, radikalizm ve terörden arındırılmış bir bölge olacaktır.

2. Gazze, yeterince acı çekmiş halkının yararına yeniden geliştirilecektir.

3. Tarafların bu öneri üzerinde mutabık kalmaları halinde savaş hemen sona erecektir. İsrail Savunma Kuvvetleri rehinelerin iade işlemlerinin alt yapısını hazırlamak amacıyla üzerinde uzlaşılan sınırlara çekilecektir. Bu aşamada tüm askerî faaliyetler (hava ve topçu saldırıları dâhil) durdurlacak, cephe hatları dondurulmuş şekilde muhafaza edilecektir.

Gazze, kamu hizmetlerini ve belediye hizmetlerini sunmaktan sorumlu, teknokrat ve apolitik bir Filistin komitesi aracılığıyla geçici bir yönetime tabi olacaktır

4. İsrail'in kamuoyuna açık bir şekilde anlaşmayı kabul ettiğini duyurmasından itibaren 72 saat içinde, hayatta olan ve olmayan tüm rehineler iade edilecektir.

5. Tüm rehinelerin serbest bırakılmasının ardından İsrail, müebbet hapis cezası almış 250 Filistinli tutukluya ek olarak, 7 Ekim 2023'ten sonra Gazze'de tutuklanan bin 700 tutukluyu serbest bırakacaktır. Bu kapsamda tutulan tüm kadın ve çocuklar da buna dahildir. Naaşı verilecek her İsrailli rehine karşılığında İsrail, 15 Gazzelinin cenazesini iade edecektir.

6. Tüm rehineler iade edildikten sonra, barışçıl bir arada yaşamayı ve silahlarını bırakmayı taahhüt eden Hamas üyelerine af tanınacaktır. Gazze'den ayrılmak isteyenlere ev sahibi ülkelere güvenli geçiş imkânı sağlanacaktır.

7. Anlaşmanın kabul edilmesinin ardından Gazze'ye derhal yardım gönderilecektir. Yardım miktarları, 19 Ocak 2025 tarihli anlaşmada belirtilen miktarlardan az olmamalıdır ve altyapının (su, elektrik, kanalizasyon), hastanelerin, fırınların yeniden işler hâle getirilmesini ve molozların temizlenip yolların açılmasını mümkün kılacak ekipmanların girişini kapsamaktadır.

8.Yardımlar, BM ve bağlı ajansları, Kızılay ve taraflar ile ilişkisi olmayan diğer uluslararası kuruluşlar aracılığıyla ve her iki tarafın da müdahalesi olmaksızın Gazze’ye giriş yapacak ve dağıtılacaktır. Refah Sınır Kapısı’nın her iki yönde de açılması, 19 Ocak 2025 tarihli anlaşmada uygulanan aynı mekanizmaya tabi olacaktır.

9. Gazze, kamu hizmetlerini ve belediye hizmetlerini sunmaktan sorumlu, teknokrat ve apolitik bir Filistin komitesi aracılığıyla geçici bir yönetime tabi olacaktır. Komite, nitelikli Filistinliler ile uluslararası uzmanlardan oluşacaktır. Başkan Donald J. Trump başkanlığında, eski Başbakan Tony Blair de dahil olmak üzere diğer üyeler ve devlet başkanları tarafından yönetilecek “Barış Kurulu” adı verilen yeni bir uluslararası geçiş organının gözetiminde görev yapacaktır. Bu yapı, Filistin Ulusal Otoritesi reform programını tamamlayana kadar Gazze'nin yeniden inşası için çerçeveyi oluşturacak ve finansman sağlayacaktır.

Yeniden inşa ilerledikçe ve Filistin Otoritesi reform programını uyguladıkça, Filistin’in kendi kaderini tayin etme hakkına ve devletleşmeye yönelik güvenilir bir yolun oluşması için koşullar sağlanabilir

10. Yeniden inşa ve kalkınmaya yönelik “Trump Ekonomik Planı”, Ortadoğu'da modern mucize şehirlerin gelişimine katkıda bulunmuş uzmanlardan oluşan bir komite tarafından hazırlanacaktır. Çeşitli uluslararası tarafların yatırım teklifleri de değerlendirilecektir.

11. Katılımcı ülkelerle müzakere edilerek, tercihli gümrük tarifelerine sahip özel bir ekonomik bölge oluşturulacaktır.

12. Hiç kimse Gazze'den ayrılmaya zorlanmayacaktır. Ayrılmak isteyenler bunu özgürce yapabilecek, dönmek isteyenlere de dönüş hakkı tanınacaktır. Halkın Gazze’de kalması teşvik edilecek ve daha iyi bir geleceğe katkı sunmaları sağlanacaktır.

13. Hamas ve diğer silahlı fraksiyonlar, Gazze’nin yönetiminde doğrudan, dolaylı ya da herhangi bir şekilde yer almayacaklarını taahhüt etmektedir. Tüm askeri, terör amaçlı ve saldırı odaklı altyapı tamamen imha edilecek ve yeniden inşa edilmesine izin verilmeyecektir. Gazze, bağımsız gözlemcilerin gözetiminde, uluslararası fonlarla desteklenen ve bağımsız kuruluşlar tarafından doğrulanan satın alma ve yeniden entegrasyon programlarıyla silahsızlandırılacaktır.

14. Bölgesel ortaklar, Hamas ve diğer fraksiyonların yükümlülüklerine uymalarını sağlamak ve “Yeni Gazze”nin ne komşuları ne de kendi halkı için tehdit oluşturmamasını garanti altına alacaklardır.

15. ABD, Ürdün ve Mısır ile iş birliği içinde, Filistin polisini eğitmek ve desteklemek üzere Gazze'ye bir an önce konuşlandırılacak bir Uluslararası İstikrar Gücü (ISF) kurmak için Arap ve uluslararası ortaklarla birlikte çalışacaktır. Bu güç, sınırları güvence altına almak, silah girişini engellemek ve yeniden inşa için mal akışını kolaylaştırmak amacıyla İsrail ve Mısır ile birlikte çalışacaktır.

16. İsrail Gazze'yi ne işgal edecek ne de ilhak edecektir. Kontrol ve istikrar sağlandığında, İsrail Savunma Kuvvetleri, ISF, İsrail, garantörler ve ABD tarafından kararlaştırılacak silahsızlanma ile ilgili parametrelere, aşamalara ve zaman çizelgelerine göre geri çekilecektir.

17. Eğer Hamas teklifi geciktirir veya reddederse, yukarıda belirtilen hususlar, İsrail Kuvvetleri tarafından kademeli olarak uluslararası istikrar gücüne devredilecek “terörden arındırılmış” alanlarda uygulanmaya devam edecektir.

18. Filistinliler ile İsraillilerin zihin dünyasını ve anlatı biçimlerini dönüştürmeyi amaçlayan, hoşgörü ve barışçıl bir arada yaşama değerlerine dayalı bir dinler arası diyalog mekanizması hayata geçirilecektir.

19. Yeniden inşa ilerledikçe ve Filistin Otoritesi reform programını uyguladıkça, Filistin’in kendi kaderini tayin etme hakkı ve devletleşmeye yönelik güvenilir bir yolun oluşması için koşullar sağlanabilir.

20. ABD, İsrail ile Filistinliler arasında kalıcı ve barışçıl bir birlikte yaşama için üzerinde uzlaşılmış bir siyasi ufkun belirlenmesi amacıyla bir diyalog süreci başlatacaktır.


Suriye, Uygur savaşçılarını Çin'e teslim etmeyi planladığı yönündeki haberleri yalanladı

Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, Pekin'de eş-Şeybani ile görüştü, (SANA)
Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, Pekin'de eş-Şeybani ile görüştü, (SANA)
TT

Suriye, Uygur savaşçılarını Çin'e teslim etmeyi planladığı yönündeki haberleri yalanladı

Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, Pekin'de eş-Şeybani ile görüştü, (SANA)
Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, Pekin'de eş-Şeybani ile görüştü, (SANA)

Suriye Dışişleri Bakanlığı'ndan bir yetkili, dün hükümetin Uygur savaşçıları Çin'e teslim etmeyi planladığı yönündeki haberleri yalanladı. Kaynak, "Agence France-Presse'in (AFP) Suriye hükümetinin savaşçıları Çin'e teslim etme niyetine dair haberlerinde doğruluk payı yok" dedi.

AFP, Suriye hükümetinden bir yetkilinin, Suriye'nin, Müslüman Uygur azınlıktan savaşçıları Çin'e teslim etmeyi planladığını söylediğini belirtti ve diplomatik bir kaynağa dayanarak, savaşçı sayısının 400 olduğunu ifade etti.

Suriye'deki bir diplomatik kaynak AFP'ye yaptığı açıklamada, "Şam'ın önümüzdeki dönemde 400'den fazla Uygur savaşçıyı Çin'e teslim etmeyi planladığını" söyledi.

Hükümet kaynağı, konunun şu anda Pekin'i ziyaret eden Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani'nin gündeminde olduğunu belirterek, Şam'ın "Çin'in talebi üzerine, savaşçıları Suriye ordusuna entegre etmeyi reddetmesinin ardından" savaşçıları gruplar halinde teslim etmeyi planladığını söyledi.

Suriye'nin kuzeyindeki İdlib'de kalesi bulunan Heyet Tahrir el-Şam'ın (HTŞ) gerçekleştirdiği ve Beşşar Esed'in devrilmesiyle sonuçlanan saldırının ardından Şam'da yeni yönetimin iktidara gelmesinin üzerinden yaklaşık bir yıl geçtikten sonra, geçiş hükümeti dünyayla ilişkilerinde yeni bir sayfa açmayı hedefliyor.

Savaş yıllarında Suriye'ye akın eden yabancı savaşçılar konusu en hassas konulardan biri. Zira ülkelerinin çoğu onları geri almayı reddederken, geçici devlet başkanı Ahmed eş-Şara da yıllardır Esed'e karşı aynı cephede savaşan, aralarında Uygur savaşçıların da bulunduğu yabancı savaşçıları terk edemiyor.

Çin'in kuzeybatısında yaşayan ve Türkçe konuşan Müslüman bir azınlık olan bu savaşçıların çoğu, Heyet Tahrir eş-Şam ve müttefiklerinin kalesi olan İdlib'deki silahlı cihatçı bir grup olan Türkistan İslam Partisi'ne (TİP) mensuptur. HTŞ, iktidara geldikten sonra tüm askeri grupların feshedildiğini ilan etti.

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ne göre Suriye'deki Uygur savaşçıların sayısı 3 bin 200 ila 4 bin arasında değişiyor ve bunların büyük çoğunluğu İdlib'de konuşlu. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Gözlemevi, bunların tamamının yeni ordu içerisinde özel bir birliğe entegre edildiğini belirtti.

Bu arada, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, dün Suriyeli mevkidaşı Esad eş-Şeybani ile yaptığı görüşmede ülkesinin Suriye'deki barış çabalarına verdiği desteği teyit etti.

Yi, eş-Şeybani'ye, "Çin'in Suriye'nin mümkün olan en kısa sürede barışa ulaşma çabalarını desteklediğini" söyledi ve Pekin'in Şam'ın "uluslararası topluma entegre olma ve siyasi diyalog yoluyla halkın iradesine uygun bir ulusal yeniden yapılanma planına ulaşma" çabalarına verdiği desteği vurguladı.

Görüşme, Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'nın ABD'yi ziyaretinden bir hafta sonra gerçekleşti. Eş-Şara, Beyaz Saray'da Başkan Donald Trump tarafından kabul edildi.

13 yıllık iç savaşın ardından Suriye, eski Devlet Başkanı Beşşar Esed rejimi altında yaşadığı diplomatik izolasyondan kurtulmaya çalışıyor. Aralık 2014'te, dönemin HTŞ lideri Ahmed eş-Şara liderliğindeki bir koalisyon, Esed'i devirdi.

Suriye'nin yeni liderleri, iktidara geldiklerinden beri geçmişlerinden uzaklaşmaya ve hem Suriyeliler hem de Batılı güçler tarafından kabul edilebilir, daha ılımlı bir imaj sergilemeye çalıştılar. Çin, özellikle daimi üyesi olduğu BM Güvenlik Konseyi bünyesinde Suriye'ye sürekli olarak diplomatik destek sağladı.

Esed, 2004'ten bu yana Çin'e yaptığı ilk ziyaret olan Eylül 2023'teki Asya Oyunları'nın açılış töreninden önce Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile bir araya geldi. Bu görüşmede Şi Cinping, Suriye ile "stratejik ortaklık" ilan etti ve ikili ilişkilerin "uluslararası dalgalanmalara dayanması" nedeniyle övgüde bulundu.


İsrail'de yükselen sesleri susturmaya çalışan milisler

İsrail parlamentosu Knesset’in Arap üyesi Eymen Udeh, Tel Aviv'de Gazze'deki savaşı protesto eden bir gösteride, Kasım 2023 (AFP)
İsrail parlamentosu Knesset’in Arap üyesi Eymen Udeh, Tel Aviv'de Gazze'deki savaşı protesto eden bir gösteride, Kasım 2023 (AFP)
TT

İsrail'de yükselen sesleri susturmaya çalışan milisler

İsrail parlamentosu Knesset’in Arap üyesi Eymen Udeh, Tel Aviv'de Gazze'deki savaşı protesto eden bir gösteride, Kasım 2023 (AFP)
İsrail parlamentosu Knesset’in Arap üyesi Eymen Udeh, Tel Aviv'de Gazze'deki savaşı protesto eden bir gösteride, Kasım 2023 (AFP)

Arap siyasi liderlere, muhalefetteki Yahudi siyasi aktivistlere ve eleştirilerde bulunan gazetecilere yönelik devam eden saldırıların ardından, milislerin İsrail’de muhalefeti susturmak için aktif ve ısrarlı bir şekilde çalıştığı, bu aktivistlerin hayatları için gerçek bir tehdit oluşturduğu ve birçoğunu sıkı güvenlik önlemleri altında yaşamaya zorladığı ortaya çıktı.

Bu milis gücü, İsrail parlamentosu Knesset'in Arap üyelerine karşı harekete geçti ve son iki hafta içinde Arap Değişim Hareketi Ortak Listesi Başkanı Milletvekili Eymen Udeh’e kanlı bir saldırı düzenlemeye çalıştı.

Milisler, Udeh’in Pardes Hanna-Karkur beldesinde solcu siyasi aktivistlerle katıldığı bir toplantıya ve Nes Tziona şehrinde düzenlenen başka bir toplantıya saldırdı, arabasının camlarını kırdı ve ona taş attı. Polisin her iki olayda da kendisine saldırı düzenleneceğini bildiği ve bunu kendisine bildirerek toplantılara katılmaması konusunda uyardığı ortaya çıktı. Ancak Udeh, “Faşist teröristlere boyun eğmeyeceğiz. Hiçbir koşulda halkla toplantılarımızı iptal etmeyeceğiz ve onların amacının Yahudilerle Araplar arasında herhangi bir toplantının yapılmasını engellemek olduğunu biliyoruz” diyerek toplantılara katılmaktan geri durmadı.

g
Knesset'in Arap üyesi Eymen Udeh, 9 Mayıs'ta Kudüs'te düzenlenen Halk Barışı Zirvesi etkinliğinde konuşma yaparken (AFP)

Udeh ile aynı bloktan bir başka milletvekili olan Ofer Cassif de Kudüs'te bazı polis memurlarının katılımıyla benzer bir saldırıya maruz kaldı.

Ultra-Ortodoks Yahudileri temsil eden Şas Partisi’nden iki Yahudi milletvekili de saldırıya uğradı ve bunun sonucunda yaralandı. Saldırı, dindar gençleri askerlik hizmetinden kısmen muaf tutacak bir yasa konusunda hükümetle müzakere etmeyi kabul ettikleri için onlardan intikam almak isteyen ultra-Ortodoks Yahudi unsurlar tarafından gerçekleştirildi.

Güvenlik önlemleri artırıldı

Eleştirilerini dile getiren gazetecilerden Guy Belz, Dana Weiss, Yonit Levi ve Rina Matsliah'a yönelik ölüm tehditleri nedeniyle bu gazetecilerin çevresinde ve çalıştıkları Kanal 12 televizyonu stüdyolarının kapılarında sıkı güvenlik önlemleri alındı.

Gazeteci Belz’in Hayfa'da vereceği konferans iptal edildi. Her cumartesi hükümetin politikalarını protesto etmek için düzenlenen protesto gösterilerinin organizatörlerinden biri olan üniversite öğretim üyesi Shikma Bressler’in Tivon'da vereceği konferans da iptal edildi.

Temiz Yönetim Derneği, bu olayları hükümetin ve bakanlarının, politikalarını reddeden ve kararlarını ve uygulamalarını eleştiren herkese karşı yürüttüğü kampanyanın doğal bir sonucu olarak değerlendirdi.

srt
İsrail işgali altındaki Batı Şeria'nın el-Halil şehrinde oyuncak silah taşıyan İsrailli bir çocuk, Mart 2024 (AFP)

Adalah Hukuk Merkezi ise İsrail kolluk kuvvetlerine, Terörle Mücadele Kanunu kapsamında açıkça terör eylemi niteliğinde olan bu şiddet olaylarına ilişkin kapsamlı ve etkili bir soruşturma başlatılması çağrısında bulundu. Merkez, saldırganların ve kışkırtıcıların kimliklerini ortaya çıkardığını iddia ettiği düzinelerce video ve tanık ifadesini polise sundu.

Paris'teki Sosyal Bilimler İleri Araştırmalar Okulu'nda araştırma direktörü olan Fransız-İsrailli sosyolog Eva Illouz, yaşananların İsrail'de Yahudi faşizminin muazzam bir büyüme gösterdiğinin işareti olduğunu söyledi ve bu faşistlerin Başbakan Binyamin Netanyahu, partisi ve müttefiklerinin ‘doğal ortakları’ olduğunu vurguladı.

Illouz, Haaretz gazetesine verdiği röportajda şunları söyledi:

“Netanyahu, yirmi yıldır Yahudiler ve Araplar arasında nefret tohumları ekmeye ve yargının meşruiyetini sorgulamaya devam ediyor ve milli kimliği dine dayandırıyor.”

Illouz, 1980'den önce Yahudi terörizminin İsrail'de marjinal bir fenomen olduğunu, ancak o yıldan itibaren HaMakhteret HaYehudit, Kah, Teror Negid Teror, Bet Ayin ve LeHava gibi Yahudi grupların terörist saldırılar düzenlediğini ve bunların çoğunun polis tarafından engellendiğini belirtti. Bu grupların bazıları aşırı milliyetçiydi. Diğerleri ise Siyonizme karşı olduklarını ilan ettiler ve İsrail Devleti'ni yıkıp yerine Yahuda Krallığı'nı kurmak istediler.