​Tahran daha da katılaşma eğiliminde

Ruhani yönetiminin tutuklu takası meselesini gündeme getirmesinin arkasındaki amaç, Washington'la müzakerelere girmeye yönelik bir pencere açmaktır (Reuters)
Ruhani yönetiminin tutuklu takası meselesini gündeme getirmesinin arkasındaki amaç, Washington'la müzakerelere girmeye yönelik bir pencere açmaktır (Reuters)
TT

​Tahran daha da katılaşma eğiliminde

Ruhani yönetiminin tutuklu takası meselesini gündeme getirmesinin arkasındaki amaç, Washington'la müzakerelere girmeye yönelik bir pencere açmaktır (Reuters)
Ruhani yönetiminin tutuklu takası meselesini gündeme getirmesinin arkasındaki amaç, Washington'la müzakerelere girmeye yönelik bir pencere açmaktır (Reuters)

Hasan Fahs
İran siyaset sahnesi Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile müzakere olasılığını tartışıyor.
Tartışmalar, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani hükümeti tarafından ABD yönetimi ile müzakere yolunun açılmasına yönelik uygun zeminin hazırlanmasını eksene alıyor.
İran kamuoyu Ruhani tarafından müzakereler için ilk sinyallerin verilmesi ilgili gerek kulislerde gerekse de açıktan yapılan hararetli tartışmalara tanık oluyor.
Ruhani yönetimi, tutuklu takası meselesini gündeme getirerek, Washington ile müzakerelere girmeye yönelik bir pencere açmayı amaçlıyor.
Bu tartışma, İran rejimi lideri Ali Hamaney’in resmi Twitter hesabından paylaşılan bir tweetin ardından alevlendi. Tweette, Hz. Hasan’ın Emevi Halifesi Muaviye ile Hz. Ali’nin şehit edilmesinden sonra halifelikle ilgili tartışma yaşandığı tarihi bir olaydan bahsedildi. Tweette ayrıca Muaviye ile bir anlaşma imzalayan Hz. Hasan, “İslam toplumunun çıkarı uğruna, İslam dinini ve Kur’an-ı Kerim’i korumak ve gelecek nesillere öncülük etmek için barışı kabul etmek adına yakın dostlarının önünde kendini ve itibarını feda eden İslam tarihinin en cesur şahsiyeti” olarak nitelendirildi.
Bu tweet, Irak'ta son haftalarda ortaya çıkan bazı sinyallerle, Mustafa el-Kazimi başkanlığındaki Irak hükümetinin kurulmasıyla ve Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani ile siyasi rakibi Cumhurbaşkanı Abdullah Abdullah arasındaki uzlaşıyı kolaylaştırmakla ilişkilendirildi. Ayrıca Suriye sahnesindeki karışıklığın yanı sıra Tahran’ı ve müttefiklerini ABD-Rusya-İsrail anlaşmasının bir sonucu olarak geri çekilmeye zorlayabilecek İran-Rusya anlaşmazlığına dair çok sayıdaki spekülasyonla arasında bağlantı kuruldu. Aynı şekilde rejimin, ABD yaptırımları nedeniyle daha da şiddetlenen ekonomik krize pratik çözümler sunamaması sonucu üzerinde oluşan büyük iç baskılarla ilgisine de işaret edildi. Bu duruma bir de Eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’nin sessizliğini bozması eklendi. Rejim yönetimini, ülkenin yaptırımlar ve koronavirüs krizi nedeniyle ortaya çıkabilecek iç patlamalar sonucu karşılaşacağı risklere karşı uyaran Hatemi, böyle bir durumun yaşanmaması için milli dayanışmayı güçlendiren farklı bir yaklaşım benimseme çağrısında bulundu.
Öte yandan rejim lideri Hamaney’e yakın katı muhafazakar kanattan bir grup, Ruhani ve kabinesini, ABD ile doğrudan müzakere aşamasına ulaşmak için gösterdiği çabaların ciddi olduğunu öne sürdü. Bu nedenle, böyle bir dönemde yapılacak müzakerelerin ABD Başkanı Donald Trump’ın yararına olacak bir medya hizmetine dönüşeceğini düşünüyorlar. Amacın, bu müzakerelerin arkasında başka hedeflere ulaşmak veya daha ciddi müzakerelerin önünü açmak olması gerektiğine inanan grup, aksi takdirde bunun siyasi konuların ve seçim zayıflığının en ağır olduğu dönemde Trump’a verilen ücretsiz bir seçim hizmetine dönüşeceğinin altını çizdi.
Bu grup, Ruhani ve yönetimine Washington'ın niyetleri ve İran'la olan ilişkileri hakkında birçok soru yöneltti. Bu sorulardan bir tanesi Ruhani'nin Beyaz Saray'dan cevap alamadığı tutuklu takasını teklif etmekten daha ileriye gitmeye hazır olup olmadığıydı. Bu nedenle, müzakere konusundaki söylemlerin, müzakere olasılığının ve somut sonuçlarının tartışıldığı perde arkasındaki çabaların ötesine geçtiği konusunda uyarıyorlar. Bir diğeri ise, müzakerelerin başlaması halinde, Ruhani'nin cumhurbaşkanlığı döneminde olumlu bir sonuca ulaşılabilecek mi yoksa bir sonraki cumhurbaşkanı ile daha derinlemesine ve daha ciddi müzakerelere hazırlık mı yapılacak?  sorusudur.
Tüm bu sorulara ve katı muhafazakar kanadın bağlı kaldığı şartlara rağmen, sinyalin, Hamaney’in Ofisi’ne yakın çevreden başta İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) eski komutanı Muhsin Rızai olmak üzere bazı stratejik kararlara katılanlar tarafından verildiği anlaşılıyor. Rızai, Mahmud Ahmedinejad hükümeti dışında önceki hükümetlerin, yani Haşimi Rafsancani, Muhammed Hatemi ve Hasan Ruhani hükümetlerinin uluslararası topluma açılma ve tüm dosyaları müzakere etme seçeneğine dayanan yaklaşımının çıkmaza girdiğini düşünüyor. Rezai’ye göre bu yaklaşım, İran'ı yönetemediğini, ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin aldığı tedbirler ve uyguladığı yaptırımlar sonucunda karşılaştığı ve karşı karşıya kaldığı krizlerden kurtaramadığını kanıtladı. Bu nedenle, bir sonraki aşamada İran'ın bu dosyalarla, özellikle Washington'la olan ilişkileriyle ilgili daha öncekilerle aynı yaklaşımı sergilememeli. İran'ın rejimin ve ülkenin çıkarlarını savunma konusunda atacağı adımlar, rejimin ve karar alma merkezlerinin İran yönetimi ve cumhurbaşkanlığının tutumunu yeniden düzenlemek için yapacağı çalışmalar ve hazırlıklarla daha da katı olmalı. Kapıyı kapatmadan veya müzakere olasılığını engellemeden, ancak İran şartlarında öncekinden daha sert bir tutum ve politika izlenmeli.
Bu perspektiften bakıldığında Hamaney’in resmi Twitter hesabından yayınlanan tweetin, müzakere olasılığı veya rejim yönetiminin bu yöndeki çabalara geçme niyetine dair önerdiklerinden farklı bir yorumu olduğu düşünülebilir. Hasan Bin Ali'yi İslam tarihinin en cesur şahsiyeti olarak tanımlamak, yukarıda tarif edilen tanımın bir parçasıdır. Yani Hamaney, 2013'te başlayan ve Temmuz 2015'te nükleer anlaşmanın imzalanmasıyla sona eren Washington ile doğrudan müzakere sürecini kabul ettiğinde Washington'ın anlaşmaya uymayacağını ve ilk fırsatta geri çekileceğini bilerek ‘cesur bir yaklaşım’ benimseyecek cesarete sahip olduğunu söyledi. Bununla birlikte, ABD’nin gerçek niyetlerini ortaya çıkarmak, rejimi, temelleri, tutumu ve güvenilirliği pahasına olsa bile hedef alınmasına karşı korumak ve İran'ın siyasi, sosyal, dini, ekonomik ve askeri yapılarının çöküşüyle ​​sonuçlanabilecek bir savaşa girmek istemediğini göstermek için bu seçeneğe gitti.
Hamaney’in muhtemel tutumunun, Washington'ın nükleer anlaşmadan çekilme ve hem geçmişte hem de daha sonra İran'a uygulanan tüm ekonomik yaptırımları iptal etme kararından dönmesi için İran’ın öne sürdüğü şartlar dışında ABD ile herhangi bir müzakereyi reddetmekten vazgeçtiği ve bunun da yeni bir şey olmadığı söylenebilir. Oysa Hamaney daha önceleri, iki taraf arasındaki gerilim duvarında bir pencere açmak amacıyla başta Fransa’nın ve Japonya’nın çabaları olmak üzere yapılan tüm uluslararası girişimleri engellemişti. Ruhani'nin Japonya’nın başkenti Osaka’daki G-20 Zirvesi veya Birleşmiş Milletler Genel Kurulu oturum aralarında ABD’li mevkidaşı ile ikili bir görüşme yapma arzusunu bastırmak için tehdit edici bir dil kullanmıştı. Amaç, ABD’deki ve İran’daki başkanlık ve cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde çözülmesi beklenen müzakere çabalarını askıya almak olabilir. Hamaney ve muhafazakarlar kimi, ABD yönetimiyle doğrudan müzakerelerin önüne örülen tabu duvarını kırması için bir fırsat sunan ABD’deki başkanlık seçimleri sürecini iyi değerlendiremeyen Ruhani’nin halefi olmaya yönlendirecek?
Bununla birlikte Ruhani, Trump'ın seçimlerin ardından Beyaz Saray'a dönüp dönmeyeceğini, dönmesi halinde müzakere konusundaki tutumunun ne olacağını veya İran için Washington yönetiminin nükleer anlaşmadan önceki aşamaya geri dönme olasılığı anlamına gelen Demokrat bir adayın başkan seçilmesi halinde ABD’nin nükleer anlaşmadaki taahhütlerine bağlı kalıp kalmayacağını öğrenmeyi bekliyor.
Bu mantığa göre iki taraf arasındaki siyasi gerilim, ABD seçimleriyle bitmeyecek, ancak Nisan 2021'de İran seçimlerinin ötesine geçecek gibi görünüyor. Bu süreç, iki tarafın bölgedeki tüm kartların yeniden karılacağı doğrudan bir çatışmaya girmesi için bir test aşamasıdır.
*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan tercüme edilmiştir.



Venezuela topraklarına ilk saldırı: İki taraf da detay vermiyor

Venezuela Devlet Başkanı Maduro'nun ülkesinden kaçması halinde Türkiye'ye sığınabileceği iddia ediliyor (Reuters)
Venezuela Devlet Başkanı Maduro'nun ülkesinden kaçması halinde Türkiye'ye sığınabileceği iddia ediliyor (Reuters)
TT

Venezuela topraklarına ilk saldırı: İki taraf da detay vermiyor

Venezuela Devlet Başkanı Maduro'nun ülkesinden kaçması halinde Türkiye'ye sığınabileceği iddia ediliyor (Reuters)
Venezuela Devlet Başkanı Maduro'nun ülkesinden kaçması halinde Türkiye'ye sığınabileceği iddia ediliyor (Reuters)

ABD Başkanı Donald Trump, Cumhuriyetçi milyarder John Catsimatidis'in WABC radyosuna cuma günü konuk oldu. 

Ablukaya aldıkları Venezuela'ya işaret ederek "Gemilerin geldiği büyük bir tesis vardı. İki gece önce orayı mahvettik" dedi.  

New York Times (NYT), Venezuela yönetiminin hakkında herhangi bir açıklama yapmadığı bu saldırının peşine düştü. 

NYT'nin ulaştığı ABD yetkilileri, Trump'ın uyuşturucu üretimi yapılan bir tesisin ortadan kaldırıldığını açıkladığını aktardı. 

Ancak saldırının tam olarak nerede ve nasıl gerçekleştirildiği ya da tesisin uyuşturucu ticaretindeki rolü hakkında bilgi vermediler.

Amerikan gazetesi böylesi bir operasyonun ablukaya alınan Venezuela'nın topraklarına yönelik ilk saldırı anlamına geldiğini vurguladı.

Trump haftalardır Venezuela topraklarına operasyon düzenleyebilecekleri tehdidini savuruyor. 

79 yaşındaki ABD Başkanı, Güney Amerika ülkesinin lideri Nicolás Maduro'nun devrilmesi için CIA'ye yetki verdiğini aylar önce bildirmişti. 

ABD eylülden beri Karayipler ve Pasifik Okyanusu'ndaki teknelere uyuşturucu ticaretiyle mücadele iddiasıyla saldırılar düzenliyor.

En az 105 kişinin öldürüldüğü operasyonlar, yargısız infaz eleştirilerinin hedefi oluyor. 

Herhangi bir yasal dayanağa sahip olmamakla suçlanan ABD ise "narkoterörizmle mücadele" için askeri güce ihtiyaç duyulduğunu savunuyor.

NYT, ABD'nin iki aşamalı bir operasyonun ilk safhası kapsamında bu teknelere saldırdığını, sonrasında Venezu

Trump yönetimi uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele gerekçesiyle Güney Mızrağı Operasyonu'nu başlattığını geçen ay duyurmuştu. Amerikan ordusu, dünyanın en büyük uçak gemisi USS Gerald R. Ford'un da aralarında bulunduğu çok sayıda savaş gemisiyle birlikte 15 bin askerini bölgeye sevk etmişti.

Diğer yandan ABD, Karakas yönetiminin gelirlerini kesmek için petrol tankerlerinin Venezuela'dan çıkmasını engellemeye çalışıyor. 

Trump, iki hafta önce Venezuela limanlarında yaptırıma tabi tankerlere "tam abluka" uygulanması talimatını vermişti.

Önceki günlerde kimliğinin paylaşılmaması şartıyla Reuters'a konuşan bir ABD'li yetkili, Beyaz Saray'ın bir süre daha ekonomik baskı yöntemini kullanarak Nicolas Maduro yönetimini zorlayacağını belirtirken "askeri seçeneğin hâlâ masada olduğunu" da sözlerine eklemişti.

Kaynak, ABD'nin şimdiye kadarki hamlelerinin Maduro'yu ciddi anlamda köşeye sıkıştırdığını, Venezuela liderinin önemli tavizler vermeyi kabul etmemesi halinde Latin Amerika ülkesinin ocak ayı sonunda "ekonomik felaketle karşı karşıya kalacağını" savunmuştu.

Independent Türkçe, New York Times, Reuters


İsrail'in Suriye üzerine oynadığı bahis: Diyalog değil, zorlama

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla
TT

İsrail'in Suriye üzerine oynadığı bahis: Diyalog değil, zorlama

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla

Michael Horowitz

ABD ve İsrail arasında sadece birkaç alanda temel farklılıklar söz konusu. Bunlardan biri Suriye'de biraz beklenmedik bir şekilde ortaya çıktı. İsrail, ABD Başkanı Donald Trump'ın Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'yı hızlı bir şekilde kucaklamasından endişe duymuş, İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz, Şara'yı ‘takım elbiseli bir cihatçı’ olarak tanımlamıştı.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümeti, Trump'ın geçtiğimiz mayıs ayında Suudi Arabistan'da (El Kaide ile bağlantılı) El Nusra Cephesi'nin (daha sonra adı Heyet Tahrir Şam/HTŞ olarak değişti) eski lideriyle görüşmesi karşısında şaşkınlığa uğradı. Şara'nın Oval Ofis'i ziyareti ve Washington'ın Suriye'ye yönelik yaptırımları kaldırma kararı, İsrail'e Şam ile ilişkilerini normalleştirmesi için baskı yaptığı iddiaları ile siyasi olarak iki lider arasında açık bir yakınlaşma ortaya çıkınca, İsrail daha da öfkelendi. Bunun ötesinde, İsrailli yetkililer, ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye dosyasındaki kilit isimlerinden biri olan Tom Barrack'ın Ankara'nın tercih ettiği yaklaşımı benimseme eğiliminden giderek daha fazla endişe duymaya başladı.

Elbette, Suriye meselelerine dahil olan birçok gözlemci, Washington'ın yeni Suriye liderine yönelik hızlı ve beklenmedik yaklaşımını övdü. Trump'ın Suriye’ye uygulanan bazı yaptırımları kaldırma yönündeki erken kararı, Suriye'nin yıllarca süren uluslararası tecridinin ardından yeniden entegrasyonunun hızlanacağına dair umutları artırdı. Bu izolasyon süresince Suriye, Washington'ın bakış açısına göre ‘kötülük ekseninin’ Tahran'ın anlatısına göre ‘direniş ekseninin’ bir parçası olarak nitelendirilmişti. Amerika Birleşik Devletleri, rejimi "suçlu olduğu kanıtlanana kadar masum" olarak değerlendirerek, ispat yükünden cesurca uzaklaştı. Bu ayrım sadece terminoloji meselesi değil; yaptırımların kısmen hafifletilmesi bile, Washington'ın yeni Suriye ile yatırım ve diplomatik ilişkileri engellemeyeceği konusunda ortaklara ve bölgesel güçlere net bir mesaj gönderiyor. Aynı zamanda, tecrit edilen Şam'ın ABD’nin düşmanlarının kollarına itilmesi veya uzun süredir tek müttefiki olan Türkiye'ye güvenmek zorunda kalması gibi bir senaryoyu da önlüyor.

Şara’nın Beyaz Saray'ı ziyareti ve Başkan Trump ile görüşmesinden birkaç hafta sonra Netanyahu, Suriye'nin güneyinde İsrail'in kontrolündeki bölgeyi ziyaret etti.

Ancak Netanyahu, Trump ile Şara arasındaki politika değişikliğini veya şahsi ilişkiyi sadece pragmatik bir politika olarak değil, stratejik bir risk olarak görüyor. Bu bağlamda, İsrail hükümeti, Beşşar Esed rejiminin düşmesinden birkaç saat sonra, Suriye'de kalan askeri mevzilere kapsamlı saldırılar düzenleme ve Suriye'nin güneyindeki mevcut askerden arındırılmış bölgenin dışında yeni bir tampon bölge oluşturma kararının doğru olduğunu düşünüyor. 7 Ekim sonrası İsrail güvenlik kurumlarının bir dizi bileşeninde hakim olan zihniyet açıktır: ülke başkalarının iyi niyetine güvenemez, yalnızca kendi askeri gücüne güvenebilir. Bu görüşün destekçileri, Suriye'yi bu tezlerinin açık bir örneği olarak görüyor. İsrail, güvenliğini dostane ama değişken bir ABD Başkanı’na veya Şara’nın pragmatizmini sürdüreceğine dair Batı'nın iddiasına dayandıramaz. Sadece sınırdaki askerlere güvenmekten başka çaresi kalmıyor. Sonuç olarak Başbakan Netanyahu, Şara'nın Beyaz Saray'ı ziyareti ve Başkan Trump ile görüşmesinden birkaç hafta sonra, İsrail'in kontrolündeki Suriye’nin güney bölgesini bir kez daha ziyaret ederek açık bir mesaj verdi. Bu mesajda ‘İsrail, iyi niyet ve vaatler karşılığında vazgeçmeyeceği kozlara sahiptir’ deniliyordu.

İsrail'in ‘satın alamayacağı’ lider

İsrail'in Ahmed eş-Şara konusunda endişelenmesi için bazı nedenleri var. Şara, kökenleri Golan Tepeleri'ne dayanan ve 1967 yılında İsrail'in bu bölgeyi ele geçirmesiyle yerinden edilen binlerce Suriyeli arasında yer alan bir aileden geliyor. Ailesi önce Şam'a, ardından Bağdat'a ve sonra da Riyad'a taşınmıştı. Şara, çocukluğunun çoğunu Suriye'nin başkentinde geçirmesine rağmen, El Nusra Cephesi'ni kurduğunda (Golan Tepeleri’ne nispetle) ‘el-Culani’ adını aldı. Şara'nın utangaç, içe dönük bir gençken Irak'taki El Kaide üyesine dönüşen yolculuğu, kısmen ikinci intifada ile kesişiyor.

Suriye'nin demokrasiye geçişi elbette İsrail'in başlıca endişesi değil, ancak Şara'nın iktidarı paylaşma isteği, İsrail'in ilgiyle izlediği önemli bir gösterge olmaya devam ediyor.

İsrailli yetkililerin bazıları, hükümetin meşruiyeti konusunda derin şüphelerini dile getirdi. İsrail hükümetinin bu konudaki kamuoyuna yaptığı açıklamalar, sürekli alaycı bir üslupla yapıldı. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, Şam’daki yeni hükümeti ‘meşru bir hükümet değil, bir çete’ yeni Suriyeli yetkilileri de ‘önce İdlib'de olan, sonra da başkenti ele geçiren teröristler’ olarak nitelendirdi. İsrail Dışişleri Bakanlığı, Şara'nın bir fotoğrafını ‘Cihatçılar takım elbiseli de olsalar yine cihatçıdır’ başlığıyla yayınladı. İsrail Diaspora İşleri ve Antisemitizmle Mücadele Bakanı Amihay Şikli, Suriye askerlerinin Gazze yanlısı sloganlar attığını gösteren bir videoyu örnek göstererek ‘savaşın kaçınılmaz olduğu’ sonucuna vardı.

thy
Golan Tepeleri'nden Suriye'nin güneyine doğru bakan İsrail askeri, 25 Mart 2025 (AFP)

Netanyahu, sadık destekçilerinin kirli işleri yapmasına ve acımasız saldırılar düzenlemesine izin verirken, kendisi daha az agresif ama daha net bir tutum sergiledi. Başkan Trump ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada Netanyahu, “Şara’ya baktığımda, sahada neler yapıldığını, gerçekte neler başarılmaya çalışıldığını göreceğim. Suriye barışçıl bir ülke olacak mı? Ordusundaki cihatçılar ortadan kaldırılacak mı? Suriye'nin güneybatısında silahsız bir bölge oluşturmak için benimle iş birliği yapacak mı?” ifadelerini kullandı. Şara’nın Washington ziyaretinin ardından yapılan özel bir toplantıda Netanyahu’nun, Batı'nın Suriye liderini kucaklamasının ‘Şara’yı kibirli hale getirdiğini’ söylediği bildirildi. İsrail Başbakanı, Batı'nın iyi niyetinin İsrail'e baskı yapmak için bir araç olarak kullanılmasını izin vermeyeceğini ima etti.

İsrail'in hesapları

Başbakan Netanyahu’nun açıklamaları, İsrail'in gerçek tutumunu anlamak için büyük önem taşıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre zira bu sadece bir müzakere taktiği. İsrail hükümeti, Ahmed eş-Şara’yı Şam'da açılan ‘yeni bir sayfa’ olarak değil, kontrol altına alınması gereken potansiyel bir tehdit olarak görüyor. Netanyahu, Şara'nın kariyerini ve cihatçı geçmişini bir baskı aracı olarak kullanırken, onun pragmatizmini test ediyor ve Suriye'deki savaş sonrası düzeni, İsrail'in stratejik üstünlüğünü koruyacağına inandığı şekilde biçimlendirmeye çalışıyor. İsrail'in Şara ile ilgili endişeleri temelsiz ya da hayal ürününden ibaret değil. Şara, sadık destekçileri üzerindeki gücünü pekiştirmek ve kendini başkan olarak atamak için hiç vakit kaybetmeden hareket etti. Azınlıklara yönelik bazı jestlerde bulunsa da geçiş rejimi gerçek demokrasiye doğru ilerlemedi. Zira yeni Halk Meclisi'nin bazı üyeleri başkan tarafından seçilirken, diğerleri yerel seçim organları tarafından seçildi.

HTŞ'nin İdlib'de benimsediği yönetim modeli, bazı yerel temsilcilerin Halk Meclisi’ne girmesine izin verse de gerçek iktidarın anahtarları Şara ve iktidarının elinde kalmaya devam etti.

Suriye’nin demokrasiye geçişi kesinlikle İsrail'in öncelikli kaygısı değildir. Ancak, Şara'nın iktidarı paylaşma istekliliği, özellikle de Şara'nın eski bağlantılarından gerçekten uzaklaşıp uzaklaşmadığını ya da halen onlara güvenip güvenmediğini değerlendirmek açısından İsrail’in yakından izlediği önemli bir gösterge olmaya devam ediyor.

Şara, özünde pragmatik ve İsrail ile bir arada yaşamaya açık olsa da yine de grubunu ikna etmek ve bir sonraki adımları için grubun desteğini almak zorunda. HTŞ (geçtiğimiz yıl Esed rejiminin çöküşünü hızlandıran Halep saldırısında liderlik ettiği hareket), liderlerinden daha az esnek olan ideolojik olarak radikal savaşçılardan oluşan bir çekirdek gruba sahip. Şara, daha önce de bu sorunla karşı karşıya kalmıştı: İdlib’de DAEŞ'in şubeleriyle savaştı, ardından sınır ötesi cihatçılıktan uzaklaşmasından hayal kırıklığına uğrayan HTŞ eski üyelerini çeken El Kaide bağlantılı Hurras ed-Din ile çatıştı.

Hatta gizlice ABD ile iş birliği yaparak, İdlib'deki El Kaide üyelerinin suikastına katkıda bulunan istihbarat sağladı. Cumhurbaşkanı olduktan sonra, Suriye'nin DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’na resmen katılmasını da kabul etti.

Daha sonra DEAŞ olacak olan örgütten ayrılma ve ardından El Kaide'yi tamamen terk etme kararının iyi niyetle alındığına şüphe yok. Zira bu karar Şara’nın otoritesini pekiştirmeye katkıda bulundu. Eski cihatçı destekçileriyle bağlarını koparan Suriye’nin yeni lideri, siyasi kaderini kontrol altına almayı başardı. Bu tür sert bir pragmatizm, İsrail'in bakış açısından güven verici görünebilir, ancak paradoksal olarak, İsrail'i müzakereler üzerinde kalıcı bir baskı kurmaya zorluyor.

Şara'nın geçmişi göz önüne alındığında, İsrail ile bir anlaşma imzalaması durumunda kendisine sadık güçleri kontrol altında tutma kabiliyeti konusunda önemli bir soru ortaya çıkıyor. Hükümet yanlısı güçlerin (Suriye’nin kıyı bölgesinde Esed rejiminin kalıntılarının kısa süreli isyanı sırasında ve güneyde Dürzilerle patlak veren çatışmalarda) sivilleri öldürmesi, geçiş dönemi yetkililerinin ya güçleri üzerinde tam kontrol sahibi olmadıklarını ya da ihlallere göz yumduklarını veya daha kötüsünü yaptıklarını gösteriyor. Burada İsrail'in ortaya çıkan merkezi devleti zayıflatmaya yaptığı katkılar da göz ardı edilmemeli. Netanyahu hükümeti, Suriye'nin silah depolarına defalarca kez saldırı düzenlemiş ve güçlü bir ülke yerine daha zayıf, daha parçalanmış bir ülkeye bahis oynuyor gibi görünüyor.

Belki de Netanyahu, azınlıklarla ilişki kurarak ve Şam'ın güney üzerinde tam kontrol kurmasını engelleyerek, Suriye'nin başkenti ile İsrail sınırları arasında bir tampon bölge oluşturabilecek yerel güçlerle ortaklıklarını sürdürmeyi umuyor.

Katı tutum

Netanyahu'nun Suriye'ye yönelik katı tutumu nispeten basit bir yapıya sahip. İsrail, durumu sıkı bir şekilde kontrol altında tuttuğuna inandığı için tavrından vazgeçmeyecek. Diyalog kapısı açık, ancak Suriye güneydeki güvenliği önemli ölçüde sıkılaştırmayı kabul etmeden ve İsrail karada ve havada önemli bölgeleri kontrol etmeye devam etmeden bu mümkün değil.

juı
Fotoğraf: AFP

Suriye hükümeti İsrail'in bazı taleplerini kabul etmiş gibi görünüyor, ancak Suriye'nin egemenliğini ihlal ettiğini düşündüğü diğer talepleri reddetmiştir. İsrail, kuvvetleri zaten bölgede bulunduğundan ve mevcut durum (Suriye merkezi devletinin zayıflığı ve İsrail'in bölgedeki askeri varlığının devamı) Netanyahu'nun kabul edebileceği bir durum olduğundan, kendini herhangi bir taviz vermek zorunda hissetmiyor. Aslında, İsrail'in Şara’yı itibarsızlaştırmaya yönelik devam eden kampanyası, olası bir anlaşmayı haklı çıkarmayı daha da zorlaştırabilir.

İsrail'in Suriye'ye yönelik politikası iki farklı yönde ilerliyor. Bir yandan yeni hükümete karşı açık bir düşmanlık varken, diğer yandan sorunlu geçmişi olan lidere karşı kırılgan bir güven duyuluyor.

Bu, İsrail güvenlik teşkilatının çeşitli kesimlerinin ciddiye aldığı risklerden biridir. İsrail şu anda zamanın kendi lehine işlediğini düşünüyor, ancak niyetlerini sınayacak bir anlaşmaya hızla varmak için fırsatı kaçırabilir. İsrail'in Suriye'nin güneyinde kalarak azınlıkları kutuplaştırmaya çalışması, gelecekteki herhangi bir anlaşmaya ciddi bir muhalefet oluşturması, Şam'ı tek gerçek müttefiki olan Türkiye ile daha yakın iş birliğine itmesi ve İsrail sınırına yakın köylerdeki yerel halk arasında düşmanlığı körükleme korkusu hakim.

Netanyahu hükümeti dışında, bazı analistler ve gözlemciler bu endişeleri kamuoyuna dile getiriyor. İsrail askeri istihbaratının eski şefi Amos Yadlin, bir makalede Suriye ile bir anlaşmanın Hizbullah'a karşı en önemli silah olduğunu savundu. Yadlin, Suriye'de doğru stratejinin, İsrail'in daha acil tehditlere odaklanabilmesi için cepheyi kapatmak olduğunu belirtti. İsrail'in önde gelen araştırma merkezi olan İsrail Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü, İsrail'in agresif askeri tutumunun önlemeye çalıştığı tehditleri yaratabileceğine karşı uyararak (Yadlin de konuyla ilgili önceki makalelerinde aynı görüşü paylaşmıştı) ‘ihtiyatlı bir angajman’ çağrısında bulundu.

rgt
Suriye ile İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri arasındaki ateşkes hattı yakınlarında bulunan İsrail askeri araçları, 9 Aralık 2024 (Reuters)

İsrail'in Suriye'ye yönelik politikası iki farklı yönde ilerliyor. Bir yandan yeni hükümete karşı açık düşmanlık varken, diğer yandan sorunlu geçmişi olan lidere karşı kırılgan bir güven duyuluyor. Netanyahu'nun yaklaşımını eleştirenler, İsrail'in bu iki tutum arasında tereddüt etmesi gerektiğini savunmuyorlar, aksine politikalarının ve stratejilerinin Şara’yı sadece potansiyel bir tehdit olarak değil, aynı zamanda bir fırsat olarak da değerlendiren daha incelikli bir şekilde ayarlanmasını ve dikkatli, kesintisiz bir şekilde uyarlanmasını talep ediyorlar.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Gizli ziyaretler ve Husilerden gelebilecek olası saldırılara karşı hazırlıklar... İsrail'in Somaliland’ı tanımasının perde arkası

Somali'nin başkenti Mogadişu’da İsrail'in Somaliland’ı tanımasını reddeden protestocular, ülkenin normalleşmesine ve bölünmesine karşı bir afiş açtı. (Reuters)
Somali'nin başkenti Mogadişu’da İsrail'in Somaliland’ı tanımasını reddeden protestocular, ülkenin normalleşmesine ve bölünmesine karşı bir afiş açtı. (Reuters)
TT

Gizli ziyaretler ve Husilerden gelebilecek olası saldırılara karşı hazırlıklar... İsrail'in Somaliland’ı tanımasının perde arkası

Somali'nin başkenti Mogadişu’da İsrail'in Somaliland’ı tanımasını reddeden protestocular, ülkenin normalleşmesine ve bölünmesine karşı bir afiş açtı. (Reuters)
Somali'nin başkenti Mogadişu’da İsrail'in Somaliland’ı tanımasını reddeden protestocular, ülkenin normalleşmesine ve bölünmesine karşı bir afiş açtı. (Reuters)

İsrail’in Somaliland’ı egemen ve bağımsız bir devlet olarak tanımasının arka planında aylar süren gizli görüşmelerin yer aldığı iddia edildi. İsrail basınında yer alan bir haberde, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun bu adıma ekim ayında onay verdiği, resmi tanımanın ise Somaliland’ın Yemen’deki Husilerden gelebilecek olası saldırılara karşı hazırlıklarını tamamlamasının ardından gerçekleştiği belirtildi.

Şarku’l Avsat’ın Yedioth Ahronoth'un internet sitesi Ynet’ten aktardığı habere göre, gizli temaslara İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, İsrail dış istihbarat servisi Mossad ve eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Tzachi Hanegbi öncülük etti. Taraflar aylar boyunca karşılıklı ziyaretler gerçekleştirdi ve Somaliland liderleri birçok kez İsrail’de ağırlandı.

Haberde, nihai görüşmelere Netanyahu’nun da katıldığı ve Hanegbi’nin bu sürece başkanlık ettiği; Netanyahu’nun ekim ayında söz konusu adımı resmen onayladığı ifade edildi.

İsrail ile Somaliland’ın tanıma açıklamasını birlikte kaleme aldığı, ancak yayımlamak için uygun zamanı beklediği kaydedildi. Somaliland yönetiminin, Yemen’deki Husilerden gelebilecek muhtemel düşmanca adımlara karşı hazırlık yapılması gerektiğini belirterek süre talep ettiği aktarıldı. Söz konusu hazırlıkların kısa süre önce tamamlanmasının ardından, İsrail’in resmi tanımasının önünün açıldığı bildirildi.

İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, cumartesi akşamı yaptığı açıklamada, Somaliland Başkanı Abdirahman Mohamed Abdillahi’nin geçtiğimiz yaz İsrail’e gizli bir ziyaret gerçekleştirdiğini söyledi. Saar, söz konusu ziyaret sırasında Somaliland liderinin Başbakan Binyamin Netanyahu’nun yanı sıra Dışişleri Bakanı ve Mossad Başkanı’yla bir araya geldiğini belirtti. Saar ayrıca, Abdillahi ile birlikte çekilmiş bir fotoğrafını da paylaştı.

xcsdfgr
İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar'ın Somaliland Başkanı Abdirahman Mohamed Abdillahi ile yaptığı görüşmeden

Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud dün düzenlenen olağanüstü parlamento oturumunda, İsrail’in ayrılıkçı Somaliland bölgesinin bağımsızlığını tanımasının “dünya ve bölgenin güvenliği ile istikrarı açısından bir tehdit oluşturduğunu” söyledi.

Mahmud, İsrail’i Somaliland’ı tanıyan ilk ülke konumuna getiren bu adımın, ‘Somali Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve halkının birliğine yönelik açık bir saldırı düzeyinde olduğunu’ ifade etti.

Husilerin lideri Abdulmelik el-Husi de dün yaptığı açıklamada, İsrail’in ayrılıkçı Somaliland bölgesinde herhangi bir varlık göstermesinin ‘askeri hedef’ sayılacağını belirterek, İsrail’in bölgeyi tanıma adımını en sert şekilde kınadı.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığına göre el-Husi, yayımladığı açıklamada, “Somaliland bölgesindeki herhangi bir İsrail varlığını, Somali ve Yemen’e yönelik bir saldırı ve bölgenin güvenliğine tehdit olarak görüyor; silahlı kuvvetlerimiz için askeri hedef kabul ediyoruz” ifadesini kullandı.

Somaliland, 1991 yılında Somali’den tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmiş, ancak onlarca yıldır uluslararası tanınma arayışını sürdürmüştü.

Aden Körfezi üzerinde stratejik bir konuma sahip olan ve kendi para birimi, pasaportu ve ordusu bulunan tek taraflı ilan edilmiş cumhuriyet, bağımsızlık ilanından bu yana diplomatik açıdan büyük ölçüde izole kalmıştı.