Koronavirüs insanların kötü yönlerini ortaya çıkardı: Zorbalık, hırsızlık ve ırkçılık

Koronavirüs bulaşanlara ‘cüzzamlı muamelesi’ yapılıyor, devletler diğerlerinin mallarına el koyuyor

 İtalya’da koronavirüs salgının Afrikalı mülteciler yüzünden büyüdüğü iddia ediliyor. (AFP)
İtalya’da koronavirüs salgının Afrikalı mülteciler yüzünden büyüdüğü iddia ediliyor. (AFP)
TT

Koronavirüs insanların kötü yönlerini ortaya çıkardı: Zorbalık, hırsızlık ve ırkçılık

 İtalya’da koronavirüs salgının Afrikalı mülteciler yüzünden büyüdüğü iddia ediliyor. (AFP)
İtalya’da koronavirüs salgının Afrikalı mülteciler yüzünden büyüdüğü iddia ediliyor. (AFP)

Emine Hayri
İnsanlığa faydalı, acı çekenleri kurtaran ve yoksullarla dayanışma içinde olan bir bilim insanını ağırlayan rahim, insanlıktan nasibini almamış, acı çekenleri aşağılayan ve yoksulları ezen bir insanı da doğurabiliyor.
Evlerinde izole olmuş yetenekli insanlar, balkon çıkıp müzik yapıyor ve karantina altındaki diğer insanları neşelendirmek ve biraz olsun acılarını hafifletmek için şarkılar söylüyor. Diğer yandan bazıları gerginliği artırıyor, felaket tellallığı yapıyor ve ırkçı ‘zehirli tohumlar’ ekerek bu zorlu ‘korona günlerinde’ ahlaki zafiyetlerini açığa vuruyor.
‘Korona zamanları’ dünyamız üzerinde yaşayan insanlara, insaniyetin geri döndüğünü hatırlattığı gibi aynı zamanda insanların bastırdığı en kötü düşünce ve davranışların da ortaya çıkmasına neden oldu.

Çin virüsü
Sanki insanlık, ‘damgalama ve zorbalıktan’ yeterince mustarip değilmiş gibi koronavirüs, bazılarına ayrımcılık ve zorbalık için gerekçe verdi. Bu durum dünya genelinde zorbalığın daha fazla artmasına neden oldu. Gün geçmiyor ki ABD’deki Asyalılar yeni bir ayrımcılığa, nefrete ve aşağılamaya maruz kalmasın... Körfez ülkelerindeki yabancı işçiler koronavirüsü yaymakla suçlanıyor. Kenyalılar ‘yarasa katilleri’ olarak tanımladıkları Çinlilere saldırıyor. Mısırlı bir taksici, Çinli müşterisini yolun ortasında aracından kovuyor. Diğerleri de yol ortasında kalan adamın dramını videoya alıp dalga geçiyor. İngiliz öğrenciler, Asya kökenli arkadaşlarını gerçek yaşamda ve sanal dünyada “Çinli virüsler” olarak niteliyor. ABD Başkanı Donald Trump, Kovid-19 virüsünü ısrarla ‘Çin virüsü’ olarak nitelendiriyor. Kuveytli bir sanatçı, yabancı işçilerin tedavi edilmemesini ve derhal ülkelerine gönderilmesini talep ediyor. Avustralyalı aileler, Asya kökenli Avustralya vatandaşları tarafından tedavi edilmeyi reddediyor. Çek devleti, Çin’den İtalya’ya giden tıbbi malzemelere kendi kullanımı için el koyuyor. Koronavirüs salgını insanları öldürmeye devam ederken bazı insanlar da insani ilkeleri ihlal ediyor.
Bazı düşünürler, ‘korona salgını zamanlarında’ insani kuralların bireylerden önce, devletler ve hükümetler tarafından ihlal edilmeye başlandığını belirtiyor. Çoğu kişi, Başbakan Boris Johnson liderliğindeki İngiliz hükümetinin ilk başlarda benimsediği ‘sürü bağışıklığı’ yaklaşımının milyonlarca insanın hayatta kalma hakkını elinden almak olduğunu savunuyor.

Sürü bağışıklığındaki etik sorun
‘Sürü bağışıklığı’ demek, milyonlarca insanın olağan bir şekilde hayatını sürdürürken virüse yakalanmaları anlamına geliyor. Sürü bağışıklığı, toplumda yeterli sayıda insanın herhangi bir enfeksiyona karşı topluca bağışıklı olduğu durumu ifade ediyor. Bu görüşe göre yeni koronavirüs enfeksiyonu ile giderek daha fazla insan enfekte olduğunda iyileşen ve daha sonra gelecekteki enfeksiyonlara karşı bağışıklık kazanan insan sayısı artacaktır.
İngiltere’de ağır vakaların artmasından sonra vazgeçilen bu yaklaşım, toplumdaki zayıf halkaların, yaşlılar ya da kronik rahatsızlıkları olanların virüs sonucu ölmeleri anlamına geliyordu. Doğruluğu açık olan diğer önlemlerin aksine bu yaklaşım, aynı zamanda sağlıklı insanlara da virüsün bulaştırılması ve toplu ölüm riskinin artmasını içeriyordu. Başbakan Boris Johnson enfekte olmadan birkaç gün önce yaptığı konuşmada “Birçok İngiliz ailesinin yakınlarını kaybedeceğini” söyledi. Bu söz doğal olarak toplumda büyük bir panik ve şok etkisi yarattı. Uzmanlar Johnson ile siyasi ve tıbbi danışmanlarının, ‘mantıklı’ hesaplamalarla yaklaşık 66 milyon İngiliz vatandaşından 1 milyonunu ölüme terk etme kararı aldığını düşündü. Bu yaklaşıma göre 47 milyon insan enfekte olacaktı ve yaklaşık 8 milyon kişi tedavi edilecekti. Bu süreçte de 500 bin ila 1 milyon arasında yaşlı ve kronik rahatsızlığı olan insan ölecekti. Böylelikle geride kalanlar hayatın olağan akışına devam edecekti.

Soykırım
Hükümetin, ‘güçlülerin hayatta kalması için zayıfların feda edilmesi’ yaklaşımını ‘ahlaksızlık’ olarak niteleyen muhalif çevreler, sosyal medya paylaşım sitesi Twitter üzerinden “Muhafazakar Parti’den soykırım” etiketi altında bir hashtag açtılar. (Boris Johnson’ın partisi) “#torygenocide” ifadesi aynı zamanda İngiliz müzik grubu Killdren’in bir şarkısının (Kill Tory Scum) adını çağrıştırıyordu. Bu grup, Muhafazakâr Parti karşıtıydı ve 2019 Glastonbury Çağdaş Performans Sanatları Festivali’nde bir konser vermeyi planlıyordu. Şarkı sözlerinde, “Tory pisliğini davulların ritminde öldür” diyordu. Festival yönetimi, şiddet ve nefret ifadeleri içerdiği için bu şarkının söylenmesine izin vermemişti. Ancak ‘korona zamanlarında’ işler tersine döndü ve aynı çevreler “Muhafazakârlardan soykırım” başlığına destek verdi. Çünkü ‘zayıfların güçlülere kurban edilmesi’ kabul edilebilir bir tutum değildi.

 
Çin’de tıbbi malzemeleri sevk etmeye hazırlanan bir kargo uçağı. (AFP)

Güçlü olanın hayatta kalması
Güçlülerin hayatta kalması hiçbir zaman ahlaklı olacaklarını garanti etmiş değildir. Fransız bir doktor, televizyonda yaptığı açıklamada araştırma aşamasında olan Kovid-19 aşısının Afrikalıları üzerinde denenmesini önerdi. Her ne kadar Paris'teki Cochin Hastanesi yoğun bakım ünitesinin başındaki isim olan Dr. Jean-Paul Mira sosyal medyada linçe maruz kalmasının ardından bu sözlerinden ötürü özür dilemiş olsa da aslında bu düşüncesiyle zaten var olan bir eğilimi yansıtmaktaydı. Kimse dillendirmemiş olsa da bu düşüncenin pratikteki yansımaları biliniyordu.
Belirli bir insan ırkının diğer ırklar üzerindeki üstünlüğü konusunda yargılar içeren ‘ırkçı yaklaşımın’ on yıllar önce tükendiğini düşünenler yanılıyor. Aynı ırkçılığın maske değiştirerek biraz gizlenmiş bir biçimde devam ettiğine şahit oluyoruz. Fransız ‘beyaz’ tabip, aşı denemelerinde ‘siyah’ Afrikalıların kullanılmasını öneriyorsa bunun ardında beyazların siyahlardan üstün olduğuna dair ırkçı zihniyet vardır. Batılılarda Afrikalı siyahlardan sayıca fazla akılca eksik olduğu, dolayısıyla aşağı ırk olduğu yönünde maalesef yaygın bir kanaat mevcuttur. Irkçılık son bulmaz, sadece şekil değiştirir ve çok yönlüdür.
Son dönemlerde internet üzerinde ‘Afro Amerikalılardan Afrika’daki kardeşlerine uyarılar’ başlığıyla birçok video dolaşıma sokuldu. Bu videolarda ABD vatandaşı siyahlar, Afrikalılara ‘beyaz adamın’ virüsüne karşı dikkatli olmalarını tavsiye ediyorlar. Bu videoların altında yapılan yorumlarda yıllar içinde kaybolduğunu sandığımız ırkçı ifadelere sıklıkla rastlanıyor. Batılılar Afrikalıları ebola ve AIDS gibi virüsleri dünyaya yaymakla suçluyor.

Virüsler ve ırklar
Korona salgını, insan ruhunun derinliklerindeki ‘kötü niyetleri’ ortaya çıkartmaya devam edecek gibi. Avrupa ve ABD’de sosyal medya ağları üzerinden koronavirüsün Afrikalılara bulaşmadığı yönünde yalan haberler dolaşıyor. Söylediklerine bakılırsa Afrikalıların bu virüse karşı bağışıklığı bulunuyor. Bu tür teoriler, yani sadece belirli türlerin belirli hastalıklara maruz kaldığına dair inanç da aynı ırkçı zihniyete işaret ediyor. Sadece dolaylı yollardan ırkçılık yapılmış oluyor.

İdris Elba
Afrika kökenli İngiliz aktör İdris Elba,  mart ayının ortalarında koronavirüse yakalandı. Sosyal medya hesabından açıklama yapan Elba, ırk üzerinden bağışıklık sistemi üzerine yapılan haberleri eleştirdi. Elba şunları söyledi:
“Aileme, dostlarıma ve ırkdaşım olan siyahlara seslenmek istiyorum; bilin ki bu virüs size de bulaşabilir. Siyahlara virüs bulaşmadığı yönündeki ‘komplo teorilerine’ itimat etmeyin ve korunun. Bu teoriler siyahların en kısa yoldan ölmesine neden olabilir. Biz de diğer ırklar gibi bu hastalığa yakalanabiliriz.’’
Korona günlerinde, renge ve etnik üstünlüğe dayanan ‘asil kan’ duygusu, gizlendiği yerden gün yüzüne çıkmış durumda. Popülist kültür, salgının büyüdüğü bu günlerde ‘hayâ maskelerini’ yırtıyor ve daha önce kanunlarla önüne geçilen ırkçılık dalgaları kaostan yararlanarak büyüyor. Dünyanın birçok köşesinde popülist politikaların artışına şahitlik ediyoruz. Sağ popülist siyasi liderler, artan yabancı düşmanlığını oy oranlarını yükseltmek için daha fazla kışkırtıyor. Özellikle Avrupa’da mültecilerin ve yabancıların sınır dışı edilmesi çağrıları artıyor. Bazıları ise tümü kovulmasa da sayılarının azaltılmasını ve haklarının kısıtlanmasını savunuyor. Şüphesiz büyük krizlerde ve felaket anlarında ‘ırkçılıkta’ yükselişin olduğu tarihi bir gerçekliktir. Varoluş savaşında gıda stoklarının yetersizliği ve imkânların kısıtlılığı bahane edilerek bunun sorumluluğu yabancılara yüklenilir. Maalesef dünya genelinde her geçen gün ‘ayrımcı’ sesler daha da yükseliyor.
 
Popülizm ve milliyetçilik
Popülist ve milliyetçi eğilimler, Avrupa'daki sağ partilerin daha fazla hâkimiyeti ve kontrolü anlamına geliyor. Virüsün ilk Uzakdoğu’da ortaya çıkması ve dışarıdan gelenler tarafından taşınması, göç politikalarında daha sert bir tutum takınılması çağrılarını güçlendiriyor. Bu yaklaşımı ilk benimseyen liderlerden biri de İtalya sağ muhalefet Kuzey Ligi Partisi’nin başkanı Matteo Salvini’ydi. Salvini salgının büyümesinin nedeninin Afrikalı mülteciler olduğunu söyledi ve daha fazla büyümesinin önüne geçilmesi için sınırlarda sert önlemler alınmasını istedi.
Salvini’nin ifadeleri, ABD Başkanı Donald Trump’ın emriyle ABD-Meksika sınırına inşa edilen ‘Ayrımcılık Duvarını’ hatırlattı.
Trump’ın bu kararı alması başta ABD olmak üzere tüm dünyada eleştirilere neden olmuştu. ABD-Meksika sınırında 280 km uzunlukta inşa edilen söz konusu duvarın amacı ülkeye yasal olmayan yollarla gerçekleştirilen göçü durdurmaktı. Trump birkaç gün önce duvar çalışmasının ara verilmeksizin sürdürüleceğini ilan etti. Ancak bir ironi örneği olarak bugünlerde Meksikalılar duvarın inşası nedeniyle rahatlamış hissediyor. Nitekim ABD koronavirüs salgının en fazla yayıldığı ülke haline geldi ve söz konusu duvarın virüsün Meksika’ya geçmesine engel olacağı konuşuluyor.


Afrikalılar, koronavirüse bağışıklıkları oldukları yönündeki haberlere karşı uyarılıyor. (AFP)

 
Irkçılık yarışı
Koronavirüs salgınının küresel boyutlara ulaşması, popülist ve milliyetçi akımları güçlendiriyor. Bu hareketler önceliğin ‘asli vatandaşlara’ verilmesini ve başka ülkelerden olup vatandaşlık hakkı kazananların ikinci sınıf olarak değerlendirilmesini talep ediyor. Ayrıca diğer ülke vatandaşlarına karşı da nefret söylemleri artıyor. Her ne kadar koronavirüs ırklar ve ülkeler arasındaki dayanışma ruhunun öne çıkmasını sağlamış olsa da bir denge durumu tespiti yapacak olursak milliyetçiliğin, ırklar arası dayanışmaya baskın geldiğini söyleyebiliriz. Kuveytli sanatçı Hayat el-Fehd’in yabancıların tedavi edilmemesi çağrısı bunun sadece bir örneğidir. Fehd söz konusu açıklamasında şu ifadeleri kullanmıştı:
“Biz artık bıktık. Hastanelerimiz yeterli gelmiyor. Niçin kendi ülkelerine dönmeyip başımıza bela oluyorlar? Artık buramıza kadar geldi. Tahammül sınırını geçtik. Hepsini ülke dışına gönderin.”
ABD Başkanı Trump’ın koronavirüsü ‘Çin virüsü’ olarak tanımlaması üzerine Çin’den karşı hamle geldi ve virüsü ‘ABD virüsü’ olarak nitelediler. Bazı Müslümanlar ise ‘kâfirlerin’ davranışlarının salgına neden olduğunu söyleyerek Allah’tan salgını Müslümanların üzerinden kaldırıp kâfirlere yönlendirmesini istediler. Aşırılık yanlısı Yahudiler, Malezya’da BM’nin tavsiyelerine uymadan cemaatle namaz kılan Müslümanlara virüs bulaştığı için sevinç çığlıkları atıyor. Diğer yandan bazı Müslümanlar salgının İsrail’deki Yahudi köylerinde görülmesi nedeniyle seviniyor. Bu arada söz konusu köylerde ağırlıklı olarak Yahudi Ortodokslar yaşıyor ve ‘salgının ibadet etmek için toplanan inançlı insanlara’ bulaşmayacağına inanıyorlar. Yani sadece etnik kökene dayalı değil, dini referansla da ırkçılık yapılıyor.

Müzik yasağı
İtalya’da balkonlara çıkılarak müzik yapılmasının bir benzeri de Mısır’da gerçekleştirilmek istendi. Ancak bazıları dini, daha doğrusu ‘kültürel ve toplumsal’ gerekçelerle bu eylemlere şiddetle karşı çıktı. Bazı Mısırlılar komşularının moralini düzeltmek için müzik yapıp şarkı söyledi, bazıları ise ‘müziğin şeriatta yasak olduğu ve kâfirleri taklit ettikleri’ gerekçesiyle bu insanlara baskı kurdu. Yani böylesi bir eylem dahi Mısırlılar arasındaki bölünmeyi derinleştirmek için vesile oldu.
 
Savunma Üretim Yasası
Çek Cumhuriyeti’nin Çin’den İtalya’ya giden cerrahi maskelere el koyması tüm dünyanın gündeminde yer aldı. Bunun üzerine açıklamada bulunan Çek yetkililer söz konusu malzemelere ‘kaçakçılıkla mücadele’ çerçevesinde el koyduklarını söylediler.
‘Evin ihtiyacı olan vergi toplayıcısına yasaktır’’ deyimi ‘korona zamanlarında’ benimsenen bir ilkeye dönüşmüş görünüyor.
Geçtiğimiz günlerde solunum maskeleri üreten 3M şirketi, ABD hükümetinin Kanada ve Latin Amerika ülkelerine ihracat gerçekleştirmelerine izin vermediğini, gerekçe olarak da ‘savunma üretimi’ kanunun gösterildiğini duyurdu.  Şirket yetkilisi böylesi bir kararın insani felaketlere neden olabileceğini, başka ülkelerin de ABD’yi taklit ederek benzer kararlar alabileceğini söyledi. Kanada Başbakanı Justin Trudeau ise söz konusu kararı ‘’büyük bir hata’’ olarak niteledi. ABD Başkanı Trump, General Motors'tan solunum cihazı üretmesini talep etmişti. Trump geçtiğimiz günlerde twitter üzerinden yaptığı duyuruda “Bize acil olarak ihtiyaç duyduğumuz 40 bin solunum cihazı üreteceklerinin sözünü verdiler. Şimdi de nisan sonuna kadar sadece 6 bin cihaz üreteceklerini söylüyorlar. Bu kaotik bir durumdur” ifadelerini kullandı. ABD’deki Savunma Üretim Yasası 1950’de yürürlüğe girmişti. Bu yasa acil durumlarda hükümetin sanayi üretimini yönlendirmesini öngörüyor.
ABD’de artan ölüm vakaları, medyanın çirkin yüzünü bir kez daha gösterdi. Bazı medya organlarına karşı sert tutumuyla bilinen Başkan Trump’ın salgına neden olduğu yönünde yapılan yayınların yanı sıra bazı medya organlarında Trump yönetimini zayıflatacağı öngörüsüyle salgın sevinçle karşılandı. NBC News muhabiri Peter Alexander, “Sayın başkan, kaygı içindeki milyonlarca ABD’liye nasıl bir müjde verebilirsiniz’’ diye sordu. Trump ise “Kötü bir muhabir olduğunu ve art niyetli bir soru sorduğunu düşünüyorum” diye yanıtladı.
 
Reklamlar ve dolandırıcılar
Dünyamızdaki birçok ülkede yanılsama, abartı ve dolandırıcılık içeren ‘reklam seline’ şahit olunuyor. Yoksullara yardım gerekçesiyle yapılan ‘vurgunlar’ da söz konusu. Özellikle temizlik ürünleri ve dezenfektanlarda sahteciliğe sıklıkla rastlanıyor. İçeriği bilinmeyen bu ürünler insan sağlığını tehlikeye atıyor. Orijinal ürünlerde stokların tükenmesi ya da üretici firmaların fiyat yükseltmek için piyasalara sınırlı sayıda ürün arz etmesi üzerine taklit ürünler ortaya çıktı. Bazı ürünler ise karaborsaya düştü. Bu arada bazı şarlatanlar, insanları tedavi vaadiyle kandırıp paralarını iç etti. Bu arada herhangi bir bilimsel tetkikten geçmeyen kaynağı belirsiz koruyucu ürünler fahiş fiyatlarla marketlerde ve e-ticaret sitelerinde yer almaya başladı.
Diğer yandan ‘korona günlerinde’ devletlerarası ticari savaşlar da hız kazandı. Komplo teorisyenleri, ABD’nin Çin ekonomisine virüs aracılığıyla saldırdığını, Çin’in toparlanarak karşı saldırı başlattığını ve nihayet iki ülke liderinin virüsle ortak mücadele kararı almak zorunda kaldığını ileri sürdü.

 Özel yaşamın gizliliği
Felaketler ve kriz anlarında özel yaşamın mahremiyeti ve bireysel haklar değişen öncelikler bahanesiyle yok sayılabilir. İngiliz The Guardian gazetesinde yer alan bir habere göre milyonlarca Güney Korelinin telefonuna kısa mesaj gönderilerek virüslü insanların hareketlerini tespit etmek amacıyla izlendikleri bildirildi. Devletin resmi internet sitesinden yaptığı yayınlarda ‘şu kişide virüs tespit edildi, eğer daha önce nerelerde bulunduğunu öğrenmek istersen tıkla’ butonlarının yer alması özel hayatın mahremiyetini ihlal ettiği gerekçesiyle eleştirilere neden oldu. Kocasının sekreteriyle Wuhan’da bir otelde aynı odada konakladığını öğrenen kadın şok oldu. Estetik doktoruna muayene olan bir kadın bu ziyaretinin sitede yer alması üzerine isyan etti. Genç bir adam gizlediği cinsel eğiliminin çevresi tarafından öğrenilmesi üzerine öfkelendi. 

Dijital kontrol uygulamaları
‘Korona zamanlarında’ ihlal edilen bir diğer mahremiyet örneği de okulların kapanması dolayısıyla internet üzerinden yayın yapan uygulamalarda izleyicilerin özel bilgilerinin yer almasıydı. Bu, ‘özel hayat ihlalcileri’ için bulunmaz bir fırsattı. Katılımcıların nerede yaşadıklarından, şu anda nerede olduklarına kadar birçok bilgiye zorlanmadan ulaşabildiler. Özel yaşamın sınırları tartışmaya açıldı. Bazıları özel yaşamı savunurken diğerleri de toplumun sağlığı için özel yaşamın ihlal edilebileceğini savundu. Rusya’da koronavirüs testi pozitif olan hastaların konumu uygulamalar aracılığıyla görülebiliyor. Tayvan’da sokağa çıkma yasağı online olarak takip ediliyor. İsrail’de de enfekte kişilerin yakın takibe alınması kararı alındı. ‘Korona günlerinde’ yaşanan özel hayat ihlallerinin korona sonrası dönemde de devam etmesinden endişe duyuluyor. Koronavirüs testleri pozitif çıkıp daha sonra iyileşerek taburcu edilenler damgalanmaktan mustarip. Birçok kişi koronavirüse yakalandıktan sonra insanların kendilerine yaklaşımında farklılıklar olduğunu ve şüpheli bakışlara maruz kaldığını aktarıyor. Bazılarının uzaktan selam dahi vermediğinden şikâyetçiler. Bazıları ise konakladıkları evlerden sürülüyor. ‘Damgalama’ kişinin ailesine kadar uzanıyor. Ayrıca virüse yakalananlar sanki ahlaksızlık yapmışlar gibi zorbalığa maruz kalıyor.

Gezegen nüfusunun davranışı
İnsanların ‘korona zamanında’ sergilediği davranışları düzeltmesi gerekiyor. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres bazı ülkelerde, Kovid-19 karantinası altında artan kadına şiddetin ve enfekte hastalara yönelik ayrımcılığın önlenmesi çağrısında bulundu. BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet, koronavirüsün Çin ve Güneydoğu Asya halklarına karşı nefret söylemlerinin artmasına sebebiyet vermesinin endişe kaynağı olduğunu söyledi. Bachelet, “Avrupa ve diğer yerlerde Uzakdoğu kökenli insanların ayrımcılığa ve şiddete maruz kaldığını kanıtlayan raporlar, bu konuda alınan önlemlerin artırılmasını gerektiriyor’’ dedi.
Koronavirüs salgını insanların en kötü yönlerini ortaya çıkarmış olabilir. Ancak aynı zamanda en iyi yönlerini de ortaya çıkarıyor. Nitekim insanlar aynı rahimden dünyaya gelmiştir ancak yaklaşımları farklıdır.



Samanyolu'nun kalbindeki gizemli parıltı, karanlık maddenin ilk kanıtı olabilir

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash
TT

Samanyolu'nun kalbindeki gizemli parıltı, karanlık maddenin ilk kanıtı olabilir

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash

Galaksimizin ortasından gizemli bir parıltı geliyor ve bilim insanları, bunun evrenin en derin gizemlerinden birinin çözülmesine katkı sağlayabileceğini söylüyor.

Samanyolu'nun merkezine doğru giden gama ışınlarının dağınık parıltısı onlarca yıldır açıklanamıyor. Ancak araştırmacılar, bunun karanlık madde parçalarının çarpışması veya nötron yıldızlarının kendi etraflarında dönmesi sonucu ortaya çıkmış olabileceğine inanıyor.

Eğer ilk açıklama doğruysa ve parıltı karanlık maddeden kaynaklanıyorsa bu, karanlık maddenin gerçekten var olduğuna dair ilk kanıtı sunabilir.

Johns Hopkins Üniversitesi'nde fizik ve astronomi alanında öğretim üyesi ve çalışmanın ortak yazarı Joseph Silk yaptığı açıklamada, "Evrene egemen olan karanlık madde galaksileri bir arada tutuyor. Son derece önemli ve büyük bir çabayla, onu tespit etmemizi sağlayacak yollar arıyoruz" diyor.

Gama ışınları ve özellikle galaksimizin merkezinde gözlemlediğimiz fazladan ışınım, ilk ipucumuz olabilir.

Bilim insanları yeni bir çalışmada karanlık maddenin Samanyolu'nun hangi bölgelerinde bulunmasını beklediklerini gösteren bir harita hazırladı. Galaksinin ilk yıllarında karanlık madde ve diğer maddelerden oluşan daha küçük sistemler galaksinin merkezine doğru gelip kümelenerek karanlık madde arasındaki çarpışma sayısını artırıyordu.

Bu haritalar, Samanyolu'nun merkezindeki gama ışınları parıltısının karanlık maddeden kaynaklandığını gösteren bir dizi kanıt arasında yer alıyor. Simülasyonların, gerçek dünyada gözlemlenen sinyallerle aynı özellikleri taşıdığını belirtiyorlar.

Ancak yeniden uyanan yaşlı nötron yıldızlarının da aynı kanıtların çoğunu açıklayabilecek ışığı yayabileceğini belirtiyorlar. Fakat bu teorinin işe yaraması için bilim insanlarının, aslında gördüklerinden daha fazla pulsarın var olduğunu öne sürecek şekilde matematik hesaplamalarını biraz değiştirmesi gerekiyor.

Araştırmacılar, nihayetinde başka bir deneyin daha fazla kesinlik sağlayacağını ve karanlık maddenin varlığına dair ilk kanıtı sunabileceğini umuyor. Gama ışınları daha yüksek enerjiye sahipse, muhtemelen bu yıldızlardır ve daha düşük enerjili ışınlarsa muhtemelen karanlık madde arasındaki çarpışmalardan kaynaklanıyordur.

Silk, "Bence net bir sinyal doğrudan bir kanıt olurdu" diyor.

O zamana kadar, Samanyolu çevresindeki diğer galaksilerin de benzer simülasyonlarını yaparak bunları verilerle karşılaştırmayı umuyorlar.

Silk, "Yeni verileri inceleyerek hangi teorinin daha geçerli olduğunu ortaya koymamız mümkün" ifadelerini kullanıyor. 

Ya da belki hiçbir şey bulamayız, bu durumda çözülmesi gereken daha da büyük bir gizemle karşı karşıya kalırız.

Independent Türkçe


"Kıyamet ustası" László Krasznahorkai'nin 5 eseri

Birçok farklı ülkede yaşayan László Krasznahorkai, çığır açıcı eserleriyle kariyerinde Man Booker ve Prix Formentor gibi saygın ödüllere layık görüldü (Reuters)
Birçok farklı ülkede yaşayan László Krasznahorkai, çığır açıcı eserleriyle kariyerinde Man Booker ve Prix Formentor gibi saygın ödüllere layık görüldü (Reuters)
TT

"Kıyamet ustası" László Krasznahorkai'nin 5 eseri

Birçok farklı ülkede yaşayan László Krasznahorkai, çığır açıcı eserleriyle kariyerinde Man Booker ve Prix Formentor gibi saygın ödüllere layık görüldü (Reuters)
Birçok farklı ülkede yaşayan László Krasznahorkai, çığır açıcı eserleriyle kariyerinde Man Booker ve Prix Formentor gibi saygın ödüllere layık görüldü (Reuters)

Minerva'nın Baykuşu bu hafta, Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Macar yazar László Krasznahorkai'nin labirentvari eserlerinin peşinden gidiyor. 

İsveç Akademisi, 71 yaşındaki yazarın "kıyametvari dehşetin ortasında sanatın gücünü yeniden teyit eden etkileyici ve vizyoner eserleri nedeniyle" ödüle layık görüldüğünü açıkladı.

Amerikalı denemeci Susan Sontag'in de "kıyamet ustası" diye nitelediği Krasznahorkai, yer yer yüzlerce sayfa süren cümleleriyle bilindik anlatı tekniklerini altüst edip kendine has bir üslup yaratmayı başaran nadir yazarlardan. 

Okuru her şeyin dağılmaya yüz tuttuğu bir dünyaya gönderen romanlarında, zamanın askıya alındığı tuhaf bir yersizlik yurtsuzluk deneyimi kadar bir anda patlayıveren kahkahalar ve keskin bir mizah da işbaşında. 

"Aslında yazar olmayı hiç istememiştim" diyen Krasznahorkai, Macar yönetmen Béla Tarr'ın yakın dostu ve onun 6 filminin senaryosunu kaleme aldı. 

Listedeki kitaplar, Krasznahorkai'nin tepetaklak dünyasına 5 farklı kapıdan giriş sunuyor.

Şeytan Tangosu

Krasznahorkai'nin 31 yaşındayken yayımladığı ilk romanı Şeytan Tangosu'nda (Satanstango) adeta donup kalmış bir zamana kriz ve çöküş duygusu eşlik ediyor. 

Tango adımlarını andıracak şekilde altı adım ileri (I-VI'ya), altı adım geri (VI'dan I'e) giden bölümlerden oluşan roman, terk edilmiş bir köyde dünyadan neredeyse izole şekilde yaşayan insanları konu ediniyor. 

sdfrgt
Edebi üslup ve biçimde radikal yenilikler getiren yaklaşık 330 sayfalık romanın her bölümü tek bir paragraftan oluşuyor (Can Yayınları)​​​​​

Ancak gelecekten umudunu, birbirlerine güvenlerini ve dayanışma ruhunu yitirmiş köylülerin hayatı, öldüklerini sandıkları Irimiás'ın gizemli şekilde geri dönüşüyle değişir.

Kendini bir nevi kurtarıcı ve peygamber olarak tanıtan Irimiás'ın köylülerin üzerindeki hipnotize edici etkisi, dönemin komünist Macaristan'ının eleştirisini içerdiği gibi, genel anlamda bir insanlık komedyasının sahnelenişine de dönüşür. 

Bela Tarr, 1985'te yayımlandığı gibi büyük ilgi uyandıran Şeytan Tangosu'nu aynı adla 1994'te beyazperdeye taşımış, ortaya 7 saati aşan siyah-beyaz bir yapıt çıkmıştı. 

Macarcadan çeviren: Bülent Şimşek, 328 s., 2013, Can Yayınları

Direnişin Melankolisi

Şeytan Tangosu'ndan 4 yıl sonra yayımlanan Direnişin Melankolisi (Az ellenállás melankóliája) de yine Gogolvari bir jestle taşraya dışarıdan gelenin, kasaba yaşamının hakikatlerini ortaya serdiği bir dönüşümün hikayesini anlatıyor. 

1989'da yayımlanan romanda kasabaya gelen gizemli sirkin etrafında şekillenen olaylar, kasaba sakinleri arasında huzursuzluğa yol açar. 

dfrgt
Britanyalı eleştirmen James Wood, Direnişin Melankolisi'ni "kıyamet güldürüsü" diye nitelemişti (AFP)

Görünmez düşmanlarla, "dış mihraklarla" savaşan Eszter Hanım için bu kaos ortamı, tüm kasabayı kontrol edebileceği bir fırsat sunar. Doğu Bloku'nda birçok protestonun yaşandığı bir dönemde kaleme alınan Direnişin Melankolisi, ironi ve karamsarlık arasında salınırken hem insan ilişkilerinin karanlık yönleri hem de toplumsal dönüşüm girişimlerinin çıkmazları üzerine düşünüyor.

Krasznahorkai'nin sonradan senaryoya dönüştürdüğü anlatı, yine Béla Tarr tarafından 2000'de Karanlık Armoniler (Werckmeister harmoniak) adıyla sinemaya uyarlanmıştı. 

Macarcadan çeviren: Leyla Önal, 376 s., 2023, Can Yayınları

Savaş ve Savaş

Krasznahorkai, Savaş ve Savaş (Háború és háború) üzerinde çalışırken Avrupa'da uzun bir seyahate çıktı, farklı ülkelerde yaşadı. Daha sonra rotasını ABD'ye çeviren yazar, bir süre New York'ta ünlü şair Allen Ginsberg'ün dairesinde kaldı. 

Romanın tamamlanmasında Beat kuşağının ikonik isimlerinden Amerikalı şairin büyük katkısı olduğunu söyleyen Krasznahorkai, Savaş ve Savaş'ta da bir elyazmasına kafayı takan Macar arşivci Korin'in New York şehrine yolculuğunu anlatıyor. 

dfrt
Savaş ve Savaş, 1999'da yayımlandı (AFP)

Bir savaştan kaçmak isterken bir başka savaşa yakalanan dört arkadaşın hikayesini konu edinen bu elyazması Korin'i derinden sarsar. Belgeyi çalar ve herkesin erişimine açmak için bunu internette paylaşmaya karar verir. 

Bir saplantı ve kendine amaç edinme arzusunu ele alan roman, diğer yandan insanın yakasını bırakmayan kaybolmuşluk ve amaçsızlık duygusunun baskısını da kaydediyor. 

Macarcadan çeviren: Gün Benderli, 320 s., 2025, Can Yayınları

Seiobo Orada, Aşağıdaydı

İlk romanının yakaladığı başarıyla dönemin Batı Almanya yönetiminden burs alan Krasznahorkai, 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Almanya'ya gitti. Sonrasında Doğu Asya'ya uzun bir yolculuğa çıkan yazar Moğolistan ve Çin'de bir süre yaşadı, farklı dönemlerde Japonya'ya da gitti ve Kyoto'da kaldı. 

Doğu Asya'nın estetik ve felsefi anlayışlarından etkilenen Krasznahorkai, bunları kendi geçmişi ve Avrupa kültürüyle harmanlayarak sıradışı eserler kaleme aldı. Bunlardan biri olan Seiobo Orada, Aşağıdaydı (Seiobo járt odalent), kusursuzluk peşinde ölümlüler diyarına inen Japon tanrıçası Seiobo'nun peşine takılıyor.

gthyrgt
Romanı oluşturan 17 bölüm, Fibonacci dizisine göre 1'den başlayıp 2584'te bitecek şekilde numaralandırılıyor​​​​​ (Reuters)

Farklı dönemlerde yaşayan, kimi kurgusal kimi gerçek sanatçıların yaratım süreçlerini takip eden hikayelerden oluşan 2008 çıkışlı roman, kadim ritüellerin peşinde içkinlik, yücelik, ölümlülük ve hakikat gibi en temel meselelerin etrafında girilmemiş patikalarda dolanıyor. 

Macarcadan çeviren: Gün Benderli, 432 s., 2019, Can Yayınları

Herscht 07769

Saplantılı ve safdil Florian Herscht'in hikayesini anlatan Herscht 07769, okuru Almanya'da neo-Nazilerin, kuantum fiziğinin ve tuhaf karşılaşmaların ortasına gönderiyor. 

Thüringen eyaletindeki hayali Kana kasabasında yaşayan yetim Herscht, "Patron" lakaplı bir neo-Nazi tarafından duvarlardaki çeşitli grafitileri temizlemesi için işe alınır. 

dfgthy
Herscht 07769, tek bir cümleden oluşan yaklaşık 400 sayfalık sıradışı bir yapıt (AP)

​​​​​Fizik öğrencisi başkarakter, antimaddenin evrende fazla biriktiğini ve bunun kozmik bir kaosa yol açacağı fikrine kapılır. Panikler ve bu büyük felaketi önlemesi için dönemin Almanya Başbakanı ve kuantum kimyasında doktora derecesine sahip Angela Merkel'e bir sürü mektup yazar.

Avrupa'da radikal sağın yükselişinin gölgesinde geçen anlatı, Forrest Gump'ı andıran Florian'ın Merkel'e mektupları ve Bach saplantısı etrafında gittikçe sıradışı bir yere doğru sürüklenir. 

Macarcadan İngilizceye çeviren: Ottilie Mulzet, 406 s., 2024, New Directions Publishing
 

Yahudi babası Nazi işgalinden sağ kurtulan Krasznahorkai'nin neredeyse her eserini birer politik alegori olarak okumak mümkün. Gelgelelim onun yazı ufkunun genişliği, eserlerin kaleme alındığı dönemle sınırlandırılmasını veya herhangi bir "edebi akımın" çerçevesine sıkıştırılmasını imkansız kılıyor. Yapıtlarındaki insan komedyasında tarih kadar dil, düşünce ve hayatın kendisi de her seferinde baştan düşünülmesi gereken bir soru olarak kalıyor.

Siyasetçilerin her gün savaş tamtamlarını çaldığı, piyasanın emrine amade kılınmış, körlemesine ilerleyen teknolojinin eline terk edilmiş bir dünyada, bu trajikomediyi dillendiren eserleri yeniden okumak gerekiyor. 

Krasznahorkai, yıllar önce verdiği bir söyleşide "Bu boktan hayatta tek amacımız daha fazla para kazanmak mı?" diye sorduktan sonra merceği genişletip şöyle devam etmişti:

10 bin yılın sonunda vardığımız yer bu mu? Gerçekten mi? Mikrofonumuz, dizüstü bilgisayarımız, teknolojik bir toplumumuz var, hepsi bu mu? Çok üzücü, büyük bir hayal kırıklığı. Leonardo'dan Einstein'a, Buda'dan Endre Szemerédi'ye kadar insanlık tarihinde pek çok dahi vardı, bunlar inanılmaz şahsiyetlerdi ve çalışmaları muazzam derecede önemliydi, ama biz bunlarla hiçbir şey yapamıyoruz, neden?

Independent Türkçe


Hibrit otomobiller benzinli araçlar kadar kirliliğe yol açıyor

Yeni bir araştırmaya göre, şarj edilebilir hibrit elektrikli araçlar, benzinli otomobiller kadar kirliliğe neden oluyor (Reuters)
Yeni bir araştırmaya göre, şarj edilebilir hibrit elektrikli araçlar, benzinli otomobiller kadar kirliliğe neden oluyor (Reuters)
TT

Hibrit otomobiller benzinli araçlar kadar kirliliğe yol açıyor

Yeni bir araştırmaya göre, şarj edilebilir hibrit elektrikli araçlar, benzinli otomobiller kadar kirliliğe neden oluyor (Reuters)
Yeni bir araştırmaya göre, şarj edilebilir hibrit elektrikli araçlar, benzinli otomobiller kadar kirliliğe neden oluyor (Reuters)

Yeni bir rapor, şarj edilebilir hibrit elektrikli araçların (plug-in hybrid electric vehicles / PHEV'ler) neredeyse benzinli otomobiller kadar kirliliğe neden olduğunu ortaya koydu.

Tamamen elektrikli otomobillerin aksine hibrit araçlar hem elektrikli bataryalardan hem de içten yanmalı motorlardan güç alıyor ve otomobil üreticileri tarafından daha uzun mesafeler kat ederken emisyonları azaltmanın yolu olarak satılıyor.

Ancak 2021 ve 2023 arasında 800 bin Avrupa otomobili üzerinde yapılan analiz, şarj edilebilir hibritlerin "gerçek dünya"da, laboratuvar testlerinin gösterdiğinden neredeyse 5 kat daha fazla kirliliğe neden olduğunu ortaya koydu.

Kâr amacı gütmeyen savunuculuk örgütü Transport and Environment, PHEV'lerin benzinli ve dizel otomobillere göre sadece yüzde 19 daha az CO2 yaydığını tespit etti; ancak daha önceki laboratuvar testleri, yüzde 75 daha az kirliliğe yol açtıklarını öne sürüyordu.

Araç içi yakıt tüketim sayaçlarından toplanan veriler, gerçek dünya karbondioksit salımının, standart laboratuvar testlerinden elde edilenlerden 4,9 kat daha fazla olduğunu gösterdi; 2021'deyse 3,5 kat daha yüksekti.

Transport and Environment araştırmacısı ve raporun ortak yazarı Sofía Navas Gohlke, The Guardian'a şunları söyledi: 

Gerçek dünyadaki emisyonlar artarken, resmi emisyonlar azalıyor. Giderek kötüleşen bu fark, gerçek bir sorun. Sonuç olarak PHEV'ler neredeyse benzinli otomobiller kadar kirlilik yaratıyor.

Araştırmacılar, araçlar sadece elektrikli modda kullanıldığında bile elektrikli motorların tek başına çalışacak kadar güçlü olmadığını buldu. Bu, motorların elektrikli modda kat edilen mesafenin neredeyse üçte birinde fosil yakıt kullanması gerektiği anlamına geliyor.

Hibrit araçların elektrik menzilini uzatma eğilimi de emisyonların artmasına yol açıyor. Daha büyük bataryalar araçları ağırlaştırarak motor modunda daha fazla yakıt yakmasına yol açıyor.

Ayrıca bu ağır araçlar bataryayla çalıştırıldığında daha küçük arabalara göre daha fazla enerji tüketiyor. Veriler, 75 km'nin üzerinde elektrikli menzile sahip şarj edilebilir hibritlerin, 45 ila 75 km menzile sahip olanlardan ortalama daha fazla CO2 saldığını gösteriyor.

Avrupa otomotiv endüstrisi, AB'nin sıfır emisyonlu otomobiller için son tarih olarak belirlediği 2035'ten sonra hibrit otomobil satışına izin verilmesini istiyor.

Transport and Environment'ın otomobil direktörü Lucien Mathieu şöyle diyor:

Şarj edilebilir hibritler için kuralları gevşetmek, Avrupa'nın otomobil CO2 yasasının gövdesine delik açmak gibi olur. Otomobil üreticileri, piyasayı uygun fiyatlı sıfır emisyonlu otomobillere yönlendirmek yerine, pahalı ve çevreyi kirleten PHEV'lerle dolduracak. Bu durum, piyasanın acilen ihtiyaç duyduğu elektrikli araç yatırımı güvencesini baltalama riski taşıyor.

Raporda ayrıca PHEV'lerin hem elektrikli hem de motor modlarındaki gizli yakıt tüketimi nedeniyle, sürücülere iddia edilen yakıt ve şarj maliyetinden yılda 500 euro daha fazla maliyet çıkardığı da tespit edildi.

Şarj edilebilir hibritlerin sürüşü daha pahalı ancak satın alma maliyeti de temiz alternatiflere göre daha yüksek fiyatlı. Bloomberg Intelligence'a göre 2025'te Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık'ta PHEV'lerin ortalama satış fiyatı 55 bin 700 euro. Bu, bataryalı bir elektrikli otomobilin ortalama fiyatından 15 bin 200 euro daha yüksek.

Independent Türkçe