Şam ve Çar’ın daimi gölgesi

Putin ve Esed, bu yılın başlarında Şam'daki Rus askeri operasyonlarının komuta karargahında yapılan toplantıya katıldılar (AFP)
Putin ve Esed, bu yılın başlarında Şam'daki Rus askeri operasyonlarının komuta karargahında yapılan toplantıya katıldılar (AFP)
TT

Şam ve Çar’ın daimi gölgesi

Putin ve Esed, bu yılın başlarında Şam'daki Rus askeri operasyonlarının komuta karargahında yapılan toplantıya katıldılar (AFP)
Putin ve Esed, bu yılın başlarında Şam'daki Rus askeri operasyonlarının komuta karargahında yapılan toplantıya katıldılar (AFP)

Rusya'nın Şam Büyükelçisi Aleksandr Yefimov’un, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Suriye’nin başkentindeki ‘özel elçisi’ olarak atanması, ‘Çar’ın burada ‘daimi gölgesi’ olduğu ve Rusya’nın 2015 yılında başlayan askeri operasyonlarına dayanan müdahalesinin ikinci aşamasının başladığı anlamına geliyor. Aynı şekilde Şam ve Tahran'daki müttefiklere, Washington'daki ‘muhaliflere’ ve Tel Aviv'deki ‘dostlara’ gönderilen siyasi ve ekonomik açıdan yeniden yapılanma aşamasına geçiş sinyali demek oluyor.
Putin'in Yefimov’u büyükelçi olarak atama kararnamesi, ABD eski Başkanı George W. Bush'un 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgalinin ardından Büyükelçi Paul Bremer'i Irak'a ‘sivil vali’ olarak atama kararı ile aynı yönde olmasa da, atamanın Irak ve Suriye deneyimleri ile ABD ve Rusya modelleri arasındaki büyük farkla birlikte çeliştiği de söylenemez.
ABD’nin işgali sonrası Irak'ta rejim çöktü, ordu ve güvenlik birimleri dağıldı. Bremer, ülkenin inşasından sorumlu sivil bir memur olarak ya da bir başka deyişle 2003'ten sonra ABD tarafından teorik olarak baskın bir güç olan yeni bir sistem kurmak için Irak’a geldi. Suriye'de ise rejimin yapısı, hükümetin kontrolündeki bölgelerde ordusu ve güvenlik birimleri ile muhalif bölgelerdeki ağları kaldı. Rusya 2015 yılı sonlarında askeri müdahale için geldi, rejimin kontrol ettiği bölgeleri genişletti ve ‘devlet kurumlarını korumak ve Suriye'yi kurtarmak, rejimi kurtarmak değil’ şeklinde görüşlerini ortaya koydu. Ancak Suriye toprakları üzerindeki tek güç Rusya değil. Aynı zamanda ABD, Türkiye, İran ve İsrail gibi başka oyuncular da var. Bunun yanı sıra Devlet Başkanı Beşşar Esed’in rejimi, hükümeti, ordusu, güvenlik birimleri, ekonomisi ve ağları da bulunuyor.
Büyükelçi Yefimov, ‘Şam konumunun en güçlü savunucularından biri’ olarak biliniyor. Ne var ki diplomatik toplantılar sırasında da her zaman ‘Suriye’nin konumunu kabul edip Esed'in askeri ve siyasi kararları için gerekçeler buluyor’. Bunun son örneği, Yefimov’un Şam merkezli Al-Watan gazetesine verdiği demeç oldu. Büyükelçi, “Rusya ve Suriye ilişkilerinde görüş ayrılıkları olduğuna dair söylenti ve imaların hiçbir dayanağı yoktur” ifadelerini kullandı. Yefimov, bu ilişkilerin bugün her zamankinden daha güçlü olduğunu da sözlerine ekledi.
Yefimov’un biyografisini bilen ve çalışmalarına eşlik edenler, onun ekonomik işlerle en çok ilgilenen diplomatlar arasında olduğunu söylüyorlar. Rusya'nın Suriye’yi yeniden yapılanma aşamasına hazırlamak ve Şam ile Moskova arasındaki ilişkileri geliştirmek istediği göz önüne alındığında, Yefimov’un Birleşik Arap Emirlikleri'nde (BAE) büyükelçi olarak bulunmasının ve daha sonra 2018'de Suriye'ye atanmasının nedenlerinden birinin de bu olduğu anlaşılabilir.
Bu iki nokta, Şam'daki bir ‘olağanüstü hal büyükelçisinden’ Şam'da ikamet eden bir ‘başkanlık elçisine’ terfi edilmesi şeklinde yorumlanmasının giriş kapısı sayılabilir. Rusya’nın ayrıca Rusya Devlet Başkanlığı Ortadoğu ve Afrika Özel Temsilcisi ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Bogdanov, Moskova'da ikamet eden Rusya Devlet Başkanı Putin'in Suriye Elçisi Alexander Lavrentiev ve Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Verşinin ile Hmeimim Hava Üssü’ndeki komuta kademesi bulunuyor.
Putin’in kararı, öncelikle Şam’a  ‘sert medya kampanyalarının’ ardından verilen bir güven sinyali anlamına geliyor. Ancak endişe verici bir güven, beraberinde ağır bir Rus eli de taşıyor. Kararın ağırlık merkezi ise Lazkiye'deki Hmeymim Hava Üssü’nden Rusya’nın Şam büyükelçiliğine taşınan ‘Çar’ın daimi gölgesi’dir. Putin geçtiğimiz Ocak ayında, Esed ile görüşmeyi (Suriye Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda değil) Şam'daki Rus askeri operasyonlarının yönetildiği karargahta yapmayı seçerken, 2018'in sonundaki toplantıları Hymeimim Hava Üssü’nde gerçekleştiği göz önüne alındığında bunun bir sinyal olduğu anlaşılıyor. Bundan sonra Hmeimim Hava Üssü, Rusya’nın Suriye’deki etkinliğinin askeri ve güvenlik boyutuyla sınırlı olacakken, başkanlık elçisi siyasi yönünü temsil edecek.
Rusya benzer şekilde 2001 yılında da Ukrayna’da Kiev büyükelçisini ‘başkanlık temsilcisi’ olarak atamıştı. Ukrayna ve Suriye sanki özellikle 2014'ten sonra Putin'in aklına gelmişlerdi. Diplomatik normlara göre Şam'da ikamet eden bir ‘başkanlık elçisinin’ olması Putin’e Esed de dahil olmak üzere en yüksek makamlarla günlük olarak iletişim kurma yetkisi veriyor. Moskova, Rusya büyükelçisi ile Esed veya Dışişleri Bakanı Velid Muallim gibi üst düzey yetkililer arasında sık sık ikili görüşmeler yapılmamasından şikayet ediyordu. Putin, Esed’e her ‘başkanlık mesajı’ göndermek istediğinde, Savunma Bakanı Sergey Şoygu veya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’u Şam'a göndermek zorunda kalıyordu.
Ancak şimdi durum farklı. Artık Suriye'deki Rus şirketlerinin çıkarlarını takip edebilecek ve anlaşmalarını kolaylaştırabilecek bir ‘başkanlık elçisi’ var. Bunda Suriye'deki çıkar ağlarına ve ‘savaş ağalarına’ bir mesaj bulunuyor. Ayrıca, İran'a, ekonomik anlaşmalarla askeri müdahalesinin karşılığını alacağını söyleyen bir mesaj da söz konusu. İranlı yetkililerden biri, Tahran’ın 2011’den sonra Suriye’de harcanan 20-30 milyar doları geri almak istediğini açıklamıştı. Ayrıca bu adım, Suriye hükümetinin diğer tarafındaki ülkelere Putin'in ‘stratejik önemi’ konusunda gönderilen bir mesaj da içeriyor.
Tüm bunlar yeni Büyükelçi Yefimov’un görevleri. Putin'in Suriye Elçisi Lavrentiev artık Astana sürecindeki taraflarla, yani Türkiye ve İran'la iletişim kurmaya odaklanabilir. Dışişleri Bakan Yardımcısı Verşinin ABD’li ve Avrupalı ​​meslektaşlarıyla temaslarına devam edebilir. Kuşkusuz Rusya’nın yurt içinde Suriye dosyasını düzenlemesi ve Şam’da ‘Çar’ın gölgesini’ genişletmesi özellikle şu sıralar oldukça önem kazanmaktadır. Çünkü geçtiğimiz yılın sonlarında dondurulan Rusya-ABD-Suriye diyalogunun yeniden başlatılmasından, 2021 yılının ortalarında Suriye başkanlık seçimlerine geri sayımın başlamasından önce olması gerekiyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2254 kararının uygulanması için anayasa reform çabaları ve Suriye'nin yeniden inşasının önemi hakkında giderek alevlenen tartışmalar da söz konusu. Savaşın maliyetinin 530 milyar ABD doları olduğu tahmin ediliyor. Bununla birlikte birçok ülke, koronavirüs salgının neden olduğu ekonomik krizlerden ve petrol fiyatlarındaki düşüşten kaynaklı krizlerle boğuşuyor. Rusya'nın Afganistan deneyiminin tekrarlanmaması için sarf ettiği tüm çabalara rağmen ‘Suriye bataklığında’ boğulmaktan da kaçınması gerekiyor.



Demokratik ülkeler ‘gri bölge’ savaşlarını nasıl kazanır?

Rusya devlet Başkanı Putin, Kırım'ın Ukrayna'dan alınması ve Rusya'ya ilhakının yıl dönümünü bir Rus savaş gemisinde kutladı (Reuters)
Rusya devlet Başkanı Putin, Kırım'ın Ukrayna'dan alınması ve Rusya'ya ilhakının yıl dönümünü bir Rus savaş gemisinde kutladı (Reuters)
TT

Demokratik ülkeler ‘gri bölge’ savaşlarını nasıl kazanır?

Rusya devlet Başkanı Putin, Kırım'ın Ukrayna'dan alınması ve Rusya'ya ilhakının yıl dönümünü bir Rus savaş gemisinde kutladı (Reuters)
Rusya devlet Başkanı Putin, Kırım'ın Ukrayna'dan alınması ve Rusya'ya ilhakının yıl dönümünü bir Rus savaş gemisinde kutladı (Reuters)

Savaş ve barış arasında, kavramların farklılaştığı ve kuralların karmaşıklaştığı ‘gri bölge’ olarak anılan belirsiz bir bölge var. Bu bölge, bir ülkenin bir başka ülkeye zarar veren faaliyetlerde bulunduğu yeri temsil ediyor. Öte yandan bu faaliyetler, savaş eylemleri olarak kabul edilse de yasal açıdan savaş eylemleri değildir.
Eski bir İngiliz ordu mensubu olan Albay Richard Kemp tarafından hazırlanan ve ABD merkezli Gatestone Enstitüsü tarafından yayımlanan bir raporda, demokratik ülkelerin gri bölgedeki otoriter devletlerin ve terör örgütlerinin eylemlerine ilişkin tutumları ve bunlarla nasıl mücadele edebileceklerine dair bir incelemeye yer verildi.
İngiltere Kabine Ofisi'nde uluslararası terörle mücadele ekibinin başkanı olarak görev yapan Kemp, ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin, bu ay geçici ulusal güvenlik strateji belgesini yayınladığını, aynı şekilde Atlantik Okyanusu’nun karşısında İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın, Parlamento’ya entegre bir güvenlik, savunma, kalkınma ve dış politika belgesi sunduğunu söyledi. Biden ve Johnson, söz konusu belgelerde gri bölgedeki giderek artan zorluklarla ilgili endişelerini dile getirirken bunlara daha etkili bir şekilde yanıt vermek için önlemler alma sözü verdiler. Rapor, gri alanın, ülkeler arasındaki normal jeopolitik rekabetin dışında kalan, ancak silahlı çatışma düzeyine ulaşmayan zorlayıcı eylemlerin yer aldığı barış ve savaş arasındaki yer olduğuna dikkati çekti. Gri bölgedeki eylemler, genellikle teröristler dahil olmak üzere vekiller kullanan ülkeler ve terör örgütlerinin kendileri tarafından gerçekleştiriliyor. Gri bölgenin kuralları genellikle agresif, belirsiz, inkar edilebilir ve görünmezdir. Hedef ülkelere zarar vermeyi, onları zorlamayı ve etkilemeyi veya istikrarlarını bozmayı ya da uluslararası statükoya zarar vermeyi amaçlar. Bir yandan büyük bir askeri müdahaleden kaçınırken diğer yandan gerilimi daha da artırma tehdidiyle hedef ülkeyi yıldırmaya ve caydırmaya çalışırlar.
Albay Kemp, Alman Haber Ajansı’nda (DPA) yer alan analizinde, gri bölgenin yeni bir fenomen olmadığını, aksine dünya genelinde en baskın çatışma biçimi olduğunu belirtiyor. Bunun yanı sıra küreselleşme ve teknolojinin, bu tür eylemlerin sıklığını, etkililiğini ve ortaya çıkma hızını artırdığına işaret eden Albay Kemp, ABD ve İngiltere'nin de bu durumun farkında olduklarını vurguladı. Albay Kemp, siber alan, uzay, internet, sosyal medya, dijital propaganda ve insansız hava araçları (İHA) gibi giderek daha güçlü hale gelen ‘gri savaş’ araçlarını kullanan daha fazla aktörün devreye girdiğine dikkati çekti. Bu aktörlere verilen örnekler arasında Rusya’nın 2018 yılında Birleşik Krallık'ta bir kişiyi sinir gazı ile öldürme girişimi, Kırım'ın ilhakı, Avrupa parlamentosu seçimlerine müdahale çabaları, Çin'in Güney ve Doğu Çin denizlerindeki tartışmalı adalar üzerinde egemenlik ilan etme taktikleri ve eylemleri, Hindistan'a karşı Ladakh bölgesindeki askeri saldırısı, Hong Kong'a yönelik şiddetli baskısı ve İran’ın Ortadoğu, Güney Amerika, ABD, Avrupa ve diğer yerlerde tekrarlanan terörist saldırıları, uluslararası tankerlere el koyma ve saldırıda bulunma ve vekilleri aracılığıyla Irak’taki ABD’ye ait tesislere füze saldırıları düzenlemesi de yer alıyor. Batılı ülkelerin elinde, kendilerini veya müttefiklerini hedef alan ve çok taraflı koordinasyonu daha etkin bir şekilde kullanan gri bölge eylemlerine karşılık vermek için birçok proaktif ve reaktif seçenek bulunuyor. Amaç, caydırıcılığın yanı sıra topyekün bir çatışmaya yol açabilecek gerilimleri önlemektir. Seçenekler, diplomasi, basın, ekonomi ve askeri olmak üzere dört kategoriye ayrılır.
Söz konusu gri bölge eylemlerine askeri olarak karşılık verme kategorisi, NATO güçlerinin, Rusya'nın saldırı olasılığına karşı Litvanya'da konuşlandırılması ve İngiliz Kraliyet Donanmasına ait uçak gemilerinin Güney Çin Denizi'ndeki seyrüsefer özgürlüğünün sağlanması için devriye gezmeleri gibi sembolik güç gösterilerinin yanı sıra sınırlı konvansiyonel savaş, gizli operasyonlar, siber saldırılar ve casusluk gibi seçenekleri barındırıyor. 
Bu seçeneklerin her biri, gri bölge eylemlerine karşı son derece önemli olabilir, ancak önemli politik riskleri de beraberinde getirmektedir. ABD’nin 2020’de İran'ın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'yi hedef alan füze saldırısı, bunun en büyük örneğidir. Süleymani, diğer kötü niyetli faaliyetlerin yanı sıra, uzun yıllar ABD’yi ve müttefiklerini hedef alan saldırıları organize eden ve gri bölgenin önde gelen isimlerinden biriydi. Demokratik ülkelerin gerilim yaşama korkusu, gri bölgede askeri seçeneklerin kullanımı konusunda büyük kısıtlamalara yol açarken bu durum İran gibi otoriter ülkeler tarafından sömürülüyor. Oysa verilecek karşılık dikkatli bir şekilde hesaplandığı takdirde Başkan Biden’ın uyardığı türden bir tırmanma pek olası değildir. Gri bölge eylemlerinin asıl amacı, ABD ve müttefikleri ile topyekun bir çatışmaya girmekten kaçınmaktır.
Kemp, Batılı güçler tarafından yürütülen tüm askeri operasyonların, hükümetlerin askeri operasyonların yürütülmesinin veya kanunları uygulama prosedürlerinin belirli operasyonlarda geçerli olup olmadığına dair net bir karar almasıyla gri bölge de dahil olmak üzere iç ve uluslararası hukuka uygun olarak yürütülmesi gerektiğini düşünüyor.
Ancak yasalara bağlı olmak, askeri operasyonun siyasi açıdan zarar vermeyeceğini garanti etmez. Özellikle de operasyon ters giderse bu kaçınılmaz olur ve oldukça risklidir. Bazı durumlarda, dolaylı bir yaklaşım benimsenmesi ve gri bölgede başka bir ülkedeki bir düşmana ve onu harekete geçiren davadan farklı bir davaya karşı askeri bir operasyon düzenlenmesi gerektiğinden durum daha da karmaşık bir hale alır.
Eğer siyasi çıkarlar çok yüksekse, gri bölgedeki askeri operasyona karşılık vermek gerekir mi? İngiltere Başbakanı Johnson’ın Parlamento’ya sunduğu belgede, “Ülkeleri cezalandırılma ihtimalleri olduğunu belirterek, bu eylemleri yapanları açığa çıkararak, bunları kimin işlediğini açıklayarak ve buna göre cevap vererek düşmanca eylemlerinden caydırmaya çalışacağız. Caydırıcılık tek başına askeri bir seçenek anlamına gelmez. Mümkün olduğunda, yaptırımların uygulanması için diplomasi ve basın yolunun kullanılması ve ekonomik tedbirler alınması tercih edilir. Ancak bazen aynı şekilde yanıt vermek gerekebilir. Askeri seçeneği kullanmak isteyen gri bölge muhalifleri de gerçek bir askeri tehditle karşı karşıya kalmalıdır” ifadeleri yer aldı.
Albay Kemp raporunda “Liberal demokrasilerin gri bölgede çalışmak istediklerinden ne kadar eminiz?” diye soruyor. İngiltere, on yılı aşkın bir süredir İran’ın askeri mühimmatlarını kullanan vekil güçler, Irak'ta İngiliz (ve Amerikan) askerlerini öldürüldüğünde ve sakat bıraktığında dahi gri bölgede herhangi bir askeri operasyon düşünmedi. Her şey ortada olmasına rağmen İran’a düşmanlık bile beslemedi.  Bunun yerine diplomatik çabalara dayandı ve cinayetler devam etti” değerlendirmesinde bulunuyor.
Bu zayıf tutumun sonuçları, İran'ın devam eden gri bölge saldırılarında görülmeye devam ediyor. Eğer bu zayıflığın nedeni, -askerleri öldürülen ülkelerin- siyasi liderlerinin o dönemdeki gerilim yaşama korkusu ve siyasi yankılarsa, bugün özellikle çok yüksek bir risk taşımıyorsa gri bölgede askeri operasyonlar düzenlemeyi ciddi olarak düşünme ihtimalleri nedir?