Washington, GGK’yı Riyad Anlaşmas’nı uygulamaya ve Husileri ise ateşkese çağırdı

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo (DPA)
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo (DPA)
TT

Washington, GGK’yı Riyad Anlaşmas’nı uygulamaya ve Husileri ise ateşkese çağırdı

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo (DPA)
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo (DPA)

Washington, Husiler ateşkese yanıt vermeye, Güney Geçiş Konseyi'ni (GGK) ise Riyad Anlaşması’nı uygulamaya çağırdı. Bu çağrı, Şarku’l Avsat’ın ABD Dışişleri Bakanlığı’na e-posta yoluyla sorduğu ilgili sorulara Bakanlık Sözcüsü aracılığıyla verilen yanıtta geldi.
Öte yandan İngiltere'nin Orta Doğu'dan Sorumlu Devlet Bakanı James Cleverly yaptığı açıklamada, “Atılan adım, (GGK’nın özerk bölge ilanı) çatışmanın uzamasına olabilir. Çünkü Yemen’nin güneyinde temsili bir hükümetin kurulması, istikrarın sağlanması için sarf edilen çabaları baltalıyor” ifadelerini kullandı.
Birleşmiş Milletler (BM), yeni tip koronavirüs (Kovd-19) salgınının yayılmasını önlemek için, birçok ülkedeki çatışma alanlarda ateşkes arayışı içinde olduğu bir dönemde, GGK’nin 25 Nisan'da Yemen’in güneyinde özerk bölge ilan etmesi ülkedeki çatışmanın daha da kötüleşeceğine dair korkuları artırdı.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo yaptığı açıklamada, “Yemen'deki bu tür tek taraflı hareketler, ülkenin özellikle Kovid-19 riski altında olduğu bir dönemde sadece istikrarsızlığın artmasına katkıda bulunuyor ve yararsızlar” şeklinde konuştu. Pompeo ayrıca bu tür adımların, BM özel temsilcisinin meşru hükümet ve Husiler arasındaki siyasi müzakereleri canlandırma çabalarını baltalamakla tehdit ettiğini vurguladı.
Gelen çok sayıdaki tepkiden, uluslararası toplumun Yemen'de istikrarı sağlamak amacıyla BM tarafından çatışmaya bir çözüm bulma ve Riyad Anlaşması girişimini kullanma çabaları ışında sahadaki durumu değiştirme girişimini kabul etmeye hazır olmadığı açıkça görülüyordu.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Şarku’l Avsat’a e-postada aracılığıyla yaptığı açıklamada, Washington’ın Yemen Cumhurbaşkanı Abdurrabbu Mansur el-Hadi’yi ve Yemen’in meşru hükümetini desteklemeye devam ettiğini vurguladı. GGK’den Yemen'de halkın ihtiyaçlarını karşılayabilecek ve savaşı sona erdirebilecek ortak bir hükümet kurmanın anahtarı olan Riyad Anlaşması’nın uygulanması için meşru hükümet ve Suudi Arabistan ile birlikte çalışmasını istediklerini belirten Sözcü, ABD yönetiminin hedeflerinin değişmediğini ve uluslararası ortaklarıyla birlikte Yemen'e barış, refah ve güven ortamı getirmeye çalıştığını söyledi.
Washington’ın ‘ülkenin kuzeyindeki Husi engelinden derin bir endişe duymaya devam ettiğinin’ altını çizen Sözcü, sahadaki tüm aktörleri Yemen’e insani yardımların sağlanması için erişim izni vermeye çağırdı. Aynı şekilde, Yemen hükümetinin kurumlarına, ülkenin birliğine ve toprak bütünlüğüne saygı duyulması çağrısında bulundu.
Sözcü, Washington’ın Yemen Özel Temsilcisi Martin Griffiths’in çatışmayı sona erdirecek ve krizi çözecek kapsamlı bir siyasi anlaşmaya varma çabalarını desteklediğinin de altını çizdi.
Suudi Arabistan liderliğindeki Yemen’de Meşru Hükümeti Destekleyen Arap Koalisyonu’nun ilan ettiği ateşkesin uzatılmasından ise övgüyle bahseden Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, “Ateşkesin uzatılması, tüm tarafların kendi çıkarları yerine, mevcut koronavirüs salgını ve yaşanan büyük sellerle mücadeleye odaklanmaları için temel oluşturan olumlu bir girişimdir” ifadelerini kullandı.
Husiler de Koalisyon’un ilan ettiği ateşkese uymaya çağıran Sözcü, tüm taraflara barışı inşa çabalarını zayıflatacak ve insani krizi şiddetlendirebilecek eylemlerden kaçınmaları, meşru hükümet ve diğer tarafların Kovid-19 salgınıyla mücadele çabalarına katkıda bulunmaları çağrısında bulundu.
Sözcü, Yemen genelinde başta gıda, akaryakıt ve ilaç olmak üzere insani yardım malzemelerinin akışının ve ticari ithalatın özgürce ve keyfi ertelemeler olmadan yapılmasının yanı sıra insani yardım çalışanlarının da bu malları ihtiyaç sahiplerine güvenli bir şekilde teslim edebilmelerinin önemine dikkati çekti.
İngiltere Dışişleri Bakanlığı ise tarafları Riyad Anlaşması’nı uygulama çabalarını sürdürmeye, çatışmaya siyasi bir çözüm bulmaya yardımcı olmaya ve süreci yıpratıcı eylemlerden veya açıklamalardan kaçınmaya çağırdı. İngiltere'nin Orta Doğu'dan Sorumlu Devlet Bakanı James Cleverly yaptığı açıklamada, “Atılan adım, (GGK’nın özerk bölge ilanı) dehşet verici. Yemen hükümeti ile GGK arasında Riyad Anlaşması'nın derhal ve eksiksiz olarak uygulanması gerekiyor. Yemen'in güneyinde ihtiyaç duyulan barışı ve istikrarı sağlamanın tek yolu da bu” ifadelerini kullandı.



Şam'a güçlü destek veriliyor, bundan sonrası Şara’ya bağlı

Eski Suriye devlet başkanı Hafız Esed'in yüzü “özgürlük” kelimesi ve yeni Suriye bayrağı ile kapatılmış (AFP)
Eski Suriye devlet başkanı Hafız Esed'in yüzü “özgürlük” kelimesi ve yeni Suriye bayrağı ile kapatılmış (AFP)
TT

Şam'a güçlü destek veriliyor, bundan sonrası Şara’ya bağlı

Eski Suriye devlet başkanı Hafız Esed'in yüzü “özgürlük” kelimesi ve yeni Suriye bayrağı ile kapatılmış (AFP)
Eski Suriye devlet başkanı Hafız Esed'in yüzü “özgürlük” kelimesi ve yeni Suriye bayrağı ile kapatılmış (AFP)

Jerome Drevon'un “Cihattan Politikaya” adlı kitabı, Selefi cihatçı Heyet Tahrir eş-Şam'ın (HTŞ) silahından vazgeçmeden siyasi bir harekete dönüşme yeteneği konusunda bir miktar kesinlik sunuyor. Ancak, bu günlerde gündeme getirilen ve güvenilir yanıtlar elde edilmesi uzun zaman alabilecek sorular, Ebu Muhammed el-Colani'nin geçirdiği dönüşüm süreci ile ilgili. Bu süreç, Bağdat'taki ABD güçlerinin yönettiği hapishanede mi yoksa el-Nusra Cephesi ve el-Kaide liderliğiyle kopuş sonrası dönemde mi başladı? Eski ABD Büyükelçisi Robert Ford, İdlib'de Colani ile yaptığı görüşmeler ile bu dönüşümde aktif bir rol oynadı mı? Yoksa, bu yavaş değişime İdlib Emiri ile dönemin istihbarat başkanı ve halihazırda Dışişleri Bakanı olan Hakan Fidan ve şu anda İstihbarat Başkanı ve o dönemde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanı olan Profesör İbrahim Kalın’ın yaptığı bir dizi görüşme, diyalog ve düzenleme mi katkıda bulundu?

Hangisi olursa olsun, Colani gerçek adı olan Ahmed eş-Şara’ya geri dönmek için Beşşar Esed rejiminin devrilmesi ile birlikte Şam'a varana kadar bekledi. Şara'nın söylemleri dışında sahada olup bitenler ve olmaya devam edenler, Savunma Bakanlığı'na katılan Selefi cihatçı grupların liderleri ve kadroları arasındaki dönüşümün gerçekliği hakkındaki soruları gündeme getiriyor. Zira bunlardan bazıları azınlıklara karşı katliamlar yaptı, bazıları da restoranlarda, kafelerde, gece kulüplerinde ve kadınların giyimi konusunda sosyal özgürlükleri kısıtladı.  

Düşünce ve ayrıntılardan bağımsız olarak, ABD, Suudi Arabistan, Katar, BAE ve Türkiye’nin desteği, açık bir fırsata ve yaklaşan bir tehdit ile yüzleşmeye bahis oynamaktan başka bir şey değil. Amerikalılar, Araplar, Türkler ve Avrupalıların hemfikir olduğu husus, Başkan Şara'nın istediklerine ve sunabileceklerine güvenmek ve bunlar üç noktada özetlenebilir. Birincisi, İran'ı Suriye'den ve orada herhangi bir etkiye sahip olmaktan uzak tutmak, İran silahlarını Lübnan'daki Hizbullah'a kaçırmak için kullanılan Suriye koridorunu kapatmaktır. Nitekim Suriye güvenlik servisleri, İsrail'in bombalamadığı tüm sevkiyatlara el koyuyor. İkincisi, güvenliği temin etmek, geçiş adaletini sağlamak, Suriye toplumundaki çeşitliliğe açık olmak, deneyim veya yeterlilik sahibi olmayan sadık kişiler yerine nitelikli bireyleri atamaktır. Üçüncüsü, sahte bir “sosyalist ekonomi” kisvesi altındaki “çete ekonomisinden” liberal bir ekonomiye geçiş yapmak, on yıllardır Moskova ve Tahran'ı taklit edip ekonomik abluka ve yaptırımlar kâbusu içinde yaşadıktan sonra Araplara ve Batı'ya açılmaktır. Zira abluka ve yaptırımlar Suriyelilerin yüzde 90'ını yoksulluk sınırında veya altında yaşamaya mahkum etti.

Trump yönetiminin isteklerine gelince, Suriye ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesidir. Yaptırımların kaldırılmasında ve destek sağlanmasında acele edilmesinin nedeniyse, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun Kongre'de yaptırımların kaldırılmasını savunurken söylediği gibi, yeni Suriye yönetiminin başarısız olmasından ve birkaç hafta içinde “kaos ve iç savaş” patlak vermesinin duyulan “korkunun gücü”dür. Ama bundan sonrası yeni Suriye yönetimine bağlı. Etkili bir yargı sistemi ve insan hakları, sosyal özgürlükler ve para transferlerinde özgürlük konusunda güçlü garantiler olmadan, 2011’den önceki durumuna dönmek için yaklaşık 500 milyar dolara ihtiyaç duyan bir ülkeye yatırım akışı olmayacak. Liberal veya neoliberal gibi rejimin türünü açıklayan yasalar olmadan, ortaklıklar ve özelleştirme için verilecek garantiler, Suriyeli, Arap ve uluslararası özel sektör lehine kamu sektöründen ne ölçüde vazgeçileceği açıklanmadan ekonomik kalkınmaya bahis oynanmayacak.

Yeni Suriye yönetiminin, İdlib'deki hükümet deneyimine benzer belirli siyasi, ekonomik ve sosyal seçeneklere sahip olduğu anlaşılıyor. Ancak bu yönetim, daha önce inanmadığı ve yönetme konusunda hiçbir deneyiminin olmadığı başka seçenekleri de takip etmek zorunda. “Ülkeyi özgürleştiren kararları verir” şeklindeki tehlikeli çerçevenin dışındaki yeteneklere ve liyakatli kişilere açılmaktan kaçış yok. Zira yurtdışından ve Suriye kamuoyundan gelen baskı altında açıklanan kararlar, etkili bir komite veya organ olmadan sadece birer başlık olmayı sürdürüyorlar. Bunlara geçiş adaleti, kayıp kişilerin aranması ve toplu mezarların ortaya çıkarılması, sahil bölgesindeki katliamlarının araştırılması, silahı yasa gibi görüp istedikleri gibi hareket eden, çoğunluğun parçası olmayan herkes öldürülmesi gereken bir “kâfir”miş gibi davranan silahlı grupların etkili bir şekilde durdurulması dahildir. Bunun anahtarı, sokaklarda barışçıl, birleştirici devrimi başlatan erkek ve kadınlara, genç erkek ve kızlara iade-i itibarda bulunmaktır. Yani devrimle övünüp son aşamasına odaklanırken, aynı zamanda devrimcilere ve “Suriye halkı birdir” sloganına iade-i itibarda bulunmaktır. Zira devrim, Suriyelilerin tutuklama, öldürülme, yıkım, nüfusun yarısının şehirlerinden, kasabalarından, köylerinden ve evlerinden yerinden edilmesi ile bedelini ödediği bir şeydir. Devrimciler, yalnızca yüz binlerce kişiden oluşan ama bir unsurunun aylık maaşı 10 doları geçmeyen bir ordunun kendisini savunmadığı ve aşamalı olarak çöken bir rejimi devirmek için son darbeyi vuranlar değildir.

Devrimden daha önemli tek şey bir devlet kurmaktır. Troçki'nin ısrarla vurguladığı kalıcı devrim, devletin kurulmasını engeller ve sürekli çatışmalara ve savaşlara giden yolu açar. Devrimin başarılı olduğu herhangi bir ülke için en tehlikeli durum, devrimin ne bir devlet ya da rejim olamayarak, ne de devrim olarak kalamayarak melez bir şeye dönüşmesidir.

Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.