Korona salgını sonrası Arap bölgesinin geleceği

İdlib kırsalındaki Binnish şehrinde koronavirüsten korunmak için maske diken bir kadın (AFP)
İdlib kırsalındaki Binnish şehrinde koronavirüsten korunmak için maske diken bir kadın (AFP)
TT

Korona salgını sonrası Arap bölgesinin geleceği

İdlib kırsalındaki Binnish şehrinde koronavirüsten korunmak için maske diken bir kadın (AFP)
İdlib kırsalındaki Binnish şehrinde koronavirüsten korunmak için maske diken bir kadın (AFP)

Koronavirüs (Kovid-19) salgınının dünya ve Orta Doğu bölgesine yayılması, birçok ülkenin toplumlarını, ekonomilerini ve hükümetlerini tehdit ediyor. Salgın, bazı Arap ülkelerinin ‘ekonomik, toplumsal ve siyasi koşullarını değiştirmeyi amaçlayan benzeri görülmemiş protesto hareketlerine tanık olduğu’ bir dönemde geldi.
Salgın, bölgedeki bazı ülkeleri ve tüm bölgesel sistemi varoluşsal bir güvenlik ve siyasi zorluklarla karşı karşıya bıraktı. Arap ülkelerinin ‘küresel bir ekonomik durgunlukla birlikte birikmiş derin ekonomik krizlerle’ karşılaştığı bir dönemle de çakıştı. Aynı zamanda iç savaşlar ve dış askeri müdahalelerle uğraşan başarısız ve pasif devletler içinde yayılarak, bölgesel sistem krizini ve giderek artan başarısızlıkları derinleştirdi.
Şarku’l Avsat, Beyrut Amerikan Üniversitesi ‘İsam Fares Kamu Politikaları ve Devlet İşleri Enstitüsü’ ile işbirliği dahilinde, ‘Kovid-19’un Arap ülkeleri üzerindeki siyasi, ekonomik, sağlık ve toplumsal düzeylerdeki etkisi’ hususunda Lübnan ve bölgeden etkili düşünürlerin görüşlerini aldı. Çalışmada, düşünürlerin, ‘hükümetlerin bu salgını kontrol altına almasından kısa bir süre sonra bölgenin geleceğine ne ölçüde tepki verecekleri’ hususundaki dair değerlendirmeleri de dinledi. Uzmanlar, pandeminin ‘değişim ve toplumsal adalete ulaşma hareketlerine ve ekonomiye’ etkilerinin yanı sıra ulusal devletin geleceğine, bölgesel güvenliğe, bunu sağlamak üzere işbirliği sistemini irdelediler. Ayrıca sağlık hizmetleri ve sosyal- ekonomik politikalara etkisini de değerlendirdiler.

Ulusal devletin akıbeti
Tarık Mitri
Geçen yüzyılda, 1990’larda, dünyanın tanık olduğu derin değişimler hızlanırken, ‘ulus devletlerin, büyük sorunlarla başa çıkabilme kabiliyeti açısından küçüldükleri ve küçük sorunlarla başa çıkma bakımından da büyüdükleri’ söylentileri yayıldı. Bu ifade, dünyanın bir bölgesinde değişen oranlarda doğrudur. Ama Arap ülkeleri açısından ülkelerimiz, güvenlik ve kontrol politikalarıyla ilgili olanlar hariç büyük veya küçük sorunları ele alamıyor gibi görünüyordu.
Ve milli grubun işleri politikasında temel rollerini oynamak, vatandaşların hayatlarını korumak ve haklarını korumak açısından zayıfladı. Bununla birlikte, birçok ülkede, şiddet, terörist, siyasi veya sosyal mücadele bahanesi altında toplumu boyun eğme ve insanların korktuğu anarşiye düşmekten kaçınma potansiyelini yeniden kazanmıştır.
Arap devrimlerinin patlak vermesinden sonra ulus devletlerimiz, daha kırılgan hale geldi ve bazı durumlarda kurumları çöktü veya parçalandı. Ulusal politikada, vatandaşların hayatlarını ve haklarını korumada oynadıkları temel roller açısından zayıflık yaşandı. Bununla birlikte birçok ülkede, toplumsal veya kitlesel terör gerekçesiyle şiddete karşı mücadele bahane edilerek topluma boyun eğdirme ve insanları endişelendiren bir kaosa sürüklenmekle korkutma potansiyeli yeniden baş gösterdi.
Ülkelerimiz, devlet ve yönetim arasında gerekli olan daha büyük bir ayrıma adım atmak yerine birinci sıraya hâkim olmaya yöneldi. Bazı otoriteler, çıplak güçlerinin yanı sıra ulus altı mezhepsel, bölgesel asabiliğe ve bireysel çıkarlara bel bağladılar. Bazı rejimler, topluma çeşitli yollarla dayatılan bir tür kimliğe dayanarak sanki özel mülkiyetmiş gibi kamu çıkarlarıyla ilgilenme noktasına ulaştı. Zorbalıklarını sürdürürlerken veya yenilenmiş otoriter kalıpları oluşturup kişisel onuru zayıflatırken, ulusal onuru savunmakla meşgul olduklarını ilan ettiler.
Salgının yayıldığı ve tehlikesinin de kamu düzenini ters yüz ettiği şu günlerde vatandaşlarını koruyan ve önemseyen, küçük amaçları aşarak kamu yararını öne çıkaran bir ülkeye ciddi şekilde ihtiyaç var. Bu ihtiyaç, birçok zararı önlemek için toplumu kontrol etme ve nizamını dayatma baskısıyla sınırlı değil. Öngörülen disiplin, en zayıf ve en yoksul olanlar da dahil rasyonel bir toplumsal politika ile ortaya koyulmazsa, kısa süre içinde kamusal alana el konulmasını, siyasetin bozulmasını ve özgürlüklerin kısıtlanmasını haklı gösterebilir.
Mevcut kriz ortadan kalktıktan sonra ülkemizi, topluma dahil olmamış veya kontrol edilmemiş tarafsız bir unsur olarak ulusal devletin inşası ikilemi karşısında bulacağız. Devletin gerçek meşruiyetini, yalnızca şiddeti tekelleştirmekten değil, aynı zamanda insanların çıkarlarını dikkate alma sorumluluğundan da alacağını göreceğiz.
Belki de mevcut dünya koşullarının ‘kendisine alternatif olmadığını gösteren’ ulus devletin inşası yolunda yürümek; otoritenin takibi, sorumlu tutulması, ‘kontrolünde güçlü bir sistem değil, daha ziyade kamunun çıkarını gözeten bir aktörün’ talep edilmesi çağrısı yapıyor. Nihayetinde bazı insanların, kaos, kayıp ve hayal kırıklığı korkusu nedeniyle yönetimin kontrolünden memnun kaldığı yıllardan bu yana bildiğimiz deneyimin tekrarlanmasını önlemeye çabalıyoruz. Bazı rejimler de bir devlet inşa etme talebini, ‘zulmü sürdürme çağrısı’ olarak varsayıyor.
Birleşmiş Milletler’in (BM) eski Libya temsilcisi ve eski Lübnanlı Bakan
Saint George Üniversitesi Rektörü- Beyrut

Kadınları ekonomik, yasal ve toplumsal olarak güçlendirmek
Fadia Kiwan
Katil ‘korona’ salgının küresel olarak yayılmasının neden olduğu fırtınanın ortasında bu felaketin dünya genelindeki kadınlara yansımaları hakkında da konuşabiliriz. Normal koşullarda kadınlar, sağlık ve toplumsal koruma hizmetlerine erişememe açısından toplumdaki en zayıf halkadır.
Sağlık ve toplumsal güvenlik sistemleri, çalışmayan ve çalışma yaşını aşmış grupların korunmasını göz ardı ederek, emeklilik yaşına kadar çalışan gruplara hizmetleri kapsıyor. Kadınlar bu iki grubun büyük bir bölümünü oluşturuyor. Arap dünyasında kadınların büyük bir kısmı çalışırken, marjinal ekonomik sektörleri kapsamaksızın resmi sektörlerde çalışanlar, bu hizmetlerden yararlanıyor.
Gelişmeler ışığında koronavirüs salgınından kaynaklanan sağlık, ekonomik ve toplumsal krizlerin, özellikle de kadınlar üzerinde büyük etkileri olacağı söylenebilir. Bunun yanı sıra Arap ülkelerinde çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere sağlık hizmetlerine erişimi olmayan, savaşlardan ve silahlı çatışmalardan kaçan milyonlarca mülteci bulunuyor.
Başta salgın dönemi olmak üzere Arap dünyasındaki kadınları desteklemek, aile uyumunda ve bireylerin evlerinde kalmasını sağlamada önemli bir rol oynuyor. Kadınlar ayrıca, tüm aile üyelerine psikolojik açıdan güven sağlarken, evlerde de özellikle hijyen ve eğitim bilinci konuları başta olmak üzere meydana gelen her şey için bir memur görevi görüyor.
Bu kriz, salgın döneminin sona ermesi ve ekonomik kalkınma çabaları sonrasında ekonomik yaşamda kadınların rolünün artmasını sağlayabilir.
Kızları okula ve üniversiteye gitmeye, ekonomik açıdan verimli çalışmalara katılmaya teşvik eden hükümet politikaları, kadınların Arap dünyasındaki kapasitelerini güçlendirdi. Bu nedenle boğucu kriz ve herkesin evde kalması nedeniyle kadınları ve kızları şiddetten, özellikle aile içi şiddetten koruyan yasaları güçlendirmek için çalışmalıyız. Aynı şekilde ‘felaket dönemlerinde dayanıklılığı artırmak için çeşitli Arap ülkelerinde uygulanacak genel politikalar hususunda ise ‘cinsiyetler arasında fırsat eşitliğine duyarlı yaklaşımları benimsemek’, böylece ‘kadınların ‘tüm toplumun felaketlere mümkün olan en düşük maliyetle karşı koyma ve müdahale etme yeteneklerini güçlendirmeyi amaçlayan’ bilinçlendirme ve eğitim programlarından doğrudan faydalanmasını sağlamak’ zorundayız.
Küresel olarak olağanüstü bir deneyim yaşıyoruz ve her türlü zorluğa karşı daha güçlü ve daha dayanıklı olmak için önceki derslerden faydalanmalıyız. Bu ders ise, kadınların desteğiyle toplumlarımızın gücünün çoğalmasını sağlamaktan geçiyor.
‘Arap Kadın Örgütü’ Genel Müdürü

Bölgesel güvenlik kararlılığı
Kerim Haccac
Koronavirüsün Orta Doğu bölgesine yönelik bölgesel güvenlik etkilerini değerlendirmek için erken olmasına rağmen gözlemciler, salgını, son 20 yılda Orta Doğu’yu sarsan en ciddi şok dalgası olarak nitelendiriyor. ABD’nin Irak işgali, Arap ayaklanmaları, Suriye’deki, Yemen’deki ve Libya’daki iç savaşlar, DEAŞ’ın ortaya çıkışı ve yenilgisinin yanı sıra bölgesel çatışmalar, insani felaketler ve bölgedeki hâkim yönetim metotlarında görülen meşruiyet krizi; bölge ülkelerini başarısız devletler sınıflandırmasına soktu.
Koronavirüs salgınının, en düşük ihtimalle bu dinamiklerin büyümesine yol açması bekleniyor. Aynı şekilde yalnızca tek tek ülkeler düzeyinde değil, bir bütün olarak bölgesel sistemin dayanıklılığı için de sert bir sınav olacak. Krizin siyasi, ekonomik, toplumsal ve güvenlik yönlerini yönetme karmaşıklığı, bölgesel devletlerin hükümetleri açısından, bu krizi yönetmede başarısız olmaları halinde meşru bir krizle karşı karşıya kalacakları büyük bir zorluk oluşturacak. Durumun, bölgedeki halk sağlığı sistemlerinin krizle başa çıkma kabiliyetiyle de büyük bir ilgisi var. Bu ülkelerin çoğunun, küresel sağlık güvenliği endeksinde ortalamanın altında puan aldıkları unutulmamalı.
Salgının etkisi, bölgedeki çoklu çatışma eksenlerinin kalbinde yer almaları dolayısıyla zayıf ve çökmeye yakın devletlerde daha şiddetli olacak. Bu durum da kaçınılmaz olarak kısır bir çatışma döngüsünü, yenilenen terör- isyan dalgalarını ve bölgesel müdahaleyi besleyecek, çatışma bölgelerindeki halk arasında büyük kayıplara yol açacaktır.
Tüm bunlar, şüphesiz ki zaten stresli bölgesel güvenlik çevresi üzerindeki baskıyı artıracak. Ancak bunun karşısında kriz, bölgesel gerilimleri azaltma fırsatı da sunuyor. Arap ülkelerinin İran’a sağlık ve diğer yardımlarda bulunması, Suudi Arabistan’ın salgınla mücadele edebilmek üzere Birleşmiş Milletler (BM) tarafından Yemen’de ilan edilen ateşkese destek vermesi; ‘Orta Doğu’nun en azından bu son şokun bölgesel sistem üzerindeki etkisini en aza indirebileceği’ umudunu canlandırıyor.
Mısırlı eski diplomat ve Kahire Amerikan Üniversitesi’nde profesör

Sağlık sistemlerinin geliştirilmesi için bölgesel entegrasyon
Belkasım Sabri
Yeni küresel salgın, tüm yönleriyle gelişmişliğe ve özellikle de Akdeniz’in doğusu olmak üzere tüm ülkelerdeki sağlık sistemlerine meydan okuyor. İleriye dönük çalışmalar; durgunluk, ekonomik büyümenin azalması ve sağlık sisteminin finansmanını sınırlayan milyonlarca işin kaybı yoluyla küresel ekonomiler üzerinde çeşitli olumsuz etkilerin olacağını gösteriyor.
Bölge nüfusunun yaklaşık yüzde 90’ının orta ve zayıf gelire sahip ülkelerde yaşaması, zaten yetersiz olan sağlık hizmetlerinin üzerinde baskılara yol açıyor. Bölgemiz, oldukça zor ekonomik ve toplumsal koşullarda yaşayan çok sayıda mülteci ve yerinden edilmiş kişiye de ev sahipliği yapıyor.
Ülkelerin bu salgınla başa çıkma deneyimlerinden alınan ilk dersler; salgının, İtalya ve Fransa gibi bazı zengin ülkelere ulaşana kadar göstermiş olduğu gücü ve hızı oldu. Nitekim salgının bitmemesi, tüm sağlık sistemini de çöküşle tehdit ediyor.
Yetersiz malzeme ve insan kaynakları koşulları çerçevesinde tedavi hizmetlerine yönelik büyük baskılardan kaçınmak amacıyla, salgınla başa çıkma, bireysel ve toplumsal katılım için mekanizmalar geliştirme yolunda proaktif stratejilere odaklanıldı.
Bölgesel düzeyde ise bu salgın, doğan ihtiyaçlara yanıt vermek ve küresel salgınlarla başa çıkmak üzere sağlık altyapısına yatırım yapmanın ve sağlık sistemlerini güçlendirmenin önemli olduğunu gösterdi. Sağlık güvenliğinin korunmasında devletin sosyal işlevinin önemini gözler önüne serdi.
Sağlık sektörünün kalkınması için yatırımları destekleme ve sağlık sistemleri kapsamlı ve adil bir hedefe ulaşma yolunda herkes, salgının, sağlık alanında sinerji ve dayanışma geliştirmek üzere bölge ülkeleri açısından bir fırsat sağlamasını umuyor.
Tunuslu eski bakan ve Tunus Sağlık Haklarını Savunma Derneği Başkanı

Salgının, değişim hareketleri üzerindeki etkileri
Nedim Huri
Hiç kimse, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yayılan koronavirüs salgınının tam etkisini tahmin edemez. Ancak dikkat çekilmesi gereken 3 nokta var. Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesi, dünyanın geri kalanıyla karşılaştırıldığında şu ana kadar en büyük eşitsizliğin görüldüğü bölgeydi.
Her ne kadar virüs insanları servetlerine göre ayırmıyorsa da gelir düzeyi, mücadele mekanizmalarını etkiliyor. Nitekim bölge genelinde düşük gelirli çalışanlar, işlerini uzaktan (evde) yapma olanağına sahip değil ve işlerinden yoksun olmaları halinde ücret alamıyorlar. Karantina devam ettikçe ve ekonomiler durgunluk sürecine girdikçe, vatandaşların çoğunluğunu kapsayan toplumun en yoksul kesimleri, durumla eşit şekilde başa çıkamayacak. Mülteciler ve göçmen işçiler de durumun sonuçlarıyla mücadelede imkansızlıkla karşılaşacak. Bununla birlikte bölge hükümetlerinin hiçbirinin, ekonomik hasarın nasıl azaltılacağı veya toplumlarındaki büyüyen bölünmenin nasıl tedavi edileceği konusunda bir planı bulunmuyor.
Koronavirüs ayrıca, dünyanın diğer bölgelerinde beklenenden çok daha büyük bir siyasi etkiye sahip olacak. Salgın, Cezayir, Lübnan ve Irak’taki protesto eylemlerini sokaklardan uzaklaştırmayı başardı. Bölgedeki orduların, ‘ev karantinası’ tedbirlerini uygulama bahanesiyle kamusal meydanları kurtardıklarına tanık olduk. Korkunun, otoriter rejimleri, ‘virüsü kontrol etmek üzere baskı altında ortaya koyulan önlemlerle toplumsal kontrolü artırmak, ayrıca eylemcilerin ve muhaliflerin hareketlerini takip etmek’ için salgını kullanmaya itmesi de mümkün.
Son olarak, bölge hala Libya, Suriye ve Yemen’de, sağlık alt yapısını yok eden üç aktif çatışmadan mustarip. Bu ülkelerde milyonlarca insan yerlerinden edildi. Nitekim salgının bu bölgelerde yayılması halinde büyük bir yıkım daha yaşanacak.
‘Arap Reformu Girişimi’ Genel Müdürü

Kolektif kurtuluşa inanan bir sağlık sistemi
Gassan Ebu Sitte
Salgın, ne kadar büyük olursa olsun bir grup kazançlı sağlık şirketinin, bir sağlık sistemi oluşturamadığını, ‘insan sağlığı’ üzerinde ticaret yapan rakip şirketlerin sonsuza kadar mevcut olacağını ortaya koydu. Bu çerçevede insan sağlığının ticarileştirilmesini ortadan kaldırmak dışında, bu salgınla veya gelecekte ortaya çıkabilecek başka salgınlarla savaşmamız pek mümkün değil. Durum, siyasi rejim zihniyetinde bir değişiklik gerektiriyor.
Benzer şekilde, bahsettiğimiz bu sistemler, yapısal krizlerden kaçmak için ister etnik ister toplumsal (kadınlar, çocuklar, etnik azınlıklar) olsun her zaman belirli grupları feda eden (soykırım olarak da görülebilir) kapitalist sistemleridir. Şu an bu sistem, ‘sürü bağışıklığı’ fikrini destekliyor, ekonomiyi yıkıcı sonuçlardan kurtarmak için yaşlıları feda ediyor. Bu nedenle aşılar gibi hızlı teknolojik çözümler, bu tarihsel zorunluluktan kaçmanın bir yolu olmayacak, yalnızca esas sorunlara karşı bir körlük oluşturacaktır. Aynı şekilde bu durum sadece, insanın acı çekme sürecini uzatacak ve ölüm oranını azaltmayacaktır.
Belki de batıdaki müttefik ülkelerin, İtalya gibi önemli bir batı ülkesiyle minimum düzeyde dahi dayanışma göstermemesi etik bir sistem olarak ‘yardım’ ve ‘dayanışma’ arasındaki büyük farkı açıkça ortaya çıkarmış oldu.
Neoliberalizm ve gelişmiş kapitalizm, refahın, ‘toplum üyeleri arasındaki tüm dayanışma biçimlerinin yok edilmesi’ ile bağlantılı olduğunu gösterdi. Bu sistemlerin yapısal krizi, bu salgınla baş etme yolunda yer alırken, toplumsal dayanışma da bu salgınla mücadele bir koşuldur. Bunun yanı sıra etkili ve başarılı bir tıp ve bu gibi durumlarda hızlı tepki verebilen etkili bir sağlık sistemi oluşturma gereği; zengin sağlık kurumlarının ve ileri teknolojinin ürünü değil, iyi sistemlerin ürünüdür.
Filistinli bir saha doktoru ve Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde Çatışma Tıbbı Programı’nın kurucusu

Biyogüvenlik sisteminin gözden geçirilmesi
Şerif Nasır bin Nasır
Arap ülkelerinin ve toplumlarının çoğu, zorluklar karşısında muazzam bir kabiliyete sahip. Muhtemelen bu acı, Arap ülkelerinin son yıllarda birbirini takip eden savaşlar, çatışmalar ve krizlerle ilgili deneyiminin bir sonucu olarak meydana geldi. Arap toplumları, krizler sırasında birbirlerine karşı olan ‘korkutma’ faaliyetleriyle de karakterize edilirken, bu nedenle de bunlara bağlı olabilecek riskleri göz ardı ettiler.
Ülkelerin koronavirüs salgınına yanıt verme yeteneği çerçevesinde bu rolün inkâr edilmemesi gerekiyor. Bununla birlikte biyolojik olaylarla mücadele; bir yandan resmi sivil kurumlar, diğer yandan da sivil, askeri ve güvenlik güçleri arasında ‘var olan planlama, ileri hazırlık, işbirliği, koordinasyon ve iletişim de dahil olmak üzere çoğu Arap ülkesinde genellikle zayıflık olarak kabul edilen birçok faktör ve yetenek’ gerektiriyor. Bu faktörlere, hükümetler, özel sektör ve sivil toplum arasındaki işbirliği, koordinasyon ve iletişim de dahil edilebilir.
Bu fikirler, kendini kandırma ya da birini suçlama anlamında değil, aksine bu kriz sona erdiğinde öğrenilecek bazı olası dersleri tanımlamak için ortaya koyuldu. Bu durum, gelecekte biyolojik tehlikelerle mücadele etme yolunda yetenekleri ve imkanları arttırmak amacıyla Arap ülkelerinde biyogüvenlik ve güvenlik sisteminin sistematik ve ciddi bir şekilde gözden geçirilmesi yolunda bir etken olabilir.
Bunun mümkün olan en son salgın olduğu düşüncesiyle en iyi senaryolar ve gerekçesiz iyimser inançlar üzerine politikalar oluşturmaya devam etmek, pratik bir adım olmaz.
‘Ortadoğu Güvenlik Bilim Enstitüsü’ Müdürü

Mültecilerin ulusal müdahale planlarına dahil edilmesi
Şaden Halaf
Şair Halil Cibran şöyle söylüyor: “İki şey insanın hayata bakış açısını değiştirir; bunlar hastalık ve gurbettir”
Sokağa çıkma yasağı, dükkanların kapatılması, seyahat yasağı, aileden ayrılma, gıda malzemesi yetersizliği, kaygı, panik ve korku. Bugün, koronavirüs salgınıyla dünya bu hale geldi. Ancak bu durumlar, dünya genelinde savaşlar ve silahlı çatışmalarla mücadele etmek zorunda kalan milyonlarca mülteci, erkek, kadın ve çocuğun yaşadığı durumlardır da aynı zamanda. Ve bu sahne, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da dünyanın diğer ülkelerine kıyasla daha yoğun.
Mültecilerin ve mahsur kalanların karşılaştığı birçok zorluk mevcut; Zor yaşam koşulları, sağlık hizmetlerinin yüksek maliyeti, yoksulluk, yardıma ya da günlük ücretlere bağımlılık, yasal korumaya sahip olmama, yerel borçlanma, çocukların eğitim fırsatlarından mahrum kalması… Bunların yanı sıra listeye, tüm dünyaya yayılan yeni bir küresel salgın zorluğu da eklendi.
Kovid-19 virüsünün yayılma hızı, temel temizlik malzemelerine ve hizmetlerine erişimi olmayanlar, zor sağlık koşullarından mustarip dışlanmış insanlar açısından özellikle endişe verici.
Ancak bir fırsat var. Tam bir toplum olarak kitlesel ve uyumlu çabalar sürdürülmelidir. Sivil toplum kurumları, dini kurumlar, özel sektör, akademisyenler, sanatçılar ve bölgedeki milyonlarca insan için kapsamlı çözümler bulma ve uzun kriz yönetimi deneyiminden yararlanma yolunda kamuoyunu etkileyen herkes birbirlerine kenetlenmelidir. Bu nedenle başta Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) ve ortakları olmak üzere insani yardım kuruluşları, ‘halk sağlığı, önleme ve müdahale sistemlerini desteklemek için’ çeşitli çalışmalar yürütüyor. Ayrıca bu krize müdahale çerçevesindeki ulusal planlara mülteciler de dahil edilmeli. Mültecilerin temel hizmetlere erişememeleri ya da sosyal ve ekonomik güvenlik ağlarının eksikliği nedeniyle marjinalleştirilmeleri, mevcut koşullarının da açıkça kötüleşmesine yol açacak.
UNHCR yetkilisi

Ekonomik düzeyde kazananlar ve kaybedenler
Sami Mahrum
Virüsün yayılması hususunda Çin, Hong Kong, Singapur veya Tayvan’ın deneyimlerinden örnekler çıkarılabilir. Bu çerçevede herhangi bir ülkenin, virüsün yayılmasını kontrol etmek için en az üç aya ihtiyacı var.
Bu ülkelerin salgını etkili bir şekilde kontrol altına aldığını varsayabiliriz. Gerçekten de göreceli başarılara rağmen bu ülkelerin hiçbiri, salgını kökten yok edemedi. Eğer bu ülkelerin deneyimleri örnek alınırsa, iyimser tahminler, Orta Doğu’nun salgını yaklaşık Haziran ayına kadar kontrol altına alabileceğini gösteriyor. Yani aynı dönemde Avrupa’nın da salgını kontrol altına alabilmesi bekleniyor. Ama ABD’ye gelince, geniş yüzölçümü ve ademi merkeziyetçi hükümet sistemi nedeniyle virüsün yayılmasını kontrol etme aşamasına girebilmesi için yaz sonuna kadar beklemesi gerekebilir.
Dünyanın farklı yerleri, ‘virüs fırtınasını’ değişen düzeylerde etkinlik ve hızla yönetecek. Sınırlı kaynaklara sahip ülkeler daha uzun bir süre mücadele verecek ve salgının dünyanın geri kalanına yayılması hususunda bir tehdit oluşturmaya devam edecek. Bunun sonucunda Afrika, Asya, Latin Amerika ve Orta Doğu’daki birçok ülkenin, Kovid-19 ile mücadele etmek için daha uzun bir süreye ihtiyaç duyması muhtemel. Ancak esas şekilde birçok ülke açısından virüs krizi, yalnızca aşının keşfi ve kullanımı ile sona erecek.
Bu beklenen zaman çizelgesi, küresel ekonomi, özellikle de turizm gibi mevsimsel ekonomik faaliyetler üzerinde büyük etkilere yol açacak. Petrol zengini ekonomiler dışında Orta Doğu’da turizm, uluslararası akışlardan en çok etkilenen ve dolayısıyla en zarar gören ekonomik faaliyet olacak.
Bununla birlikte bazı kazananların da ortaya çıkması muhtemel. Örneğin yaz sıcaklıklarının yaklaşık 40 santigrat dereceye ulaşabildiği Arap Körfezi ülkelerindeki halkın yurt dışına seyahatleri risk taşıdığı için seçenekleri sınırlı kalacak. Bu durumda Mauritius* ve Şeysel Adaları gibi Kovid 19 vakası kaydedilmemiş bazı ülkeler, bu bölgeler dışında kalabilir ve bu krizden açıkça bir kazanç sağlayabilirler. Ancak henüz büyük oranlarda vaka kaydedilmeyen Lübnan gibi bölgeler de Körfez turistleri için geleneksel seçenekler arasında olabilir.
Brüksel Serbest Üniversitesi profesörü

*(Hint Okyanusu'nun güneybatısında yer alan bir ada ülkesidir.ç.n)

Kolektif kurtuluşa inanan bir sağlık sistemi



Lübnan Başbakanı:  İsrail ile barış görüşmelerine henüz başlamadı

Lübnan Başbakanı Nevvaf  Selam (NNA)
Lübnan Başbakanı Nevvaf  Selam (NNA)
TT

Lübnan Başbakanı:  İsrail ile barış görüşmelerine henüz başlamadı

Lübnan Başbakanı Nevvaf  Selam (NNA)
Lübnan Başbakanı Nevvaf  Selam (NNA)

Lübnan Başbakanı Nevvaf Selam, Çarşamba günü yaptığı açıklamada, İsrail ve Lübnan’dan iki sivil temsilcinin katıldığı ateşkesi izleme komitesindeki görüşmelerin henüz “barış müzakeresi” aşamasına gelmediğini belirtti.

Selam, basın mensuplarına yaptığı açıklamada, “Ateşkesi İzleme Komitesi, saldırıların durdurulması ilanının uygulanması için bir forumdur. Henüz barış müzakeresi aşamasına gelmedik” dedi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, sivil temsilcinin gönderilmesini, “İsrail ve Lübnan arasında ekonomik iş birliğinin temeli için ilk girişim” olarak nitelendirmişti.

Selam, ekonomik görüşmelerin İsrail ile normalleşme sürecinin bir parçası olacağını ve bunun ancak bir barış anlaşmasını takip etmesi durumunda mümkün olacağını vurguladı. Ayrıca, iki ülke 2002 Arap Barış Planı’na uyarsa “normalleşmenin ardından barış geleceğini” söyledi, ancak bunun şu an için uzak bir hedef olduğunu kaydetti.

Lübnan Başbakanı, ülkesinin Ateşkesi İzleme Komitesi’nin güney Lübnan’daki Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını denetlemesine açık olduğunu da ifade etti. Selam, “Komiteye, herhangi bir endişe veya şüphe durumunda sahada doğrulama yapmaya hazır olduğumuzu ilettik. Denetlemeye açığız” dedi.


Refah’ta tünel çatışması: 4 İsrail askeri yaralandı

İsrail'in Gazze Şehri'nin doğusunda düzenlediği hava saldırılarının ardından dumanlar yükseliyor (AFP)
İsrail'in Gazze Şehri'nin doğusunda düzenlediği hava saldırılarının ardından dumanlar yükseliyor (AFP)
TT

Refah’ta tünel çatışması: 4 İsrail askeri yaralandı

İsrail'in Gazze Şehri'nin doğusunda düzenlediği hava saldırılarının ardından dumanlar yükseliyor (AFP)
İsrail'in Gazze Şehri'nin doğusunda düzenlediği hava saldırılarının ardından dumanlar yükseliyor (AFP)

İsrail ordusu, bugün  (Çarşamba) yaptığı açıklamada, Gazze’nin güney  doğusundaki Refah’ta bir tünelden çıkan militanlarla yaşanan çatışmada dört İsrail askerinin yaralandığını duyurdu. Ordudan yapılan açıklamada, yaralılardan birinin durumunun ciddi, üçünün ise orta derecede olduğu belirtildi. Olay sırasında Golani Tugayı’na bağlı bir keşif birimine militanlar tarafından tünelden ateş açıldığı bildirildi. Yaralı askerler tedavi için tahliye edilirken, ailelerine bilgi verildi.

Yerel medyaya göre en az bir militan öldürüldü ve diğerleri için arama çalışmaları sürüyor. Çatışma, İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde Kızılhaç aracılığıyla bir rehinenin kalıntılarını teslim almasının birkaç saat sonrasında gerçekleşti.

Gazze’deki kaynaklar, Refah’ta topçu ateşi ve silahlı çatışmaların devam ettiğini bildirerek, bölgedeki güvenlik durumunun istikrarsız olduğunu ortaya koydu.

Başbakan Binyamin Netanyahu, Hamas’ı ateşkes anlaşmasını ihlal etmekle suçlayarak, İsrail’in askerlerine yönelik herhangi bir saldırıya uygun şekilde karşılık vereceğini vurguladı. Netanyahu, “Hamas ateşkes anlaşmasını ihlal ediyor ve ordumuza yönelik terör faaliyetlerine devam ediyor. İsrail, askerlerimize yönelik herhangi bir saldırıya müsamaha göstermeyecek ve buna göre yanıt verecek” dedi.


Gazze'de kış, çocukluğumdaki mutluluğun hatırasını silip süpürdü

Deyr el-Balah'ı geçen hafta sular bastı (AP)
Deyr el-Balah'ı geçen hafta sular bastı (AP)
TT

Gazze'de kış, çocukluğumdaki mutluluğun hatırasını silip süpürdü

Deyr el-Balah'ı geçen hafta sular bastı (AP)
Deyr el-Balah'ı geçen hafta sular bastı (AP)

Çocukluğumdan beri kışı hep çok sevmişimdir. Kara bulutlar gökyüzünü kapladığında ve yağmur damlaları yere düştüğünde, ailem büyükannem ve büyükbabamın evinde toplanırdı. Dedem ateşi yakarken yanına otururdum, babaannem de çaydanlığı ateşe koyardı. Bizim için kış, bir rahatlık mevsimiydi. Hiç üşümezdik.

Gündüzleri kuzenlerimle birlikte sokaklara yayılan su birikintilerinde yalınayak koşar, yağmur bizi tepeden tırnağa ıslatırken duvarların ve ağaçların ardında gizlenerek ghommemeh (saklambaç) oynardık. Annemin hastalanmadan önce içeri girmemiz için bize bağırdığını hatırlıyorum. Geceleri büyükbabam bize 1960'lardaki seyahatlerinde geçen hikayeleri anlatırdı.

Yaşım ilerledikçe kışları arkadaşlarımla daha fazla zaman geçirmeye ve mezun olduktan sonra peşinden gitmeyi umduğumuz hedeflerimiz ve geleceğe dair hayallerimiz hakkında konuşmaya başladım. Bazen Halid, Mahmud ve ben, Muhammed Hamo'nun evinde buluşurduk, artık o bir ölü; huzur içinde yatsın. Bir ateş yakıp en sevdiğimiz içeceği, yani çayı yanan odunların üzerine koyup kağıt oynardık ya da filmler ve TV dizileri izlerdik.

Evdeyken yağmur damlalarının sesi havayı doldurduğunda veya derslerimden bunaldığımda, yağmuru izlemek ve soğuk rüzgarın tadını çıkarmak için yatak odamın balkonuna çıkardım. O balkondan günbatımını izlemek gibi bir alışkanlığım vardı. Kışın manzarayı daha da harika yapan şey, sahil boyunca dönen göçmen kuşların gökyüzünde kısa süreliğine, güzel desenler çizmesiydi.

İsrail'in Gazze'yi istilası, kışla ilgili tüm güzel duygularımı yok etti. Ailem 13 Ekim 2023'te yataklarına örtecek bir şey ya da kışlık kıyafetlerini yanına almaksızın tahliye edildi. Sonrasında birkaç battaniye satın alabildik. Her birinin bize maliyeti yaklaşık 35 dolar oldu. Küçük biraderim ve ben, tek bir battaniyenin altında örtünmek zorundaydık. Birkaç hafta sonra bir okulun arka bahçesinde uyuyorduk. Kışın rüzgarı acımasızca üzerimizden geçti. Soğuktan titreyerek uyanınca sadece hafif yağmurlar yüzünden battaniyemin sırılsıklam olduğunu gördüm. O günden beri kıştan nefret ediyorum.

Binlerce aile bizimkine benzeyen deneyimler yaşadı. Birbirine dikilmiş battaniyelerden oluşan derme çatma küçük bir çadırda 14 kişilik ailesiyle birlikte yaşayan 19 yaşındaki İsmail Abed, birkaç kez sırılsıklam halde uyandı. Aile, hava koşullarından biraz uzaklaşıp soluk almak için komşularının çadırına giderdi.

Bana "UNRWA'dan çadır alana kadar ne zaman yağmur yağsa boğuluyorduk" diyen İsmail, bu çadırı da barınağı olmayan başka bir aile grubuyla paylaşmış:

Bu yeni çadır bizi yağmurdan korudu ama rüzgarın getirdiği keskin soğuk, üzerimizi örtmeye yetecek kadar battaniyemizin olmamasıyla birleşince durum gerçekten dayanılmazdı.

Kendi çadırımızda o kadar kalabalıktık ki ısınmak için ateş yakacak yerimiz yoktu. Kışın yemek pişirmek bile daha zordu. İsrail işgali, Gazze Şeridi'ne girmesini engellediği için yemek pişirecek gazımız yoktu. Yemek pişirmek için ateş yaktığımız yerin üstü örtülü değildi, bu yüzden ne zaman yağmur yağsa ateş sönerdi.

Bir çadırda yaşamak, yiyecekleri sıçanlardan ve hamamböceklerinden saklayabileceğimiz bir buzdolabına veya başka bir güvenli yere sahip olmadığımız için her gün yiyecek alışverişine çıkmamız gerektiği anlamına geliyordu. Pazardaki un veya pirinç gibi temel yiyecekleri eve getirmek için bazen yağmurda iki saate yakın yürümek zorunda kalıyorduk.

Gazze'nin kuzeyindeki dostlarımdan Muhammed Ebu el-Mehza, kış boyunca defalarca yerinden edildi. Aralık 2023'te Muhammed'in ailesi, Gazze'nin batısındaki eş-Şati kampından zorunlu bir şekilde tahliye edilince yağmurda yürüyerek Şeyh Rıdvan mahallesine gitti.

Bana "Ben de dahil tüm ailem ertesi gün hastaydı" dedi:

İlaç o kadar az ki iyileşmemiz için 10 günden fazla süre geçmesi gerekti.

23 yaşındaki Usame Adas, eylülde ailesiyle birlikte Gazze'nin kuzeyinden güneyine tahliye edildi. Güneyde kimseyi tanımıyorlardı, bu yüzden denizden yaklaşık 20 metre uzakta bir çadır kurdular. Sahilden gelen rüzgarlar geceleri iliklere işleyen bir soğuktu, bu yüzden aile kuzeye dönebilecekleri günü bekledi.

Ateşkes ilan edildiğinde Usame evine döndü ve dört katlı binalarının tamamen yıkıldığını gördü. Ailesinin dönüşüne hazırlanmak yerine, hemen güneye yürümek zorunda kaldı ve babasından çadırı kurmak için daha iyi bir yer aramasını istedi. Aile hâlâ güvenli bir sığınağa sahip olamadan, yerinden edilmiş bir halde bekliyor. Deyr el-Balah'ın doğusundaki el-Maşala bölgesindeki yeni çadırları onları yağmurdan daha iyi koruyabilse de rüzgar boşluklardan içeri sızıyor. Usame bana "Bu kış nasıl hayatta kalacağımı bilmiyorum" dedi:

Şiddetli yağmurlar henüz başlamadı ama yine de yağmur şimdiden çadırın içine giriyor.

İlk damlanın düşmesinden beri bu mevsimin bitmesi için dua ediyorum. Kış eskiden sıcaklığın, kahkahanın ve geçici güzelliklerin mevsimiydi ancak artık Gazze'de bir korku, mücadele ve tahammül zamanı haline geldi. Kış artık bir direnç hikayesi anlatıyor: Kökünden koparılan hayatları, her şeye rağmen hayatta kalmayı ve bir gün bu mevsimin eski rahatlığını beraberinde getirip Gazze'nin çocuklarının yağmurda tekrar korkmadan yalınayak koşacağı umudunu...

Independent Türkçe