​Edgar Morin ve Batı'nın ‘kapitalist barbarlığına’ eleştiri

 Edgar Morin
Edgar Morin
TT

​Edgar Morin ve Batı'nın ‘kapitalist barbarlığına’ eleştiri

 Edgar Morin
Edgar Morin

Her şeyden önce Sefarad kökenli Fransız Filozof Edgar Morin'in eşsiz bir fenomen olduğunu söylemem gerekiyor. 1921 yılında doğan ve 20’inci yüzyıla damgasını vuran bu adam bugün hayatta. Asıl şaşırtıcı olan ise ilerleyen yaşına rağmen halen akli melekelerinin tam olarak yerinde olmasıdır. Dahası şu sıralar Fransa ve tüm dünya, onun bilgeliğine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor.
Daha dün, tüm dünyayı korkutan bu suçlu virüsün yarattığı sorunla ilgili konuştu. Bu virüsün adını dahi söylemeye cesaret edemiyorum, sadece korku ve panik için ondan bahsetmek istiyorum...
Morin, virüs sonrası dünyanın önceki gibi olmayacağını ya da en azından olmasının dahi umulamayacağını söyledi. Kibirli kapitalist Batı'yı aşırılıkçı alışkanlıklarından vazgeçmeye ve yaşam tarzını değiştirmeye çağırdı. ‘Bir Uygarlık Siyaseti’ adlı ünlü kitabında öncekinden tamamen farklı bir medeniyet politikası çağrısında bulunan Morin “Temelinde dayanışma ve hümanizm olmadan, tüm uluslar ve halklar arasında kardeşlik ilişkileri kurmadan insan onuruna saygı ve sempati duyan bir medeniyet olamaz” ifadelerini kullandı.
Hepimiz aynı yeryüzünde yaşıyoruz. Ya birlikte boğuluruz ya da birlikte hayatta kalırız. Aniden üzerimize kara bulut gibi çöken koronavirüs felaketi bunu bize açıkça gösterdi. Peki, virüs bu gücü nereden buldu? Gelecek yıl tam tamına 100 yaşını dolduracak olan, halen yazmaya ve yayımlamaya devam eden Morin üniversitelerde dersler vermeyi ve konferanslara katılmayı da sürdürüyor. Halen onun görüşlerinden ve fikirlerinden faydalanıyoruz. Allah ömrünü uzatsın. Gerçekten de buna ihtiyacımız var.
Burada, yakın zamanda yayınladığı ve 750 sayfayı aşan notlarına hızlı bir şekilde göz atacağım. Morin, notlarına çok güzel ve şiirsel bir başlık vermiş; “Anılar benimle buluşmaya geliyor”. Onu Fas’ın nakış gibi işlenmiş başkenti Rabat’ın merkezindeki Kelile ve Dimne Kitapçısı’ndan satın aldım. O kadar mutluydum ki trende Kuneytra’daki evime dönerken kitabı okumaya daldım.

Andre Breton ile ilişkisi
Edgar Morin, Fransız yazar Andre Breton ile ilk kez tanıştığında, güçlü kişiliği ve gösterişliliği karşısında şaşırmıştı. Adeta gerçeküstü bir kral olarak gerçeküstücülüğün tahtına yükseliyor gibiydi. Ancak beklediği ve korktuğu gibi sağa sola hakaretler edecekmiş gibi gergin bir hali yoktu. Malum Breton, tehditler ve vaatlerle dolu olan  ‘Manifeste du Surrealisme’in (Sürrealizm Manifestosu) yazarıdır. Breton önceleri otoritesini iyi kullanıyordu ve sürrealist (gerçeküstücülük) akımın Fransa’da ve hatta tüm dünyada yüzünü değiştiren ve genel ilkelerinden saptıran herkesi ötekileştirmekle tehdit ediyordu. Fakat bu patlayan volkan yavaş yavaş sakinleşti.
Sürrealist akımın 20’inci yüzyılda ortaya çıkan en önemli kültürel hareket olduğuna inanan Edgar Morin yazmayı, etrafını saran ve bastıran her türlü baskıdan kurtardı ve yaratıcılığın ufuklarını açtı. Bununla birlikte içsel bilinci, dışsal baskıcı bilincin kontrolünden arındırıp açığa çıkararak otomatik yani kendiliğinden yazım noktasına geldi. Andre Breton, Edgar Morin kendisiyle tanıştığında 60 yaşındaydı. Tüm çılgın deneyimleri yaşamış, olgunlaşmış ve karakterini tamamen oturtmuştu. Her zaman “Sevginin dışında hiçbir çözüm yoktur. Bu dünyadaki her şey geçicidir. Âşık olunan an hariç” derdi.
Bu da onun deprem sarsıntıları ve yanardağ patlamaları gibi deneyimleri aştığı anlamına geliyordu. Lanet okumak ve hakaret etmek yerine sevgi kavramı, dar ve geniş anlamda entelektüel ve edebi dünyasına hakim olmuştu. Edgar Morin onunla tanışmadan önce Breton kendisini sürrealizme tamamen kaptırmıştı. Breton’un gerçeküstücülüğün birinci, ikinci ve üçüncü manifestosunu okuyan Morin, metinlerin ne kadar zengin olduğunu fark etti. Morin bu okumaların ardından sürrealist akımın “Dünya değiştirilmelidir! Hayat değiştirilmelidir!” sloganına her zaman hayran kaldığını söylüyor. Daha sonra kendi adına geliştirdiği “Yaşamın nesirleri (düzyazı) ile yaşamın şiiri arasında iki taraflı bir kutuplaşma vardır” görüşünü Breton’a borçlu olduğunu da itiraf ediyor. Bu fikirden kasıt, hayatın düzyazı gibi mi yoksa şiirsel olarak mı yaşandığını sorgulamaktır. Aslında her iki durumda da yaşıyoruz, ancak dönüşümlü olarak. Tüm hayatımızı şiirsel bir havada yaşayamayız. Aksi takdirde hayali halüsinasyonlar ve delilik içinde boğulur ve gerçeklikten tamamen koparız. Şiirsel an, uzun nesir anlarından sonra sıkıcı bir monotonluktan sonra bile aniden gelmezse bir anlam ifade etmez. Ah ne güzel bir hayat, ne güzel, şiirsel bir hayat!

Roland Barthes ile ilişkisi
Edgar Morin’in Roland Barthes ile olan ilişkisi, ünlü Fransız yazar Jean-Paul Sartre ile olan durumun aksine ne düşmanca ne de dostça bir ilişkiydi. Morin, Barthes ile ilişkisini şöyle anlatıyor:
“1950'lerde çokça buluşurduk. 1960’lı yıllar boyunca simgebilime yöneldi. Daha sonra tıpkı diğer Fransız eleştirmenler gibi yapısalcılık akımına dahil oldu. Bu akımı abartıp israf ettiler. Edebiyatı pejmürde ve anatomik bir şekilde ele aldılar, ruhunu öldürdüler. Sıkıcı görünmesini sağladılar. Edebiyatı yavan ve sert bir bilime dönüştürmek istediler. Oysa bu imkansızdı. Çünkü edebiyatın ruhu, bilimin soğuk ve aritmetik metodolojisine karşı şiirsel bir karaktere sahiptir. Bu nedenle, daha sonraki yıllarda yapısalcılığı terk edip gerçek edebiyat ruhuna döndüklerinde ve neşeli kitaplar yazılmaya başlandığında çok sevindim.”
Bu sözleri Edgar Morin’den duymak beni o kadar mutlu etti ki! Adeta yeniden dünyaya geldim! Çünkü ben de yapısalcılığı tıpkı bu gözle bakıyorum. 1970’lerin sonlarında edebiyat eleştirmenliği okumak için Paris’e geldiğimde bu bölümün soğukluğu ile beni nasıl şaşırttığını ve rahatsız ettiğini hatırlıyorum. Daha önce de bu konuda yazmıştım. Önce Paris’te daha sonra da Arap dünyasında tamamen kibirden oluşan yapısalcılık akımından duyduğum memnuniyetsizliği ifade ettim. Yapısalcılık, Abdulkahir el-Curcani’nin dâhiyane Nazım Teorisi'nin evriminden başka bir şey değildir. Eğlenceli metinler unutulmamalı, boş formaliteler ve istatistiksel tablolarla dolu bu yapısalcılık yüzünden metnin estetiği yok edilmemelidir. Bununla birlikte o zamanlar Fransız entelektüelleri bize “insan ölür, yazar da ölür” türünden sloganlarla gelmeye devam ettiler. Aynı zamanda metinlerinin ve yazılarının altına kendi isimleriyle imza atmak konusunda oldukça hevesliydiler. Neden yazarın ölüm teorisini kendilerine uygulamadılar? Neden isimlerini kitaplarına parlak harflerle yazmaya istekliydiler? Bu nasıl bir saçmalıktı? Neyse ki şimdi hepsi Paris sahnesinden çekildiler de bu furya sona erdi.
{Köpük atılıp gider; insanlara fayda veren şeye gelince, o dünya durdukça durur} [Ra'd Suresi - 17. Ayet]

Edgar Morin ve Batı uygarlığı
Tek hasta olanın Doğu dünyası olduğunu düşünürdük ama Batı'nın tamamen farklı da olsa hasta olduğunu keşfettik. Dinde aşırılıktan ve zorlamadan, bizi parçalayan ve ulusal birliğimizi uzak bir rüya haline getiren mezheplerden şikâyetçiyiz. Onlar ise müstehcenlik ve materyalizme boğulmuş aşırılıktan, arzularının peşinden çılgınca koşmaktan, ideallerden ve maneviyattan tamamen kopmuş olmaktan muzdaripler. Aşırılıkçılık ve anti-aşırılıkçılık... Birden fazla sebep ve bir ölüm! Edgar Morin bize bunun ne anlama geldiğini söylüyor. Batı toplumlarının aydınlanma aşamasından sonra köktendincilik aşamasını geçtiği doğrudur. Ancak bu öncekinden başka yeni bir köktendinciliktir. Mezhepleri aştığı ve artık kimliğini feda etmediği doğrudur. Fakat bu durum, soğuk kapitalist barbarlık diyebileceğimiz yeni bir barbarlık çeşidi doğurdu. Yani, soğuk hesaplar, kâr, çıkar ve teknoloji içerikli bir barbarlık. Bana bankadaki birikimini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. Artık materyallerin, hesapların ve mülkiyetin ötesinde başka hiç bir değer yok. İnsanın değeri banka hesabındaki miktara indirgendi. Batı toplumlarında eğer bir kişinin banka hesabındaki miktar yüklüyse, ahlaki ve insani açıdan ‘soğan kabuğuna’ dahi değmeyecek önemsiz bir insan olsa bile en büyük insanlardan biri olarak görülüyor. Eğer bir kişinin banka hesabındaki miktar azsa, en onurlu insan dahi olsa hiçbir değeri yoktur! Çağdaş uygarlığın atalarımızın ve dedelerimizin hayal ettikleri Batı toplumları için muazzam başarılar sağladığı doğrudur. Maddi refah, gelişmiş tıbbi alan, mükemmel hastaneler, sağlık sigortası, sosyal güvenlik, demokratik yönetim, insanların kutsalları ve dini konularda dahi düşünce ve ifade özgürlüğü gibi... Hepsi paha biçilmez ve değeri sadece onlardan yoksun olanlar tarafından bilinen harika şeylerdir (bknz. Arap ülkeleri ve Müslüman dünyasının geneli). Ancak bu maddi refahın mutlak mutluluk anlamına gelmediğini keşfettik. Bunun için genel psikolojik yorgunluk, sıkıntı, alkolizm, uyuşturucu, içsel boşluk veya derin içsel boşluk gibi ağır bir bedel ödedik. Bu, Batılı insanın halidir. Bu durum her türlü umutsuzluğu getirir, nihilizme (hiççilik) sürükler ve hatta intiharla sonuçlanır. Bu yüzden Batılılar kişisel düzeyde halen bencil, hatta başka türden olsalar bile halen barbardırlar. Burada şu sorular ortaya çıkıyor; neden barbarlığın köktendincilik, müstehcenlik ve Ortaçağ karanlığını aşmanın ötesine geçen uygar insanın derinliklerinde ortaya çıkmaya hazır olduğunu görüyoruz? Neden Batılılar kentsel, endüstriyel, maddi, teknolojik ve medeniyet açısından en gelişmiş toplumlar oluyorlar?

Büyük filozofun bu sorulara verdiği yanıt, iyi anlamanız dileğiyle aşağıdaki gibidir;
“Çünkü evrensel sempati mesajı, insan kardeşliği fikri ve daha yüksek ideal değerler, insanın derinliklerine bastırılan barbarlığın halen sağlam olan çekirdeğini yenememiştir.”
Teşekkürler, Edgar Morin!
 
 
 
 
 
 
 



Cezayir seçimleri: Siyasal İslamcılara karşı “bağımsızlar”

Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)
Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)
TT

Cezayir seçimleri: Siyasal İslamcılara karşı “bağımsızlar”

Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)
Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)

Cezayir, 12 Haziran'da yapılması planlanan Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun döneminin ilk seçimlerine doğru giderken İslami eğilimli partilerin, çoğu bağımsız olan muhalifler karşısında güçlü sonuçlar elde etme olasılığının yüksek olduğunu gösteren göstergeler söz konusu. İslami eğilimli partilerin şansı, ülkede 2019 yılında halkın sokaklara döküldüğü, eski Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika'nın uzun soluklu iktidarının sona ermesine katkıda bulunan ‘halk hareketinin’ (Hirak) bazı kesimlerinin yanı sıra Sosyalist Güçler Cephesi (FFS) ile Kültür ve Demokrasi Birliği (RCD) gibi laik partilerin seçimleri boykot etme kararı almaları dahil olmak üzere birçok faktör tarafından destekleniyor. Siyasi arenaya uzun yıllar hakim olan Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) ve Demokratik Ulusal Birlik (RND) partileri, eski rejime olan bağlılıkları nedeniyle, yarışa bölünmüş halde girdiler.
Pekk, seçim yarışı tablosu, sandık başına gidilmesine günler kala nasıl şekillendi?

‘Milliyetçi’ partiler
FLN, Cezayir’in 1962 yılında bağımsızlığını kazanmasında bu yana ülkenin siyaset sahnesini hegemonyası altına aldı. Hegemonyası, yetkililerin halk protestolarından sonra tek partili hükümet sistemini kaldırdığı 1989 yılına kadar devam etti. Parti, Aralık 1991 seçimlerinde İslami Kurtuluş Cephesi (FIS) karşısında neredeyse iktidarı kaybediyordu. Ancak ordu, seçimlerin ilk tur sonuçlarını iptal etti. Bu adım, 1992 yılının başlarından itibaren ülkenin on yılı aşkın bir süre boyunca şiddet döngüsüne girmesine neden oldu. Cezayir 1997 yılında, 1992'de iptal edilen seçimlerden sonraki ilk parlamento seçimlerini gerçekleştirdi. RND, bu seçimleri, açık ara farkla (156 milletvekili) kazandı. RND, FLN tarafından ihanete uğramaktan korkan parti yetkilileri tarafından kurulan yeni bir partiydi. FLN ise FIS’in kapatılmasının ardından ülkedeki ana İslami eğilimli parti haline gelen Barış Toplumu Hareketi'nden (MSP (69 milletvekili) sonra üçüncü sırada (62 milletvekili) geldi.
FLN, 2002 seçimlerinde 199 sandalye kazanarak yeniden lider olurken RND (1997 seçimlerinde 156 milletvekili çıkardıktan sonra) sadece 47 sandalyeyle üçüncü sıraya geriledi. Partinin bu düşüşü, o dönem parti lideri olan Liamine Zeroual ile bağlantılı olabilir.  Zeroual istifa edip iktidarı Buteflika'ya devrettikten sonra, Buteflika'nın onursal başkanlığını yaptığı FLN iktidarı yeniden geri aldı. 2007 seçimlerinde FLN 136 sandalyeyle liderliğini sürdürürken, onu 61 sandalyeyle RND izledi. 2012 seçimlerinde de tablo değişmedi. FLN, 208 sandalyeyle liderliğini sürdürürken RND 58 sandalye ile peşinden geldi. 2017 seçimlerinde aynı sahne bir kez daha tekrarlandı. FLN, 146 sandalyeyle liderliğini korurken RND, 97 sandalyeyle onu takip etti.
FLN ve RND’nin, Buteflika'nın 1999'dan 2019'a kadar süren iktidarının temel dayanakları olduğu açıkça görülse de Cezayirliler, 12 Haziran'da sandık başına gittiklerinde, iki partinin Buteflika rejimine bağlılıkları ve eski rejimi savunmaları onlara zarar verebilir. Bu iki partinin Buteflika'yı hasta ve konuşamazken haldeyken bile desteklediği ve sağlığının sebep olduğu engelleri bilmelerine rağmen Buteflika’yı arka arkaya cumhurbaşkanlığına aday gösterdikleri biliniyor. Dahası, Buteflika rejimi düşer düşmez bu iki partiden önde gelen çok sayıda isim, yolsuzluk ve yasadışı servet edinme suçlarından hüküm giyerek kendilerini parmaklıklar ardında buldu.
Tüm bu faktörler, kendilerini milliyetçi olarak niteleyen bu iki partinin egemenliğinin sona ermek üzere olabileceği ve 12 Haziran seçimlerinden feci sonuçlarla çıkabileceği izlenimi veriyor.

İslami eğilimli partiler
İslami eğilimli partiler, muhaliflerinin dağılması ve bir noktada her zaman hükümetlerin milliyetçilerle siyasal İslamcıları (FLN, RND ve MSP) bir araya getirmesi gerektiğinde ısrar eden eski Cumhurbaşkanı Buteflika’nın rejiminin bir parçası olmasına rağmen, Buteflika'ya karşı halk hareketine verdiği desteği sürmesini sonucunda 2021 seçimlerine güçlü bir konumda giriyorlar.
Siyasal İslamcıların Buteflika yönetiminden ayrılması, 2011'de Arap Baharı'nın başlamasından hemen sonrasına denk geliyor. İslami eğilimli partiler, muhalifleri tarafından, tökezleyen halk hareketini sürdürerek fırsatçı olmakla suçlandılar. Arap Baharı, Mısır, Tunus ve Libya'da olduğu gibi Cezayir’de de siyasal İslamcıları öne çıkardı. Tıpkı, parlamento seçimlerinin siyasal İslamcıların ilk kez hükümete liderlik etmelerine izin veren en büyük payı kazanmasıyla sonuçlandığı Fas’ta olduğu gibi.
Ancak 2012 seçimleri, siyasal İslamcıların istediği gibi geçmedi. Çünkü resmi sonuçlar FLN'nin ve RND’nin hakimiyetinin devam ettiğini gösterdi. Bu sonuçlar, siyasal İslamcıları seçimlerde hileli yapıldığı iddiasında bulunmaya itti. Aynı sonuç, siyasal İslamcıların milliyetçilerin ardından üçüncü sırada yer aldığı 2017 seçimlerinde de tekrarlandı. Ancak bugün 2021 seçimlerinin arifesinde, rakiplerinin ve muhaliflerinin yaşadığı talihsizlikler, en çok siyasal İslamcıların işine yarayacak gibi görünen bir tablo söz konusu.
İslami eğilimli partilerin başını şuan, Abdurrezzak Mukri liderliğindeki MSP ve Abdullah Caballa liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Cephesi (FJD) çekiyor.

Laik partiler
Cezayir’deki laik partilerin başını ise uzun yıllardır, güçleri Tizi Vuzu ve Bicaye gibi aşiret bölgelerinde yoğunlaşan FFS ve RCD çekiyor. Ancak bu iki parti geçtiğimiz yıllarda, özellikle FFS’nin önde gelen isimlerinden Hüseyin Ayet Ahmed’in partiden ayrılmasından ve RCD’nin lideri Said Sadi'nin istifasından sonra, kendilerini sürekli bir kaos içerisinde buldular. Bunun yanı sıra iki parti, 2021 seçimlerini boykot etme kararı aldıklarını açıkladılar. Troyka yanlısı (Avrupa Birliği/AB, Uluslararası Para Fonu/IMF, Avrupa Merkez Bankası/AMB) siyasetçi Louisa Hanun liderliğinde Sosyalist Eşitlik Partisi (PES) adlı üçüncü bir sol eğilimli parti daha var. Bu parti de 12 Haziran seçimlerini de boykot edecek, ancak halk arasındaki popülaritesi, hiçbir zaman 1990'larda siyasal İslamcılara yönelik sert eleştirileriyle tanınan lideri Hanun'unki kadar yüksek olmadı.

Halk hareketi ve ordu
Halk hareketi, 2019 yılında Buteflika rejimini devirmede orduyla birlikte önemli bir rol oynadı. Cumhurbaşkanının sağlığının elverişsiz olmasına rağmen seçimlerde yeniden aday olmasına karşı başlayan halk protestoları sonrasında ordu, halk hareketinin yanında yer almaya karar verdi ve aynı yılın Nisan ayında Buteflika'yı iktidardan uzaklaştırdı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Ahmed Kayid Salah, Buteflika’nın azledilmesinin yanı sıra Buteflika rejiminin iktidarının temel direkleri eski başbakanlardan Abdulmelik Sellal ve Ahmed Uyahya ile parti liderleri ve işadamlarından ve hatta bazı ordu komutanlarından çok sayıda ismin yargılanmasında kilit bir rol oynadı. Aynı zamanda ‘General Tevfik’ adıyla bilinen eski İstihbarat ve Güvenlik Dairesi (DRS) Başkanı Muhammed Medin ve İstihbarat Teşkilatı Başkanı Osman Tartak (Beşir) da görevden alındı. Ancak Kayid Salah'ın rolü, Buteflika rejimini devirmesinden sadece aylar sonra Aralık 2019'da aniden vefat etmesiyle sona erdi. Ancak orduya verdiği halk hareketiyle birlikte hareket etmesi yönündeki emri, Abdulmecid Tebbun’u cumhurbaşkanlığına getiren mevcut dönemin önünü açtı.
Cezayir ordusu şuan, sürekli olarak askeri birliklerin önünde konuşmalar ve sırayla saha ziyaretleri yapan Genelkurmay Başkanı Said Şangariha tarafından yönetiliyor. Ama aslında, ordu liderliğinin ve onunla birlikte istihbarat servisinin, tıpkı geçmiş yıllarda olduğu gibi bu kez de perde arkasında siyasi bir rol oynamaya devam etmeye istekli mi olduğu yoksa siyaset sahnesini seçimlerden çıkacak olan iktidara terk mi edeceği henüz netlik kazanmış değil.
FLN’nin 1992 yılında iktidara gelmesinin engellenmesi için ordunun doğrudan müdahale etmesi gerekti. Bu adımı eleştirenler ülkeyi kanlı bir on yıla sürüklediğini söylerken, destekleyenler ise bu adımın ülkeyi o dönemde liderlerinin açıklamalarından çıkarılan sonuca göre demokrasiye inanmayan bir partinin elinden kurtardığını söylüyorlar.
Öte yandan, halk hareketinin Buteflika yönetimine son vermedeki ana rolüne rağmen, asıl sorunu eleştirenlerin de söylediği üzere kendisini temsil eden ve onun adına konuşan bir liderlik üretememiş olmasıdır. Her ne kadar hareketin kendisini temsil edecek birini çıkaramamasının, kendi çıkarına olumlu bir faktör olduğunu söyleyenler de var. Çünkü onlara göre iktidar, halk hareketini sona erdirmek için hareketin önde gelen isimlerini tutuklayabilirdi. Hatta hareketin, İslami eğilimli saflarda daha görünür hale gelmesiyle, belki de gösterilerin FLN’nin kalesi olarak bilinen bölgelerden gelenlerin güçlü bir şekilde yer aldıkları başkent Cezayir’de çoğu zaman cuma namazından sonra düzenlenmesi nedeniyle, ortaya çıkışının ilk aylarında sahip olduğu ivmenin bir miktarını geçtiğimiz aylarda kaybettiği de ortadadır.
Dolayısıyla, hareketin bir bölümünün ihtiyaç duyulan değişikliği sağlayamayacağı gerekçesiyle seçimleri boykot edeceği, ideolojiye sahip bir başka kesimin ise siyasal İslamcılara oy vereceği açıktır.

Bağımsızlar
Eğer tablo böyle devam ederse, siyasal İslamcıların iktidara gelmesini önleme iddiası, özellikle Cumhurbaşkanı Tebbun belirli bir partiyi desteklemediğinden ve seçimlerde yarışacak bir partiye sahip olmadığından, büyük ölçüde önümüzdeki anketlerdeki bağımsız adayların performansına bağlı olacak gibi görünüyor. Cezayir Bağımsız Ulusal Seçim İdaresi istatistiklerine göre seçim yarışı, 646’sı partili,  837’si bağımsız olmak üzere bin 483 milletvekili adayı arasında gerçekleşecek. Peki, kim galip gelecek? Bu sorunun cevabı seçime birkaç gün kala netleşebilir mi?