'Ölüm oranları yüksek olmasına rağmen trafik kazaları, uçak kazaları kadar gündem olmuyor'

'Ölüm oranları yüksek olmasına rağmen trafik kazaları, uçak kazaları kadar gündem olmuyor'
TT

'Ölüm oranları yüksek olmasına rağmen trafik kazaları, uçak kazaları kadar gündem olmuyor'

'Ölüm oranları yüksek olmasına rağmen trafik kazaları, uçak kazaları kadar gündem olmuyor'

Pakistan’da düşen uçak sonrasında, uçak kazaları ve vaka incelemeleri konusunda uzman Dr. Öğretim Üyesi Haluk Kul değerlendirmelerde bulunarak, olabilecek olan kazaların önüne geçilebilmesi için yapılabilecek önlemlerden bahsetti. Haluk Kul ayrıca, “Dünya ortalamasına bakıldığında trafik kazalarında yılda 1 buçuk milyon kişi hayatını kaybediyor. Fakat bir uçak kazası kadar gündeme gelmiyor” diyerek hava yolunun en güvenilir ulaşım yolu olduğunu vurguladı.
Pakistan Uluslararası Havayolları'na ait Airbus A320 tipi yolcu uçağı motorlarının arızalanması sonucu Karaçi kentinde bir yerleşim alanına düştü. PK8303 sefer sayılı uçak 91 yolcu, 8 mürettebat taşıyordu. Lahor'dan ülkenin en yoğun havalimanlarından Karaçi'deki Cinnah Uluslararası Havaalanı'na giden uçak ikinci iniş denemesinde düşerken, 97 kişi hayatını kaybetti. Genellikle uçaktaki tüm insanların hayatını kaybetmesine sebep olan her uçak kazasından sonra gündem olan ve son zamanlarda uçakların yaşadığı teknik sorunların gündeme gelmesiyle birlikte, hava yolu ulaşımı ne kadar güvenilir sorusu da tekrar gündem oldu. Fakat yine de dünya ortalamasındaki ölümlere bakıldığında en güvenilir ulaşım şeklinin yine de hava yolu olduğuna dikkat çeken İstanbul Gelişim Üniversitesinden Uçak Kazaları ve Vaka İncelemeleri Eğitimcisi Dr. Öğretim Üyesi Haluk Kul, gelişen teknoloji ve alınacak olan tedbirlerle uçak kazalarının her yıl daha da azaldığını söyledi.

“Havalimanları şehir merkezlerine çok uzak olmalı”
Pakistan'a ait olan uçağın bir yerleşim yerine düşmesi ve bu tip durumlarda yerdeki insanların da zarar görmemesi açısından havalimanlarının her zaman şehir dışına yapılması gerektiğini dile getiren Dr. Öğretim Üyesi Haluk Kul, bu şekilde oluşabilecek olan kazalarda zararın daha az olacağını söyledi. Haluk Kul, “Yolcular ulaşımı rahat olsun diye havalimanlarının şehir merkezine yakın olmasını istiyor. Fakat bunun bir yandan da riski var. Mesela Atatürk Havalimanının Yenibosna tarafına doğru pist bitimi tam Küçükçekmece Belediyesinin nikah salonunun olduğu yerdeydi. Bu son derece büyük bir risk, kalkış yapamayan uçağın çarpacağı yer nikah salonundaki birden fazla nikah için bulunan topluluğun olduğu yere olacaktır. Bu bizim maalesef şehirciliğimiz ile ilgili de bir sorun. Çünkü biz çok sıkışık yapılarda yaşayan insanlarız. Gelişmiş ülkelere baktığınızda ise yaygınlaşmanın olduğunu ve pist sonlarının ve civarlarının şehirden uzaktan olduğunu görmekteyiz. Hatta bizde şöyle bir yaklaşım var; havalimanına yakın olması emlak açısından fiyatların artması olarak değerlendiriyor. Fakat gelişmiş ülkelerde havalimanından uzakta olan yerler tercih edilir. Bu durumda herhangi bir kalkış ve iniş esnasından yaşanabilecek olan sorunlar için pist sonu ne kadar açık olursa o kadar yerdeki insanlar açısından iyi olur” dedi.

“Kabin görevlileri tarafından verilen eğitimler hayati önem taşıyor”
Her uçuş öncesinde yolculara kabin görevlileri tarafından verilen eğitimlerin de son derece hayati önem taşıdığını ifade eden Kul, “Örneğin uçak bir şekilde acil iniş yaptı, fakat uçakta yangın var çok hızlı bir şekilde kaçılması lazım. İşte bu çok hızlı bir şekilde kaçılmanın sağlanması için buradaki prosedürlere uyulması gerekiyor. Ya da bir miktar enerji aktarımı ile sert iniş yapıldı bu sert inişte pisi pisine insanların kollarını bacaklarını hatta burunlarını kırmamasını sağlamak için bu tedbirlere uymak lazım. Ya da suya başarılı bir şekilde iniş yapıldı diyelim uçakla beraber batmamak için hemen düzgün bir tahliye yapılması ve kurtarma ekipleri gelene kadar da suyun üzerinde kalabilmek için can yeleklerinin kullanılmasını bilmek gerekiyor. Bu bağlamda havacılıkta yazılmış olan her kural deneyimlerle ve can kaybı ile kazanılmıştır. Uçağın kasidesi kurallardır” şeklinde konuştu.

Havacılıkta emniyet ve güvenlik
Gelişen teknoloji ile birlikte uçak kazalarındaki ölüm oranlarını düşürecek yöntemlerin gün geçtikçe arttığını bu bağlamda havacılığın büyük bir özveri ile çalışarak ilerlediğini ifade eden Kul, “Havacılıkta emniyet kazanın olmaması durumudur. Güvenlik ise yasadışı eylemlerin olmamasıdır. Havayollarında emniyet açısından üç tane aşama oluyor, başlangıçta mekanik ve teknolojik olarak sistemlerin hatasız olması istenir. Bunlarda belli bir yetkinliğe gelince bunları kullanan insanların yani pilotların ve bakım yapan teknisyenlerin bu işi çok düzgün yapabilmesine bakılıyor. Daha sonra ikinci aşama havacılığı düzgün bir örgütle doğru işleri yapan kişilerin doğru teçhizatla doğru işlemler yapabilir hale gelmesine çalışılınıyor. Teknolojik olarak uydu yoluyla navigasyon sistemleri var, bizde kullanıyoruz bunu, daha önceden udu ile navigasyon konum belirlemede hız yön belirleme işlemleri yapılamıyordu birkaç kazadan sonra askeri uygulamadan sivil uygulamalara da geçildi. Şu anda standart hale geldi. Bunun dışında çok farklı sistemler de var. Sürekli olarak düşünülerek hayal edemeyeceğimiz kadar süreçler, kontrol, ölçüm ve kayıt altındadır” ifadelerini kullandı.

“Hava yolu ulaşımında ölüm oranı çok daha düşük”
Hava yolu ulaşımlarının kara yolu ulaşımlarına nazaran ölüm oranlarının arasında çok fazla fark olduğunu da vurgulayan Kul, “Havacılık faaliyetleri her sene yüksek miktarda artmaktadır, Covid 19 nedeniyle bugünlerde bir azalma var ama her sene taşınan yük miktarı, sefer miktarı havadaki uçak miktarı ve yolcu sayısı artıyor. Fakat buna rağmen yıl içerisinde ölen insan miktarı askeri havacılığı ayrı tutuyoruz, sivil havacılıkta belli bir düzeyin altında tutuluyor. Bundan 20 sene önce 1500-2000'lerde olan sayı bu son yıllarda 850 oldu. Oysa dünya ortalamasın bakıldığında trafik kazalarında her yıl 1 buçuk milyon kişi hayatını kaybediyor. Fakat bir uçak kazası kadar gündeme gelmiyor. Her ne kadar çok sansasyonel olsa da uçak kazalarına rağmen havacılığın uçuş emniyeti açısından en emniyetli ve en güvenilir yolculuk tarzı olduğunu belirtmekte fayda var” dedi.

“İhmalin uluslararası standartlarda olmayacağını düşünüyorum”
Son olarak da kazalarda herhangi bir insan ihmalinin olup olmaması durumu hakkında da değerlendirmelerde bulunan Kul, “İnsanın doğasında hata yapmak vardır. Fakat hata olması durumunda bunları telafi edebilecek ya da hata yaptığını fark ettirebilecek önleyici sistemler kullanılır. İhmalin uluslararası standartlarda olmayacağını düşünüyorum. Havacılıkta yapılacak olan ufak bir ihmal insanlığa karşı işlenecek bir suçtur. Bir otomobilin trafik kazasına karıştığını düşünün, buradaki faciaya neden olan şey enerjidir yani genelde arabanın hızından dolayıdır. Kazaya karışan uçak yaklaşık 40 ton civarında yani bir otomobilin 40 katı ağırlığında, hızı bir otomobilin 10 katı kadardır. Yani patlarsa bu çok büyük kazaya neden olur. Havacılıkta bir kaza olursa hiçbir zaman bir suçlu aramayız, yani bir linç girişimi olmaz. Sistemde bir hata olmuşsa bunun nedenlerini aktif ve pasif hataları test edip buna göre önlem almaya çalışırız. O yüzden kişiler hata yapmış olsa bile mümkünse anında ya da sonrasında söylenerek güven ortamı oluşturulur” diyerek sözlerini sonlandırdı.



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.