Etnik gerginlik ve terör tehdidi altında: Etiyopya

Terör örgütleri Şebab ve DEAŞ ülkedeki etnik ihtilaflardan faydalanabilir

Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed (GETTY)
Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed (GETTY)
TT

Etnik gerginlik ve terör tehdidi altında: Etiyopya

Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed (GETTY)
Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed (GETTY)

Muna Abdulfettah
Nobel Barış Ödülüne sahip olan Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed’in başarılarına rağmen, ülkedeki siyasi çatışmaların, ‘etnik çatışmalara’ dönüşme tehlikesi yaşanıyor. Başbakan Ahmed’in, ‘Oromo’ ırkına yönetimde geniş yer vermesi, zaten hâlihazırda gergin olan ‘etnik ilişkileri’ daha da tehlikeli bir boyuta taşıyor. Tigray, Oromo ve Amhara gibi etnik gruplar arasındaki ‘kırılgan denge’ sarsılmış durumda.
Abiy Ahmed'den önceki otoriter hükümetler, protesto gösterilerine ve ayrılıkçı hareketlere sert müdahaleler yapıyor, dolayısıyla ‘şiddet yoluyla’ bölünmelerin önüne geçiyordu. Abiy Ahmed ise siyasi reformlar yaptı, düşünce ve ifade özgürlüğüne alan tanıdı ve muhaliflerin ülkeye dönüşüne imkân sağladı. Ancak bazı etnik gruplara yönetimde öncelik tanıması ve kazanımlarını kaybetmekten rahatsız olan muhaliflerin ‘etnik politikaya’ başvurması çatışmaları alevlendirdi. Etnik çatışmalar ise Şebab Hareketi ve DEAŞ gibi aşırılık yanlısı terör örgütlerinin tehditlerini arttırmasına olanak sağladı.
Böylelikle Etiyopya çapraz ateş altına girmiş oldu.

Kızıl Etiyopya
1970'lerden bu yana, Etiyopya'da demokrasi kavgası ‘Afrika sosyalizmiyle’ iç içe ilerlemiştir. Etiyopya’da her zaman ‘romantik devrim’ hayalleri canlıydı. Sol hareketi kendi içinde idealist entelektüel ve düşünürler barındırmakla birlikte, yönetimi kendi çıkarları doğrultusunda ele geçirmek isteyen askerleri de içeriyordu. Bu devrimci rüzgârların ortasında, Mengistu Haile Mariam (1974-1991) yüzlerce yıldır süregelen monarşiyi deviren Geçici Askeri Yönetim Konseyinin başına geçmeyi başardı. Mengistu sadece sosyalizm düşüncesini ithal etmekle yetinmeyip, Etiyopya’yı Sovyetler Birliği’ne peşkeş çekti, bir süre sonra ise Küba deneyimi doğrultusunda Marksist-Leninist çizgiye yöneldi.
Diktatör olması hasebiyle, sosyalizmin ilkelerini, kendi çıkarları doğrultusunda tavzif etmeyi alışkanlık haline getirmişti. İktidarını korumak için ne gerekiyorsa onu yapıyordu. 1991’de Mengistu’nun kaçışıyla birlikte bir yönetim boşluğu doğdu. Etiyopya bir yandan kıtlıkla mücadele ederken diğer yandan ‘etnik kökenli’ bir iç savaş tehlikesi yaşıyordu.

İyileşmeyen yaralar
Ekim 2016'da, Etiyopya Cumhuriyeti'ndeki en büyük etnik grup olan Oromo halkı, kırk yıldır verdikleri ‘kendi kaderini tayin etme’ mücadelesini zirveye çıkardılar. Oromolar 80 milyonluk Etiyopya nüfusunun yüzde ellisine tekabül ediyor. Protestoların kıvılcımını ise, hükümetin tarım topraklarına el koyarak Oromoların eski yaralarını kanatmış olmasıydı. Öfkelenen milyonlar sokaklara aktı, Amhara halkı da Oromolara katıldı. Hükümet ülke genelinde 6 ay süreli olağanüstü hal ilan etmek zorunda kaldı. O zamanki Etiyopya Başbakanı Hailemariam Desalegn, daha sonra, güvenlik güçlerinin protestoculara müdahalelerinde 500 kişiden fazla insanın yaşamını yitirdiğini itiraf edecekti.
Oromo ve Amhara etnik grupları, birlikte Etiyopya nüfusunun yüzde 60'ını oluşturuyor. Bu iki etnik grubun üyeleri, Afrika kıtasında yaygın olan sorunlardan’ musdaripti; politik ve ekonomik olarak dışlanış. Ülke yönetimi bir azınlık olan Tigranian’ların elindeydi. Ayrıca Müslüman Oromolar, hükümetin kendilerini yönetmek için atadığı liderlerden memnun değildi. Hükümetin büyük tarım projeleri için, çiftçileri topraklarından çıkarmış olması da ciddi tepkilere neden olmaktaydı. Yönetim, Amhara halkının bir kısmını Amhara bölgesi yerine Tigray’a bağlamak istedi, böylelikle Oromya bölgesini bölmeyi hedefliyordu. Amhara’lılar bu uygulamalara itiraz etti.
Etiyopya resmi medyasının sık sık başvurduğu propagandalardan biri de, ülkedeki ekonomik gelişme ve istikrara dairdir. Etiyopya bu şekilde komşu ülkelerdeki nüfuzunu arttırabilmiştir. Protesto gösterileri ise, uzun yıllar ‘kül altında’ kalmış olan devrim ateşini körükledi. 
Olayların meydana gelmesinin en büyük sorumlusu, iktidar koalisyonunun en etkili bileşeni olan Tigray Cephesi’dir. Ülke nüfusunun yüzde yedisini temsil eden Tigraylar, ülke yönetiminde 1991’den beri en çok söz sahibi olan etnik gruptur. Tigraylar bireysel özgürlükler üzerinde kısıtlamalara gitmiş, aynı şekilde servetin adil dağılımına engel olmuştur. Oromo halkı (güney ve batı) ve Amhara halkı (kuzey) en kalabalık gruplar olmasına rağmen, bu süreçlerde mağdur edilmiştir.

Etnik dönüşüm
Etiyopya 1991’den bu yana Etiyopya Halkları Devrimci Demokrat Cephesi tarafından yönetilmekteydi. Başbakanı Hailemariam Desalegn, koalisyon hükümetinde yer alan etnik temelli partiler arasındaki anlaşmazlıkların önüne geçemeyince istifa etme yolunu seçti. Afrika’da liderlerin son ana kadar ‘koltuklarına yapıştığı’ düşünülürse bu olumlu bir adımdı. Bazıları Desalegn’in istifasını sorunları çözme hususunda aciz olmasına bağladı. Bazıları ise, tarım, sanayi ve turizm gibi önemli sektörlerdeki başarılarını ve altyapı yatırımlarını takdir etti. En önemli başarılarından biri olarak da; Nahda Barajı’na Uluslararası Para Fonu'na başvurmadan finansman sağlaması gösterildi.

İhtilaf noktası
Hailemariam Desalegn, Meles Zenawi’nin ölümünün ardından Ağustos 2012’de başbakan oldu. Hailemariam daha önce Zenawi’nin danışmanıydı ve 2010 yılında Dışişleri Bakanı olarak atanmıştı. Bu göreve getirilmesi Etiyopya kamuoyunda şaşkınlık yarattı, çünkü oldukça gençti, azınlık olan Protestan mezhebindendi ve askeri bir geçmişi bulunmuyordu. Üstelik Velayata denilen küçük bir etnik gruba mensuptu. Güney Etiyopya’da yer alan Velayata, Tigray ve Amhara etnik gruplarının arasında sıkışmış bir etnik oluşumdur.
Hailemariam’ın seçilmesiyle yaşanan ‘etnik dönüşüm’ ülke siyasetinde önemli bir gelişme noktası oluşturdu. Bu süreçte Tigray etnik grubu, parlamento, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı pozisyonları gibi üst düzeylerdeki temsiliyetini yitirdi.
Böylelikle; Etiyopya Halkları Devrimci Demokrasi Cephesi’ndeki ihtilaflar gün yüzüne çıktı. Özellikle sivil siyasetçiler ile asker kökenli siyasetçiler arasındaki anlaşmazlıklar derinleşti. Başbakan Hailemariam, Tigraylı askeri yetkililerin, ülkedeki diğer etnik gruplara uyguladığı baskı politikalarına mani olan adımlar attı. Aynı zamanda ‘cephe’ içinde yer alan grupların yolsuzluklarına karşı mücadeleye girişti. Ayrıcalıklarından mahrum kalmak istemeyen Tigray milliyetçilerinin itirazlarına ve engellerine rağmen bir dizi reform gerçekleştirmeyi başardı. Bunun üzerine Tigraylılar, Ortodoks Kilisesi ve ordu ile ittifak geliştirip, başbakanın kararlarının uygulanmasına engel oldular.

Reformlara rağmen süregelen çalkantılar
27 Mart 2018'de seçimleri kazandıktan sonra görevine başlayan Başbakan Abey Ahmed, Hailemariam Desalegn’in başlattığı ancak büyük ölçüde başarısız olduğu reformları sürdürme noktasında zorluklarla karşılaştı. Devrimci Demokrasi Cephesi’ndeki ihtilaflar, etkin azınlık olan Tigray Halkı Kurtuluş Partisi ile Amhara Demokrat Partisi arasındaki ‘çatışma’ ihtimali nedeniyle iyice derinleşmişti. Başbakan Abey, anayasada yer alan ‘konfederasyon ilkesi’ uyarınca davranmakla yükümlüydü.
Devletin keyfi tutuklamalarına maruz kalan, zorunlu göçle yurtlarından edilen, kültürleri baskılanan ve eğitimde dillerini kullanması yasaklanan çoğunluğu Müslüman olan Oromoların durumu bu süreçte değişime uğradı ve nispeten iyileşti.   
Her ne kadar Abiy Ahmed iyimser olsa ve bölgedeki gezilerinde barış ve sevgi mesajları verse de, Etiyopya’nın durumu o kadar da parlak değildi. Ülkenin çeşitli bölgelerinde ciddi güvenlik sorunları yaşanıyor, hapishanelerde azımsanamayacak sayıda ‘siyasi suçlu’ bulunuyor. Toplumsal çatışmalardan kaynaklı olarak çok sayıda insan göçe zorlanmakta. Oromo etnik grubu iktidar içinde etkinlik kazanmış olmasına rağmen, özellikle son birkaç yıldır etnik gruplar arasındaki sosyal huzursuzluk, Etiyopya'nın itibarının zayıflamasına katkıda bulunuyor. İktidardaki paylarının sınırlandırıldığını düşünen etnik gruplar ise bu huzursuzluğun başlıca müsebbiplerindendir. Bu kargaşa ortamından faydalanan terör örgütlerinin eylemleri de istikrarı tehdit eden unsurlar arasındadır.

Terör yuvaları
Etiyopya, iki terör örgütüne karşı mücadele halindedir; Somali’deki Şebab Hareketi ve DEAŞ. Bu iki örgüt de Somali merkezli olup, Etiyopya’nın Ogaden bölgesine sızarak terör eylemlerinde bulunuyor. Bazıları bu tehditlerin ileride daha da büyüyebileceğini ve bu örgütlerin ülkedeki ‘etnik çatışmalardan’ faydalanarak geniş alanlara nüfuz edebileceğini savunuyor. Gerekçe olarak ise şunları ifade ediyorlar:
- Etiyopya'da bir ‘savaş alanı’ kazanmak için Şebab Hareketi ile DEAŞ arasında şiddetli bir rekabet söz konusudur. DEAŞ bu hedefi gerçekleştirmeye nispeten daha yakın olabilir. Nitekim DEAŞ Afrika’nın farklı bölgelerinde kaybettiği nüfuzunu Etiyopya sınırında telafi etmek istediği için Şebab Hareketine yönelik ‘nitelikli tasfiye’ saldırılarında bulunmaktadır.
- Terör örgütleri, Etiyopya’daki politik kargaşa ve güvenlik boşluklarından faydalanmaktadır. Ülkenin doğu sınırında DEAŞ ve Şebab, Etiyopya-Uganda sınırında da radikal Hristiyan muhalif ‘Tanrının Ordusu’ terör örgütü faaliyet göstermektedir.
- Etiyopya'daki Ogaden ve Oromia bölgeleri yoksulluk ve artan işsizlikten muzdariptir. Abey Ahmed'in izlediği reform politikalarına rağmen, güvenlik aygıtları hala eski alışkanlıklarını sürdürerek etnik ayrımcılığa ve şiddete başvuruyor.  Bu atmosfer Etiyopyalı gençlerin terör örgütlerine sempati beslemesine zemin hazırlayabilir.
- Şebab Hareketi, kendisini Ogaden bölgesi ve Somali ile sınırlıyor, öte yandan DEAŞ küresel ‘İslam Hilafeti’ ülküsü taşıdığı için Etiyopya’nın iç bölgelerine kadar sızma girişiminde bulunuyor. Bu küresel yapısıyla, farklı inançlardan ve etnik gruplardan bireyleri saflarına çekebiliyor.
İkinci görüş açısına göre; bu örgütler Etiyopya için söylendiği kadar ciddi bir tehdit oluşturmamaktadır. Sınır bölgelerinde ve temas noktalarında Etiyopya hedeflerine saldırı gerçekleştirebilir ancak iç bölgelerde etkin olamazlar. Bunun başlıca sebepleri ise şunlardır:
Afrika Birliği'nin çabalarına ek olarak, Etiyopya, Eritre ve Somali, iki terör örgütüyle savaş noktasında güçlerini birleştirmiş durumdadır. Etiyopya ayrıca Cibuti merkezli Hükümetler Arası Kalkınma Otoritesi (IGAD) içindeki rolünü, terörle mücadelede modern programlar geliştirmek için kullanmaktadır.
-  Etiyopya güvenlik aygıtının bu tür krizlerle başa çıkma hususunda güçlü deneyimleri vardır. Etiyopya, yakın tarihi boyunca bir dizi isyancı ve ayrılıkçı harekete şahit oldu ve milis güçlerine karşı askeri anlamda deneyim kazandı. Bu örgütlerin başında Oroma Bağımsızlık Hareketi ve Eritre Bağımsızlık Hareketi gelmektedir.
- Ayrılıkçı Ogaden Ulusal Kurtuluş Cephesi terör listesinden kaldırıldı. Savaşçılarının bir kısmı Şubat 2019'da eyalet güvenlik güçlerine katıldı. Eritre’yi merkez üs olarak kullanan hareket, doğu sınırında 30 yıldır devlet güvenlik güçleriyle çatışıyordu. Şimdi ise terörle mücadelede yer alıyorlar.
- Tigray, Amhara ve Oromo gibi Etiyopya'yı oluşturan etnik gruplar içindeki ayrılıkçı grupların her birinin amacı Etiyopya devletinden bağımsız bir devlet kurmaktır. Ancak bu hareketler ‘dine dayalı’ bir devlet anlayışı benimsememektedir.
Etiyopya, etnik huzursuzluktan faydalanan terör örgütlerinin tehditlerinden etkilenebilir, ancak nihayetinde bu örgütlerle baş edecektir. Etiyopya önemli bir bölgesel güç olmasının yanı sıra, Amerika Birleşik Devletleri’nin terörle mücadeledeki en önemli ortaklarından da biridir. 



21'inci yüzyılda sınırlı savaş ve kapsamlı savaş

İHA’lar savaşta coğrafi derinliği geçersiz hale getirdi (Reuters)
İHA’lar savaşta coğrafi derinliği geçersiz hale getirdi (Reuters)
TT

21'inci yüzyılda sınırlı savaş ve kapsamlı savaş

İHA’lar savaşta coğrafi derinliği geçersiz hale getirdi (Reuters)
İHA’lar savaşta coğrafi derinliği geçersiz hale getirdi (Reuters)

Bazı uzmanlar ister sınırlı ister kapsamlı (topyekun) olsun, savaşların biçim ve türlerinin uluslararası sistemin şekli, yapısı (çok taraflı, iki taraflı veya hatta tek taraflı) ve güç dengesiyle doğrudan ilişkili olduğuna inanırken bunun yanında savaşta, askeri stratejilerin oluşturulmasında teknolojinin rolü göz ardı edilemez.

Telgraf ve demiryolu ağları 20’nci yüzyılda savaşların yapılış şeklini değiştirmedi mi? Evet, elbette değiştirdi. Demiryolları, Birinci Dünya Savaşı'nda milyonlarca askerin cepheye taşınmasına yardımcı olsa da aynı zamanda savaşın 10 milyon asker ve 7 milyon sivilin hayatına mal olan dört buçuk yıllık bir insanlık eziyetine dönüşmesine de doğrudan katkıda bulundu.

21’nci yüzyıl, bir güç çarpanı haline gelen teknolojinin yatay ve dikey olarak yayılmasıyla öne çıkıyor. Birinci Dünya Savaşı sırasında makineli tüfekler, kurbanların yüzde 20 ila 40'ının ölümüne katkıda bulundu. Peki yapay zekanın savaşlardaki rolü, özellikle de etkisi nükleer düzeye ulaşırsa ne olacak hiç düşündünüz mü? İçinde bulunduğumuz yüzyılda belki de en tehlikeli olan durum, savaşmanın maliyetinin herhangi bir devlet dışı aktörün (non state actor) savaşabileceği bir seviyeye düşmüş olmasıdır.

Soğuk Savaş sırasında, nükleer silahlar büyük güçler arasında dünya sahnesinde önemli bir caydırıcı unsur oluşturuyordu. Her zaman karşılıklı yıkım korkusu (MAD) vardı. Bundan dolayı söz konusu güçler vekalet savaşlarına (by proxy) başvurdular. Bu nedenle Soğuk Savaş döneminde sadece sınırlı (limited) savaşlar yaşandı. Sınırlı savaştan bahsederken, bu savaşın hedefleri, kullanılan araçlar ve dolaylı olarak bu savaşın süresi kastediliyor. 1950 yılındaki Kore Savaşı, İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra, küresel düzeyde gerçek anlamda kapsamlı bir savaş olan ilk sınırlı savaştı.

fghyu
Geçtiğimiz haziran ayında 12 gün süren İran-İsrail savaşı sırasında ABD tarafından bombalanan Fordo Nükleer Tesisi’nin çevresinin uydu görüntüsü (Reuters)

Yazar Andrew Davidson, Soğuk Savaş sırasında süper güçlerin olası savaşlar için çeşitli senaryolar hazırladığını söylüyor. Ancak insanlığın şansına, bu savaşlar gerçekleşmedi. Zira bu senaryoların güç ölçütü, hassasiyet değil, büyüklüğe dayanıyordu. Başka bir deyişle, ölçünün temelinde büyük güçlerin sahip olduğu uçak, tank, denizaltı ve diğer askeri araçların sayısı yer alıyordu. Nükleer silahlar, geleneksel silahların en büyük koruyucusu konumundaydı.

Sınırlı savaş ile kapsamlı savaş

İsrail'in İran'a karşı başlattığı Yükselen Aslan Operasyonu, süresi (sadece 12 gün sürdü), kullanılan araçlar ve hatta hedefler açısından sınırlı bir savaş olarak nitelendirilebilir. İsrail, bu savaşta elindeki en iyi silahları kullandı, ancak sahip olduğu tüm silahları (örneğin nükleer silahlar) kullanmadı. İran ise sahip olduğu en iyi füzeler ve insansız hava araçlarıyla (İHA) karşılık verdi. Öte yandan İsrail, Gazze Şeridi'nde Arap-İsrail çatışmasının tarihindeki en uzun savaşı sürdürüyor. Savaş 21 aydır devam ediyor. İsrail bu savaşta ise sahip olduğu en iyi silahları her boyutta kullandı. Peki bu savaş kapsamlı mı yoksa sınırlı mı olarak sınıflandırılabilir? Eğer savaşlar havadan sonuçlanmıyorsa, İsrail ordusunun bu savaşı sonuçlandıramamasını nasıl açıklayabiliriz? Oysa İsrail ordusu şimdiye kadar kara, hava ve deniz kuvvetlerini kullandı. Ayrıca siber savaş yönetimini ve dolayısıyla yapay zekayı da kullandı.

Birçok uzmana göre bu sorunun cevabı şu şekilde olabilir:

21’inci yüzyılda savaşın özellikleri değişti ve bu durum, birçok ülkenin, özellikle de büyük ve güçlü ülkelerin askeri doktrinlerinde bir dönüşüme (doctrinal shift) yol açacak.

Öte yandan asimetrik savaş, 21’inci yüzyılda büyük güçler için en büyük ve en tehlikeli zorluk olarak öne çıkıyor.

Teknoloji, özellikle İHA’lar, coğrafi derinliği değersizleştirirken siber savaş ve elektronik savaş lehine büyüklük ve kitle değerini de ortadan kaldırdı.

tyu7ı8
Tayvan’ın başkenti Taipei'deki bir Patriot bataryası... Tayvan, ABD ile Çin arasında bir çatışmaya neden olabilir (EPA)

ABD’li komutan Douglas MacArthur, “Asya'da asla kara savaşı yapılmamalı” diye meşhur bir sözü vardır. Peki, özellikle Washington'ın Pekin'in önümüzdeki yıllarda Tayvan'ı kontrol altına almaya çalışacağından endişe duyduğu bir ortamda, ABD-Çin çatışması nasıl olacak? Bu çatışma nasıl gerçekleşecek, askeri mi olacak? Nerede yapılacak? Kapsamlı mı, sınırlı mı, yoksa vekiller aracılığıyla mı olacak?

Bugün bu sorular, uzmanların Çin ve ABD arasında bir savaşın kaçınılmaz olduğunu teyit etmesiyle birlikte güçlü bir şekilde gündemde yer tutuyorlar. ABD’li düşünür Graham Allison, görüşünü ‘Tukidides tuzağı’ olarak bilinen teoriye dayandırarak, dünya düzenine hakim olan güç (ABD) ile bu hegemonyayı tehdit eden yükselen güç (Çin) arasında çatışmanın kaçınılmaz olduğunu savunuyor.

Bu analizŞarku'l Avsat için bir askeri analist tarafından yapıldı