Gayrimüslimlere ibadet özgürlüğü Cezayir'de tartışmalara neden oldu

Başkent Cezayir’deki Notre Dame d'Afrique Bazilikası (Kasbah Belediyesi)
Başkent Cezayir’deki Notre Dame d'Afrique Bazilikası (Kasbah Belediyesi)
TT

Gayrimüslimlere ibadet özgürlüğü Cezayir'de tartışmalara neden oldu

Başkent Cezayir’deki Notre Dame d'Afrique Bazilikası (Kasbah Belediyesi)
Başkent Cezayir’deki Notre Dame d'Afrique Bazilikası (Kasbah Belediyesi)

Atıf Kadadre
Dört yıldır yürürlükte olan anayasanın yerine Cezayir Cumhubaşkanlığı tarafından önerilen anayasa taslağındaki “ibadet” terimi, çekmek, başta siyasi partiler olmak üzere gözlemci kesimde yankı uyandırdı.
Önerilen anayasa taslağının temel hak ve özgürlükler bölümünün ilk odağındaki 11. fıkrada “ibadetlerin ayrımcılık yapılmadan himaye edilmesi” tabiri geçiyor. Böylece, 2006'da yürürlüğe giren tartışmalı bir yasa mucibince Cezayir'deki gayrimüslimlerin ritüelleri için kullanılan “ayin” kelimesinin   yerine “ibadet” terimi öngörülüyor. Bu muhtemelen Cezayir ve Hristiyan kurumları arasında genellikle tartışmalara neden olan “Gayrimüslimlerin Dini Ayinleri” yasasında değişiklik yapılmasını gerektirecek.
Cumhurbaşkanlığına bağlı Yüksek İslam Konseyi Genel Sekreteri Prof. Buzeyd Boomedin, önceki anayasada kullanılan “ayin” tabirinin daha yerinde bir ifade olduğunu, dini-akidevi uygulamalarda çeşitliliğe delalet ettiğini söylüyor.
Eski bir parlamenter olan Ramazan bin Tabbule, Independent Arabia’ya verdiği demeçte, dini özgürlükler meselesindeki bu atıfın Cumhurbaşkanı Tebbun’un cesaretine işaret ettiğini düşünüyor. Aynı zamanda şu ifadeleri kullanıyor:
“Bu konuda ne kadar emin gözükürsek gözükelim, bu mesele Cezayir’de ciddi anlaşmazlıklara neden oldu. Yani bu adımın düzeltilmesi gereken bir hata olduğu anlamına geliyor. Bu bölümü içeren anayasa reformu, yasal inceleme ve muhtemelen çeşitli kurumlarla uzlaşmayı gerektiriyor. Anayasa kimlik maddelerinde sabittir: Devletin dini İslam’dır. Bu konuda panik yapmaya gerek yok.”
Önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Abdulkadir bin Karine’yi aday gösteren Ulusal Bina Hareketi ise, “Taslak, Cezayir ulusunun ideolojisi ile yabancı olanlar arasında bir ayrım bulunmadığından inanç özgürlüğünü cesurca ele almıştır. Birliğimizi parçalama ve şekli ne olursa olsun azınlık inşa etmek için baskı aracı niteliğindedir” açıklamasında bulundu.

Cezayir anayasasında din
“Gayrimüslimlerin inanç özgürlüğünün kısıtlanması" başlığı altında Cezayir hükümetlerine karşı daima ser eleştiriler yapılmıştır.
Yürürlükteki anayasanın 2. maddesinde devletin dininin ise İslam olduğu öngörülürken 36. maddede ise “İnanç ve düşünce özgürlüğü güvence altına alınmıştır” ifadeleri yer alıyor. 29. maddede de “Yasa huzurunda tüm vatandaşlar; ırk, cinsiyet, görüş veya kişisel ya da sosyal farklılıklar nedeniyle ayrım yapılmadan, eşittir” ibaresi bulunuyor.
“Ayin” dosyası, ilk defa 2006’da kanuni bir açıdan ele alınmıştı. O sırada “Kabiliye’yi Hıristiyanlaşma kampanyaları” olduğuna dair şikayetler mevcuttu. Avrupa Parlamentosu dahil olmak üzere Avrupa ve Hristiyan tarafı ise Diyanet İşleri, Vakıflar ve İçişleri Bakanlıklarına yönelik şikayette bulunuyordu.
Bu konudaki anlaşmazlıklar düzinelerce kilisenin kapatıldığı Ekim 2019’da yeniden ortaya çıkmıştı. Avrupa Parlamentosu, ülkedeki dini özgürlükler dosyası konusunda bir oturum yapmış; İçişleri ve Yerel Yönetimler Bakanı Selahaddin Dahmun ise Tizi Vuzu, Bicaiye ve Vahran’da ruhsatsız bir şekilde ibadethaneye dönüştürülen ahır, depo, karargah gibi 49 yasadışı karargahın kapatıldığını açıklamıştı.  

Dış kapıyı kapat
Cezayir hükümeti, Batı’nın “inanç özgürlüğünü kısıtlandığı” eleştirilerine zaten “anayasanın inanç özgürlüğünü ve gayrimüslimler için dini ayinlerin yasallığını garanti ettiği, bu konuda bir kısıtlama yürütmediğini” dile getirerek cevap veriyor. Peki Cezayir’deki dini özgürlük hakkında neden uluslararası kurumlarda konuşulmaya devam ediyor?
Şarku’l Avsat’ın aktardığına göre Independent Arabia’ya konuşan yazar Süleyman Velid et-Tarfa, bu konuda şöyle söylüyor:
“Cezayir, bu alanda tahkimli devlet mantığı ile ilerliyor. Anayasada devlet dininin İslam olduğu ibaresi yer alırken resmi rakamlar ise cami, kilise gibi dini kurumların kurulmasını desteklemiyor. Bilindiği gibi camiler vatandaşların bağışlarına tâbi. Kiliseler konusu ise güvenlik arka planında endişe arz ediyor. Nitekim Cezayir’in belirli bölgelerinin Hristiyanlaştırılmasından korkuluyor. Cezayir devleti, kimliği ve birliğinden vurulmak istendiğini biliyor ve bu temelde hareket ediyor.”

Ceza ve kanunlaştırma
Cezayir'de gayrimüslimlerin dini törenleri için yürürlükte olan yasa tasarısında, dernekler için yürürlükte olan yasaya göre onaylanan dini nitelikteki dernekler çerçevesi dışında uygulananlar konusunda cezai önlemler yer alıyor.
Cezayir anayasası, bir vatandaşın başkalarının zorlaması olmadan istediği dini benimsemesine izin veriyor. Bir kimseyi dinini değiştirmeye zorlamak için baskı yapan, teşvik yöntemlerini kullanan, bu amaçla eğitim, sağlık, toplumsal ve kültürel dahil olmak üzere herhangi bir kurumu maddi manevi aracı eden herkes, 11. madde gereğince iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ve 500 bin ila milyon dinar arasında para cezasına çarptırılıyor. 



Irak ve yaklaşan seçimlerde bir 'truva atı' olarak mezhepçilik

Başkent Bağdat’taki seçim afişleri, 7 Aralık 2023 (AFP)
Başkent Bağdat’taki seçim afişleri, 7 Aralık 2023 (AFP)
TT

Irak ve yaklaşan seçimlerde bir 'truva atı' olarak mezhepçilik

Başkent Bağdat’taki seçim afişleri, 7 Aralık 2023 (AFP)
Başkent Bağdat’taki seçim afişleri, 7 Aralık 2023 (AFP)

İyad el-Anber

Irak'ta ne zaman seçimler yaklaşsa (ülkede 11 Kasım'da parlamento seçimleri yapılması planlanıyor) siyasi sınıf tarafından desteklenen ve bu siyasi sınıfların çevreleri tarafından sosyal medyada ve basında pazarlanan bir tartışmalar sarmalına giriyoruz. Bu kez bazı siyasi başlıklar mezhepçiliğe geri dönmeyi seçmiş gibi görünüyor. Mezhepçiliği hiç terk etmemiş olsalar da siyasi söylemlerinin yeni ve güncellenmiş versiyonları üzerinde çalışıyorlar ve bu söylemler daha çok, Şii bileşenin haklılığını ya da Sünni bileşenin marjinalleştirilmesini çağrıştırıyor.

Suriye'de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından mezhepçilik yükselişe geçti. Suriye'deki değişimin Irak'taki durumlar üzerindeki yansıması pazarlanmaya başlandı. ‘Korku tacirliği’ söylemi yanlış bir karşılaştırmaya dayanıyordu, ancak en büyük mezhep bileşeninin (Şii Koordinasyon Çerçevesi) ‘siyasi kazanımlarını’ kaybetme korkusuyla besleniyordu.

Buradaki yanılgı, Beşşar Esed döneminde Suriye'nin, mezhepçilikten önce nüfuz ve güç çemberleriyle kendisine bağlı olan bir çevre ve takipçiler aracılığıyla kendisini güçlendirmeye çalışan diktatör bir rejim tarafından demir yumrukla yönetildiğini kabul edilmek istenmemesi. Önceki rejim (Saddam Hüseyin rejimi) sırasında, Irak'ta da aynı durum söz konusuydu. Ancak Beşşar Esed rejimini savunmak için silaha sarılanlar, bu gerçeği kabul etmek yerine Suriye'ye müdahalelerinin ‘mezhebin kazanımlarını savunma ve türbelerini koruma’ sloganının bir parçası olduğunda ısrar etmek istiyorlar. Dolayısıyla, mezhepsel korku propagandasına geri dönüş, Beşşar Esed rejimini desteklemek için Iraklı silah gruplarının müdahalesine yönelik propaganda ve gerekçelerin başarısızlığını örtbas etmeyi amaçlıyor.

Öte yandan Sünni siyasetçilerin Suriye'deki değişimin Irak'a etkisinden korkanlara bedava propaganda malzemesi vermeye başlayan ve Suriye senaryosunun Irak'ta tekrarlanmaması için siyasi temsilin yeniden dengelenmesi gerektiğini savunan söylemlerde bulunuyorlar. Ancak burada Sünni siyasi güçlerin 2003 sonrası yönetim deneyimine açık ve net bir şekilde katılım gösterdiği gerçeği gözden kaçırılıyor. Ülkedeki tüm güçler, siyasi sistemin kırılganlığına, kurumlarının etkin olmamasına ve devletin rant ekonomisinin aralarında paylaşılmasında suç ortağıdır. Fakat tek fark, bazı Şii siyasi güçlerin siyasi nüfuzlarını silah, siyaset ve yolsuzluk üçlüsüyle empoze ederken, bazı Sünni siyasi güçlerin, siyaset ve yolsuzluk ikileminde kalmasıdır.

2003 yılındaki rejim değişikliğinden sonra en büyük mezhep bileşeninin elde ettiği siyasi kazanımları koruma ihtiyacı çerçevesinde mezhepçi söylemi pazarlayanlar, adaletin yokluğunu vurgulamak isteyenler arasında mezhepçi bir danışıklı dövüş söz konusu.

Mezhepsel iş birliği

Irak’ta 2003 yılındaki rejim değişikliğinden sonra en büyük mezhep bileşeninin elde ettiği siyasi kazanımları koruma ihtiyacı çerçevesinde mezhepçi söylemi pazarlayanlar ile adaletin yokluğunu vurgulamak isteyenler ve sosyal adaletin yokluğunu, Sünni bileşenin marjinalleştirilmesini ya da siyasi karar alma süreçlerinden dışlanmasını ve bu bileşene karşı baskıcı güvenlik uygulamalarının kullanılmasını vurgulamak isteyenler arasında mezhepçi bir danışıklı dövüş söz konusu. İki tarafın söylemleri birbirlerine iyilik yapıyor. Bu tür söylemlerin hazırlanması ve sunulması konusunda bir anlaşma olmayabilir ama sonuçta ortaya atılan her mezhepçi söylemin karşılık bulacağına şüphe yok. Bu argümanların ve yanıtların girdabına girdiğimizde, siyasi mezhepçilerin amacına ulaşılmış olacak.

Fransız tarihçi ve sosyolog Gustave Le Bon ‘Kitleler Psikolojisi’ adlı kitabında şöyle yazmıştır:

 “Fikirlerin grupların zihinlerine ve ruhlarına aktarılması üç ana yolla gerçekleşir:

1- Vurgu: Grupların düşünceleri basit, akıl ve kanıttan yoksun olduğunda, bu düşünceleri etkilemede en önemli faktör belirli bir fikri vurgulamaktır. Bu fikir ne kadar kısa ve soyut bir şekilde vurgulanırsa, etki de o kadar büyük olacaktır. Vurgu, siyasi bir eylemi savunmak isteyen politikacılar tarafından bilinen bir değere sahiptir.

2- Tekrar: Tekrarın aydınlanmışların zihinleri üzerinde büyük bir etkisi, kitlelerin zihinlerinde ise daha büyük bir etkisi vardır. Bunun nedeni, tekrarın insan eylemlerinin nedenlerinin demlendiği bilinçaltı fakültelerinin boşluklarına yerleştirilmesidir. Zamanın biraz geçmesi halinde, kişi tekrarın yazarının kim olduğunu unutur ve sonunda tekrara inanır.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şaraa'nın Bağdat'ta düzenlenen 34. Arap Birliği Zirvesi’ne davet edilmesine karşı Basra’da düzenlenen protesto gösterisinden 12 Mayıs 2025 (Reuters)Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şaraa'nın Bağdat'ta düzenlenen 34. Arap Birliği Zirvesi’ne davet edilmesine karşı Basra’da düzenlenen protesto gösterisinden 12 Mayıs 2025 (Reuters)

3- Bulaşıcılık: Bulaşıcılığın etkisi, fikirlerin standartlaştırılmasının ötesine geçerek olayların nasıl etkileneceğinin standartlaştırılmasına kadar uzanır. Bulaşıcılık, argümanların ve kanıtların değil, kitlesel fikirlerin ve inançların yayılmasının temelini oluşturur. Fikirler, duygular, etkiler ve inançlar kitleler içinde topluluk arasında yayılan mikroplar kadar bulaşıcıdır.

Irak’ın yönetiminde 2003 yılından sonra Şii deneyimine karşı komplo söylemi tekrarlandığında, bu bir çeşit Şii bölgelerinde yaşayanlar için başarısızlığı örtbas etmeyi amaçlayan komplo teorisi yanılsamalarının pazarlanmasıdır.

Gustave Le Bon'a göre yukarıda bahsi geçen üç yöntem geleneksel yollarla yapılır ve toplumların zihninde yer etmesi için uzun bir zamana ihtiyaç vardır. Sloganları ve mezhepsel projeleri gerçeklermiş gibi pazarlayabilen ve halkı bunların etrafında toplayan medya ve sosyal medya platformlarının hâkim olduğu bir dünyada bu tür yanılsamaların pazarlanması çok kolay hale geldi. Önceki dönemlerde yanılsama yaratmak ve insanları yanlış yönlendirmek devletin ve medya kuruluşlarının tekelinde olan bir görevdi. Ancak sosyal medyanın hakimiyetiyle birlikte, kendisini o mezhebin hakkını savunan, mağduriyetlerini dile getiren ya da kazanımlarını koruyan o kişi olarak tanıtmaya çalışan herkes bunu yapma imkanına sahip oldu.

Mezhepsel korkuların pazarlanması, halkları için kazanımlar sağlayamayan siyasetçilerin en önemli araçlarından biri olduğundan, tüm yetenek ve kabiliyetlerini kendilerini hedef alan komplo teorilerini, projelerini ve planlarını pazarlamak için seferber ederler ve kendilerine karşı komplo kuran tarafları ve ülkeleri de çok iyi bilirler! Bu yüzden birçok siyasi liderin, mezhep meselesinin üstesinden gelemeyen bir sistem ve devlet yönetimi üreten siyasi başarısızlığı kabul etmekten kaçmanın bir yolu olarak kendilerini ya da kitlelerini hedef alan komploların desteklenmesine katkıda bulunduğunu görebilirsiniz.

Elitizm ve kültür savunucularının birçoğu, üretmeye ve pazarlamaya çalıştıkları mezhepsel gerilim çemberleri hakkında halkın farkındalığını klişeleştirme konusunda politikacılarla iş birliği yaptığında, popülistlerin görevi sıradanlığı ve sosyal medya platformları aracılığıyla mezhepsel söylemleri pazarlamak olur. Bunun sonucu ise kesinlikle ‘yeni cahiller’ yaratmak olacaktır.

kabine üyelerine hitap ederken, 29 Mart 2025 (AFP)Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, Şam'daki başkanlık sarayında yeni kabine üyelerine hitap ederken, 29 Mart 2025 (AFP)

İktidar güçleri, ancak siyasi varlıklarına meşruiyet kazandıracak yanılsamaları sürdürerek halk üzerindeki etkilerini kabul ettirebileceklerine inanıyor. Toplumu bölünmüş halde tutmak, iktidarda kalmalarını sağlamak için tek şans. Siyasi güçler artık kendilerini parti unvanlarıyla değil, bileşenleri bir araya getiren ‘Sünni Evi, Şii Evi ve Kürt Evi’ gibi unvanlarla sunmak istiyorlar. Bunu yaparken de bu ‘evlerdeki’ herhangi bir parçalanma ya da siyasi bölünmenin siyasi süreç ve hatta iç barış için bir tehdit olduğu fikrini öne sürüyorlar! Dolayısıyla bu bölünmeler, kendilerini o mezhebin veya akımın koruyucuları olarak sunan ‘liderler’ üretti.

Siyasetçi ve ‘seçkinlerin’ mezhepçiliği desteklemedeki rolleri birbirinin yerine geçebilir. Irak’ın yönetiminde 2003 yılından sonra Şii deneyimine karşı komplo söylemi tekrarlandığında, bu bir çeşit Şii bölgelerinde yaşayanlar için başarısızlığı örtbas etmeyi amaçlayan komplo teorisi yanılsamalarının pazarlanmasıdır.

İktidarı Sünnilerden alıp Şiilere verme fikrini destekleyenler, çoğunluğu askeri bir darbeyle iktidarı ele geçiren ve geri kalan mezheplere ve milliyetlere kendi yönetimini dayatan bir azınlığın yönetimine tabi olamayacak çeşitliliğin olduğu bir toplumun temsilcisi olarak siyasi gerçeklikle başa çıkmayı reddeden geçmişin yanılsamalarında tutunup kalmak istiyorlar. Burada siyasetçi, diğer siyasi güçlerle paylaştığı iktidarın keyfini çıkarırken, destekçilerin geçmişin nostaljisiyle kandırılmalarını umuyor.

Çoğu Şii siyasetçi, etnik mağduriyetlere ağıt yakma söylemine devam ediyor. Hatta bu durum öyle bir hal aldı ki, bugün hükümetin ve iktidarın dizginlerini ellerinde tutanların kendileri olduğunu unutmuş durumdalar.

Adaletsizliğin bulaşıcılığı

Birçok siyasi aktör ister gerçekten düşmanları olsun ister düşman yaratmaya çalışsın, siyasi alanda düşmanları olmadan varlığını sürdüremez. Onların hayal güçlerini ‘komplo teorisi’ ele geçirmiştir. Seçim dönemlerinde bu düşman, iktidarın paylaşıldığı koalisyonun bir ortağıdır, ancak seçim kampanyası başladığında bu ortaklığın geçerliliği sona erer. İktidar deneyimine karşı komplo, genellikle dış gündemle ve en büyük bileşeni yönetme hakkından mahrum etmek ya da engellemek isteyen bölgesel eksenlerle ilişkili olur.

Mezhepçi siyasetçilerin söylemlerinde düşmanın tanımlanmasına ilişkin bir rol değişimi söz konusudur. Örneğin, siyaset sahnesindeki ve medyadaki bazı simalar en büyük Şii bileşenin haklarını savunur. Burada çoğunluğun haklarını anlamada bir yanlışlık olduğunu görebiliriz. Yönetim deneyiminin destekçisi ve savunucusu olmak ve diğer bileşenleri kontrol altına almaya çalışmak yerine, onları ayrılma ve bir ‘devlet’ ya da ‘Şii bölgesi’ kurma çağrısında bulunurken buluyoruz! Burada tablonun tersine döndüğünü görüyoruz.

Azınlıkların siyasi haklarını güvence altına almak ve ekonomik zenginliklerini korumak için ayrılmak veya bir bölge oluşturmak istemeleri anlaşılabilir bir durum. Ancak nasıl oluyor da hükümet ve ülke kaynakları üzerinde nüfuz ve kontrol sahibi olan bir çoğunluk, bir devletle ayrılmak ya da bir bölge oluşturmak isteyebilir?

Bağdat’taki seçim afişleri, 7 Aralık 2023 (AFP)Bağdat’taki seçim afişleri, 7 Aralık 2023 (AFP)

Bu söylem çoğu Şii siyasetçi tarafından kullanılmaya devam ediyor. Hatta bu durum öyle bir hal aldı ki, bugün hükümetin ve iktidarın dizginlerini ellerinde tutanların kendileri olduğunu unutmuş durumdalar. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan çevirdii analize göre artık televizyon kanallarına yaptıkları açıklamalarda ve sosyal medya platformlarında, mevcut rejime karşı şikayetlerini dile getirmek dışında konuşmayan pek çok Sünni siyasetçiye de bulaşan bir hastalığa dönüştü.

İronik olan ise bu mağduriyet edebiyatının Şii siyasi güçlerin siyasi karar alma süreçleri üzerindeki tekeli ve hakimiyeti nedeniyle ‘Sünnilerin mağduriyetleri’ için de geçerli. Hem de ‘mağdur’ Sünni güçlerin 2003 yılından beri Şii siyasi liderlerle iktidar ortağı olmalarına rağmen! Bugüne kadar iktidarın ganimetlerini ya doğrudan hükümete katılarak ya da iktidardaki Şii siyasi güçlerle anlaşmalar ve ekonomik projeler yaparak paylaştılar! Ancak “Sünni bileşenin mağduriyeti”ni savunmaya dayalı siyasi propaganda, seçim dönemlerinde mezhepsel kitleleri harekete geçirmek için en kolay araçtır.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.