Koronavirüs insanların kötü yönlerini ortaya çıkardı: Zorbalık, hırsızlık ve ırkçılık

Koronavirüs bulaşanlara ‘cüzzamlı muamelesi’ yapılıyor, devletler diğerlerinin mallarına el koyuyor

 İtalya’da koronavirüs salgının Afrikalı mülteciler yüzünden büyüdüğü iddia ediliyor. (AFP)
İtalya’da koronavirüs salgının Afrikalı mülteciler yüzünden büyüdüğü iddia ediliyor. (AFP)
TT

Koronavirüs insanların kötü yönlerini ortaya çıkardı: Zorbalık, hırsızlık ve ırkçılık

 İtalya’da koronavirüs salgının Afrikalı mülteciler yüzünden büyüdüğü iddia ediliyor. (AFP)
İtalya’da koronavirüs salgının Afrikalı mülteciler yüzünden büyüdüğü iddia ediliyor. (AFP)

Emine Hayri
İnsanlığa faydalı, acı çekenleri kurtaran ve yoksullarla dayanışma içinde olan bir bilim insanını ağırlayan rahim, insanlıktan nasibini almamış, acı çekenleri aşağılayan ve yoksulları ezen bir insanı da doğurabiliyor.
Evlerinde izole olmuş yetenekli insanlar, balkon çıkıp müzik yapıyor ve karantina altındaki diğer insanları neşelendirmek ve biraz olsun acılarını hafifletmek için şarkılar söylüyor. Diğer yandan bazıları gerginliği artırıyor, felaket tellallığı yapıyor ve ırkçı ‘zehirli tohumlar’ ekerek bu zorlu ‘korona günlerinde’ ahlaki zafiyetlerini açığa vuruyor.
‘Korona zamanları’ dünyamız üzerinde yaşayan insanlara, insaniyetin geri döndüğünü hatırlattığı gibi aynı zamanda insanların bastırdığı en kötü düşünce ve davranışların da ortaya çıkmasına neden oldu.

Çin virüsü
Sanki insanlık, ‘damgalama ve zorbalıktan’ yeterince mustarip değilmiş gibi koronavirüs, bazılarına ayrımcılık ve zorbalık için gerekçe verdi. Bu durum dünya genelinde zorbalığın daha fazla artmasına neden oldu. Gün geçmiyor ki ABD’deki Asyalılar yeni bir ayrımcılığa, nefrete ve aşağılamaya maruz kalmasın... Körfez ülkelerindeki yabancı işçiler koronavirüsü yaymakla suçlanıyor. Kenyalılar ‘yarasa katilleri’ olarak tanımladıkları Çinlilere saldırıyor. Mısırlı bir taksici, Çinli müşterisini yolun ortasında aracından kovuyor. Diğerleri de yol ortasında kalan adamın dramını videoya alıp dalga geçiyor. İngiliz öğrenciler, Asya kökenli arkadaşlarını gerçek yaşamda ve sanal dünyada “Çinli virüsler” olarak niteliyor. ABD Başkanı Donald Trump, Kovid-19 virüsünü ısrarla ‘Çin virüsü’ olarak nitelendiriyor. Kuveytli bir sanatçı, yabancı işçilerin tedavi edilmemesini ve derhal ülkelerine gönderilmesini talep ediyor. Avustralyalı aileler, Asya kökenli Avustralya vatandaşları tarafından tedavi edilmeyi reddediyor. Çek devleti, Çin’den İtalya’ya giden tıbbi malzemelere kendi kullanımı için el koyuyor. Koronavirüs salgını insanları öldürmeye devam ederken bazı insanlar da insani ilkeleri ihlal ediyor.
Bazı düşünürler, ‘korona salgını zamanlarında’ insani kuralların bireylerden önce, devletler ve hükümetler tarafından ihlal edilmeye başlandığını belirtiyor. Çoğu kişi, Başbakan Boris Johnson liderliğindeki İngiliz hükümetinin ilk başlarda benimsediği ‘sürü bağışıklığı’ yaklaşımının milyonlarca insanın hayatta kalma hakkını elinden almak olduğunu savunuyor.

Sürü bağışıklığındaki etik sorun
‘Sürü bağışıklığı’ demek, milyonlarca insanın olağan bir şekilde hayatını sürdürürken virüse yakalanmaları anlamına geliyor. Sürü bağışıklığı, toplumda yeterli sayıda insanın herhangi bir enfeksiyona karşı topluca bağışıklı olduğu durumu ifade ediyor. Bu görüşe göre yeni koronavirüs enfeksiyonu ile giderek daha fazla insan enfekte olduğunda iyileşen ve daha sonra gelecekteki enfeksiyonlara karşı bağışıklık kazanan insan sayısı artacaktır.
İngiltere’de ağır vakaların artmasından sonra vazgeçilen bu yaklaşım, toplumdaki zayıf halkaların, yaşlılar ya da kronik rahatsızlıkları olanların virüs sonucu ölmeleri anlamına geliyordu. Doğruluğu açık olan diğer önlemlerin aksine bu yaklaşım, aynı zamanda sağlıklı insanlara da virüsün bulaştırılması ve toplu ölüm riskinin artmasını içeriyordu. Başbakan Boris Johnson enfekte olmadan birkaç gün önce yaptığı konuşmada “Birçok İngiliz ailesinin yakınlarını kaybedeceğini” söyledi. Bu söz doğal olarak toplumda büyük bir panik ve şok etkisi yarattı. Uzmanlar Johnson ile siyasi ve tıbbi danışmanlarının, ‘mantıklı’ hesaplamalarla yaklaşık 66 milyon İngiliz vatandaşından 1 milyonunu ölüme terk etme kararı aldığını düşündü. Bu yaklaşıma göre 47 milyon insan enfekte olacaktı ve yaklaşık 8 milyon kişi tedavi edilecekti. Bu süreçte de 500 bin ila 1 milyon arasında yaşlı ve kronik rahatsızlığı olan insan ölecekti. Böylelikle geride kalanlar hayatın olağan akışına devam edecekti.

Soykırım
Hükümetin, ‘güçlülerin hayatta kalması için zayıfların feda edilmesi’ yaklaşımını ‘ahlaksızlık’ olarak niteleyen muhalif çevreler, sosyal medya paylaşım sitesi Twitter üzerinden “Muhafazakar Parti’den soykırım” etiketi altında bir hashtag açtılar. (Boris Johnson’ın partisi) “#torygenocide” ifadesi aynı zamanda İngiliz müzik grubu Killdren’in bir şarkısının (Kill Tory Scum) adını çağrıştırıyordu. Bu grup, Muhafazakâr Parti karşıtıydı ve 2019 Glastonbury Çağdaş Performans Sanatları Festivali’nde bir konser vermeyi planlıyordu. Şarkı sözlerinde, “Tory pisliğini davulların ritminde öldür” diyordu. Festival yönetimi, şiddet ve nefret ifadeleri içerdiği için bu şarkının söylenmesine izin vermemişti. Ancak ‘korona zamanlarında’ işler tersine döndü ve aynı çevreler “Muhafazakârlardan soykırım” başlığına destek verdi. Çünkü ‘zayıfların güçlülere kurban edilmesi’ kabul edilebilir bir tutum değildi.

 
Çin’de tıbbi malzemeleri sevk etmeye hazırlanan bir kargo uçağı. (AFP)

Güçlü olanın hayatta kalması
Güçlülerin hayatta kalması hiçbir zaman ahlaklı olacaklarını garanti etmiş değildir. Fransız bir doktor, televizyonda yaptığı açıklamada araştırma aşamasında olan Kovid-19 aşısının Afrikalıları üzerinde denenmesini önerdi. Her ne kadar Paris'teki Cochin Hastanesi yoğun bakım ünitesinin başındaki isim olan Dr. Jean-Paul Mira sosyal medyada linçe maruz kalmasının ardından bu sözlerinden ötürü özür dilemiş olsa da aslında bu düşüncesiyle zaten var olan bir eğilimi yansıtmaktaydı. Kimse dillendirmemiş olsa da bu düşüncenin pratikteki yansımaları biliniyordu.
Belirli bir insan ırkının diğer ırklar üzerindeki üstünlüğü konusunda yargılar içeren ‘ırkçı yaklaşımın’ on yıllar önce tükendiğini düşünenler yanılıyor. Aynı ırkçılığın maske değiştirerek biraz gizlenmiş bir biçimde devam ettiğine şahit oluyoruz. Fransız ‘beyaz’ tabip, aşı denemelerinde ‘siyah’ Afrikalıların kullanılmasını öneriyorsa bunun ardında beyazların siyahlardan üstün olduğuna dair ırkçı zihniyet vardır. Batılılarda Afrikalı siyahlardan sayıca fazla akılca eksik olduğu, dolayısıyla aşağı ırk olduğu yönünde maalesef yaygın bir kanaat mevcuttur. Irkçılık son bulmaz, sadece şekil değiştirir ve çok yönlüdür.
Son dönemlerde internet üzerinde ‘Afro Amerikalılardan Afrika’daki kardeşlerine uyarılar’ başlığıyla birçok video dolaşıma sokuldu. Bu videolarda ABD vatandaşı siyahlar, Afrikalılara ‘beyaz adamın’ virüsüne karşı dikkatli olmalarını tavsiye ediyorlar. Bu videoların altında yapılan yorumlarda yıllar içinde kaybolduğunu sandığımız ırkçı ifadelere sıklıkla rastlanıyor. Batılılar Afrikalıları ebola ve AIDS gibi virüsleri dünyaya yaymakla suçluyor.

Virüsler ve ırklar
Korona salgını, insan ruhunun derinliklerindeki ‘kötü niyetleri’ ortaya çıkartmaya devam edecek gibi. Avrupa ve ABD’de sosyal medya ağları üzerinden koronavirüsün Afrikalılara bulaşmadığı yönünde yalan haberler dolaşıyor. Söylediklerine bakılırsa Afrikalıların bu virüse karşı bağışıklığı bulunuyor. Bu tür teoriler, yani sadece belirli türlerin belirli hastalıklara maruz kaldığına dair inanç da aynı ırkçı zihniyete işaret ediyor. Sadece dolaylı yollardan ırkçılık yapılmış oluyor.

İdris Elba
Afrika kökenli İngiliz aktör İdris Elba,  mart ayının ortalarında koronavirüse yakalandı. Sosyal medya hesabından açıklama yapan Elba, ırk üzerinden bağışıklık sistemi üzerine yapılan haberleri eleştirdi. Elba şunları söyledi:
“Aileme, dostlarıma ve ırkdaşım olan siyahlara seslenmek istiyorum; bilin ki bu virüs size de bulaşabilir. Siyahlara virüs bulaşmadığı yönündeki ‘komplo teorilerine’ itimat etmeyin ve korunun. Bu teoriler siyahların en kısa yoldan ölmesine neden olabilir. Biz de diğer ırklar gibi bu hastalığa yakalanabiliriz.’’
Korona günlerinde, renge ve etnik üstünlüğe dayanan ‘asil kan’ duygusu, gizlendiği yerden gün yüzüne çıkmış durumda. Popülist kültür, salgının büyüdüğü bu günlerde ‘hayâ maskelerini’ yırtıyor ve daha önce kanunlarla önüne geçilen ırkçılık dalgaları kaostan yararlanarak büyüyor. Dünyanın birçok köşesinde popülist politikaların artışına şahitlik ediyoruz. Sağ popülist siyasi liderler, artan yabancı düşmanlığını oy oranlarını yükseltmek için daha fazla kışkırtıyor. Özellikle Avrupa’da mültecilerin ve yabancıların sınır dışı edilmesi çağrıları artıyor. Bazıları ise tümü kovulmasa da sayılarının azaltılmasını ve haklarının kısıtlanmasını savunuyor. Şüphesiz büyük krizlerde ve felaket anlarında ‘ırkçılıkta’ yükselişin olduğu tarihi bir gerçekliktir. Varoluş savaşında gıda stoklarının yetersizliği ve imkânların kısıtlılığı bahane edilerek bunun sorumluluğu yabancılara yüklenilir. Maalesef dünya genelinde her geçen gün ‘ayrımcı’ sesler daha da yükseliyor.
 
Popülizm ve milliyetçilik
Popülist ve milliyetçi eğilimler, Avrupa'daki sağ partilerin daha fazla hâkimiyeti ve kontrolü anlamına geliyor. Virüsün ilk Uzakdoğu’da ortaya çıkması ve dışarıdan gelenler tarafından taşınması, göç politikalarında daha sert bir tutum takınılması çağrılarını güçlendiriyor. Bu yaklaşımı ilk benimseyen liderlerden biri de İtalya sağ muhalefet Kuzey Ligi Partisi’nin başkanı Matteo Salvini’ydi. Salvini salgının büyümesinin nedeninin Afrikalı mülteciler olduğunu söyledi ve daha fazla büyümesinin önüne geçilmesi için sınırlarda sert önlemler alınmasını istedi.
Salvini’nin ifadeleri, ABD Başkanı Donald Trump’ın emriyle ABD-Meksika sınırına inşa edilen ‘Ayrımcılık Duvarını’ hatırlattı.
Trump’ın bu kararı alması başta ABD olmak üzere tüm dünyada eleştirilere neden olmuştu. ABD-Meksika sınırında 280 km uzunlukta inşa edilen söz konusu duvarın amacı ülkeye yasal olmayan yollarla gerçekleştirilen göçü durdurmaktı. Trump birkaç gün önce duvar çalışmasının ara verilmeksizin sürdürüleceğini ilan etti. Ancak bir ironi örneği olarak bugünlerde Meksikalılar duvarın inşası nedeniyle rahatlamış hissediyor. Nitekim ABD koronavirüs salgının en fazla yayıldığı ülke haline geldi ve söz konusu duvarın virüsün Meksika’ya geçmesine engel olacağı konuşuluyor.


Afrikalılar, koronavirüse bağışıklıkları oldukları yönündeki haberlere karşı uyarılıyor. (AFP)

 
Irkçılık yarışı
Koronavirüs salgınının küresel boyutlara ulaşması, popülist ve milliyetçi akımları güçlendiriyor. Bu hareketler önceliğin ‘asli vatandaşlara’ verilmesini ve başka ülkelerden olup vatandaşlık hakkı kazananların ikinci sınıf olarak değerlendirilmesini talep ediyor. Ayrıca diğer ülke vatandaşlarına karşı da nefret söylemleri artıyor. Her ne kadar koronavirüs ırklar ve ülkeler arasındaki dayanışma ruhunun öne çıkmasını sağlamış olsa da bir denge durumu tespiti yapacak olursak milliyetçiliğin, ırklar arası dayanışmaya baskın geldiğini söyleyebiliriz. Kuveytli sanatçı Hayat el-Fehd’in yabancıların tedavi edilmemesi çağrısı bunun sadece bir örneğidir. Fehd söz konusu açıklamasında şu ifadeleri kullanmıştı:
“Biz artık bıktık. Hastanelerimiz yeterli gelmiyor. Niçin kendi ülkelerine dönmeyip başımıza bela oluyorlar? Artık buramıza kadar geldi. Tahammül sınırını geçtik. Hepsini ülke dışına gönderin.”
ABD Başkanı Trump’ın koronavirüsü ‘Çin virüsü’ olarak tanımlaması üzerine Çin’den karşı hamle geldi ve virüsü ‘ABD virüsü’ olarak nitelediler. Bazı Müslümanlar ise ‘kâfirlerin’ davranışlarının salgına neden olduğunu söyleyerek Allah’tan salgını Müslümanların üzerinden kaldırıp kâfirlere yönlendirmesini istediler. Aşırılık yanlısı Yahudiler, Malezya’da BM’nin tavsiyelerine uymadan cemaatle namaz kılan Müslümanlara virüs bulaştığı için sevinç çığlıkları atıyor. Diğer yandan bazı Müslümanlar salgının İsrail’deki Yahudi köylerinde görülmesi nedeniyle seviniyor. Bu arada söz konusu köylerde ağırlıklı olarak Yahudi Ortodokslar yaşıyor ve ‘salgının ibadet etmek için toplanan inançlı insanlara’ bulaşmayacağına inanıyorlar. Yani sadece etnik kökene dayalı değil, dini referansla da ırkçılık yapılıyor.

Müzik yasağı
İtalya’da balkonlara çıkılarak müzik yapılmasının bir benzeri de Mısır’da gerçekleştirilmek istendi. Ancak bazıları dini, daha doğrusu ‘kültürel ve toplumsal’ gerekçelerle bu eylemlere şiddetle karşı çıktı. Bazı Mısırlılar komşularının moralini düzeltmek için müzik yapıp şarkı söyledi, bazıları ise ‘müziğin şeriatta yasak olduğu ve kâfirleri taklit ettikleri’ gerekçesiyle bu insanlara baskı kurdu. Yani böylesi bir eylem dahi Mısırlılar arasındaki bölünmeyi derinleştirmek için vesile oldu.
 
Savunma Üretim Yasası
Çek Cumhuriyeti’nin Çin’den İtalya’ya giden cerrahi maskelere el koyması tüm dünyanın gündeminde yer aldı. Bunun üzerine açıklamada bulunan Çek yetkililer söz konusu malzemelere ‘kaçakçılıkla mücadele’ çerçevesinde el koyduklarını söylediler.
‘Evin ihtiyacı olan vergi toplayıcısına yasaktır’’ deyimi ‘korona zamanlarında’ benimsenen bir ilkeye dönüşmüş görünüyor.
Geçtiğimiz günlerde solunum maskeleri üreten 3M şirketi, ABD hükümetinin Kanada ve Latin Amerika ülkelerine ihracat gerçekleştirmelerine izin vermediğini, gerekçe olarak da ‘savunma üretimi’ kanunun gösterildiğini duyurdu.  Şirket yetkilisi böylesi bir kararın insani felaketlere neden olabileceğini, başka ülkelerin de ABD’yi taklit ederek benzer kararlar alabileceğini söyledi. Kanada Başbakanı Justin Trudeau ise söz konusu kararı ‘’büyük bir hata’’ olarak niteledi. ABD Başkanı Trump, General Motors'tan solunum cihazı üretmesini talep etmişti. Trump geçtiğimiz günlerde twitter üzerinden yaptığı duyuruda “Bize acil olarak ihtiyaç duyduğumuz 40 bin solunum cihazı üreteceklerinin sözünü verdiler. Şimdi de nisan sonuna kadar sadece 6 bin cihaz üreteceklerini söylüyorlar. Bu kaotik bir durumdur” ifadelerini kullandı. ABD’deki Savunma Üretim Yasası 1950’de yürürlüğe girmişti. Bu yasa acil durumlarda hükümetin sanayi üretimini yönlendirmesini öngörüyor.
ABD’de artan ölüm vakaları, medyanın çirkin yüzünü bir kez daha gösterdi. Bazı medya organlarına karşı sert tutumuyla bilinen Başkan Trump’ın salgına neden olduğu yönünde yapılan yayınların yanı sıra bazı medya organlarında Trump yönetimini zayıflatacağı öngörüsüyle salgın sevinçle karşılandı. NBC News muhabiri Peter Alexander, “Sayın başkan, kaygı içindeki milyonlarca ABD’liye nasıl bir müjde verebilirsiniz’’ diye sordu. Trump ise “Kötü bir muhabir olduğunu ve art niyetli bir soru sorduğunu düşünüyorum” diye yanıtladı.
 
Reklamlar ve dolandırıcılar
Dünyamızdaki birçok ülkede yanılsama, abartı ve dolandırıcılık içeren ‘reklam seline’ şahit olunuyor. Yoksullara yardım gerekçesiyle yapılan ‘vurgunlar’ da söz konusu. Özellikle temizlik ürünleri ve dezenfektanlarda sahteciliğe sıklıkla rastlanıyor. İçeriği bilinmeyen bu ürünler insan sağlığını tehlikeye atıyor. Orijinal ürünlerde stokların tükenmesi ya da üretici firmaların fiyat yükseltmek için piyasalara sınırlı sayıda ürün arz etmesi üzerine taklit ürünler ortaya çıktı. Bazı ürünler ise karaborsaya düştü. Bu arada bazı şarlatanlar, insanları tedavi vaadiyle kandırıp paralarını iç etti. Bu arada herhangi bir bilimsel tetkikten geçmeyen kaynağı belirsiz koruyucu ürünler fahiş fiyatlarla marketlerde ve e-ticaret sitelerinde yer almaya başladı.
Diğer yandan ‘korona günlerinde’ devletlerarası ticari savaşlar da hız kazandı. Komplo teorisyenleri, ABD’nin Çin ekonomisine virüs aracılığıyla saldırdığını, Çin’in toparlanarak karşı saldırı başlattığını ve nihayet iki ülke liderinin virüsle ortak mücadele kararı almak zorunda kaldığını ileri sürdü.

 Özel yaşamın gizliliği
Felaketler ve kriz anlarında özel yaşamın mahremiyeti ve bireysel haklar değişen öncelikler bahanesiyle yok sayılabilir. İngiliz The Guardian gazetesinde yer alan bir habere göre milyonlarca Güney Korelinin telefonuna kısa mesaj gönderilerek virüslü insanların hareketlerini tespit etmek amacıyla izlendikleri bildirildi. Devletin resmi internet sitesinden yaptığı yayınlarda ‘şu kişide virüs tespit edildi, eğer daha önce nerelerde bulunduğunu öğrenmek istersen tıkla’ butonlarının yer alması özel hayatın mahremiyetini ihlal ettiği gerekçesiyle eleştirilere neden oldu. Kocasının sekreteriyle Wuhan’da bir otelde aynı odada konakladığını öğrenen kadın şok oldu. Estetik doktoruna muayene olan bir kadın bu ziyaretinin sitede yer alması üzerine isyan etti. Genç bir adam gizlediği cinsel eğiliminin çevresi tarafından öğrenilmesi üzerine öfkelendi. 

Dijital kontrol uygulamaları
‘Korona zamanlarında’ ihlal edilen bir diğer mahremiyet örneği de okulların kapanması dolayısıyla internet üzerinden yayın yapan uygulamalarda izleyicilerin özel bilgilerinin yer almasıydı. Bu, ‘özel hayat ihlalcileri’ için bulunmaz bir fırsattı. Katılımcıların nerede yaşadıklarından, şu anda nerede olduklarına kadar birçok bilgiye zorlanmadan ulaşabildiler. Özel yaşamın sınırları tartışmaya açıldı. Bazıları özel yaşamı savunurken diğerleri de toplumun sağlığı için özel yaşamın ihlal edilebileceğini savundu. Rusya’da koronavirüs testi pozitif olan hastaların konumu uygulamalar aracılığıyla görülebiliyor. Tayvan’da sokağa çıkma yasağı online olarak takip ediliyor. İsrail’de de enfekte kişilerin yakın takibe alınması kararı alındı. ‘Korona günlerinde’ yaşanan özel hayat ihlallerinin korona sonrası dönemde de devam etmesinden endişe duyuluyor. Koronavirüs testleri pozitif çıkıp daha sonra iyileşerek taburcu edilenler damgalanmaktan mustarip. Birçok kişi koronavirüse yakalandıktan sonra insanların kendilerine yaklaşımında farklılıklar olduğunu ve şüpheli bakışlara maruz kaldığını aktarıyor. Bazılarının uzaktan selam dahi vermediğinden şikâyetçiler. Bazıları ise konakladıkları evlerden sürülüyor. ‘Damgalama’ kişinin ailesine kadar uzanıyor. Ayrıca virüse yakalananlar sanki ahlaksızlık yapmışlar gibi zorbalığa maruz kalıyor.

Gezegen nüfusunun davranışı
İnsanların ‘korona zamanında’ sergilediği davranışları düzeltmesi gerekiyor. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres bazı ülkelerde, Kovid-19 karantinası altında artan kadına şiddetin ve enfekte hastalara yönelik ayrımcılığın önlenmesi çağrısında bulundu. BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet, koronavirüsün Çin ve Güneydoğu Asya halklarına karşı nefret söylemlerinin artmasına sebebiyet vermesinin endişe kaynağı olduğunu söyledi. Bachelet, “Avrupa ve diğer yerlerde Uzakdoğu kökenli insanların ayrımcılığa ve şiddete maruz kaldığını kanıtlayan raporlar, bu konuda alınan önlemlerin artırılmasını gerektiriyor’’ dedi.
Koronavirüs salgını insanların en kötü yönlerini ortaya çıkarmış olabilir. Ancak aynı zamanda en iyi yönlerini de ortaya çıkarıyor. Nitekim insanlar aynı rahimden dünyaya gelmiştir ancak yaklaşımları farklıdır.



3I/ATLAS'a "uzaylı aracı" diyen gökbilimci geri adım attı

3I/ATLAS, Oumuamua ve Borisov'dan sonra Güneş Sistemi'nde saptanan ilk yıldızlararası cisim (Gemini Rasathanesi)
3I/ATLAS, Oumuamua ve Borisov'dan sonra Güneş Sistemi'nde saptanan ilk yıldızlararası cisim (Gemini Rasathanesi)
TT

3I/ATLAS'a "uzaylı aracı" diyen gökbilimci geri adım attı

3I/ATLAS, Oumuamua ve Borisov'dan sonra Güneş Sistemi'nde saptanan ilk yıldızlararası cisim (Gemini Rasathanesi)
3I/ATLAS, Oumuamua ve Borisov'dan sonra Güneş Sistemi'nde saptanan ilk yıldızlararası cisim (Gemini Rasathanesi)

Yıldızlararası bir cisim olan 3I/ATLAS'ın uzaylılar tarafından gönderildiğini savunan gökbilimci fikrini değiştirdi. Avi Loeb bunun "yüksek ihtimalle doğal" bir cisim olduğunu söyledi.

Bu yıl temmuzda keşfedilen 3I/ATLAS bilim dünyasında büyük bir heyecan yaratmıştı. Bugüne kadar Güneş Sistemi'nden geçen üçüncü yıldızlararası cisim olmasının yanı sıra kıyasla çok daha hızlı hareket etmesi de dikkat çekiyordu.

Dünya çapından gökbilimciler aylar süren gözlemlerle bu kuyrukluyıldız hakkında pek çok şey öğrendi. Yaşamın temel moleküllerini taşıması ve belki de saptanan en eski kuyrukluyıldız olması kritik bilgiler arasında yer alıyor.

Öte yandan 3I/ATLAS, bu bilimsel keşiflerin yanı sıra bazı spekülasyonlara da konu oldu.

Harvard Üniversitesi'nden fizikçi Avi Loeb'in başını çektiği teorilerde kuyrukluyıldızın, aslında uzaylıların Dünya'ya zarar vermek için gönderdiği bir araç olabileceği iddia ediliyordu. 

Bu süreçte gökcismi üzerinde çeşitli makaleler ve yazılar kaleme alan Loeb, temmuzdaki bir blog yazısında şu ifadeleri kullanmıştı:

3I/ATLAS, Dünya'ya göre Güneş'in tam karşısındaki tarafta günberi noktasına ulaşıyor. Bu, cismin en parlak olduğu zamanlarda veya gizlendiği açıdan Dünya'ya cihazlar gönderdiğinde, Dünya'daki teleskopların ayrıntılı gözleminden kaçınmak için kasten yapılıyor olabilir.

Cisim, günberi veya Güneş'e en yakın noktasına 30 Ekim'de ulaştı ve herhangi bir hamle yapmadı. 

Gökbilimci ağustosta da 3I/ATLAS'ın kuyruğu olmamasına dikkat çekerek bunu bir anomali olarak tanımlamıştı.

Anak cisim daha sonra bir kuyruk ve Güneş'e doğru bakan bir "anti kuyruk" da geliştirmişti. Loeb bu ikincisini de anomali olarak değerlendirirken, gökbilimci Jason Wright şöyle diyor:

Evet pek çok kuyrukluyıldız bunu yapmaz ancak bu durum eşsiz de sayılmaz. Ayrıca Loeb bunun doğal yolla gerçekleşme nedenini açıklayan ilk kişi olduğu gibi yanlış bir iddia da ortaya atıyor ancak bu durum 50 yıldır biliniyor.

Bu tür iddialar bilim dünyasında belki pek yankı bulmasa da internette uzaylı tehlikesiyle ilgili temelsiz endişelere yol açabiliyor.

Loeb dışındaki bazı isimlerin de dile getirdiği "düşman uzaylı" teorileri, internette kaygılı tepkilere yol açtı. Örneğin bir Reddit kullanıcısı, "3I/ATLAS'ın yarattığı kaygıyla başa çıkmakta gerçekten zorlanıyorum" ifadelerini kullandı.

Gökcisminin 19 Aralık'ta, 270 milyon kilometre mesafeden Dünya'ya en yakın geçişini yaptığı zaman bu tür kaygılı ifadeler daha da arttı. IFLScience'ın belirttiği gibi eğer gezegeni gözetlemek veya yok etmek için gönderildiyse, bu mesafeden çok iyi bir görüş açısı elde edememiş demektir.

Bu geçişten sonra News Nation'a konuşan Loeb, "Şimdiye kadar her şey yolunda. 3I/ATLAS, Dünya'ya en yakın geçişinde herhangi bir manevra yapmadı veya olağandışı bir aktivite göstermedi" diyerek ekledi:

Şu anda sahip olduğumuz tüm veriler göz önüne alındığında, bunun yüksek ihtimalle doğal bir cisim olduğunu kabul ediyorum. Ama yine de anlamadığımız birçok şey var.

Aslında Loeb daha önce, Güneş Sistemi'nden geçen ilk yıldızlararası cisim 1I/'Oumuamua için de benzer iddialar ortaya atmıştı.

Uzmanlar güçlü verilere dayanmayan bu tür iddiaların, yarattığı endişenin yanı sıra uzun vadeli uzaylı arayışına zarar verebileceği uyarısı yapıyor.

Toronto Üniversitesi'nden gökbilimci Bryan Gaensler "Eğer uzaylıları bulursak (ki bence önümüzdeki 10-20 yıl içinde zeki olsun ya da olmasın bir tür yaşam tespit etme şansımız son derece yüksek) 'yalancı çoban' sorunuyla karşı karşıya kalacağız" diyerek ekliyor: 

Bunun gerçek kanıtını bulan kişiler muhtemelen hak ettikleri takdiri alamayacaklar çünkü bütün bunları daha önce de duyduk.

Halihazırda Jüpiter'e doğru yol alan 3I/ATLAS daha sonra Güneş Sistemi'ni terk edecek.

Independent Türkçe, IFLScience, News Nation, Medium, BBC


Hideo Kojima rekortmen animasyona hayran kaldı: "İki gözüm iki çeşme ağladım"

Aksiyon ve müzikal türlerini harmanlayan animasyon, daha önce platformun en çok izlenen filmi olan Red Notice'i geride bıraktı (Netflix)
Aksiyon ve müzikal türlerini harmanlayan animasyon, daha önce platformun en çok izlenen filmi olan Red Notice'i geride bıraktı (Netflix)
TT

Hideo Kojima rekortmen animasyona hayran kaldı: "İki gözüm iki çeşme ağladım"

Aksiyon ve müzikal türlerini harmanlayan animasyon, daha önce platformun en çok izlenen filmi olan Red Notice'i geride bıraktı (Netflix)
Aksiyon ve müzikal türlerini harmanlayan animasyon, daha önce platformun en çok izlenen filmi olan Red Notice'i geride bıraktı (Netflix)

Hideo Kojima, sosyal medyada film yorumları paylaşmayı sürdürüyor ve bu kez Netflix yapımı K-Pop: İblis Avcıları (KPop Demon Hunters) için övgü dolu sözler sarf etti.

62 yaşındaki Kojima, "K-Pop: İblis Avcıları'nı rasgele izlemeye başladım, kısa sürede kendimi kaptırdım ve finalde iki gözü iki çeşme ağladım" diye yazdı. 

Metal Gear, Boktai ve Death Stranding gibi serilere imza atan Japon oyun tasarımcısı, sözlerini şöyle sürdürdü: 

Gerçekten çok ama çok iyiydi.

Netflix tarihinin en çok izlenen filmi

Yönetmenler Maggie Kang ve Chris Appelhans'ın, Danya Jimenez ve Hannah McMechan'la birlikte kaleme aldığı K-Pop: İblis Avcıları, Huntr/x adlı bir kız grubunu merkezine alıyor. 

Bu müzik grubu, seslerinin gücünü kullanarak dünyayı şeytani varlıklardan koruyor. Ancak karşılarına, aslında iblis oldukları sonradan ortaya çıkan rakip erkek grubu Saja Boys çıkıyor. 

Filmin seslendirme kadrosunda Arden Cho, May Hong, Ji-young Yoo, Ahn Hyo-seop, Ken Jeong ve Lee Byung-hun gibi isimler yer alıyor.

K-Pop: İblis Avcıları, kısa sürede 365 milyon izlenmeye ulaşarak Netflix tarihinin en çok izlenen orijinal filmi olmuştu. 

Animasyon türündeki yapımın tarihi başarısının ardından Sony ve Netflix, hızla harekete geçerek devam filmi için anlaşmaya varmıştı. Ancak K-Pop: İblis Avcıları 2'nin izleyiciyle buluşması 2029'u bulacak.

"Bana yeniden cesaret verdi"

Video oyun dünyasının efsane isimlerinden biri olan Kojima, aynı zamanda sinema yorumları da yakından takip edilen bir figür. Bir filmi pek beğenmediğinde genellikle yalnızca "İzledim" ya da "İzliyorum" demekle yetinen Kojima'nın, Avatar: Ateş ve Kül (Avatar: Fire and Ash) hakkında yaklaşık 200 kelimelik bir yorum kaleme alması da bu nedenle dikkat çekmişti. 

Kojima, sözkonusu film için "Geleceğe bakarken bana yeniden gurur ve cesaret verdi" ifadelerini kullanmıştı.

K-Pop: İblis Avcıları, halen Netflix'te izlenebiliyor.

Independent Türkçe, GamesRadar, ScreenRant


Charlie Chaplin'in yeni Avatar'da oynayan torunundan soyadı itirafı

Avatar serisine Ateş ve Kül'le katılan 39 yaşındaki Oona Chaplin, volkanlarda yaşayan Mangkwan kabilesinin lideri Varang'ı canlandırıyor (20th Century Studios)
Avatar serisine Ateş ve Kül'le katılan 39 yaşındaki Oona Chaplin, volkanlarda yaşayan Mangkwan kabilesinin lideri Varang'ı canlandırıyor (20th Century Studios)
TT

Charlie Chaplin'in yeni Avatar'da oynayan torunundan soyadı itirafı

Avatar serisine Ateş ve Kül'le katılan 39 yaşındaki Oona Chaplin, volkanlarda yaşayan Mangkwan kabilesinin lideri Varang'ı canlandırıyor (20th Century Studios)
Avatar serisine Ateş ve Kül'le katılan 39 yaşındaki Oona Chaplin, volkanlarda yaşayan Mangkwan kabilesinin lideri Varang'ı canlandırıyor (20th Century Studios)

Avatar: Ateş ve Kül'de (Avatar: Fire and Ash) kötü karakter Varang'a hayat veren Oona Chaplin, sinema tarihinin efsane ismi Charlie Chaplin'in torunu. 

Game of Thrones'daki rolüyle de tanınan Chaplin, kısa süre önce The Times of London'a verdiği röportajda, Kraliyet Dramatik Sanatlar Akademisi'nden (RADA) mezun olduktan sonra oyunculuk kariyerine başlarken soyadını değiştirmeyi düşündüğünü anlattı.

"O noktaya layık olduğumu hissetmek benim için bir yolculuk oldu çünkü bu kadar parlak bir isimle anılmasaydım bazı kapılar bana belki de hiç açılmayacaktı" diyen Chaplin, sözlerini şöyle sürdürdü: 

Bulunduğun yeri hak etmediğini düşünmek gerçekten zorlayıcı bir his.

Ancak daha sonra bu fikrinden vazgeçtiğini söyleyen oyuncu, bakış açısının "suçluluk duygusundan minnettarlığa" evrildiğini belirtti:

Ne kadar çalışırsam çalışayım dedemin yaptıklarıyla asla kıyaslanamayacağını kabul ederek bu noktaya geldim. Eğer bu dünyadaki tek amacım insanların 'Aa, Charlie Chaplin'in torunu' deyip onu Google'da araması ve bir filmini izlemesiyse, buna da razıyım. Çünkü o gerçek bir dâhi.

Oona Chaplin'in annesi Geraldine Chaplin de Charlie Chaplin'in kızıydı ve kendisi de oyunculuk kariyerine sahipti. 

2007'den beri kamera önünde

Avatar: Ateş ve Kül, Chaplin'in Hollywood'daki ilk büyük gişe filmi olsa da oyuncu, 2007'den bu yana profesyonel olarak kamera karşısına çıkıyor. Filmografisinde Taboo ve Black Mirror gibi yapımlar da yer alıyor.

Chaplin, The Times of London'a verdiği röportajda dedesinin Avatar filmlerini seveceğini düşündüğünü de söyledi: 

James Cameron, aralarındaki tüm farklılıklara rağmen bugün Chaplin'e en yakın isimlerden biri gibi geliyor bana. Ne yaptıklarını biliyorlar ve bu yüzden insanlar onları dinliyor.

"Mutlak cesaretiyle beni şaşırttı"

James Cameron ise Avatar'ın basın turu sırasında geçen hafta IndieWire'a yaptığı açıklamada, Chaplin'i seçme sürecini şöyle anlatmıştı: 

Tanıdık yüzlerden ve isimlerden vazgeçmek zor bir karardı ama Oona, karaktere bakışı, hareket biçimi ve mutlak cesaretiyle beni şaşırttı. Üstelik son derece hazırlıklıydı; sahneyi ezbere biliyordu ve metin 7-8 sayfa uzunluğundaydı.

Avatar: Ateş ve Kül, sinemalarda gösterimde.

Independent Türkçe, The Times of London, Variety, IndieWire